(5) Ateist Rejimde Emekli Vâiz…
20 Temmuz 2017
(7) Ateist Rejimde Emekli Vâiz…
26 Temmuz 2017

(ATEİST REJİMDE EMEKLİ VÂİZ)

ATEİST REJİM, HAÇLI AJANINI “MÜSLÜMAN VÂİZİ” DİYE KÜRSÜLERDE AYILTIB BAYILTIR VE DÎNİN İÇİNİ BOŞALTDIRIRSA…

(6)

Zıyâiyye BEKÇİSİ

 

1977’de, 39 yıl evvel Hocia denen ajanın, “hazırlanmış tuzak sual” olan “dâr-ı harb” mes’elesine el atması boşuna değildir! Çünki bir fıkıh ıstılâhı olan bu mevzuu, mevkii ve mevziinden kaydırarak, fâsid niyetlilerin, hakkı bâtıl ve bâtılı hakk olarak göstermesi içün, (te’vil ve tahrîfe) son derece açık bir istikâmetde kullanması mümkindir; ve bu, bilhassa 108 yıldır ortada bir vâkıadır da… D. Harb mefhûmu, mevrid-i nass ile sâbit bir ma’nâ ve hükmü olmadığından, ne olduğu, “ictihâda mesağ” iktizâsı, mu’teber  ehl-i sünnet müctehidlerinin ictihadları ile anlaşılabilecekdir. Yoksa mevzû’, mezhebi yırtık veya geniş, amigo tipli maşaların (dîne bühtân) içün kullanmalarına her an müheyyâ bir mes’eledir…

Dikkat edilince görülecekdir ki, 1964’de Graham Fuller denen HAÇLI BATI-CİA ajanının keşfetdiği HOCİA, dâr-ı harb mes’elesini ıstılahî ma’nâsıyla zehirli diline almakdan kaçınıyor; ve sâdece lugât ma’nası olan “Harb yurdu ve harb evi” diyerek halt edib karıştırıyor ve geçiştiriyor!. Böyle yapmazsa, ıstılâhdaki ma’nâ, onu, bu ta’bir üzerinden varmak istediği hedefe götürmiyecekdir… Istılâhî ma’nâya girince, mes’eleye (ilmî) vechesiyle el atması icâbeder ki, bu da onu, ehl-i sünnet müctehidlerinin ictihadları ile bağlanmıya götürür!. Bütün bunlar da, hiç değilse o müctehidlerin re’ylerine temâs nâmusu (!) ortaya çıkacakdır!. Bu takdirde ise, lûgât ma’nâsındaki (HARB) zarûreti ve bunun ürkütücülüğü (!) ve dâr-ı harbi reddetdirici tarafı törpülenmiş olacakdır… Ayrıca, dâr-ı Harbin, ıstılahdaki tamâmen “islâmî ahkâmın” tatbik edilmediği memleketleri işâret eden tarafı; ve bunun, HANEFÎ ictihadları muktezâsı böyle olub, İmâm-ı Şâfi’î ve diğer müctehid (Rahimehumullâh) ictihadlarında değişik hükümlerle bilindiği ortaya konulmuş olacakdır!. Netîcede, hocia, kendi mistik sisteminin ordan burdan otlama sapıklıklarını reklâm edememiş olacakdır…

Halbuki HOCİA’nın hedefinde, “Ahkâm-ı Kur’aniyye ve Şer’iyyenin tatbik edilmediği memleketlerin de dâr-ı İslâm gösterilmesi”;  ve buna karşı çıkan hanefî müslümanların, şiddet ve harb taraftarı imiş gibi suçlandırılarak, şu “barış sahtekârı kancık dünyâ önünde” mücrim vaz’iyyetine (!) itilmesi ve böylece dışlanması hinliği gizlidir!.. Zaten, İslâmiyyet’i istediği kalıb ve şablonlara dökerek kendi düşünce ve görüşlerini İslâm’mış gibi göstermek istiyen şeytânî ruhların bidâyetden beri yapdığı, bu F tipi çukur kurnazlıkdır!.. Asırlardır ve bugün, ne kadar “müslüman ve aynı zamanda da dembokrat görünen” deformist, modernist ve revizyonist mütegallibe, decâcile, cebâbire ve kezzâbîn sürüleri varsa, bunların tek hedefi, sûret-i hakk’dan görünerek, bu şeytânî piç mantığın kurnazlığı ile (Allâh Azze’nin DÎNİNİ) bozmaya çalışmakdır… Bugün tv’lerde, internet ve medyada, üniversite ve DİB çatıları v.s. altında bu tip (muharrif, gizli din düşmanları) pek mebzûl bulunmakda ve cirit atmaktadır… Bu, dünya çapında bir proje olub, en umûmî planda yapılmak istenen, “İslâmiyyet’i, dembokrasi, laiklik ve cumbokrasi” gibi felsefî yolların himâyesine (!) alarak; ve onu, yaşatıyor görünerek tepeden tırnağa ve müntesiblerini acıtıb zıplatmadan yepyeni bir kalıba dökmekdir… Böylece, başda “CİHÂD” ibâdeti olmıyan, feministleştirilmiş ve her teklife (evet) diyen, şahsiyetine el konulmuş, müessiriyyet sinirleri sökülmüş ucûbe bir religion karikatürü uydurmak… “Dâr-ı harb” mevzuunun temelindeki asıl imhâ hedefi bu “cihâd ibâdetinin” buharlaştırılmasıdır…

Haçlı BATI taşeronu HOCİA denen Anadolu düşmanı mahlûka dönersek:

Decâcile, cebâbire ve kezzâbînden bir eşkıyabaşı olan HOCİA da, bu işe zaten bidâyetden (1964’den) beri hazırlanmışdır ki, o da, yukarıda beyân etdiğimiz aynı yolu ta’kîb ederek netîce almanın peşindedir… Dikkat edilirse, büyük ve kadîm ehl-i sünnet müctehidlerinin “dâr-ı harb mevzuundaki ictihadlarını”  diline almakdan son derece kaçınmakda; ve kendi uyduracağı dînin temellerini, İslâm Dîninde “dâr-ı İslâm-dâr-ı harb hükümleri yokmuş” da, bir tek şık olarak dâimâ “dâr-ı İslâm” hükmü varmış gibi göstermeye çalışmaktadır!. Bu noktaya (ehl-i sünnet) gözü ile bakıldığı zaman, ortada duran manzaranın, “İslâm’ı bu noktalarıyla redd alarmı verdiği” hemen anlaşılacakdır… İslâm Hukûkuna göre dünyanın “Dâr-ı İslâm ve d.harb olarak ikiye ayrıldığı” o kadar bilinen bir hususdur ki, bunu, laik dembokrasinin A.Ü.İlahiyat Fak’de ders kitabı diye okutulan ve DÎN tahrifi içün iyi hazırlanmış bir kitab bulunan Prof. M. Taplamacıoğlu’nun “Din Sosyolojisi” nâm tahrifnâmesi bile inkâr edemeyib, aynen “Dünyânın İslâm Hukûkuna göre 2’ye ayrıldığını” sarâhaten beyân etmektedir!. İslâmiyyet’i sulandırmakda Ankara laik dembokratları merdivenleri birer birer çıkarken, Feto denen maşa, cibilliyeti iktizâsı beşer beşer çıkma hırs ve şehvetine kapıldı ve en sonunda da 15 Temmuzda çatı budu kavrularak “yani bir tür nerdübanlardan yani” aşağıya yuvarlandı!.

 Ehl-i Sünnet nazarı ile “Dâr-ı İslâm ve d. harb” mes’elesine bakıldığında, bunun, nass ile sâbit zarûrât-ı dîniyyeden olmayıb “ictihadla” veya “haber-i vâhidle” sâbit bir bahis olduğu görülür. Münkirleri, i’tikâdî noktadan küfre müeddî bir keyfiyet taşımasa da, hanefî usûl bağlılığı üzerinden Şerîat’ın bütününe gidiş yolunun kapatılması ve o usûl içinde çirkin bir bid’at hükmü taşıması cihetlerinden, dinde tam bir lâübâlîlik, anarşistlik, bozgunculuk ve serserilik keyfiyeti taşır… Bu kabil hükümler, tâbi’ olunan müctehidin usûl ve ictihadları ile âmil müslümanlara “yakîn vermezse de zann ifâde eder hatta bazen zevâli kabûl etmiyecek mertebede CEZM HUSÛLE getirir…” Bu kabil (usûl ciddiyet ve disiplini) tanımıyan ve dinde lâübâlî yani anarşist soytarılar, ne kadar “âlim, mehdî, imam, kâinat bilmem nesi, DİB çok bilmişi, ilâhiyatçı perdeli felsefeci, prof maskeli oryantalist ve müslüman kisveli ibni Sebe dölleri, müteşeyyih ve mürîd-tirit”  makûlesi herifler de olsalar, bâlâda zikri geçen “ehl-i sünnet usûl ciddiyeti” ile bakan gözler önünde, derhal “sâbıka kaydı” bulunan şeytan namzetleri derekesine düşerler… Hatta, 2016’da daha ortalığı ateşe vermeden 39 sene evvel, bir tek fer’î mes’elede de olsa, bunun, şümûl dâiresindeki genişlik ve sirâyet dikkate alınınca, ana köklere kadar uzanan zehir kanalları olduğunu fehmederek, o din kemiricilerini ma’nevî nezâret altında tutar ve mahkûm ederler ve etmişlerdir de…

Müslüman geçinen on milyonlara hiç de üzerinde durulmıyacak kadar basit bir mevzu’ imiş gibi görünen HOCİA’NIN bu “dâr-ı harb-dâr-ı İslâm” mevzuu, Büyük Allâme Şeyhülislâm Merhûm Mustafa Sabri Efendi gibi pek çok ehl-i sünnet ulemâsı beyninde nice ana mes’elelere gidiş YOLU ÜZERİNDE bulunması i’tibâriyle pek mühim bir noktadır… Her müslümanın, Dîn-i Celîl-i İslâm’ı “tecezzî kabûl etmiyen bir bütün hâlinde kabûl ve telâkkî zarûretinde oluşu” da nazar-ı dikkate alınırsa, mezhebsizliğe kapı aralamaya yarayan mücerred “Kitab-Sünnet” nakarâtıyla iktifâ edişi, “edille-i erbaaya” kıymet vermemek üzerinden, nihâî noktada “Dînin tamâmen ortadan kaldırılmasına” kadar uzayacak şeytânî bir sath-ı mâile giriş keyfiyeti istihdâf edecekdir…

Buraya kadar ele aldığımız hanefî usûl çerçevesinin hakîkatleri elinde, “samîmî dîn mütehassısı olmadığı apaçık tebeyyün eden adamın” devamla söylediği ve niyetini daha da tebârüz etdirici hezeyanlarına ber vechi âtî (aşağıda) atf-ı nazar edeceğiz!

HOCİA, kendi uyduracağı dîn hesâbına, fürû’a müteallık bir mes’ele bile olsa, “İslâm’ı, onun üzerinden çirkin bir çehreye sâhibmiş gibi göstermenin peşindedir”; ve bakınız, Allâh’ın dînine ta 1977’de nasıl çukur veya “hendek” kazmaktadır!? Mes’eleyi lûgat ma’nâsıyla ele alıb ıstılahdaki hükümlere hiç temâs etmeden, her zaman irtikâb etdiği gibi tam bir (mugâlâta, gözboyama cambazlığı) ile, daha mevzua girmeden hedef saptırmak üzere “Hemen başda bir soru tevcih edeyim” nânesi de yiyerek nasıl gözküllüyor; ve karşısına çıkacak hanefî usûl ciddiyetiyle İslâmiyyet’e bağlı müslümanları nasıl “vicdansızlık” töhmeti altında da bırakıb, aklınca onları “ahlâksızca karalıyor” ve i’tibardan düşüreceği zu’munda bulunuyor?! Vicdansızlık heykeli herifin kaç paralık “vicdân” sâhibi olduğu ise, 15 Temmuzda ortaya koyduğu katliâmla dünyâya ma’lûm olmuşdur… “Türkiye hiçbir zaman dâr-ı harb olmamış ve olmıyacak” diyerek, yalan ve çarpıtmasını nasıl hayâsızca meczublarının beynine akıtıyor, okuyalım:

Mes’eleyi karşılığıyla da aldığımız zaman görüyoruz ki İslâm’ın karşısında bir şey oluyor dârü’l-harb. Ben o zaman hemen başda bir soru tevcîh edeyim. Siz Türkiye’yi bütünüyle İslâm’ın karşısında mı görüyorsunuz? Böyle bir şeye VİCDAN taşıyan hiç kimse EVET diyemez; ve hiç kimse RAZI olamaz. ÇOK ŞÜKÜR TÜRKİYE HİÇBİR ZAMAN DÂRÜ’L-HARB OLMADI. Şu ana kadar olmadığına göre inşaallah olmıyacak da.”

Görüldüğü gibi, ta 1977’de yani 39 sene evvel din uydurma vazîfesini veya İslâmiyyet’i ortadan kaldırma şeytanlığını hangi saptırma ve kaydırmalarla yürütüyor?. 14 asırdır İmâm-ı A’zam gibi cihân çapında bir allâme ve mutlak müctehidin usûl kânunları üzerindeki imâmeynin ictihadları mu’cebince “müftâbih olan kavil” kaydına rağmen, “ahkâm-ı şer’iyyenin tatbik edilmediği yerlere İSLÂM HUKUKU ÇERÇEVESİNDE bir ıstılah ile dâr-ı İslâm değildir” demeyi, o imamlara ve onlar üzerinden Allâh ve RASULÜ Aleyhisselâm’a kadar şümûlü genişleyen bir VİCDANSIZLIK hükmüne bağlayışı, bu deccalın nasıl bir (din düşmanı olduğunu), tâ o zamanlarda bile isbât eden bir keyfiyetdir… Türkiye’nin,1839 Tanzimât yıllarından beri 1856 Islâhât fermânı, 1876 meşrûtiyet hezeyânı, 1908 ve 1923 HAÇLI darbeleri ile, “ahkâm-ı şer’iyyeden” kademe kademe, bugüne kadar nasıl uzaklaştırılıb cemiyet nizâmı plânındaki hükmünün sıfırlandığı vâkıası, vicdânı değil, zerre kadar (aklı ve dîni) olan bir insan tarafından nasıl inkâr edilebilir, bu sâdece muhâldir…

HOCİA FETO ise, decâcile, cebâbire ve kezzâbîn zümresinden bir CİA projesi olduğundan, “ahkâm-ı Kur’aniyye’nin tatbik edilmediği, dolayısıyla dâr-ı harb olunduğu” şıkkını öne çıkarmakdan şunun içün şiddetle ve şeytanca kaçıyor ki, millet, “Böyle bir tatbikat isteme fikri uyanarak bunun peşine düşmesin!..”  Düşerse, Hocia, uyduracağı HAÇLI BATI ve VATİKAN emirlerine uygun, mehdiyyetli, imâmetli, insanüstülü, fizikötesi kuvvetlerle bezenmiş, Peygamberle asker arkadaşı gibi (!) sıkı fıkı görüşen, O ŞÂH-I RUSÜL’ü istediği zaman huzuruna çağırıb müşâviri gibi istihdâm eden (sonsuz kere hâşâ ve kellâ) bir sahtekârca uydurduğu dînini, onlara “haşhaş çektirir” gibi çekdiremez…

En mühimi de, dünyâya ve bilhassa HAÇLI BATI’YA ve VATİKAN’a yaranmak ve yaltaklanmak uğruna, “PEYGAMBERİNE ÎMÂN ŞART OLMAYAN, EZÂNINDAN BİLE PEYGAMBARİNİN İSM-İ ŞERÎFİ ÇIKARILAN VE (KAMBUR) DENİLEREK PEYGAMBERİNE HAKÂRET EDİLEN” bir din uydurmak zora girecekdir… Zaten 1965’den i’tibaren Papalığın başlatdığı “Hoşgörü ve Dinler Arası Diyalog” denen “İSLÂMİYYET’İ YOK ETME PROJESİNİN EN BAŞ MEVZUU DA, PEYGAMBERİNE ÎMÂN ŞART OLMAYAN BİR İSLÂM’IN”  uydurulmasıdır…

İslâm’a 15 asırdır dünya çapında sürdürülen azılı düşmanlığın biricik ana sebebi, bu vahye müstenid Allâh Dîni MUTLAK HAKÎKATIN mübelliği RASÛL-İ RUSÜL ALEYHİSSELÂM EFENDİMİZ HAZRETLERİDİR… iÇDE VEYA DIŞDA OLSUN, bütün İslâm düşmanlarında en başda gelen MÜŞTEREK NOKTA BUDUR… Bu o kadar mühim ve aslâ ihmâl edilemez bir noktadır ki, “Hoşgörü-diyalog çalışanı bütün ajanların”  yarım asırdır ele aldığı tek ana hedefdir…

Yüksek tepelerin “akıl hocası” olduğunu BÜTÜN DÜNYÂNIN PEK İYİ BİLDİĞİ Haltettin Karamanlis’in de, bu, Peygamberine îmân şartı olmıyan bir dîn (İslâm) uydurmasındaki küfr ü dalâletinin hududlarını, 22 kişinin yazıları ile hazırlanmış “Polemik değil, Diyalog” adlı paçavranın 2006 tab’ından ve 37. Sahîfesinden, tüyleriniz diken diken olarak okuyabilirsiniz, buyrun:

“Ve Allâh kullarını tevhide çağırıyor. Kur’an-ı Kerîm’de ehl-i kitabla ilgili devamlı vurgulanan şey; Allah’a iman, âhırete iman ve amel-i sâlihdir. Kur’an birçok ayetde bunu söylüyor; yani “PEYGAMBERE İMAN EDİN” DEMİYOR. “ALLÂH’A İMAN, AHIRETE İMAN VE AMELİ SALİH” DİYOR. BUNLARI NAZAR-I İ’TİBARE ALINCA   B E N   D İ Y O R U M  Kİ,  İSLAM, EHL-İ KİTABI TEK SEÇENEK OLARAK—SON DİNİN MENSUBU OLMAK MANASINDA—MÜSLÜMAN OLMAYA ÇAĞIRMIYOR…..”

İşte, Vatikan Papalığı başda olmak üzere bütün HAÇLI mezheblerinin  Fahr-i Kâinât ve Rasûl-i Rusül Aleyhi Ekmeli’t-Tehâyâ Sallallâhu Aleyhi ve Sellem Efendimiz Hazretlerine, sonsuz kere hâşâ “Yalancı ve sahte Peygamber, deccal” deyişlerine ve Zât-ı Risâletpenâh Hazretlerine bu gözle bakmalarına muvâzî olarak, bu “DİYALOG ŞEBEKELERİNİN ÎMÂN TERÖRİSTLERİ” de, kendilerini, O ALLÂH SEVGİLİSİ ZÂTI, KENDİSİNE ÎMAN ŞARTI OLMIYAN BİR MEVKİE TENZÎL ile muvazzaf bilmişlerdir… Bu ise, cihanda, kendisinden daha bulamac ve sunturlusu olmıyan bir alçaklık, kahpelik ve Allâh’sızlıkdır…

İşte, Altınoluk mecmuasına kadar nice ehl-i tarik (!) neşriyâtıyla millete yutdurulan fıkıh otoriteleri…

İşte, ALLÂH AZZE’nin Âli İmrân 64. Ayetine “diyalog âyeti” adını takan îmân ve hayâsı ma’lûm ilâhyapyatçının, FETÖ denen teşkilâta on senelerdir verdiği destek veya yalakalanmalar…

 İşte, Abant toplantıları denen HOCİA-FETO hendeklerinin demirbaşı; ve işte, sâbık ve sapık ZAMAN gazetesinin, bilmem ne bank ve sâir çukurların meşhûr müşâvir adamları!…

Mes’elenin 39 yıl evvelden 1977’deki işlenişini, bu makâlemizle birkaç paragraf üzerinden ele aldık…

T.C. idârî ve mülkî mekanizmalarının, bunları, 52 seneden beri o zifiri cehâlet ve din düşmanlıkları içinde yuvarlandıkları hâlde yakalamaları; ve sadra şifâ olucu beş paralık tedbir almaları mümkin midir?

Aslâ!

Şimdi uyandılar mı?

Kat’a…

Sâdece can havliyle “ölü yüzü pudralama” devrine girildi!..

Fetö kahpeliğinin RASÛL-İ RUSÜL Aleyhisselâm aleyhine yürütdüğü şirk, küfür, nifak ve cinâyetin, ancak sonsuzda biri olacak maddî, müşahhas, mâlî ve idârî v.s. mes’eleler ve kancıklıklar gece gündüz sivriltilib duruyor; millete sâdece bunlar anlatılıb zihinler bunlarla dolduruluyor!.

İşte bu da, “müslümanlık iddiasındakilerin” keyfiyeti…

Mevlâ’nın MURÂDI ne ise, onu da görüyor ve göreceğiz…

Biricik ve şerîki olmıyan mülk ve milk sahibi O !

O kurtarırsa ne âlâ, mücerred kurtaracak O… Bir ikincisi muhâl…

Tanrılar îcâd ederek sapıtmak ve putperestleşmek de mümkin görünüyor!

Fazla kelâm zâit ve abes…

Mühürlülere zâten duyurmak da muhâl!

 

(Mâba’di var)

(İntişârı: 22.08.2016)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir