(3) Ramazan Şeytanlarından Kurtulmak!
6 Mart 2024
(5) Ramazan Şeytanlarından Kurtulmak!
6 Mart 2024

RAMAZAN ŞEYTANLARINDAN KURTULMAK!

(4)

Zıyâiyye BEKÇİSİ

 

Sistem öyle bir Dîn “karşıtı” ki, sâdece (yahudi) tahrîfâtını esas alarak işliyor; ve bozmak içün Ramazan’ı da öylesine kullanıyor! Allâh’ın Dîni’ni “Zarûrât-ı Dîniyye” denilen olmazsa olmazlarından yakalıyarak yahudi gibi tahrîf, tağyîr ve tebdîl eden hoca kılıklı şeytanlara “lânet olsun” demiyene, müslüman denilebilir mi?!

Bir ekran şeytanı da, prasasör etiketi altından ve Mübârek Ramazan’da “nikâh-ı şer’î” olarak bu milletin 1000 senedir neslini ve nesebini “veled-i zinâlıkdan” koruyub kollayan o Allâh adına edâsı şart olan AKDİ, ufalaya ufalaya tavukların önüne atılan yem gibi küçültdü ve aç tavuklarına yedirdi!

Necâset herif! Mukaddes ve Muazzeze Şer’î Nikâh’ın (imam nikâhının değil), cihâd, hicret, teaddüd-i zevcât, namaz, “üli’l-emre” sâhib olmak, hadd cezâları; Kitâb, mütevâtir hadîs ve icmâ’ ile sâbit bütün hüküm vehaberlere îmân etmek gibi “Zarûrât-ı Dîniyye”den (Müslümanlığın olmazsa olmazlarından) olduğunu bilmez mi?. Hınzır gibi bilir de, para musluğunu akıtmak ve bel’amlık yaparak iç gâvurdan “aferin” almak uğruna tersini söyler, kilise akdini öne çıkarır!.

Merhûm Ahmed Davudoğlu Hocamız (T.C. hâriciye vekîli adam değil), “evleviyyeti dayatılan resmî muâmeleden sonra mutlaka ALLÂH ADINA akdedilen ŞER’Î NİKÂH yapılmalı, yoksa iki cins, belediye reisi ADINA kıyılan laik felsefe MUÂMELESİ İLE biribirine helâl olamaz!” dediği içün, 11 ay zındana; ve 2 sene de sürgüne boşuna mı eyvallâh demişdi?.

Çünki o, 15 asırlık Müslümanlık’da Şer’î nikâh AKDİNİN, (imam-hamam nikahı değil) teaddüd-i zevcât, cihâd, namaz v.s. gibi “zarûrât-ı dîniyyeden” olduğunu tebliğden zerre kadar korkmadı, çekinmedi; ve bir takım Haltettin sürüleri gibi tâğûtlara bel’amlık köpekliğine ölse de tenezzül etmedi!. Şumnu’dan 150 kadar gencin El Ezher’e gidişinde, gençliğinde o da vardır; ve “mezûniyet sonrası T.C.ye sâdece 2 kişi ehl-i sünnet i’tikâdında döndük; O Yeskioğlu da, Denaat’e me’mûr olunca raydan çıkdı!” demişdir ki, biz de bunu Merhûm Hocamızın ağzından duyanlardanız…

Müslüman vahye iman eden adamsa, Kitab, Sünnet, İcmâ’ ve Müctehid Kıyâsı ile sâbit önüne konulan bütün (Ahkâm-ı Kur’âniyye’ye veya Ahkâm-ı Şer’iyyeye) ef’âl-i mükellefin ile tesbit edilen derecelendirmiye göre riâyet edecekdir; aksi hâlde o adam veya madam, müslümanlık şerefini kaybeden bir mahlûk derekesine yuvarlanmış olacakdır!. Bunun kıymetini, ma’nâ ve ehemmiyetini, laik dembokratik üfürüklerle beyni şartlananlar aslâ anlamaz ve takdîr de edemez!. Biz, Müslümanlığın keyfiyeti üzerinden müslümanları bağlıyacak; ve fakat, dinsevmez cehelenin de kafa konforu ve rahatını altına kaçırtacak, 15 asırlık bir ALLÂH DÎNİNİN özünden ve esâsından bahsediyoruz! Kâfir ve müşrikler istemeseler de…

Bu DÎNİN ne olduğunu öğrenmek istiyenler tv’lere bakarak ve oralara yuvalanmış ekran şeytanlarını dinliyerek bu işe kalkışırlarsa, hava alırlar! Oralarda, sadece rejimin müsaade etdiği kadar, makaslanmış, tırpanlanmış, tırnaklanmış, benzetilmiş, değiştirilmiş ve dolayısı ile yehûdiyyet ve nasrâniyyet gibi insan iradesiyle hududları çizilmiş yani beşerîleştirilmiş bir religion anlatılır!. Ateist Prof’lardan M.S’lın dediği burada doğrudur: “Diyânet İşleri Başkanlığı, Dînin, cumhûriyet ilkelerine uygun olmasını sağlıyan bir kurumdur!” Garîbân millet de zanneder ki, Diyânet denen yerin vazîfesi  İslâmiyyet’in hakîkatını anlatmak ve hizmet etmekdir!. Halbuki tam tersine Soysal’ın dediği gibi “Dîni, cumhûriyet ilkelerine uygun olacak şekilde” değiştirmek, tahrîf, tağyîr ve tebdîl ederek, revizyonize ve hatta reformize ederek, İslâmiyyet’in özünü ve esasını ortadan kaldırmak; ve rejime bey’at eden ehlîleştirilmiş bir religion peydahlamakdır… Lozan andlaşmasından 1 sene sonra 1924’de, göstermelik ve ta’yinli Abdülmecid Hılâfeti ilgâ, yerine de bu DİB denen yer ipkâ edilmişdir!. Bazı hebennekaların “hılâfet, TBMM’nin manevî şahsında mündemicdir” gibi ahmak aldatan lâflara takılarak Dillipokvârî lâf ishâlleri ile ortalığı kokutmaları son derece iğrençdir! DİB denen yerin vazifesi, laik (ateist) devlet ve hükûmet felsefesinin millet tarafından benimsenmesinde ağzı âyet ve hadîs okuyan ve arabçaya dili dönen, naylon sarık ve sırma cübbeli bir takım “sarıklı politikacılar” üzerinden, devlet ve hükûmetle millet arasında tampon bir mahâl ihdâs ederek, dine de hizmet ediyor görünüb o dîni günden güne eritmek; veya Lozan’da verilen SÖZLERE sadâkat üzre icrâ-yı hamâset perdesi altında ifsâd-ı (habâ.et) eylemekdir!

Aksi hâlde, laik dembokratik cümhûriyet, yüzdeyüz karşı olduğu bir DÎNİN (Mutlak Hakîkatın) karşısında apışır kalır; ve butlanını gizliyemez olur; ve buharlaşır, yerin dibine geçer!. Bunu çok iyi bildikleri içün, rejim, bel’amları ile devamlı sun’î bir religionu “alo fetvâ” gözboyamalarıyla durmadan pompalar durur; ve Ramazanları da bunun içün husûsî panayır mekânları olarak değerlendirir; ve “Lozan’da verdikleri SÖZ” mu’cebince de bunun takibçisi olmakdan asla fâriğ olamaz!. İslâm’ın hakîkatı karşısında böyle laik devlet müdürlüklerinin İslâm adına “fetvâ” vermek üzere agoraya çıkmaları ise, hem gülünç, hem zulüm, hem dîne hakâret ve hem de keenlemyekündür… Şerîat’ın hakîkatında fetvâ, hangi silsile, usûl ve kavâid içinde verilir, bunlar da nazara alınırsa, adı geçen “alo fetvâ” cambazlık ve numaralarının fetvâ karikatürü bile olamıyacağı erbâbına ma’lûmdur… Namazlar, oruçlar, terâvihler, umreler, kandiller, bayram ve kurban vakti ilân etmeler, sakal-ı şerîf öpmeler, tesettürsüz “başörtüsü cihadı!” peşinde çençen etmeler, kadınlardan püftü muâvini ve korolar peydahlamalar, yıllarca “kızlar okuyamıyor” vıyaklama ve cıyaklamaları, ilâhiyatlarla imam mektebleriyle bol bol ve gusülsüz-namazsız gûyâ müctehidler fırlatmalar, mezarlıklarda Ekmekelekettinimsi turlamalar, fıtırlar, yatırlar, hatırlar, satırlar v.s. akla ne gelirse, topu da, o belli istikâmetdeki religionun memleketde hâkimiyyeti; ve dolayısıyla da, “egemenligi gökden yere indiren” o meşhûr, “hâkimiyyetin kayıtsız ve şartsız Allâh’da değil, HALKDA olduğu” şirk masalını takviye içün kullanılırlar… Hâkimiyyetin Halkda olmadığına, olamıyacağına onlar da bal gibi inanırlar; ancak, maksâd, “Hâkimiyyetin HAKK’da olmamasıdır!.” Evet maksâd, “Ali’ye mahabbet değil; Ömer’e buğz ve adâvetdir!” Bu çok iyi anlaşılmalı!. (Radıyallâhu Anhümâ)

