(Mes’ele-2) Zarûriyât-ı Dîniyye: Hazret-i Peygamber-i Zişân’ın teblîğ buyurmuş olduğu bizzarûre ve sûret-i kat’îyyede ma’lûm olan hüküm ve haberlerden ibâretdir.
Bu ma’lûmiyyet bizzat kendisinden işitmekle olduğu gibi tevâtüren nakl sûretiyle de olur.
Mesâhif-i şerîfede yazılan elfâz-ı Kur’âniyyenin bilâ ziyâde velâ noksan kelâm-ı ilâhî olması tevâtüren menkûl olub tamâmen tasdîk olunmak lâzım olduğu gibi Kur’ân-ı Kerîm’in kat’îyyen ve sarîhan delâlet ettiği bütün hükümlerin dahî tasdîk olunması lâzımdır.
Haşr-ı cismânî ve ahvâl-i âhıretin hak, ve savm ve salâtın farz ve şürb-i hamr ve sirkatin haram olması gibi ahkâm-ı dîniyyeden olduğunu kat’îyyen haber aldıktan sonra bunların birinde şek eden kimse bilâ şübhe kâfir olur.
Ammâ ictihâd ile Kur’ân-ı Kerîm’den istinbât olunan ve bitarîk’ıl-âhâd Hazret-i Peygamber’den menkûl olan hüküm ve haberler zarûriyât-ı dîniyyede dâhil olmadıkları cihetle böyle bir şey’in sübûtunda şek etmek îmâna zarar vermez.
Fakat nâkiller mevsûk kimseler olunca kabûl etmemek ism ve ma’siyet sayılır. Çünki haber-i vâhid yakîn vermezse de zan ifâde eder.
Hattâ ba’zen zevâli kabûl etmeyecek mertebede cezm husûle getirir.
Elhâsıl bir hadîs-i sahîh ile sâbit olan hükmü kabûl etmeyen kimse, eğer o hadîsin sübûtunda iştibâhından nâşî kabul etmiyorsa günahkâr olub, kâfir olmaz.
Lâkin Hazret-i Peygamber’den sâbit olduğunu i’tirâfla berâber kabûl etmeyecek olursa kâfir olur. Meselâ bir ma’siyeti istihlâl eden kimse eğer o ma’siyet delîl-i kat’î ile sâbit ise kâfir olur. Çünki zarûriyât-ı dîniyyeyi tamâmen tasdîk etmemiş olur.
Ve eğer bir âyet-i kerîmeden istinbât sûretiyle veyâ bir hadîs-i sahîh delâletiyle sâbit ise, ol vakit müevvel addolunarak ikfâr edilmez.
Takdîr-i evvele göre te’vîl delâlet-i zanniyeyi teslîm etmemek, takdîr-i sânîye göre te’vîl, hadîs-i şerîfin Hazret-i Peygamber’den sudûrunu kabûl etmemekden ibârettir.
(Ayasofya Şeyhi Manastırlı İsmâil Hakkı Hocaefendi, Telhîsü’l-Kelâm Fî Berâhîni Akâid’il İslâm, sh:10-12)