Ramazan şovmen ve soytarılarından en meşhur bir tânesi de, cübbesi kendi ismi ve resminden 10 metre ileride sürten bir kereste!. Ekran şehveti uğruna öyle mübtezel ve lânetli adamların tv’lerinde dans ediyor ki, karşısındaki şeytanın “Allâh o zaman zulmediyor, Hz. Mu… o zaman korkakmış!” gibi iğrençliğin en dip noktalarında ve alenen havlamasına zemin hazırlıyor; ve bunlar karşısında da aksül’ameli sâdece mırıldanan bir kedi gibi “yok öyle demiyelim de…” soyu ve südünde bir yavşaklık!. Hele hakîkatla zerre kadar alâkası olmadığı hâlde, Yardakçı itle hemhâl olmanın bir netîce ve necâseti olarak “Elmalılı Tefsirinin Kamal Paşanın cebinden para vererek bizzat kendisinin yazdırdığı!” hezeyânı!.“Araboğlunun yâveleri” gibi yüzlerce reddiyesi olan; ve Kitab ve Peygamber’e bakışını aslâ değişmez bir menfîliğe bağlıyan bir siyâsî içün bu hoca kılıklı şey.anın şözleri, tek kelimeyle ahlâksızlık; hatta küfre mahabbet ve reklâm, Tefsîri, tahkîr noktasından da (m.l’unca) bir îmânsızlıkdır!.. Karşılarına oturduğu iki küfür âbidesinin önünde, kendisine Dubâi’de verilen bir “sakal-ı şerîf” ile (hakîkatı mechûl), şov ve gösteriş patlatması ise, tam bir riyâ ve iğrenç bir böbürlenme sahnesi!. Herifin, evvelâ Pensilvanyalı Ciamaat HOCİA’sına “hoşgörü ve diyalog küfrü içün” karşı çıkışı; sonra paralelli ve taralelli şebekesi tarafından montaj, şantaj ve “karı ticareti” töhmeti veya hakîkatı ile, (Hakkı Allâh bilir) kodesi boylayışı; kıçı ve kuyruğu sıkışınca da, hapishânelerden Pensilvanya Hocia Locafendisi’ne (köpe.leşmedik) lâf bırakmaması ve etek öpmesi… Buna ve benzerlerine (hoca) değil, kelb demek bile, lâyık olmadıkları iltifatla onları taltîf etmekdir!
Sokak soytarısı derekesinde bir keyfiyetsizlik, işte Mübârek Ramazan günlerinde bile, bugün, uydurma bir tarikat ve sünnîlik perdesi altında, bu kadar mübtezelleşmiş ve iğrençleşmişdir…
Muazzez Ramazan’ı telvis ve telbîs eden (hakkla bâtılı bulayan); ve hatta teslis istikâmetinde çekeliyen niceleri de var ki, o (c.bbesi) meşhur soytarının akıl hocasıdır; ve kamalizması sisli, içden pazarlıklı ve dînin echeli ve sevmezi olduğu içün de, dîn muharrifi bir yardakçıdır! Son üç-beş gün içinde Haber bilmem ne tv’de, her zaman olduğu gibi, orasından pek inanılmaz şeyler de yumurtlamıya başladı!. “Osmanlı hânedânı yurt dışında Kamal, İsmet ve Lozan aleyhinde hiç konuşmamışlar!”
Kuyruklu yalanın böylesi, ancak bu tip “kamal yardakçısı süper yalancı tâifelerde” görülür!. Beşikdeki bebeklerine kadar kendilerini palas pandıras memleket dışına fırlatanlar hakkında (aleyhde) hiç konuşmamışlar!. Uyduruk Tarihçi mantığının bu kadar fikir (fâ.işesi) fırlatanına rastlamıyan, gelsin buyursun! Îmanı olmıyanın hayâsı ve utanması olur mu?.
1980’li seneler.. Başında fes, boynunda yamuk ve gevşemiş bir bez sallantısı yani Merhum Elmalılı’nın ifâdesiyle “ağlâl=fıskı ve küfrü temsil eden asrî medeniyetin boyun bağı” taşımadan tv’ programları yapamıyan; “üstadlığı” kendinden menkûl bir başka tarihçi ile, Fransa’nın Nice şehrinde mukîm Sultan Abdülazîz Cennetmekân Hazretlerinin oğlu Şevket Efendi’nin Kerîmeleri Nermin Sultan Hanımefendi’nin seâdethânesindeyiz… Fes meczubu tarihçi tarafından, Türkiye’yi teşrifleri arzediliyor!. Cevab: “Tayyâreden iner inmez karşıma bir takım isim ve resimler çıkacak, ben ise onlara tükürmeden aslâ yapamam! Sonra da yaka paça kodese gebertilmiye…”
Ulan târihçi bozuntusu yalama!. Bunlar gibi yüzbinlerce gizli ve mestur kalmış ibârenin haddi hesabı var mıdır?