Bu iblislik plânları ile, her sene birkaç din esası yani “Zarûrât-ı Dîniyye” cımbızlanarak Allâh’ın Dîninden çekilir ve çöpe atılır!. Adı da “Müslümanlık” olan kendi religionları, bir eksik din emri ile kuşa döne döne yoluna devam eder! Böylece Lozan’da kabuklu gâvurlara verdikleri SÖZÜ de yememiş yutmamış olur; ve ekrekliklerini (!) dîni satarak göstermiş olurlar! Onun içün de, zaten T.C. de bir “fıkıh pırasasörü putu” icâd ederek, bu dinden o religiona geçişi, o putun ağzından yapmaları iyi bir taktikdir!. Haltettin makûlesi gürûh, bunun içün habire beslenir, semirtilir ve ikiyüzlü taktikler ve süt keyfiyetleri ile de, yıllardır “hoşgörü diyalog” paralel şebekeleriyle beraber çalışırlar! En nihayet Pesilvanya Dükalığından çatal kazığı yer yemez, bir yerleri yırtılır ve cıyak cıyak öterler!

Amma parti pırtıcılığı dâimâ religionlarının, hele hele İslâmiyyet’in bin fersah önünde götüren Neo-Erdoğanistler, bu yakın geçmişi hiç görmez, habire put inşâına devam ederler!  Başvekîl Receb Tayyib Bey’in bile, kendisini PUT ADAM (Erracülüssanem) yapan bu mahlûkâtı görecek hâli de yokdur! “Ne istediniz de vermedim!” dediği hâin ve nankör eşkıyâlardan hiç bu kadar beklemediği ihânet karşısında, çok feci’ sallanmış ve sendelemişdir!. Ancak kendisini PUTLAŞTIRMAK istiyen sürüleri ne zaman görür de masaya ne zaman şöyle bir yumruk indirir bilemeyiz:

“Ulan soytarılar! Beni iyi dinleyin, ben de hatâsı kusûru, sevâbı günâhı, belki küfrü, şirki ve nifâkı olan ve binbir acziyet ile ma’lül bir kulum!

Bir takım ikiyüzlü şarlatanların sûret-i HAKK’dan görünerek bizi kündeye getirmeleri bile, bizim za’fımızdandır. Bu Hoca kılıklı haşhâşiler 12 yıldır “hoşgörü ve diyalog” nânesi yiyerek;  ve dünyânın 160 ülkesinde vatanımızı tanıtıyor havaları bastıkca, biz de önlerini açdık “ne isterlerse verdik!..” Ancak adam ve madamlar, son derece sinsi ve gizli, bayrak, Türkçe ve marşımızı perde yaparak, yahudi, Vatikan,  ABD, İngiliz, v.s. istihbâratları ile sıkı bir sarmaş dolaş içindelermiş!. Biz bunları 12 senelik iktidârımızda ne yazık ki göremedik! Göz kapaklarımız açıkdı ama, ne hikmetse basîretlerimiz deme ki kapalıymış!. Artık ve şimdi, açıkça ve bir Karadeniz Delikanlısının akıllıkanlısı olarak i’tirâf ediyorum ki, bu da bizim ne kadar aciz bir kul olduğumuzu gösterir!. Dolayısıyla bizim gibi bir kuldan PUT çıkaramazsınız, çıkarmayın, şirke düşmeyin! Akıllı olun, 90 senedir PUT peşinde koşanların hâlini gördünüz, içler acısı manzaralara düşüb milleti de eşekden düşmüşe çevirdiler, perişân etdiler, özünü değiştirib, kendini tanıyamaz hâle getirdiler!

Fıkıh allâmesi bildiğimiz ve dümen suyunda da epey gitdiğimiz Haltettin ve şürekâsı da onların abantları, sempozyumları ve bilmem ne toplantılarına gidip geldikce ve “iyiler, güzeller, doğru yapıyorlar” dedikce; ve onlarla müşterek kitablar yazarak “hoşgörü ve diyalog” misyonerliği yapdıkca, ne yalan söyliyelim biz bunlara da inandık!

Halbuki bu hoca kılıklı şeytanlar daha “hoşgörü-diyalog”, Vatikanla koklaşma, yahudilerle sevişme, hele hele Allah Rasulünü hafife alıp Kelime-i Tevhid’den bile silme iblisliklerini başlatınca, derhal uyanıb yatakdan fırlamalı ve “yeter artık” diyerek bütün gücümüzle alarm vermeliydik! Ahh, yapamadık, gaflet gırtlağımıza kadar demek ki bizi de sarmışmış!. Şimdi anladık ama, ihânet ve câsuslukları, kahpelik ve kalleşlikleri iş işden geçmese de çok pahalıya mal oldu! Bütün bunları, beni ismet sıfatı olan bir peygamber yerine aman koymayın, bakın ben de sizin gibi kusurları olan bir KULUM demek içün uzun uzun anlatıyorum!.

Beni PUTLAŞTIRMANIN çukuruna düşerseniz bu daha büyük bir hâinlik olur! Görüyorsunuz ne kadar tepelere de çıksak, âciz ve pek çok noktada hata, kusur, günah ve suç işliyoruz… Sakın Kamal Paşa’ya yapılan PUTLAŞTIRMA çukuruna tekrar düşmiyelim. Bu noktaya geçmeden evvel, hatalarımızı biraz daha saymaya devamda fâide var:

Ey, AK takımın AK ve pîr ü pâk gençliği!

Birinci vazîfen, Allâh’a KULLUK vazîfeni Ehl-i Sünnet hakîkatı üzerinden öğrenmek ve bunu ilelebed muhâfaza ve müdâfaa etmekdir!. Van’da dediğim gibi “BEN BİR OSMANLI TORUNUyum!” OSMANLI gibi (Ehl-i Sünnet) olmalıyım ki, sözümde tenâkuz, samimiyetsizlik ve aldatma olmasın; ve sizlere de hakkıyla nümûne-i imtisâl olabileyim!

Bildiğiniz gibi Bağdad’a gitdiğimde, orada birlik ve beraberliğin tahakkukunda “mezheblerin yok olmasının tek çâre olacağını” kulağıma fısıldadılar! Ben de orada “Ne sünnî ne şiiyim, ben Müslümanım!” diyerek, Osmanlı sünnîliğini de bir çırpıda ademe mahkûm etdim… Buna rağmen takiyyeci heriflerden hiçbir dostluk göremedik ve onlara bir türlü de yaranamadık!.

Beş altı sene evveldi yanılmıyorsam, 10 Muharrem Caferî matemine İstanbul’da iştirâk ederek, orada da “Sünnînin Caferîye, Câferînin Sünnîye üstünlüğü yokdur” diyerek çok büyük bir hatâ etdik… Fakat, sayışman, yatışman ve sıvışman vezninde danışman soyundan adamlar, durup dinlenmeden bu mevzuda beni gûyâ bilgilendirdiler! Ve meşhur (Haltettin-Ciamiat koalisyonunun) prensiplerinden olan ve ucu dışarıya Meselâ Londra-Tel Aviv-Washington akıl hocalarına dayanan, bu “mezheblerin takrîbi meselesini” kafama iyice sokmuşlardı!. Ehl-i Sünneti de diğer mezhebler gibi sıradan bir mezheb gibi göstermişlerdi! 14 asırdır onca ulemânın yapamadığını yapmak ütopisini, pisi pisine bize de telkîn etdiler!. Halbuki herkes mezhebi veya dini ne ise, onu yaşasın, ama muhâlifinin hudûduna fiilî bir eşkıyâlık peşine düşmesin demekdi!. Üstelik, Osmanlıda “ehl-i sünnet olmak” mezheb sâhibi değil, İslâm sahibi olmakla aynı idi! Bütün mes’ele, işte bunun tahakkukuna çalışmak iken, biz, mezhebleri yok sayma hülyâsına at mahmuzladık! Sünnî olmayı reddetmenin, Osmanlı ecdâdımızda Dîni reddetmek ma’nâsına geldiğini anlıyamadık! Hem Osmanlı torunuyum demek, hem Osmanlının Dîni üzere olamamak! Bize, bu tenâkuzu yaşatdılar!

