“Eshâbımı bana bırakınız. Nefsim yedi kudretinde olan Allâhü Teâlâ’ya kasem ederim ki, eğer siz Uhûd dağı kadar altın infâk edecek olursanız onların amellerine yetişemezsiniz…”
(İmâm Ahmed İbn-i Hanbel, Câmiu’s-Sağîr)
İzâh: Eshâb-ı Kirâm, Rasûlullâh’ın mübârek huzurunda bulunmuş, bizzat onun kutsî kelimâtından müstefit olmuş, bütün varlıklarıyla İslâmiyet’e sarılıp müslümânlığın bütün âfâka intişârına hizmet etmiş zâtlardır. Artık onların derecelerine sâir efrâd-ı müslimîn ihrâz edemez ve hiç birini tenkîde bir müslümanın selâhiyeti olamaz. Binâenaleyh onların hepsi hakkında da muhabbette, zikr-i cemîlde bulunmalıdır. İslâm terbiyesi bunu îcâb eder. Peygamber-i Zîşân’ımızın yüksek emirlerine riâyet bunu iktizâ’ etmektedir.
Eshâb-ı Kirâm arasında bir ictihâd netîcesi olarak ba’zı ihtilâflar yüz göstermiş olabilir. Biz böyle asırlardan sonra bu ihtilâfı behâne ederek onlardan bazıları hakkında zebândırazlıkta bulunamayız. Böyle bir cür’et büyük bir küstâhlıktır. O muhterem zevâtın aff-i ilâhiye mazhâr olmadıklarını kim iddiâ edebilir. O mübârek zâtların birbirini affetmemiş olduğunu biz bilebilir miyiz? Yûsuf Aleyhisselâm ile kardeşlerinin mâcerâsını biraz düşünelim.
Eshâb-ı Kerâm’ın bir zümresine muhabbet göstermek behânesiyle diğer zümresine adâvette bulunanlar, müslümânların arasına tefrika düşürmek istemiş olan bir kısım yabancı unsurların iğfâlâtına bilerek veyâ bilmeyerek kapılmış kimselerdir. Böyle âdâb-ı İslâmiyeye muhâlif, emr-i Nebevî’ye menâfi bir hareketin şiametinden Cenâb-ı Hakk’a ilticâ ederiz.
[500 HADİSİ ŞERİF, ÖMER NASÛHİ BİLMEN, 180. Hadîs-i Şerîf, Sh;124, 125]