“İki ay vardır ki sevâbları noksan olmaz. Bunlar bayram aylarıdır… Biri Ramazân-ı Şerîf, diğeri de Zilhicce ayıdır.”
İzâh: Malûm olduğu üzere bu iki mübârek ayda yapılan ibâdetlerin sevâbları pek çoktur. Birinde oruç farizesi îfâ edilir, diğerinde de hac farizesi yerine getirilir. Bu yüzden müslümanlar birçok mükâfâtlara nâil olurlar. Bir kere Ramazân bayramı namazını düşünelim. Bu ne ulvî bir ibâdettir. Evet… Bir kere düşünelim, Allahü Teâlâ’nın emrine imtisâl ederek bir aydan beri tuttuğu orucu, o kutsî vazîfeyi nihâyete erdirerek bayram namazını kılmak, İslâm şiârını izhâr etmek için câmi’-i şerîfe gitmekte olan bir mü’minin duyacağı zevk ve sürûr ne derecelerde rûhânîdir.
Bu mü’min âdetâ lisân-ı hâl ile diyor ki: Yâ Rabbi… İşte ben aczimle berâber senin mukaddes emrine imtisâlen tuttuğum orucu hitâma erdirdim zat-ı ehâdiyetine ubûdiyetimi arz için senin mübârek ma’bedine gidiyorum, artık beni affet, beni felâh ve necâta kavuştur.
Bir kerede hac vazîfesini düşünelim. Bu ne kutsî bir ibâdet!. İslâmiyetin tuluâ başladığı bir beldede bütün âfaktan gelmiş yüz binlerce ehl-i îmân toplanıyor, hepside birden arafatta bulunuyor, hepsi de Beytullâh’ı tevâf ediyor, hepsi de tevhîd ve tehlîl ile lisânlarını tezyîne muvaffâk oluyor, aralarındaki dîn kardeşliği pek mükemmel sûrette kendisini gösteriyor. Şimdi bu zâtlardan her birinin duyacağı mânevî zevklere nihâyet var mıdır?. Acebâ onun kalbinde inkişâfa başlayan ulvî duyguları tasvîre kim muktedîr olabilir?… İşte bu zâtta Cenâb-ı Hakk’tan afüvlar, keremler niyâz etmiş bulunacaktır. Artık bunların hakkında mağfiret-i ilâhiyenin tecellî edeceğinde kimin şübhesi vardır? Ne güzel ibâdetler, ne muazzam mükâfâtlar!
[500 HADİSİ ŞERİF, ÖMER NASÛHİ BİLMEN, 211. Hadîs-i Şerîf, Sh;143]