“Ümmetimin yapacağı ibâdetin en fazîletlisi, Kur’ân-ı Kerîm’i yüzüne bakarak okumaktır.”
(Beyhâkî, Câmiu’s-Sağîr)
İzâh: Şübhe yok ki Kur’ân-ı Azîm bir kitâb-ı ilâhîdir. En ulvî ahkâmı câmidir. Onu tilâvet etmek pek büyük sevâbtır. Bâhusûs Kur’ân-ı Mübîn’in âyetlerini hatasız okumak ve manâsını güzelce düşünebilmek için yazılmış oldukları sahîfelere bakarak tilâvet etmek, en fazîletli bir ibâdettir.
Ma’lûm olduğu üzere Kur’ân-ı Kerîm, hem lâfzı, hem de manâsı i’tibâriyle ebedî bir mu’cizedir. Bu Kitâb-ı Mübîn, fesâhat ve belâgatiyle, nezâhat ve kudsiyetle ulûmu gaybiyeye dâir haberleriyle bütün arap bülegâsını mebhût bırakmıştır. Allâhü Teâlâ Hazretleri: “Ve in küntüm fîraybin mimmâ nezzelnâ” âyet-i kerîmesiyle bütün insanlara ve bilhassa zamân-ı nebevîdeki arap füsehâsına hitâb eder; “Eğer siz muhterem kulumuz Muhammed’e indirmiş olduğumuz Kur’ân-ı Mübîn’in bir kitâb-ı ilâhî olduğundan şübhede iseniz onun yalnız bir sûresinin misâlini getirin en kısa bir sûresine nazre yapınız” diye buyurmuştur. Halbûki bu tahaddîye, bu meydan okumaya rağmen şu kadar asırlardan beri o kitâb-ı mu’cizbeyânın en kısa bir sûresini bile tenzîre hiç kimse kâdir olamamıştır. Ve ilel’ebet olamayacaktır.
Meşhûrdur ki, Araplar arasında en belîğ, en parlak sözlerden olduğu cihetle Kâbe-i Muazzama’nın duvarına asılmış yedi kasîde vardır. Bunlara “Muallakât-ı seb’a” denilirdi. Bilhassa bu kasîdeler nüzûle başlayan Kur’ân-ı Mübîn’in pûr-lemeân belâgati yanında pek sönük kalmış, kıymetini kaybetmiş olduğu için alâkadarlar tarafından aşağıya indirilmiştir.
Kur’ân-ı Azîm öyle bir kitâb-ı semâvîdir ki, kıyâmete kadar hiçbir tebdîl ve tahrîfe uğramaksızın yer yüzüne hidâyet nûrlarını neşredecek, beşerîyet-i fâzılanın rehberi olacaktır. Kur’ân-ı Kerîm böyle bâkî oldukça da İslâm milleti yaşayacak, İslâmiyet nûrları cihânın şark ve garbında parlayıp duracaktır.
Furkân-ı Hâkim; öyle bir hidâyet güneşidir ki, onun mânevî ziyâları herkesin hâne-i kalbini tenvîr eder durur. Elverir ki, insan tenevvür arzusunda bulunsun. Zâhiren de böyle midir? Meselâ her gün güneş açılarak her tarafa ziyâlarını neşrediyor, herkesin penceresinden aksederek hânesini nûrlandırıyor. Fakat pencere kapalı ise güneş ne yapsın?. Bittabîî hâne içerisi zulmet içinde kalır, güneşin zerrin ziyâlarından müstefîd olamaz.
İşte insan da kendi kalbinin penceresini açmalıdır ki, Kur’ân-ı Mübîn’in o lâhûtî ziyâlarından müstefîd olabilsin.
[500 HADİSİ ŞERİF, ÖMER NASÛHİ BİLMEN, 29. Hadîs-i Şerîf, Sh;21,22]