.
Ruhu’l-Kudüs mes’elesine gelmeden 2. cümlenin de i’câbına bakalım ve soralım:
“Gelecek günler ise, inşallah Allâh’ın rızasının tecellisinin vesilesi olanlar için hayrolur!”
Demek ne demekdir?. “Allah’ın rızâsının tecellîsinin vesilesi olanlar” kimlerdir?. Bunun, birinci cümledeki “Kendisine esenlikler temennî edilen hıristiyan yutdaşlar olduğu” inkâr edilebilir mi?.. Çünki iki cümlenin de biribirinin devamı olarak vaz’edilişi; ve arada başka bir fâil veya mef’ûlün zikredilmeyişi bunun isbâtı değil midir?…
Öyle anlaşılıyor ki, (Çakma Üstâd Abdurrahman Çelebi), geçmişinde “Ben de diyalogcuyum” deyişinde devam etmekde; Fettoş Hocfendisiyle aynı karedeki fotoğraflarını bir nevi tasdiklemekde, Aband ictimâ-yı rûhânîlerine sadâkatını sürdürmekde; ve bunlardan dolayı da “Ruhul-Kudüsün Ruhaniyyetine BAĞLI OLAN HIRİSTİYAN YURTDAŞLARININ ALLÂH’IN RIZÂSININ TECELLÎSİNE VESÎLE OLACAKLARINI VE GELECEK GÜNLERİN ONLAR İÇÜN HAYIRLI OLMASINI” alenen ve dünyâ karşısında gâyet açık haykırıb höykürmekde değil midir?..
“Hoşgörü-Diyalog ve Pensiyvanya Hocfendi cebhesi” bu hıristiyanseverlikden kimbilir ne kadar mem’nûn, mesrûr, meftûn ve esen ve eren olmuş; müstecâb (!) duâ veya yaylanmalı bedduâlarını “Üstâd-ı Akit Abdür’den” esirgemeden, bütün takdîs ve tahsîs neleri varsa ona yağdırmışlardır!
15 asırlık “Akâid, Tevhid, İlm-i Kelâm” ciddiyyet ve disiplini, lâyık imam-hatib ve ilâhiyatlarda rafa kaldırılır; ve meallerden hüküm istinbât, istihrâc, ictihâd ve istidlâline, dolayısıyla “Müctehid imamlığa” kıyâm edilirse, olacağı, şeyâtîni güldürmek üzerinden budur!
En umûmî İlm-i Tevhîd Kânûnlarından birisi de, “MÜSLÜMANLAR” içün odur ki: Kitablı ve kitabsız küffâr ve müşrikîn içün evleviyyetle ve her şeyden evvel ÎMAN; ve münâfıklar içün ise ISLÂH şart-ı ekberi bulunduğunu kat’iyyen bilmek ve buna i’tikâd etmekdir…
Küffâr, müşrikîn ve münâfıkîni bir tarafa bırakalım, bugün Mûsâ ve Îsa Aleyhimesselâm ile binlerce Peygamber Aleyhimüsselâm bilfarz berhayât olsalar, bunların ve kendilerine îmân eden ümmetlerinin dahî, “KÂİNÂT’IN FAHRİ, ALLÂHU ZÜLCELÂL AZZE VE CELLE’NİN HABÎB-İ EDÎBİ, RASÛL-İ RUSÜL ALEYHİ EKMELİ’T-TEHÂYÂ SALLÂLLÂHU ALEYHİ VE SELLEM EFENDİMİZ HAZRETLERİNE LÂ ŞEKK VE LÂ ŞÜBHE ÎMÂN ETMELERİ; VE ASHÂB, TÂBİİN, TEBE-İ TÂBİÎN VE BÜTÜN MÜSLÜMANLAR GİBİ CEZM Ü YAKÎN DERECESİNDE İNANARAK O’NU TASDÎK VE TAHSÎN ETMELERİ, SÛRET-İ KAT’İYYEDE ŞARTDIR…
Üstâd-ı ÇAKAR u ÇAKMA Abdür’ün “Ekâvil-i bâtılası” mu’cebince, “Hoşgörü-Diyalog-FETTOŞOLOG-DİB’olog ve İLHÂDİYATOLOG” mezâhib-i kâzibesinin ihtilât-ı küfr ü dalâlinden meydâna gelen “teoloji” esasları mu’cebince, onları, “Ehl-i Necât=Fırka-yı Nâciye” kabûl ederek, bayramlarını tebrîk etmek; ve Mutlak Bâtıl olan Rûhu’l-Kudüs i’tikadlarının dahî doğru ve sahîh olduğunu söylemek; onları bütün bu bâtıl i’tikâdları, küfür, şirk ve dalâletleri içinde HAKK yolda imiş gibi farzetmek; ve üzerlerinde ALLÂH AZZE ve CELLE’nin “RIZÂSININ TECELLÎ EDECEĞİNE” inanmak; “Noel bayramlarının onlar içün HAYIRLI olmasını niyâz etmek, v.s.”, çilingir sofrasına oturunca besmele çekmek kabilinden bir istihza ve istihfâfdan hâlî kabûl edilemez ve aslâ câiz de olamaz… Aksi hâlde bu, onların inanç sistemlerinin de “Sırât-ı Müstakîm” olduğunu iddia etmek olur… Bu ise, KELÂM-I KADÎM İLE SON PEYGAMBERİ KAT’İYYEN TEKZİB CÜMLESİNDENDİR ki, tecdîd-i îmâna kapı açan bir felâket demekdir!..
Allâhümmahfazna…
Büyük akâid imamlarımızdan Şehristânî Rahmetullâhi Aleyh Hazretleri gibi bütün Ehl-i Sünnet imam ve ulemâmız, Kitab ve Sünnete tebaan 15 asırdır cihâna beyân ederler ki:
“Milel-i Sâirenin bayramlarına iştirâk ve onları tahsîn ü tebrik etmek KÜFÜRDÜR!”
Butlânı bedâhaten ortada olan herhangi bir şeyin tebrîk, tebcîl, takdîr ve tahsîn edilişi, mefhûm-ı muhâlifi olarak “Hakîkatın Tekzîbi” ma’nâsını tazammun eder ki, bunun, îmân-ı şer’î ile kâbil-i te’lîf edilmesi, “ikrâh-ı mülci'” dışında kat’iyyen imkânsızdır!.
Bu aziz din, hiç kimsenin, hiçbir sarıklı-sarıksız politikacının, gazetecinin, medyacının, ilhadiyyatçının, DİB’çinin, oryantalist çömezin, ham softa kaba yobazın, şunun bunun babadan mirâs mülkü olmadığı gibi; hiçbir parti-pırtı liderinin, Kâinat İmamı veya hâininin, Devlet ve hökümat BAŞKANININ, “Ümmet Lideri ve giderinin”; deve çobanı ve insan kasabı Melik-i Muazzamalarla ABD KAZ-LAMALARININ, Acem ÂFETULLA’ları, v.s.’nin de, atası veya anasının malı değildir…
Bu mutlak ve mücerred HAKK dîn, “Allâh Azze ve Celle’nin DÎNİ’dir…”
O’na karşı “Tahrîfât TERÖRÜ” estirenlerin zulümleri, Âdem Aleyhisselâm’dan bugüne, onları “âbâd” değil; encamlarını “ber-bâd” eylemişdir!. İşte decâcile, cebâbire, zaleme, nemrut ve fir’avn başkanlar; hâmanlar, kârûnlar, bel’amlar, Ebû Cehiller, İbni Sebeler; Mao, Keto ve Feto’lar…
Dünyâ Sultân Süleyman’a (Aleyhisselâm) kalmamış da, bugünün politika-ve patikacı kazık ve yazık’larına mı kalacakdır?.
Ne mutlu, aklını kullanan ve haddini bilenlere!
Her hakîkî müslümanın da en birinci ve ehemmü’l-ehem vazifesi, beş paralık amel sâhibi bile olsa, bu DÎN-İ HAKK’ı “Kitab, Sünnet, İcmâ’ ve Kıyâs’ı Müctehidîn” esasları istikâmetinde ve hiçbir “Kınayıcının kınamasından korkmadan”, 15 asırlık asliyeti içinde muhâfaza ve müdâfaa etmekdir… Güncellenmeden, ellenib dillenmeden, revizyon ve reform gâvurluklarından mutlak ma’nâda münezzeh, müberrâ ve müstağnî olan bu ALLÂH AZZE ve CELLE’nin dînini beğenmiyenler; yani, modernist, Avrupa’cı, Natocu, Piyangocu, Papacı, Fetocu, mezhebsiz, telfikçi, şîacı, vehhâbîci; statikocu, politikocu, futbolcu, diyalogcu, monalogcu, barkotcu-barikotcu-torikotcu ne kadar şebek ve şebeke varsa, bunlar, “İslâm” adını, istismâr denen şeytanlaşmayı âmâc (amaç değil) edinmeden, yeni bir (Dîn-i Ekrah) uydurabilirler… Veya, mevcud düzinelerce religiondan birine kapak atabilirler!. Zirâ Allâh Azze’nin DÎNİ, kendisini beğenmiyen ve sapan bir “MÜLÂHİDİ” zorla yani “ikrâh” ile aslâ içinde tutmaz…
Bugünki mevcûd “Ilmâniyye, ilhâdiyyât ve eşşek HÜRRİYETİ” içinde bulunan herkes, istediği religiona girer de çıkar da… Hindular gibi “İstiyen de, ineğin idrârını anasının ak südü yerine içer; ve Nirvana’sına bile kavuşur, hemhâl olur gider!” Yeter ki, müslüman görünüb, Müslümanlık’ı sokak “Âlüftegânından” bin beter bir fâhişelik içine girerek içden yok etmek üzere kahpece ve kancıkça:
“İslâm budur, 15 asır bâtıllara bulanmışsınız, bugüne gelen gelenekdir, görenekdir, hurâfedir!”
Gibi gâvurluklar ve zifos saçan bir “Kubur fâresi” olmasın!.
İslam, öyle “Mecelle’nin 39. Maddesi: (Ezmânın tagayyürü ile ahkâmın tagayyürü inkâr olunamaz) diyor” diyerek, hiç kimse, bu maddenin mevki’, mevzi’ ve menzilini yahûdice saptırarak, dînimizi plastik çocuk oyuncağı gibi binbir şekle sokmak, reformize ve revizyonize etmek istiyen bilmem ne sözcüsü gibi kıvırtıb oynamasın!
1908 mason-ırkçı-dönme tiriumvirasıyla başlatılan reform ve revizyon gâvurluklarının günümüzdeki kuyruğu olub “Kur’an bize yeter, gelenekçi çizgi yanlış olub, bizim işkembeden gaseyân etdiklerimiz doğrudur” gibi bir hatt üzerinde lâ’netli şeytan gibi çıldıranlar, hatta Adiy b. Hatem (Radıyallâhu Anh) hadîsinde geçdiği üzere bunlar, “Şeytandan da BETERdir…”
Gene bunlar, fikir ve îmân fâhişesi bazı ilhâdiyyatçı ve DİB’çi yılanlarla bazı medrese ankebutları olub; Mukaddes ve Muazzez İslâm, bunların yâve, hezeyân, şirk ve cümle uydurma ve tahriflerinden münezzeh ve müberrâdır!
Üstâd-ı Çalakalem Tavîl Abdür Çelebi, Şîulla, Rûhulla ve Âyetulla Böyyük İmam-ı Sâbık Humeyni içün 1980’lerde, (A. Bulaçolar), (S. Eşeler), (H. Maktaşlar), (Y. Malçınerler) gibi adamlar ve sâir mut’acı madamlar arasında, cühhâl-ı ehâli-i etrâk ve ekrad’dan BEY’AT toplama mücâhidliğine soyunanlarla beraber, iyi bir mevki’ de ihrâz eylememiş miydi!.
Zannedilirdi ki, 4-5 metamorfoz, hatta evrim ve devrim geçirib, ıstıfâ (seleksiyon) da atlatdıkdan; erbakânîlikden bile şehâdetnâme aldıkdan; ve birkaç mezheb, mekteb, meşreb ve şir’a dolaşdıkdan sonra “Müstakar” ve “Müstakîm” bir yola girer ve rüşd yaşına ayak basarlar diye, her hâlde boş yere beklenilmiş!
Şimdi ise karşımıza, “FETTOŞİZMA’dan müdevver TESLİSCİLER dünyâsını âğûşuna alarak çıkması”, bütün şiddet ü dehşetimizle “Kelime-i Tevhîd” çekmemize bâdî olmuşdur!.
Yâve-i Üstâdânesine tekrar göz atarsak:
“Hırstiyan yurttaşlarımızın Noellerinin Ruhulkudüsün ruhaniyetine bağlı olanlar için esenlik vesilesi olmasını temenni ediyorum. Gelecek günler ise, inşallah Allah’ın rızasının tecellisinin vesilesi olanlar için hayrolur!”
Eski sünnî müftülerin, bu akılcı, tek delîl Kur’ancı, hoşgörü ve diyalogçu, Humeynigillere bey’atçı, hılâfeti silici, v.s. olan torunları, demek ki bu çeşnide “Üstadlıklara” tahavvül ve “evrim” geçirirlermiş!
“Hılâfet dînî (islâmî) bir müessese değildir” diyecek kadar kamalist-fettoşist kafa ve dil ile ayniyyet içinde de olan Çakma Üstâd, kendi kendine bir “Ruhu’l-Kudüs Rûhâniyyetine bağlılık esenleme ve esintileme modası” ile, bir diğer yandan da meşhûr ve menşûr olmanın kurnazlığı peşinde olamaz mı?!.
“Çelebi teorisi vaz’etmiş olacak ya!”
Geçelim:
Tabii öyle bir “cehâlet ve dökülüş” sergilenmektedir ki, bütün dünyâ buna gülerek acıyacakdır!
1) Herşeyden evvel Hıristiyanlık, Dîn-i Hakk’ın “Âmentü esaslarında” sûret-i kat’iyyede hiçbir iştirâk, ayniyet ve berâberlik ortaya koymaz; îmân-ı şer’îdeki 6 ana ve temelin temeli umde ve ŞARTIN tamâmında da, mutlak bir farklılık içindedir… Allâh’a, Peygamberlere, Âhıret Gününe, Kitablara, Meleklere ve Kader’e îmân, Mutlak Dîn ile, mecâzî ma’nâdaki (i’tibârî) dinlerde bu arada hıristiyanlıkda, nâmütenâhî farklara sâhibdir…
2) Ruhu’l-Kudüs terkibi, islâmî delîllerde ekseriyyetle “Cebrâil Aleyhisselâm” içün isim olsa da, bunun, hıristiyan kaynaklarında başka ma’nâlar içün ve İslâm îmânı dışında sıfatları ve keyfiyeti olan bir rûhânî yani bir “Gabriel” içün de kullanıldığı vâki’dir… Hıristiyan teolojisinde, Îsâ Aleyhisselâm içün kullanıldığı gibi bu dinin azizleri ve inananları içün de kullanıldığı bervechi âtî beyan edilecekdir…
3) Mevzuumuz “Rûhu’l-Kudüs” olduğu içün, biz Âmentü’nün diğer 5 ana temeli üzerinde değil, bunun, yani asıl Cebrâil Aleyhisselâm’ı da ifâde eden ma’nâsı üzerinde, kısmen de “Meleklere îmân” bahsi üzerinde duracak; ve İslâm’daki “Rûhu’l-Kudüs” ile hıristiyan teolojisindekinin biribiriyle alâkasının olmadığını göreceğiz. Hıristiyanların Cebrâil Aleyhisselâm’a verdikleri sıfatlar, İslâmiyyet’in O’na verdiği sıfatlardan o kadar farklıdır ki, o teolojideki Cebrâil’e inanan ve O’na inanmayı “Meleklere îmânla” aynîleştiren bir müslümanın, bu îmânı tamâmen gitmiş; yani Zarûrât-ı Dîniyye’den olan nice i’tikâdı sıfırlanmış ve mu’tekidini de, İslâm ile zerre miskâl BAĞI KALMAMIŞ hâle getirir!
4) Kitab, sünnet ve icmâ’ ile önümüzde duran meleklere îmân, hıristiyanlardaki kitabların da her birinde farklı vasıflarla dile alınmakta; bir nevi, Baba ve Oğul ile üçüncü bir ortak olarak kollektif bir şirketin şürekâsı yapılmakda; hâşâ ilâhlaştırılan bir Cibril Aleyhisselâm ortaya çıkarılmaktadır… “Kâinâtın Böyyük İmamı Fettoş-ı Ahırsaman” da, bir vakitler tam tersden, Hazret-i Cibril-i Nâmûs-ı Ekber’i beşerîleştirerek O’nunla dembokratik oy ve politika pazarlıklarına bile girişmişdi!. Yani onun, Hâşâ “Cibril’e Asker arkadaşı” olarak bir “Tehdîd-Teklîfi” bile olmuşdu ki, meâlen ve aklımızda kalan şekli ile yazarsak, bu şöyle idi:
“Cibril’i o kadar çok severim ki, adını andığım zaman burnumun direği sızlar. Ammâ ona diyeceğim ki, kusura bakma, seni bu kadar çok sevmeme rağmen eğer sen parti kursan, sana bile rey vermiyeceğim!!!”
Hocfendi, “Kâinâtın Kardinalsal İmâmı” olarak rütbesinin Cibril Aleyhisselâm’dan da çok yukarılarda bulunduğunu ictihâd ederek, “Cibril Liderliğinde böyle bir partili-politik çalışmaya” aslâ sıcak bakmamışdı!. Hatta, Cibril Aleyhisselâm’ın –hâşâ- böyle bir politik faaliyyet içine girerek, gizli gizli hatta kasetli komplolarla kendisine rakîb olabileceği ihtimâlini bile hesablıyarak, onun umid ve planlarını suya düşürmek, önünü kesmek de istemiş olabilirdi!. Çünki dembokratik seçimlere girib de kazanan (şans oyuncuları) biraz iktidâr koltuğunda kalınca, (ne oldum delisi) gibi bir hâllere girib huy ve karekter değişikliklerine uğramakda; ve vefâsızlaşıb ihânet fasıllarını bile göze alarak bazı refiklerini ihânetin bini bir paradan havalarda uçuşarak saf dışı bırakabilmektedirler!. Fettoş-ı Ahırsaman dahî, (hâşâ) Cibril Aleyhisselam’ı politikaya sokarsa, onun da huy değiştirib partiyi nice katakülli ve kasetizma gibi şeylerle ele geçirib; zamanlama ve imamlama sonrasında kendisini don gömlek kapı önüne atabileceğini düşünmüş olabilir!..
“Üstâd Abdur Çelebi” bu i’tikadda olan hoşgörücü ve diyalogcu yoldaşlarını Cibril Aleyhisselâm’a îmân etmiş kabûl ediyorsa, bu onun “Din ve vicdân Özgürlüğü cümlesinden” olub; tabiî lâyıksal ve Evren kâtilinin uydurması bir anayasanın âmir hükümleri mu’cebince, zât-ı âlîlerine bir ihtarnâme çekme imkânı dahî bulunamıyacakdır!
Birçok şii ve alevî “Yurtdaş ve Yoldaşların” Cebrâil Aleyhisselam’a husûsî bir buğz ve adâvetleri, hem de galîz bir şekilde vardır! Bunlar: “Vahy Ali’ye gelecekken, Cebrâil orada (Hâşâ) âni kararla nedefini değiştirib kendi şahsî hevâ ve hevesi ile İbni Abdullah’a meyletdi, iltimas geçdi, emniyeti sûiisti’mâl etdi (hâşâ) ve işin seyrini değiştiriverdi!”
Der; ve böyle pek küfr ü dalâl içre bir din ihtirâ’ eyleyib;Cibril-i Emîn Nâmûs-ı Ekber Aleyhisselâm Hazretlerine zıvanadan çıkmış bir ihtisâm püskürürler!
Bu tür i’tikadlar da, “Saygıdeğer Çakma ve Çatma Üstâdımız” nezd-i âlîlerinde sahih ve mu’teber i’tikadlarsa, burada da “Kâtil Evrenosis Ana-Avrat yasasındaki dîn ve vicdân özgürlüğüne” göre, gene ağzımızı açıb, “has…” gibi elfâz-ı kabîhayı devreye sokmaya bilmem hakk-ı âcizânemiz olacak mıdır?..
“Akit Üstâdı Abdurrahman Çelebi’nin”, hıristiyan muhibbânının Cebrâil telâkkîsine göre ise, bunların tam tersi olub, orada “Gabriel, Gotte ve Jesus ile, üç ortaklı anonim bir şirketin şürekâsından biri olarak, bir ilâhlâr koalisyonu veya terkîbi” meydana getirmişlerdir! Bir nevî ötelerin politikasına uygun, lâhûtî bir üçlü koalisyon!!! Protokolları da ona göredir!
Gene o geçmiş zamanda, dembokratik-fettoşist abi-ablalı sürüler şöyle demiş olabilirlerdi:
“Fettoşumuz neye parti-pırtı, sandık-seçim üzerinden başa geçmeyi düşünmez ki! Bu, ins ü cin ve melâike târîhinde bir ilk ve görkemli bir demokrasi şöleni, bu uğurda ölen ölülerimizin ölüleri de (dembokrasi şehidi) olur; hoşgörü ve diyalog kazıklarımız da son derece sivriltilmiş bulunurdu!”
Böyle demeseler bile, hayretden dehşete, dehşetden haşyete uçub uçub yere çakılmışlardı! Hazır Cibril Aleyhisselam ile bu kadar ahbablığı hatta asker arkadaşlığı da varken, Kâinâtın Başimamı, ona bir parti kurdurur, o da nasıl olsa oyların yüzde yüzünü alır; ve en kestirme ve en kolay yoldan “Devletin Başına geçer ve BAŞKAN yani (Bâbil Fir’avnı) olur ve iş biterdi!”
15 Temmuz’da anlaşıldı ki, “Papalık misyonunun bir parçası olan FETTOŞ”, meğer başka bir proje inkişâf etdirmiş; “Kâinât Gâzî Başimamı” olmak içün bir “Barış Harekâtı” tanzîm ve tatbîkini zarûrî görerek bunun üzerinden BAŞ olmayı tasarlamış!
Demek ki Fettoş, kan dökmeğe öylesine and içib azmetmiş ki, silahsız ve adam öldürmeden başa geçmek, onu aslâ kesmiyecekmiş!
Onun nazarında “Nâmûs-ı Ekber Cibril Aleyhisselâm, sıradan parti başkanları gibi bir şeymiş! Ancak 2 yıldızlı değil de 3 yıldızlı ve bir üst rütbede duruyormuş sanki!”
İşte hıristiyanlık ve diğer religionlardaki “Melek ve Cebrâil Aleyhisselâm” i’tikâdı, onları böyle ya “Beşerîleştirici” veya “Îlâhlaştırıcı” bir ifrâ-tefrîd içinde olub, ebedî ve elîm bir azâbı netîce verecek bir sapma, saptırma ve sapıklık ortaya koyucudur!
Kur’ân-ı Hakîm ve Sünen-i Seniyye ve bunlara müstenid İcmâ’ın haber verdiği “Melek ve Cibril” telâkkî ve i’tikadları dışında kalan inançlar, külliyyen bâtıl ve sapıklığı mutazammın olub “Îmân değil, ortaya (küfür ve şirk) koyacak”dır…
İslâm Akâidi dışında adı zikredilen Meleğ-i Mukarrebin, Kur’an-ı Mübîn’deki Cebrâil Aleyhisselâm ile zerre kadar alâkası yokdur. Çünki O’nu, beşere âid ve tamâmen şeytânîlik olan parti, fırka, şia olmak gibi tefrîka, yalan, dolan, iftirâ, soygun, vurgun, narkozlama, külleme ve fısk u fücûrun içinde bulunma ihtimâli ile kabul etmek, Kur’an-ı Hakîm ve diğer edille ile anlatılan Cibril Aleyhisselâm’ı kabûl etmemek ve Allâh Azze, Rasûl-i Rusül Aleyhisselâm ve Kelâm-ı Kadîm’i TEKZİB etmek demekdir…
“Akit Cerîdesinin çakma Üstâd’ı”, acebâ İslâm, Hıristiyanlık ve Fettoşizma gibi 3 dinden hangisine göre Cibril Aleyhisselâm’a ve meleklere îmân taşımaktadır?. Yoksa onun da kendi nev-i şahsına münhasır ictihâdî bir “Görüş, düşünüş, tasavvur, tahayyül, re’y, güncelleme, revizyonlama, mezheb dışılama, tasarlama meslek ve meşrebi” mi vardır?
Geçmişde Fetto Hocfendi ile aynı karelerde fotosları, Abantolarda fikir ve hoşgörü diyaloglama hatıraları, “Ben de diyalogcuyum” gibi tahrîrât u takrîrâtı dahî olmağla, aceb hangi tür ve cins bir melekleme emeklemesi içre bulunur, suâl edilse yeri değil midir?..
(Mâba’di var)
İntişârı: 11.01.2019 / 17:35:19 (tt)