Lisân-ı İslâm’da Hürriyet, Hukûkuna Mâlikiyyet Diye Ta’rif Olunur
30 Temmuz 2011
“İslâm Kadınlarının Hürriyeti Erkeklerden Daha Ziyadedir!”
14 Şubat 2012

KADINLARIN İZZETİ İFFETİNDEDİR

 

“Kadınların mestûriyyetleri, kendilerini sıyânet (=muhâfaza) ve haklarında şeref ve sıyâdetdir. (Sıyâdet, erkekler içün efendilik demek olduğu gibi, kadınlar içün dahî hanımlık demekdir ki, câmi’-i hayr ve fazîlet bir ma’nâdır.) Zıddı ibtizâl (=aşağılaşma) ve mehânetdir. (Mehânet: mekânetin (=ağırbaşlılık) zıddıdır ki, hakîrlik ve haysiyetsizlikdir.) Çünki inâs (=kadınlar) tecâvüzgâh-ı zükûrdur (=erkeklerin tecâvüzgâhıdır) urda-i tecâvüz (=tecâvüz hedefi) olmak kadar zillet olamaz. Kadınların izzeti iffetindedir. İffeti de, göreceği tecâvüzden tebâud (=uzaklık) nisbetindedir. Bu tebâuda dahi, ihticâbdan (=örtünmekden) eslem tarîk (=daha doğru yol) yokdur.

İhticâb ve mestûriyyetin nev’i ikidir: Biri, hâne derûnunda ihticâbdır ki, kadın kısmı ev içinde zevcinin ve mehâriminin (=mahremlerinin) gayriye muhâlıt (=karışıp beraber) olmamak ve görünmemekdir… Diğeri, hâne hâricinde ihticâbdır ki, kimseye görünmemek üzere yüzünü ve başdan ayağa kadar bütün endâmını ve hattâ libâsını setr (=örtmek) ve ihfâ (=gizlemek) üzre olmakdır. Bunun zıddına tekeşşüf (=görülür, keşfedilir olmak), ve evvelkinin zıddına tebezzül (=sakınmayıp, her yerde görünmek) tabir olunur. Kadınlar tekeşşüf ve tebezzülden ve ricâlin uyûn-i iştihâsına (=iştihâlı gözlerine), dar örtülerle arz-ı endâm etmekden memnu’durlar… Yüzlerini ve ellerini ve hattâ ayaklarını namazda açık bulundurabiliyorlar; velâkin, zarûret olmadıkca nâmahreme bunları dahî gösteremezler. Sokakda yüz açmak ve libâsının kolunu veyâ eteğini örtüden çıkarmak muhâlif-i emr-i şer’dir (=şeriatın emrine zıtdır). İhticâb, emr-i Kur’ânîdir; onda tehâvünün (=hafife almanını) vebâli azîmdir (=çok büyükdür).

“Yüz nâmahrem değildir” ta’bîri, hakk; sâlâtın gayrıda galatdır (=namazın dışında batıldır).

Setr-i avret, zükûr ve inâsda kadîmdir. Nisvân-ı arab, dîn-i mübînden evvel ve hattâ sadr-ı İslâm’da (=İslâm’ın başlangıcında), setr-i endâm ile erkeğe muhâlıt olub, başlarında bir örtü bulunur; ve fakat bir çoğunda kayıtsızlıkla yaka açığı ve kol bileziği görünür ve örtü içinde olanlar bile yürüyüb yere ayak vurdukca bacaklarındaki halhalların (=ayak bileziklerinin) mevcûdiyyeti ihsâs olunur (=hissedilir) idi.

Sûre-i Celîle-i Ahzâb ile nüzûl-i ayet-i hicâbda, bunlar nehy; ve kadınlar erkekle ihtilâtdan (=karşılaşıp görüşmekden) men’ olunarak, tahte’l-hicâb sıyânet kılındılar (=örtü altında muhâfaza olundular). Zînetlerinden ma’dûd olan (=sayılan) libâslarını dahî, erkekden setre (=gizlemeye) me’mûr olarak, bürgü ve çarşaflar içinde bulundular. Ve yüzlerine nikâb (=yüz örtüsü, peçe, burka’, lesme) çeküb, yalnız gözlerini açık bulundurdular…

Kılıklar zamân ve mekâna göre mütebeddil olageldiyse (=değişdiyse) de, nivân-ı ehl-i İslâm’ın ziyy-i ihticâbları (=tesettür kıyâfetleri), bihamdihî Teâla zâil olmadı. Hattâ müslimîne raiyye olan (=tâbî olan) gayr-ı müslim nisvânı bile, bâzı mahallerde görülen bekâyânın delâleti vechile, mestûr ve muhtecib oldular. Biz İstanbul hrıstiyan kadınlarının dahi mestûriyyetleri zamanına yetişdik. Ancak tâife-i nisâca hâl-i tabiî olan meyl-i teberrüc (erkeğe ızhâr-ı mehâsin etmek), ricâlin müsâmahalarıyla, onları varta-i tebezzüle vardırır oldu: Sokaklarda peçeler kaldırılmakda, sâğrılar gerilmekde, kulaklarla berâber yüzler, bileklerle berâber eller, dirseklerle berâber kolların libâsı ve zeyl-i zîneti gösterilmektedir ki, bu ahvâlden, onların hesâbına  müteşerri’ (=dindar) erkekler istihyâ (=hayâ) eylemektedir…

Evlerin erzâkı gibi melbûsât (=elbiseler) ve müzeyyenâtını (=zînetlerini) dahî götürüp kendilerine beğendirmek sûretiyle hâriçden tedâriki, vezâif-i ricâlden (=erkeklerin vazîfelerinden) olarak, erkekler içün ehemm ve âsân (=kolay) iken, kadınların çarşıya çıkup ağyâr ile ülfet (=nâmahremlere karışmak); ve hiç olmaz ise bilâ zarûretin sohbet-i dâd ü sited (=alışveriş sohbeti) etmek hoş görülüyor… Erkeklerinin geceliklerini dahî kendilerine kadınların alup getirmeleri âr (=ayub) olsa da, ağır gelmiyor! Fesubhânallâhi’l-azîm…”

[Muhammed Zihni Efendi, Ni’met-i İslâm, Matbaa-i Sâniye 1324 İstanbul, Münâkehât ve Müfârekât bâbı, sh.39-41]

(İntişârı: 15.01.2012)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir