Cenâb-ı Fahr-ı Kâinât Sallallâhu Aleyhi Vesellem Efendimiz’in mu’cizeleri cümlesinden biri de (Mi’râc)dır.
Mi’râc: Fahr-ı Âlem Efendimiz’in irâde ve ezân-ı ilâhî (=Cenâb-ı Hakk’ın bildirmesi) ile bir gecenin ba’zısında Mekke-i Mükerreme’deki Mescid-i Harâm’dan Kudüs-i Şerîf’deki Mescid-i Aksâ’ya getirilmesi, oradan göklere çıkarılması, oradan da mutlakâ cihet-i ulyâya ref’ olunub mekândan münezzeh olan Hakk Teâlâ ile söyleşmesidir.
Fahr-ı Kâinât Efendimiz’in Mescid-i Harâm’dan Mescid-i Aksâ’ya kadar götürülmesi Kur’ân-ı Kerîm, Hadîs-i Şerîf ile sâbitdir binâenaleyh münkiri kâfirdir.
Mescid-i Aksâ’dan semâvâta çıkarılması ve oradan mutlakâ cihet-i ulyâya ref’ olunması Hadîs-i Meşhûr ile sâbitdir binâenaleyh münkiri mübtedi’ ve dâll’dir ya’ni sapıkdır.
Semâvâtdan husûsiyle cennete, arşa ve daha başka âlemin bir taraf-ı mahsûsasına götürülmesi Hadîs-i Âhâd ile sâbitdir binâenaleyh münkiri muhtîdir.
Mi’râc-ı Şerîf bi’l-ittifâk Hazreti Peygamber Efendimiz’e peygamberlik geldikden sonra ve Mekke’den Medîne’ye hicret etmezden bir buçuk sene evvel ve kavl-i meşhûra göre Receb-i Şerîf’in yirmi yedinci gecesi uyanık iken cesed ve rûh-ı şerîfleriyle vâki’ olmuşdur. Şöyle ki: Bir gece Cebrâîl Aleyhisselâm bir (Burak) getirüb Peygamber-i Zîşân Efendimiz ana bindi Mekke’den Kudüs-i Şerîf’e gitdi Mescid-i Aksâ’da enbiyânın ervâhıyla buluşub anlara imâm oldu iki rek’at namâz kıldı andan sonra Cibrîl-i Emîn ile göklere çıkdı Sidre-i Müntehâ’ya vardı cenneti ve cehennemi ve sâir melekûtu gördü Sidre-i Müntehâ’yı geçüb ya arş-ı a’lâda veyâ başka bir mahalde iken Hakk Teâlâ ile vâsıtasız söyleşdi Cenâb-ı Hakk mekândan, cihetden, sûretden münezzeh olduğu hâlde Peygamber Efendimiz A’nı gördü. Beş vakit namâz orada farz kılındı.
Fahr-ı Kâinât Efendimiz’in gidüb gelmelerinin müddeti gecenin sülüsü ya’ni tahmînen dört sâat mikdârı olub şafak yeri ağarmazdan evvel (Mekke-i Mükerreme)ye avdet buyurdu.
Mi’râc-ı Nebî’yi inkâr edenleri red içûn deriz ki vâkıa insanların kendi kudret ve kuvvetlerine nazaran ve âdet-i ilâhiyyeye binâen semâvâta çıkmaları mümteni’ ise de hadd-i zâtında mümkindir her mümkin ise kudret-i ilâhiyyenin taht-ı te’sîrindedir şu hâlde hârikulâde olarak Hazreti Huzeyfe Hadîs-i Şerîf’inde beyân buyurulduğu vechile Cenâb-ı Hallâk-ı Âlem tarafından irsâl olunan ve kuşlar gibi uçmak hassasına mâlik olan (Burâk) nâm hayvâna Fahr-ı Âlem Efendimiz binerek yâhûd Kur’ân-ı Kerîm’de (Zü’l-kuvve) yâd buyurulan Cenâb-ı Cebrâîl’in arkasına râkib olarak ve yâhûd arş-ı a’lâdan tâ Kudüs-i Şerîf’e kadar uzadılan Âlet-i Urûc denilen bir şey’e bindirilüb melekler tarafından çekilerek ve yâhûd arş-ı a’lâdan Mekke-i Mükerreme’de bulunan Fahr-ı Kâinât Efendimiz’in vücûd-ı şerîflerine güneş zıyâsı elektrik kuvveti gibi hârikulâde bir kuvve-i câzibe îsâl ve bu vesâitle cezb edilerek son derece sür’at-ı hareketle semâvâta, arş-ı a’lâya çıkarılması ve tekrâr bu vesâitle geri getirilmesi mümkin ve câizdir kudret-i ilâhiyyeye nazaran bunda muhâl olacak hiçbir şey’ yokdur.
(Mir’atü’l-İslâm, Sultân Fâtih Câmi’ Şerîfi Dersiâmlarından İskilibli Muhammed Âtıf Hocaefendi, Tab’ı: 1332, Sh. 37-38-39)