Ben, Viyana’da da bunu sürdürdüm ve “Ne demek sünnî, ne demek şii, yahu siz müslüman değil misiniz?” diye gürledim!. Tabii bütün bu (SÜNNÎ) tartaklama ve tokatlamalarım zülfiyâre dokunmuş olacak ki, yıllardır  sıkıntılardan kurtulamamışdık!. Çünki 15 asır ve hele Türkün 1000 senelik DÎN anlayışının en ana çizgisi, Mutlak Hakk olan kaynakdan bu usûl ile bugüne gelmiş, bu vatanı bize kanları ve canları pahasına emânet eden Selçuklu, Anadolu Selçuklusu, Osmanlılar ve sâir devletler hep bu sünnî çizgisinde olarak îmân mayamızı ve südümüzü kıvâma ve helâle bağlamışlardı! Aslımız da sünnî idi, onu aslâ inkâr etmemli ve aslımızı incitmemeliydik!. Bunda da çok büyük taksirâtımız oldu…

En son hatamız da şu oldu: Ekmekelekettin’in Peder-i Âlîleri Büyük Osmanlı Âlimi Merhûm Muhammed İhsan Efendi Hazretleri, CHP (altı .oklularının) zulmünden HİCRET etdiği hâlde, müşâvirlerin kıytırık bilgi akışına kapılarak  “CHP’nin ülkeden kovduğu zat” gibi çok yakışıksız bir dil kullandık!. O Merhûm Âlimin Derme Çatma Çatının Ke.estesi olan oğlunun abukluklarını ortaya koyacağım diye, ayarı kaçırıb böyle bir ibare de kullanmamalı idik, bu da fâhiş bir hata oldu!.

Daha pek çok hatâmız var! Demek istiyorum ki, KULUZ, hatâ, kusûr ve günahlardan münezzeh değiliz! MA’SÛMİYET sıfatı ancak Peygamberân-ı Izâm Hazerâtına mahsusdur. Veled Çelebi Hazretleri de şöyle buyurmuyor mu: “KUL kusursuz olmaz, olsa da makbûl olmaz!”

İmdi, ey bizi destekliyenler! Kardeşlerim!

Endâzeyi, şîrâzeyi, ölçüyü kaçırıb beni de KAMAL PAŞA gibi sakın PUTLAŞTIRMAYIN, belâmızı buluruz Allâh etmesin! Bu öyle bir beliyyedir ki, Rabb Teâlâ olan ALLÂH AZZE ve Celle derhâl intikâmını alır; ve “Ulûhiyyet ve Rubûbiyyet” makâmına bir KUL dikilmiye çalışıldı mı, Kâinât kaynamıya ve infilâk etmiye başlar!. Firavunlar, Nemrutlar, Führerler nice diktatörler hep böyle etraflarındaki dalkavuk ruhlu necâsetler tarafından (PUTLAŞTIRMALARLA) insanlığın başına belâ edildiler!. Hiçbir PUT, kâidesi üzerinde ebedî kalamaz. Cumhûriyetçi Müteveffâ Nadir Nâdi bile ne demişdi: “Kahraman putlaştırıldığı zaman yıkılır!”

Bazı adamları “Kâinâtın İmamı” diyerek PUTLAŞTIRAN sürüler, en nihâyet buna kendileri de inanmıya başlayınca, işi haşhâşîliğe vurub tepe taklak çakıldı ve zîr ü zeber oldular!

En büyük rütbe HAKK’a KULLUKDUR!. Bana bundan başka rütbe biçenler, bana dost değil düşmandır! Benim dostlarım bana acı da olsa hakk ve hakîkatı söyliyenler; benim düşmanlarım ise, tatlı sözlerle de olsa bana yalan yanlış yalakalık edenlerdir!

Aklınızı başınıza alın, bu dünyâ fânî olub, Sultân Süleymân Aleyhisselâm gibi kurda kuşa, ins ü cinne, yere göğe, rüzgâra, bulutlara biiznillah söz geçiren bir hükümdâr bile bu dünyâdan göçdü gitdi!. Dünyâ Sultan Süleymân’a bile kalmadı!

Aman azıb kudurmıyalım, bizler içün Allâh’a KUL olmakdan daha büyük hiçbir makâm olamıyacağını aslâ unutmıyalım ve bir dakika bile hatırdan çıkarmıyalım!

Hepimiz, “OSMANLI TORUNLARI OLARAK”, 15 asırlık Müslümanların Dîni üzere olalım!

Dönüş O’nadır vesselâm!”

(Devamı var)

 

(İntişârı: 31.07.2014)

Son tashîh ve ilâvelerle: 05/31/2017    22:20:19

1 Comment

  1. ensar dedi ki:

    Makale böyle olur. Bunlar bundan anlar.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir