Ramazan şeytanları nice tv’leri yuva edindiler ve alabildiğine de sûret-i HAKK’dan görünerek, gûyâ hiç yemediler ve fakat her haltı yemek üzere oralara çöreklendiler!
Sanki oruç tutuyorlar ve bir şey yemiyorlar gibi görünseler de, hapır hupur her haltı mideden bin beter zihin ve gönüllere indirdiler; ve elinde ilim feneri olmadığı içün önünü göremiyen zavallı ve bîçâre ehâli de, bunları oruçlu zannetdi!
Çünki (orucun), oruç olduğuna inanma derekesi, öyle bir düşdü ki, adam veya madam, iki dudağı arasından Ramazan’da bir nesneyi kırkbayırına yollamıyorsa, o, oruçludur!. Bunun dışında Locafendi Hocia’sı gibi “Allâh Rasûlü Aleyhisselam’ı Kelime-i Tevhid’den tard da etsen”, o çakma oruç, en sağlam kazığa çakılmış olarak devam eder!
Ne fetvâlar uydurdular, ne “alo fetvâ hatları” ile ne amelî ve ne î’tikâdî şirklere girib kendilerini de, “ehâli-i müslime” denilen garîbanları da “dinden îmândan” etdiler!
Çünki modern cehâlet, dembokratik ve cumhûrî bid’atlar, ortalığı puthâneye çevirdi!
Büyük Müfessir Merhûm Muhammed Hamdi Efendi Hazretleri, manzarayı en keskin ve en doğru hatlarla şöyle îzâh buyurur:
“Velev bizzarûre olsun müşriklerin taht-ı tâbiiyyetinde (hâkimiyyetinde) kalub, onların hükümlerine ve amellerine itaat ve iştirâk etmek mecbûriyyetinde bulunanlar, i’tikâdî veya amelî şirke sürüklenmekden hâlî (uzak) kalamazlar. Kalben ve i’tikâden muhâlefetle berâber muvâfakat-ı ameliyye, şirk-i amelîyi; kalben rıza ise, şirk-i i’tikâdîyi istilzâm (kaçınılmaz) eyliyeceğinden, bâlâda (yukarıda) (ve in eta’tümûhum innekum le müşrikûn) buyurulmuş idi.”
Tabii bu satırların içinde taşınan hakîkat ve hükümler, 15 asırlık Müslümanlığın devamlılık çizgisinde sâbit kadem olan mü’minlere bir HAKK hattıdır!. Yoksa ekran şeytanları zaten bu hakîkatları yıkmak içün “hoca kılıklı iblisler” olarak icrâ-yı habâset ve cehâlet üzre vücûd hikmetine sâhibdirler! Ayrıca okusalar da, kısm-ı a’zamı japonca karşısında kalmışcasına hiçbir şey de anlamaz! İtlik, mitlik ve (pi.likde) iyi yol katetmişleri ise, tersden ma’nâ vererek, küçük dili yutduracak kadar da fırlamadırlar!
Büyük Mürşid-i Kâmil Ahmed Zıyâüddîn Gümüşhânevî Kaddesallâhu Sırrahu’l-Azîz Hazretleri, “Câmiu’l-Mütûn” nâm akâid Kitabında, fevkal’âde mühim şu ikâzda bulunurlar:
“Husûsiyle ısyân, ifsâd ve CEHÂLET denizinin taşdığı; küre-i arzın her yerinde HAKK’ı inkâr cereyanlarının yayıldığı; AZGINLIĞIN ve içi çürük dışı yaldızlı güzelliklerin ve bid’atların MÂHİR ELLER tarafından SÜSLENEREK takdîm edildiği böylesine çetin bir zamanda, ÎMÂNI KURTARMAK KOLAY değildir.” (1988-s.29)
Eser ise, 1857’de yani 157 sene evvel kaleme alınmış!
Büyük Mürşid-i Kâmil, ya bugünün irtidâd, şirk, küfür, laiklik, dembokrasi, cumhurlob ve bunlar gibi binlerce şirk ü nifâk patlamalarını görseydi ne buyururdu?
Hele Ramazan günlerinde “iftâr programları” denen şeytanlıklarda, alenen, DÎNİ tahrîf, tağyîr ve tebdîl azgınlığı ve kudurmalarını görse veya duysaydı, acebâ o zaman, yukarıya aldığımız ibâreyi kaç yüz kat daha vurucu hâle getirir; ve “müslümanım” diyerek ve o iğrenç manzarayı göbek şişirerek seyreden müteharrik meyyitleri de, kaç bin kat yerin dibine geçirirdi bilemeyiz!
“İftar veya sahur” programı perdesi altında nice ekran şeytanı, Sallallahu Aleyhi ve Sellem Hazretlerinin adını bile, mahalle bakkalının adını ağzına almıya müsâvî bir edeb iflâsıyla ve düz kelle zikrederek “irşâd!” manzara ve mevkiinde esib gürlemedi mi?
Anadolu târihinde bu dereke bir dînî pörsüme ve paçavralaşma aslâ görülmemiş; oynanan genlerin bu derece ucûbeleştiren tezâhürlerine de, hiçbir zaman diliminde rastlanmamışdır! Hatta, Anadolu’nun birinci Harb-i Umûmi’den sonraki gâvur işgâlinde bile…
Adam Pırasasör, iftâr programında… Karşısındaki Madam sıfır kollu; sîne-göğüs, gâvurlaştırma programlarındaki teşhîr illetinden çok daha ileride…Bacak bacak üstüne, rahatlama kabadayılığıyla değil, seyredenlerin şehvetine “bacak sallama” illeti ile öylesine ve bir fâhişe zenaatı ve cıvık bir kir keyfiyetiyle atılmış ki, bu çukurun içinde canı çıkarılan karşısındaki adamın da, ne adamlığı ve ne de erkekliği kalmışdır! Fakat herif bu şerefsizlik içinde olduğunu aklına bile getirmeden, “hizmet etdiği” yalanı, yamuluşu ve karşısındaki madamın şaplaklamalarıyla âdetâ mazoistleştirilmiş ve buna bayılır hâle getirilmişdir!.
Öteki ilâhiyatçı zibidi herif ise, bütün bunlara munzam, hem de kopkoyu renklerin abartı ve kabartısı içindeki madamın, şehvete teslim edilmemiş tek nokta bırakmamış vücûd münhanileri karşısında, kendisini onun anaforuna teslim etmiş…
İğrenç…
Mevzûların îmânî bakımdan tahrîfâtı ise, bütün bunlardan nâmütenâhî berbat!
Sunucu denenlerin tamâmı da, hazır, planlı, çukur ve tuzak suallerle, dîni değil, DÎNİN tersini veya istenilen istikâmeti anlatdırma şeytanlığında!. Herif, esir alınışı altında, sanki boynundan zincirli şerefsiz bir köle… Madamda tırnaklar kızılın ve kazmalığın hadd-i bâlâsında olarak, “yırtar atar ve seni köstebek parmaklarımla didek didek ederim, sakın bana ters gelecek şeyleri konuşma!” deyişin kokanalığında…
Vâiz pırasasörün gözleri madamın gözlerine kilitlenmiş veya çakılmış; herif, (mim’siz o.ospu medenîyetinin) sâdık bendesi olmuşluğunu isbât etmenin; ve asla muhâtabına karşı bir falso yapmamanın aşırı titizliğiyle, donuna ettirilecek kadar da sıkı ıkınış içinde… Metbû oluş izzeti gitmiş, yerine “tâbi’ oluş” zilleti öylesine çakılmış ki, adı da “hizmet!..” Şerefli bir kapıya kenef hizmetçisi bile olamıyacak derekede mülevves bir keyfiyet, “hizmet” adı altında takdîs edilmekde…
Hiçbir Peygamber, âlim ve velî çizgisinde, aslâ görülmiyen bir aşağılaşma ve köpekleşme keyfiyeti!.
Elmalılı Merhûm’un ifâdesiyle vıcık vıcık bir “inâsa taabbüd” putperestliği…
Ulan bunların topu da en azından haram… Alenen işlenmesi, fâsıkı, fâsık-ı mütecâhir yapıcı fâhiş haram!. Üçüncüsü, “bu rezil şerefsizlik manzaraları şer’an mubahdır” mesajı vermek noktasından ise, küfürün tâ kendisi!.
Muazzez ve Mukaddes Şeriat ilimleri, bu necâset keyfiyetlere bulanarak takdîm gibi bir aşağılanmanın içine, bugün böylesine tekmelenmiş ki, mütecâsirlerine sonsuz nefrin!
Hubb-i fillâh, buğz-ı fillâh farzından kaçan da, kaçan kaçana; ve düşmanı karşısındaki hezimet ve mağlûbiyyetden, can derdiyle kaçan askerin korkunç aşşağılık manzarası!
Bir başka herif, sinek kaydı bir surat ve boynunda da Elmalılı Merhûm’un “küfrü ve fıskı temsildir” buyurduğu “ağlâl=asrî medeniyetin boyunbağları” ile gûyâ Şeriat’ı anlatmakda; hayır, nabza göre şerbet vermenin iblisliği altında lâf puzlesi düzmekde!!!
Öteki bir başka hoca kılıklı mahlûk ise gûyâ “Sakallı!..” Ancak, “sakalın Şerîat’a taallûku” ile irtibat ciddiyeti sıfır, sadece çenede “kirli sakal” seviyesinde çirkin bir yük!. Küfre: “Özür dilerim, bu kadar da bırakmıyacakdım ama, mahalle baskısı var, biraz da züppe modası!” diyerek mâzeret beyânının, tahtında müstetir bir çene yaftası!.
Bazılarında ise sakal, suratın yarısına yapıştırılmış posteki montajından ibâret “ritüel aksesuarı!..” Papaz veya hahamdakinin, berideki mukâbili!. Boyunlarında da “ağlâl!..” Üstü şişhâne altı memişâne; veya üstü kaval altı maval hesâbı!.
Soytarılığın bini bir para!
Hava sıcak mı sıcak, ulan o sütüdyo denen ekran şeytanı yuvalarında, bu adam ve madam takımları, boyunlarına o yuları geçirmeden duramazlar mı?. Kralın kânûnu veya duvarda şefin satırı mı sallanıyor?. O üç karışlık haçlı bezini göbek üstünden taa bilmem nereye kadar, papaz zünnarı gibi sarkıtıb sallandırmasalar, sanki oruçları bozulur veya keffârete çarpılırlar!. Kamalist ritüel veya aksesuar çöplükleri, bugünün bu okumuş ve aydın DİN bezirgânlarının gırtlağına kadar kanser yayılması!
Öteki hergeleye gelirsek, “iftar programı” denen hava sıkma ve şov tezgâhının iblis kutusundan, “âşıklarına, hayranlarına veya partnerlerine” surat hatlarıyla mesaj fırlatma rollerinde!.. Gözlerini süzüm süzüm süzerek öyle bir cis trans hâlinde ki, kelimelerin çıkdığı yer, makadından yumurta çıkaran tavuğun memnû’ mıntıkasının bir eşi!. Dudaklarındaki kıvrılmalar ve suratındaki (ib.e tebessümüyle), kelimeleri balon gibi şişire şişire tavuk yumurtası düşürür gibi öyle bir boca ediş sergiliyor ki, tevbeler olsun! Ulan senin şer’î hiçbir tahsil, hoca önünde diz çökmüşlüğün ve Osmanlı terbiyen yok, mesleğin de, hangi hastanenin neresinin nesi ise, git, o işe burnunu ve dilini orada sok!. İftar zamanı senin efemine göz süzmelerin ve dişi bakışlarınla hangi kancığın orucu yerinde durur a pislik!?
Hele bir başkası, at kafasının hareketlerini, kendi kellesinin deverân sistemine, (kibir) dizgini gibi geçirmiş; ve her kelime ve cümlesini, bizzat kendi kendisine tasdik etdiren bir mimik ve ucub dalgalanmasında! Karşısında ise, mahcub ve el hareketlerinde zerre kadar tenâsüb çizgisi bulunmıyan, korkutulub ürkütülmüş bir köylü münevveri!. Birkaç sene evvel, “Ben Allâh’dan korkmam, ben Allâh’ı severim!” diye gaseyân ediyor; ve göğsüne de pat diye bir şaplak atıyordu!. Yediği zılgıtlardan olsa gerek, bu Ramazan’da ise, yüzde 2 kadar gûyâ geriye sardı; ve bu sefer, “Allâh’dan korkmıyalım, Allâh korkulacak bir şey değil ki!” kıvırtmasıyla göbek dansına kalkışdı!. İnadına TAPAN soytarı, gûyâ tükürdüğünü yalamıyacak!. Bilgiç ya, devletin şeytan ekranında ya, adı meşhur ya, bir eli modernist sosyetede öteki eli mevlevîlikde ya, derin tasavvuf maskesiyle şakşaklanma tezgâhı saat gibi işliyor ya; kendi mahalle sokağındaki iç çekişmeleri, post paylaşamama hırlaşmalarını, nasıl olsa seyircinin binde 99’u bilmiyor ya!. Köçek sakalını, Ortodoks Papazının önüne koysan midesi bulanır!. Dişiliğe teslim, var ile yok arası, yokluğa diz çökmüş karikatür bir sakal!. Hangi dünya kriterine göre (sakal) olduğu belli olmıyan, traş makinesinin bile hayâ edeceği bir piçleştirme ve hiçleştirme ameliyesi elinde seyreltilmiş; ve cüceleştirilmiş, sünnete tam da kılıç çekmiş, yeni biçilmiş sokak çayırı manzarasında bir kıl tabakası!.
Bunlar DİN anlatacaklar, millet de bunlardan O Aziz Dîni öğrenecek öyle mi?
(Devamı var)