(VAHDÂNİYYET) Hakk Teâlâ bir olmak demekdir. Cenâb-ı Hakk (VÂHİD)dir. Ya’ni zâtında, sıfâtında, ef’âlinde, ma’bûdiyyetinde birdir ve bunların cümlesinde şerîki ve nazîri olmak muhâldir, mümkin değildir.
Zâtında birdir çünki zât-ı pâk-i ilâhî basîtdir. Ya’ni aslâ cüz’ü yokdur. Ve cüz’lerden terekküb etmiş değildir ve hem de zâtında mümâsili ve A’na benzeyen yokdur. Çünki cüz’lerden terekküb eyleyüb de Cenâb-ı Hakk’ın cüz’ü olsa mürekkeb olması lâzım gelir. Hâlbuki mürekkeb cüz’lerine ve cüz’ler yekdiğerine ve anları birbirine rabt edecek bir şey’e muhtâcdır. Cenâb-ı Hakk’ın ise hiçbir şey’e ihtiyâcı yokdur, ihtiyâcdan münezzehdir. Binâenaleyh Cenâb-ı Hakk cüz’lerden ve cüz’lerden terekküb etmekden dahî münezzehdir.
Sıfâtında vâhiddir. Çünki sıfâtından hiçbirisinin hakîkate misli hiçbir şey’de yokdur. Meselâ Hakk Teâlâ’nın ilmi vardır. Mahlûkâtın da ilmi vardır. Fakat Cenâb-ı Hakk’ın ilminin evveli ve âhiri yokdur, sâbittir zevâli mümkin değildir. Mahlûkâtın ilmi ise cehlden sonra hâsıl olmadır. Mütehavvildir zevâle ma’rûzdur.
Ef’âl ve hâlikiyyetinde vâhiddir. Bunca mahlûkâtı yaratmak husûsunda ve sâir tasarrufâtından da hiçbir vechile şerîki ve nazîri yokdur. Cümlesini yalnız olarak yaratmışdır. Cenâb-ı Hakk’ın hâlikiyyetinde vahdâniyyeti isbât içün deriz ki: Eğer yerde ve göklerde kudreti müessir Allâhu Teâlâ’dan başka ilâh bulunsa idi, bütün kâinât fâsid ve helâk olurdu ve yâhûd hiçbir şey’ mevcûd olmazdı.
Mâdemki bunca mahlûkât vücûda gelmiş ve kâinât intizâm-ı ekmel üzerine devâm ediyor şu hâlde yerlerde ve göklerde Allâhu Teâlâ’dan başka müessir, hâlık ve yaradıcı yokdur.
Mâ’bûd olmakda da vâhiddir, ibâdete lâyık ve müstehakk ancak Allâhu Teâlâ Hazretleri olub bu bâbda dahî şerîki ve nazîri yokdur çünki Cenâb-ı Hakk’ın insanı en güzel sûret üzere yaratarak vücûd vermesi ve el, ayak, göz, kulak, ağız, burun gibi a’zâ-yı zâhire ve akıl, fikir, kuvve-i hâfıza gibi a’zâ-yı bâtıne ile vücûd-ı beşeri tezyîn eylemesi ve ahvâl ve ef’âl-i muhtelifede kullanılmağa elverişli sûretde a’zâlarda mafsallar yaratması ve teneffüs olunacak hava, intifâ’ olunacak meşrûbât, me’kûlât, melbûsât, mesken ve daha başka nice ni’metler ihsân eylemesi ibâdete lâyık ve müstehakk olduğunu îcâb eder. Zîrâ insanların aslâ istihkâkları olmadığı hâlde mahzâ lütuf ve mücerred kerem olarak ihsân buyurulan milyarlar değerinde bunca azîm ni’metler mukâbilinde mün’im-i hakîkî olan zât-ı akdese şükr etmek ve kullukda bulunmak aklen ve şer’an vâcibdir. Binâenaleyh ibâdete lâyık ve müstehakk ancak mün’im-i hakîkî olan Hâlık Teâlâ Hazretleridir.
[Büyük Şehîd İskilibli Muhammed Âtıf Hocaefendi, Mir’atü’l-İslâm, 1332 Baskı, sh:17-19]