Bir takım putlaştırılmış herifler hakkında bugün herkes neredeyse herşeyi söyler olacak; Lozan denen ihânet andlaşmasının, milleti nasıl bir katletme fermânı olduğunu artık bilmiyen kalmıyacak; amma hânedân, kanları ve canları pahasına ve dişleri tırnakları ile kazandıkları 622 senelik öz vatanlarından, kundakdaki bebeklerine kadar onları süren İngiliz emrindeki irâdeler karşısında, aleyhde hiç konuşmıyacak; ve Osman Gâzî ahfâdı değil de, dut yemiş bülbül civcivleri olarak ve “piyano” denen “kânûn” kâtili hengâme tokmakları arasından, sâdece güzel (!) nâmeler şakıyacaklar!
Köksüz, yalaka ve yalama Tarihçi bozuntuları!.
Lozan Andlaşması ise, bir milletin en başda gelen ve daha ötesi olmıyan değeri DÎNİNİN ve “hılâfet” denilen BAŞININ, koparılması kararı içün toplanılan yahûdi-haçlı Lozan’ında, alınan ve varılan, daha ötesi olmıyan korkunç karar demekdir… 1500 yıllık DÎN ü DEVLETİN, diri diri yakılması fâciası…
Müteveffâ 3. Adam’ın: “Batılılara Lozan’da biz SÖZ verdik. Anadolu’dan belli bir zaman içinde müslümanlığı kaldıracağız. Ben, bunun en baş takibçisi olacağım, benden sonrakiler de beni takib edeceklerdir…” dediği de sâbit bir hakîkatdır…(Sitemizdeki makâlelere bakınız.)
Târihî hakîkatları bir takım ateist ve İslâm kâtili rejimlerin istediği istikâmetde tahrîf ve tağyîr eden cibilliyetsiz ve südü bozuklara “tarihçi” değil, sâdece şerefsiz bir “tahrifçi” denir…
Mübârek Ramazan’da bir başka rezâlete imzâ atan herif de, nurculuğunu nursuzluğuna âlet eden, ismiyle müsemmâ olamıyan ve gecenin zıddı olan ismini, echeliyyete ve zulümâta müsâvî ve imansızlığa denk hâllerde dolaştırıb, gülünçlük ve şarlatanlığa malzeme yapmasıdır!. 22.7.2014 akşamı tv. (.et) et kafalılarının sunduğu programda, şu cehâletin bulamacına ve hakîkatın katline bir bakınız: “Hollanda kraliyetinde hem cumhûriyet ve dembokrasi bal gibi beraber yürüyormuş, kendisi de, Türkiye’de Hilafetle cumhûriyetin beraber yürüyeceğine inananlardanmış!”
Hangi cins ve kademeden nurculuksa!
Şarlatanca cehâlet ve rezâletin son perdesi, ancak böyle pırasasör olmakla mümkindir!… Hollanda kraliyeti cumhuriyetmiş!. Bunu, Hollanda kabuklu veya çukur kraliyet veya kraliçeliği duyarsa, bu adamı ancak, herhalde “nobel kazığına namzet” olarak teklif listesinin başına çakar!. Hele “Cumhûriyetle Hılâfetin berâber yürümesine inananlardan olmak” şecâati, şenâati ve fecâati ise, İblis’le Cibril-i Emîn Nâmûs-ı Ekber Hazretleri’nin kol kola girerek “beraber yürümesi” gibi, akla, îmâna, mantığa, şer’a ve tab’a mübâyin bir akıl iflas veya illetinin, en onulmazı olsa gerekdir!
Fransız ihtilâl-i kerîhinin dünyâya dayatıb ihrâc etdiği bir soytarılık olan republique denen nesne, “ansiklopedist ateizmanın” akıl ve mantığıyla uydurulan ve ona mülâyim gelen; ve ancak Fransa’nın 1789 şartlarında bir rejimdir!. Dünya ateizmasına tapınan adamlar ma’rifetiyle ve (Bâtıl Batı dayatmasıyla) da nice dünya memleketlerine siyâsî rejim olarak zorla ve cebren çakılmışdır…
Hılâfet ise, devletde idârecinin “müslüman” olması şartını, en baş şart olarak ele alır. Çünki hükûmet, vahye müstenid 4 delil üzerine oturmak mecbûriyyetindedir. Aksi halde, “Allâh’ın indirdiği hükümlerle hükmetmiyenlerin” yani “kâfir, fâsık veya zâlimlerin” sultası ruznâmeye gelecek; ve bunu da, “Hâlık’a ısyân olan yerde mahlûka itaat edilmez” emri ta’kîb edecekdir… Halbuki Republique denen ve İslâm âleminde olmadığı içün lûgat bakımından (cumhûriyet) diyerek tamâmen uydurma bir kelime ile anlatılmak istenen bu rejimde, hılâfete zıt olarak din farkı asla gözetilmez; ve kâfir ile müslüman, tâmamen hukukda ve haklarda gûyâ müsâvî ve biribirine denkdir!. Hılâfetde ise, teb’a üçe ayrılır:
1) Teb’a-yı müslime: Bunlar, hükûmetin aslî unsuru ve sâhibidirler.
2) Kâfir-i zımmî (reâyâ): İslâm hâkimiyyetini tanıyarak cizye karşılığında zimmet (tam bir koruma) altında olan; din, akıl, namus (nesil), can ve mal emniyeteri hiçbir beşerî sistemde olmadık bir adâletle tekeffül edilen teb’a-yı keferedir.
3) Kâfir-i Müste’men: Bunlar, İslâm hılâfetinin hâkimiyyetini tanımıyan, fakat ona ilticâ ederek en fazla 1 yıl hılâfet hakimiyyetinde yaşayabilecek olanlar…
Hılâfet, dünyayı da üçe ayırır:
1) Dâr-ı İslâm ki, Şerîat Ahkâmının tatbik edildiği yani hılâfetin emrindeki memleketler;
2) Dâr-ı Harb: Beşerî hüküm, anayasa ve kânunlarla idâre edilen, laik ve demokratik, şefokratik, kraliyet, faşist, nazist, topyekûn tâğûtî ve haçlı-yahudi sistemleri örnek alınarak uydurulan idârelerin hâkim olduğu yerler.
3) Dâr-ı Sulh: Hılâfetle aralarında sulh andlaşması bulunan kefere idârelerindeki ülkeler…
Şimdi şu îzahlar, 15 asırdır yaşanan hakîkatlerdir. Cumhûriyet idaresi, idâre etdiği insanların topuna da “vatandaş” der; ve vatandaşları arasında “Allâh’a müslüman olarak îmân edenlerle, ateist olarak îmân etmiyen laik ve dembokrat kişiler arasında hiçbir fark gözetmez” ve zımnen şöyle de demiş olur:
“Ben, topunuzun da müşterek devletiyim; bu devletde Kur’an, Sünnet, İcmâ v.s. esaslarına göre kanun ve hüküm olamaz; bunu mason localarına ve dünya siyonizmasına aslâ kabûl etdiremeyiz! Hudûdunu onların çizdiği istiklâl ve hürriyyet, insan ve kadın hakları gibi siyâsî literatür ne ise, onları kıllarına kadar kabûle mecbûruz! Tanrılık imtiyâzı, şu kadar yüz kelle tarafından parlamento olarak kullanılır; ve diğer vatandaşlar da bu imtiyâz-ı Rubûbiyyeti elinde tutanlara ubûdiyyetde bulunmuş yani tapmış olacaklardır!”
Hılâfet’i dünya ve müslümanlar nezdinde paçavralaştırarak, onları beşerî şeytanlıklarına tapdırmak istiyen yahudi-haçlı gâvurları, “IŞİD MIŞİD” gibi eşkıyâ ve haşhâşî çetelerini kör kamalarla kelle kesen keyfiyetlerle “hılâfet idâresi” kurmuş gibi göstererek, onların idâresini bu kabil binbir çeşit vahşiliklerle de süsliyerek (!) müslümanlara: “İşte sizin hılâfetiniz böyle bir rezâlet ve kepâzelik!” demeye getiriyorlar ki, Mübârek Ramazan’da oynanan şeytanlıkların en irilerinden birisi de bu alçaklıklardır…
Hılâfet ise, insanları da ülkeleri de üçe ayırır; ve “İslam Mutlak Hakikatdır, mutlak adâlet de Ondadır; Onda ikrah yokdur; ona göre bu böyledir!” der…
Artık pırasasörün yapmak istediği keyfi, indî, izâfî ve sûrî telbîsi (hakkla bâtılı bulamayı) ve bunun akla zarar keyfiyetini bir düşününüz!. Bu herif de, Mübarek Ramazan’da “ilim adamıyım” diye patlıyacak kadar şişinen; yerinde, bir dakikada 10 takla atan bir fırıldak ve gerinen bir palyaço!
Mübârek Ramazanlarda işte böyle rezâletler tozu dumana katarak, ortalığı lâğım patlamışcasına kokutub pislik içinde bırakdı!
Biraz dahası da var ki, nasibse yarın ele alırız…
(Mâba’di var)
(İntişârı: 30.07.2014)