Îmân: Rasûl-i Ekrem (sallallâhu aleyhi ve sellem) Efendimizin Allâhu Teâlâ tarafından getirüb haber verdiği zarûraten ve yakînen bilinen usûl-i dîniyye ve ahkâm-ı İslâmiyye’nin hakk ve doğru olduğuna kalben sûret-i câzimânede inanub kabûl etmek ve lisânen anı ikrâr eylemekdir.
Küfür: Dîn-i İslâm’dan olduğu zarûraten ve yakînen bilinen usûl ve ahkâmın kâffesini veya andan birini kabûl etmeyüb inkâr eylemek veyâ inkâra delâlet eyleyen bir iş işlemek demekdir.
Esâsen Rasûl-i Zîşân (sallallâhu aleyhi ve sellem) efendimizden nakl olunagelen usûl-i İslâmiyye ve ahkâm-ı Şer’iyye sıhhat-i nakl i’tibârıyle üç kısma ayrılmışdır.
Birinci kısım; Nebiyy-i Muhterem (sallallâhu aleyhi ve sellem) efendimizden tevâtüren menkûl olub dînden olduğu avâm ve havassca ya’ni umûm müslümanlarca yakînen ve bi’lbedâhe ma’lûm olan usûl ve ahkâm-ı İslâmiyyedir: Hâlık Teâlâ Hazretlerinin vücûdu, vahdâniyyeti, sıfât-ı celîlesi ile meleklerin; kütüb-i semâviyyenin, peygamberlerin, kazâ ve kader-i İlâhî’nin, yevm-i âhiretin, ba’sü ba’de’l-mevtin, cennet ve cehennemin hakîkati, âlemin hüdûsu, kelime-i şehâdetin, (19) namâzın, zekâtın, orucun, haccın farzıyyeti, zinânın, livâtanın, hınzır etinin, bigayr-ı hakk adam öldürmenin ve sâir envâ’-ı zulmün hurmeti gibi.
Dîn-i Muhammedîden olduğu tevâtüren nakl olunub yakînen sâbit olan bu nevi’ ahkâma usûl-i İslâmiyye ve Zarûriyyât-ı Dîniyye denir ki: Bir insan müslümân olmak içün behemehâl bunların kâffesini tasdîk ve kabûl etmek lâzım ve vâcibdir.
Îmânın rükn-i aslîsi olan tasdîkden sonra usûl ve ahkâm-ı mezkûreyi mücmelen câmi’ bulunan
(KELİME-İ ŞEHÂDET)
den ibâret olan kelime-i şehâdeti söylemek, îmânın şart veya rüknünden ma’dûddur. Binâenaleyh usûl ve ahkâm-ı mezkûrenin kâffesine veyâ andan ba’zısına inanmayub da red ve inkâr etmek veyâ inkâra delâlet eyleyen bir fiilde bulunmak küfür ve bunu irtikâb edenler kâfirdir.
İkinci kısım: Rasûl-i Zîşân (sallallâhu aleyhi ve sellem) efendimizin dîninden olduğu yakînen değil, ancak istidlâl ve ictihâd sûretiyle bilinen mesâil-i dîniyyedir: Allâh Teâlâ’nın mer’î olub olmaması misilli yakînen ma’lûm olmayub ancak delîl ile bilinen mesâil gibi.
Bu nevi’ ahkâm ve mesâil-i dîniyyeyi kabûl ve red, ikrâr ve inkâr, îmân ile küfrün mâhiyetinde dâhil değildir. Binâenaleyh ahkâm-ı ictihâdiyyenin münkiri kâfir olmaz. Şu kadar ki tarîk-i şöhretle nakl olunan ahkâm ve mesâil-i dîniyye, mâhiyet-i îmânda dâhil olmadığından red ve inkârı küfr değilse de mûcib-i dalâldir. [20]
Üçüncü kısım: Dîn-i Muhammedîden olduğu ancak haber-i vâhid ile bilinen mesâildir ki îmân ile küfr bu nevi’ mesâile tevakkuf etmez. Zîrâ şerâit-i sıhhati hâiz olan haber-i vâhid, bâb-ı i’tikâdda huccet olamaz. Lâkin bâb-ı amelde ya’ni ibâdât ve muâmelâta dâir ahkâmda huccet olur. Binâenaleyh haber-i vâhid tarîkıyla sıhhati sâbit olan bir mes’ele-i dîniyyeyi red ve inkâr hatâdır.
Arz olunan bu asla beş mes’ele teferru’ eder.
(1) Usûl-i mezkûre-i İslâmiyyeden birine inanmadığı hâlde lisânen cümlesini ikrâr eyleyen kimse Allâhu Teâlâ’nın nezdinde kâfirdir. Buna münâfık denir. Nifâkı ma’lûm ise, nâs indinde dahî kâfir olur. Nifâkı ma’lûm değilse zâhirdeki ikrârına nazaran müslüman add olunarak hakkında ahkâm-ı İslâmiyye icrâ olunur.
(2) Usûl-i İslâmiyye’ye kalben inanub da dilsiz olmak gibi bir özürden dolayı lisânen ikrâr edemeyen kimse hem Allâhu Teâlâ nezdinde hem insanlar indinde mü’mindir.
(3) Kalbinde bir nevi’ inanmak olmakla berâber taannüden ikrâr etmemekde ısrâr eyleyen kimse hem nezd-i İlâhîde hem de insanlar nazarında bi’l-ittifâk kâfirdir. Çünki anın bu hâli kalbinde tasdîk cezmi bulunmadığına delîl ve bürhândır.
(4) Kalbinde inanmak bulunmakla berâber ikrâra kudreti var iken her nasıl ise ömründe bir kere olsun ikrâr etmemiş olan kimse ulemâdan ba’zılarına göre nezd-i İlâhî’de mü’min, ba’zı ulemâya göre mü’min değildir. [21]
(5) Bi’l-ihtiyâr ve bilâ zarûretin saneme, aya, yıldıza, güneşe secde ve ta’zîm etmek ve anlar içün kurban kesmek, ehl-i kilise ile berâber kiliseye gidüb icrâ-yı âyîn etmek, haç takınmak, Allâh’dan başkasına ibâdet etmek gibi şiâr-ı küfür ve emâre-i işrak olan bir fiil irtikâb etmek, yâhud Allâhu Teâlâyı, meleklerini, kitâblarını, peygamberlerini, şer’-i şerîfi, âhireti inkâr veyâ bunlardan birini tahkîr eylemek, meselâ mushaf-ı şerîfi çiğnemek gibi dildeki ikrâr ile kalbdeki tasdîkin yalan olduğuna şer’-i şerîf tarafından alâmet-i zâhire kılınan bir kavil veyâ bir fiil kendisinden sâdır olan kimse mü’min değildir. Zîrâ o kavil ile o fiili o kimsenin dilindeki ikrâr ile kalbindeki tasdîkin yalan olduğuna delîl ve bürhândır. Anın içün her ne kadar müslüman isminde olub İslâm da’vâsında bulunsa bile irtikâb eylediği kavil ve fi’li ile Peygamber-i Zîşân Efendimizi tekzîb eylediği cihetle dîn-i mübîn-i İslâm’ın hudûd ve dâiresinden ve ehl-i kıblelikden çıkub hem nezd-i İlâhî’de ve hem ehl-i İslâm nazarında kâfir olmuş olur.
İlâve olmak üzre şunu da arz edeyim ki: Küfür iki kısım olub biri aslî, diğeri ârizîdir.
Küfr-i aslî: Esâsen zarûriyyât-ı diniyyeden olan usûl ve ahkâm-ı İslâmiyye’yi kabûl etmiyenlerin küfrüdür. Ğayr-ı müslimlerin küfrü gibi.
Küfr-i ârizî: Fi’l-asl Dîn-i İslâm’ı kabûl etmiş veya müslüman sulbünden gelmiş iken bi’l-âhere kendi arzu ve ihtiyârıyle usûl-i İslâmiyye ve zarûriyyât-ı dîniyyenin kâffesini veya dîn-i İslâm’ın yalnız emr-i vicdânîden [22] ibâret olduğuna kâil olub da dünyâ işlerine dâir ihtivâ eylediği ahkâm-ı maddiyye ve cismâniyyesini kabûl etmemek gibi zarûriyyât-ı dîniyyeden ba’zısını red, inkâr, tekzîb ve tahkîr eylemek ve yâhûd Şer’an tahkîri vâcib olanlara ta’zîm etmek sûretiyle irtikâb-ı küfr etmiş olanların küfrüdür ki bunlara mürted ve mürteci’ denir. Zamânımızda türeyen dinsizler bu zümredendir. Küfrün bu nev’i evvelkinden daha muzırr ve daha fenâdır ve hatta mürtedlerin kesdikleri yenmez, müslüman kadınlar ile nikâhları helâl ve müslüman kabristanına defn olunmaları câiz olmaz. Erbâb-ı küfürden bu zümre seâdet-i dünyeviyye ve uhreviyye gibi niam-ı uzmâya bâis olan dîn-i mübîn-i İslâm’dan rücû’ ve hurûc ile ana karşı bağy ve ısyân eyledikleri içün tevbe edüb tekrâr dâire-i İslâm’a tav’an dâhil olmazlarsa dünyâda şer’an i’dâma, âhiretde azâb-ı muhallede mahkûmdurlar.
(Fâtih Dersiâmlarından İskilibli Âtıf Hocaefendi, Frenk Mukallidliği Ve Şapka, Baskı 1340, sh: 18-22)