“Her Taşın Altında İngiliz Parmağı!”
31 Aralık 2015
Dînin Altını Oyan Köstebekler!
11 Ocak 2016

Osmanlı’dan sonra İslâm Coğrafyası’ndaki bölgelere öyle bir “Batı kafası burgulanmışdır ki”, Ankara başda olmak üzere bu burgulu kafalar şu

MES’ELE , Şİİ-VEHHÂBΠ BÂTILLARININ BİRİBİRİNİ YEMESİNİN ÇOK ÖTESİNDE…

Zıyâiyye BEKÇİSİ

 

Osmanlı’dan sonra İslâm Coğrafyası’ndaki bölgelere öyle bir “Batı kafası burgulanmışdır ki”, Ankara başda olmak üzere bu burgulu kafalar şu hükme tapar hâle gelmişlerdir:

“Batı, dîne değil de, öyle bir (akıl) irtifâına ererek yükselmişdir ki, artık bizim, târihdeki şahsiyetimizi devam etdirmekle varabileceğimiz hiçbir kurtuluş çâremiz olamaz; ve biz, artık BATI denen bu cihan imparatorluğunun “KIYMET HÜKÜMLERİNİ İSTESEK DE İSTEMESEK DE KABÛL ETMEK ZORUNDAYIZ…

Başda Ankara, “Laik-dembokratik-cumbokrasi” teslisine TAPARAK nasıl ehlîleşmiş ve problemlerini azaltmışsa (!) Batı’ya dik çıkdığı her zamanda da, nasıl BATI tarafından bir takım etnik ve uydurma mezheb kartları ileri sürülerek sun’î buhranlar îcâd ediliyor ve terbiyeden geçiriliyorsa; bizler de bundan ders almalıyız ve BATI’nın “tapın” dediğine tapmalıyız! Biz artık hiçbir zaman lokomatif olamaz; Batı lokomatifine bağlı vagonlar olmak zorundayız! Varlığımızı bu “vesâyet” sistemi ile yürütmenin mecbûruyuz!”

Bugün İslâm coğrafyasındaki “İslâm ile alâkaları kalmamış veya bırakılmamış” bütün memleketlerin şuur altlarına kazınan rûh kanseri budur; ve bundan kurtulmadıkları müddetçe de bunun bedelini, BATI’nın fitne planları ile  biribirlerinin boğazına sarılarak ve “barbar (!) müslümanlar” olarak KAN akıtmıya mahkûmiyetle ödiyeceklerdir!..

“Her taşın altından parmağı çıkan İngiliz’in”, “Ortadoğu” adını verdiği mâzînin İslâm Coğrafyası, bugün İslâm’ın elinden çıkdığı; yani “Allâh Azze ve Celle’nin irâde ve hâkimiyyetini tanımıyanların” eline geçdiği içündür ki, SÂHİBSİZDİR; ve yahudi-haçlı BATI, bu mülkü tamâmen ele geçirmenin şehvetiyle, bu işin peşini 15 asırdır bırakmıyor!..

Ortadoğu dedikleri yer, tekrâr edelim ki, sâhibsizdir; ve bu günün mes’elesi, oranın, BATI’lı sırtlanlar arasında bölüşülme kavgası yaşamasıdır. Mes’elenin özü budur; ve bunun dışında, hâdiselere “dünyâ çapında” olmadan ve “dünyâ târîhi ile irtibatsız” bakan her göz, hiçbir netîceyi istihsâl edemez;  medyâ şeytanları gibi sâdece dedikodu çığırtkanlığı yapıb ortalığı velveleye verir, o kadar… Hâdiselere çok dar hesablar zâviyesinden, o da, parti pırtı gözlüğüyle ve günlük politika sığlığı içinden bakan Ankara’lı îmân ve fikir müflisleri, kendilerini, ancak “günü kurtarma” hesablarına mahkûm etmiş çâresizlik içinde kıvranan zavallılar olarak meydan yerindedir!

Yahudi-Haçlı koalisyonu demek olan BATI, kadîm yahudi esâtiri, Yunan efsânesi-Roma zulmü ve Hristiyan hurâfelerinin bir (halitası) olarak ortadadır; ve en büyük düşmanı da, MUTLAK HAKÎKAT ve ALTERNATİFİ MUHÂL, MÜCERRED İSLÂM’DIR… Bunu i’tirâf etmek, hiç kimsenin yevmî politika kurnazlığı icâbı işine gelmese de, bu böyledir; ve başını kuma sokan DEVLETLÛ devekuşları ve onlarla beraber bütün kavimleri de, târihde olduğu gibi, başlarını belâdan kurtaramıyacaklardır… Her belâya çarpılan, nasıl, belâ vak’a olarak tepesine inmeden bunun kendisini bulmıyacağı gafletiyle yaşarsa, bugün de manzara bundan başkası değildir!..

Ankara, Suud ve İran denildiği zaman, bunların temelinde bile, ortak payda olarak yahudiyi görmemek mümkin midir?. Acemistan şii cumhûriyetinin temelinde de, San’alı yahudi hâhâmı İ. Sebe’nin parmağı ve “bânîliğinin” yatdığını hiç kimse inkâr edemez… Suud’un temelinde de, Teymiye-Selefî çizgisinin İngiliz-yahudi güdümüyle ve 4 asır evvel Osmanlı’nın başına onu yatalak etmek üzere bir “belâ mezhebi” olarak geçirildiği, inkârı gayr-i kâbil gene târihî bir vâkıadır. Ankara ise, 23 Temmuz 1908 korkunç mason darbesi de dâhil, ilerideki her dehşetli kırılmanın, “yahudi-haçlı güdümünde” ilerlediğini, artık inkâra mecâlinin bulunmadığı bir noktaya sürüklenmiş bulunuyor!.

Bunların her biri, ne kadar devlet statüsünde bulunsalar da, hakîkatde, yahudi-haçlı ehlîleştirmesi 14 asırdır Acemistan üzerinden de,“İslâm’ı ortadan kaldırma vücud hikmetini mezheb (şia, fırka, parti) yaparak” devam etmektedir. Bu vücûd hikmeti sebebiyledir ki, aynı diyâr-ı acem, 14 asır “müslümanları” haçlılar karşısında dâima sırtdan hançerlemiş; ve şimdi de, Moskof ayısı, Şam Şeytanı ve Çin ye’cüc ve me’cücleri ile aynı fıtratın icâbını irtikâba soyunmuşdur!. Ankara DİB’ı denen adamın bunların arkasında (muktedî olarak namaz (!) kılacak) kadar îmân ve şahsiyet za’fına düşmesi, târîhan da bir ilk sayılmalıdır!.

Bütün bunlar, şii dalâletinin en hoyratça (şımarmasından) başka bir netîce vermediği içündür ki, bütün memâlik-i İslâmiyye bakıyesi coğrafya, bugün şii ablukası altına düşmüş bulunuyor… Nice terör şebekeleriyle beraberlik içinde olan; ve yahudi-haçlı (Moskof da Batı içinde görülmelidir) dünyasının da, (sünnî dünyaya) karşı sırtını sıvazladığı Acemoğulları, bugün bu pervâsız noktaya getirilmişlerdir…

Suud da, taşıdığı gizli ve sızma yahudi irsiyet âmilleri bakımından ve yukarıda beyân etdiğimiz (ortak payda) noktasında, aynı güdüm içindedir…

  Ankara da, tapdığı teslis ile bunların peşindedir; ve o da, o (ortak payda)ya sâhib…

Yevmî ve yerli bu güdümlü politika, şu dediklerimizi elbetde göremez; ve göremediği içün de, kendi “mızrakları” ile ölçer; ve “teşhis ve tedâvîleri” de, tamâmen boş ve uydurma olmakdan kurtulamaz…

Ankara, Şii memleketinde bile “Ne sünnî ne şiiyim, ben müslümanım!” derken, müslümanlıkdan o kadar bîhaberdir ki; sünnîliğin, şiiliğin, yahûdîliğin ve haçlıların tarihini ve hakîkatını bilebilmekden de o kadar uzak…

Muhbir-i Sâdık Aleyhisselâm’ın hangi dediği hakîkat değildir ki (hâşâ ve kellâ); bu noktalardaki istikbâle ma’tûf beyanları tekzîb edilebilsin! Derin tahlîline, akaid ve hadîs müdevvenâtından vâsıl olmak mümkindir…

Dalâletin göbeğine oturtulmuş bugünün dünyâsında, bunca herc ü merc, elbetdeki kaçınılması muhâl netîce…

Yoksa İslâm’ın haberleri, dolayısıyla hakîkatı, iflâs etmiş olur!

Dalâletin küfür, şirk ve nifâkına teslîm olmak içün can atan dünyâ, bunun bedelini ödemiye ve netîcesine katlanmıya mahkûmdur… “Osmanlı torunuyuz!” palavralarının bu babda zerre kadar fâidesinin olamıyacağı hakîkatı ise, bedâhat derecesinde ortada bulunduğundan îzahdan vâreste bilinmeli…

 

(İntişârı: 05.01.2016)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir