(4) Fâtih’in Vakfiye Şartları Tam Tatbîk Edilmeden, Ayasofya Gene Zındanda Zincirlidir!
20 Temmuz 2020
(6) Fâtih’in Vakfiye Şartları Tam Tatbîk Edilmeden, Ayasofya Gene Zındanda Zincirlidir!
7 Ağustos 2020

FÂTİH’İN VAKFİYE ŞARTLARI TAM TATBÎK EDİLMEDEN, AYASOFYA GENE ZINDANDA ZİNCİRLİDİR!

(5)

Zıyâiyye BEKÇİSİ

67.) Sayın saray ve alay SÖZCÜSÜ KALIN arkadaş, saray politikası ile haşir-neşir olduğundan çok (politikoteolojik) bir cümle kurmuşdur:

“Bu mozaikler, Hz Îsâ, Meryem Ana  ve  diğer  Hıristiyan  Kişilikleri  TANIMLIYAN  G Ü Z E L MOZAİKLER.”

Saray’a göre “Hz. Îsâ, Meryem Ana ve Hıristiyan Kişilikleri (hâşâ) bu güzel mozaikler (ikonalar) TANIMLIYORMUŞ!”  

Zehî gaflet ve dalâlet! Bay Kalın, ikonaların ta’rîfine (uydurukça tanımına) i’tibar edib, onu bir de “GÜZEL” kelimesiyle takdîr ediyor! Purosöför KALIN Bey’e göre, “Tanrının oğlu, o oğulun anası ve ötekiler” bu keyfiyetleri ile “GÜZEL TA’RÎF EDİLMİŞ” oluyor! Bâtıl bir dînin bu ta’rîfleri Kelâm-ı Kadîm, Sünnet, İcmâ’ ve Kıyâs-ı Fukahâ ile tamâmen BÂTIL hükmü yerken, Purosöför Bay KALIN, o İNCE kafasıyla tam tersini söylüyor! Diyalogçuluk çizgisi demek ki böyle bir illet…

1453’den 1930’a kadar tam 477 sene orayı câmi’-i kebîr, hem de “Saray CÂMİ’İ” olarak kullanan ECDÂD, hem de “Ayasofya Câmi-i Kebîri KÜRSİ VÂİZLİĞİNİ” İslâmbol’daki diğer yüzlerce câmi’ vâizliğinin üzerinde bir rütbe sâhibliği olarak yürüten OSMANLI, Bay KALIN’ın ta’biriyle “Bu güzel Mozaiklerin güzelliğini” görüb bilememiş, dolayısıyla da o muhteşem “Güzelliği” ne yazık ki takdîr edememiş! Üzerlerini “Mezhebçi ve gelenekçi müselmanlar olarak” sıva ile kapatmış ve “Dünyâ kültür mîrâsının” anasını bellemişler!. Kalın kalın ne kadar dövünsek az!

68.) Vah vah, ne biçim müslümanmış Fâtih devri adamları?.  Aydın ve felsefî denliği ve Şerîatî genişliği olan bir müselmanda, “İslâm’ı güncellemek, ne sünnî ne şiiyim demek, tam 4 hakk din var demek, 14-15 asır evvelki hükümleri kalkıb bugün uygulayamazsın demek, v.s.” gibi birkaç haslet olur! Diyalog ve medeniyetler ittifâkından bir avuç nasib, Avşar kızı ile röportajda geçen “dört dörtlük laik olmak” gibi güzellikler bulunur!.. “Dînî esaslara göre devlet idâresine karşı olmak, eşcinsel hakklarını güvence altına almak” gibi modernlikler ve erdemlikler olur! O zamanın Fâtih devri müslümanlarında zerre kadar Fettoşik “HOŞGÖRÜ” etiği ve tetiği diye hiç bir şey, bir “kazanım, kazınım, kasılım, katılım, asılım, v.s.” diye büyük fazîletlerden eser bile yokmuş! Adamlarda, “Mozaiklerin güzelliğine” varacak estetik ve sentetik zevki bile sıfırmış!

Üstelik “Ali Şerîatî” misillü Acemistan yetiştirmesi ilhâdiyatçılardan da ilhâmât, mahâret ve nasîb alamamışlar!. Ne olacak “Layık dembokratik cumbokrasiden” haberi olmıyan 567 yıl evvelin hanefîsel ve mezhebsel hele tasavvufsal müselmanlarından daha fazlası beklenebilir mi?!

Hey gidi “ASLINI İNKÂR EDEN” nesiller hey!

Bugün moskofu, yunanı, ermenisi, ingilizi ve hele yahudisi bile aslını değil inkâr etmek, inşâ’ ve ihyâ etmek içün çocuk kaçırıb kanını içmenin peşindeyken…

“Böyyük Türkiya!”

Lâ havle velâ kuvvete illâ billâhi’l-ayiyyi’l-azîm…

69.) Sözcü KALIN arkadaşları ne demişdi:

“Bu mozaikler, Hz. Îsâ, Meryem Ana  ve  diğer  Hıristiyan  Kişilikleri  TANIMLIYAN  G Ü Z E L MOZAİKLER.”

Şimdi şu cümledeki (9 nokta 9 şiddetindeki i’tikâdî deprem ile depresyonu), zelzele ile zemzemeyi nereye koyacağız, bir felâket ve helâket:

1.) Kalın’ın “mozaik” dediği İKONALAR, yani bizim uydurmamızla tapıntaklar, “Hz. Îsâ’yı tanımlıyormuş=ta’rîf ediyormuş!” Güler misin ağlar mısın?. O ikonalardaki zât, KALIN’a göre Hazret-i Îsâ Aleyhisselâm’ın tasvîri imiş? Alâkası da hiç mi hiç yokdur! O ikonalardaki nesne, tanrılarının oğlu yani Mahdum Beydir! TESLİS’deki üçün biridir… Baba, oğul, ruhu’l-Kudüs üçlüsünde oğul olan! Katolik, ortadoks, angılikan ve protestanların bile bu oğlanı, biribirinden farklıdır! Saraylı KALIN bu beş-on ayrı zâtı da, aynı zât zannedib “Hz. Îsâ” demez mi?.  Halbuki Kelâm-ı Kadîm’in ÎSÂ’sı o pek çok cins (oğul)dan hiçbirisi değil, olamaz da… İnsanın adı KALIN olsa da kafası ince olamaz mı?

2.) Kalın’ın “mozaik” dediği İKONALAR yani tapıntaklar, “Meryem Anayı da tanımlıyormuş!” Bay KALIN biraz inceltirse, ikonalarla putlaştırılan, o Kur’an-ı Azîmüşşân’daki “Meryem Anamız” değil, O’nunla zerre kadar alâkası yokdur!  Meryem Vâlidemizle ikonalardaki resmedilen kadının, Kelâm-ı Kadîm ve diğer üç edillemizdeki en büyük mü’mine ile alâkasının olmadığı bedâhaten ortadadır!. O, “Baba’nın (tanrının) oğlu olan oğulun anası”, Müslümanların “Meryem Anası” değildir! Katolik, Ortodoks ve Protestanlarda bile o mahdum Beyin anası, biribirinden çok farklı, hem de kiliseler arası kadar farklı, üç ayrı madam Mariadır!!! Her hıristiyan mezhebin, hatta onların da her franksiyonu içindeki “oğlan tanrının” doğuranı (!) ayrı vasıflarda başka bir kadındır!

3.) Kalın’ın “mozaik” dediği İKONALAR, yani tapıntaklar, “Diğer hıristiyan kişilikleri de tanımlıyormuş!” Bay KALIN bu noktada da biraz inceltirse, bu kişilik dediği zevâtın da, kilise literatüründe “azizler” olarak geçen, bir takım kişilerdir olduğunu görecekdir! Kalın Sözcülerinin, ortodoksların “kişiliklerine” de, Kelâm-ı Kadîm’in bakdığından nâmütenâhî farklı bakdığı anlaşılıyor! Demek ki (diyalogçu) felsefesi ile bütün dinlere “eşit mesâfede” olmak hülyâsı, yanı hepsini eşitlemek zâten, AKP güdücülerinin lâyıklık “tanımı=ta’rîfi” değil mi?.

4.) Hulâsa müslümanların edille-i erbaasında geçen “Îsâ Aleyhisselâmın”, ortodoks dîninde, o Ülil’azîm Peygamberle zerre kadar alâkası yokdur… Hazret-i Meryem Vâlidemiz ve KALIN’ın “kişilikleri” yani Ortadoksların “azizleri” de aynen böyledir…

70.) KALIN Bey, başka cihetden de, mozaik dediği ikonaları yani Ortadoksların mucizeler dağıtdığına inandıkları o tapıngaçları, başda AKP câmiası olmak üzere zavallı ehâli-i etrâk ve ekrâda “GÜZEL” nesneler olarak takdîm ederek, bunların câmi’ içinde bulunmasının câiz olamıyacağına inananların “Tepki ve tekmesini” kırmanın hesâbında… KALIN da olsa İNCEDEN konuşuyor!

Yani  demek istiyor ki:

“Canım bunlar yani mozaikler (İkona demiye dili varmıyor) var diye kafanızı takmayın! Aslında bunlar güzel şeyler! Baksanıza ne güzel, Hazret-i Îsâ ve Meryem Anacığımızı ve hıristiyan kişilikleri temsîl ediyorlar! Fenâ mı? Ne var bunu mes’ele edecek? Ayasofya bu hâliyle câmiye dönmüş olamaz diyenlerin tavına sakın gelmeyin? Onlar mezhebçi-gelenekçi geri kalmış bir avuç ekalliyet! (Marjinalite) dereceleri bile şübheli takımlar! Bakın ne güzel, bizim de kutsallarımızı adamlar mozaiklemiş, sarıb sarmalamış duvarlara çakmış, yani hafif yollu resim yapıb baş köşede başları üzerinde taşıyorlar! Ne var bunda? Ve tabii aracıkta da tapınsallıyorlar! Ee o kadar da olacak artık, olsun! Ayyy, ne şeker şeyler…”

 Demiş olmuyor mu???

71.) Saray erkânı tepeden aşağı, DİB başı ve Bakanlara kadar aynı frekans üzerinden beyânat vermekde tam anlaşmışlar:

Bay KALIN hakkındaki bu İNCE haber, aşağıda olduğu gibi devâm ediyor ki, teslisçi ve telvisçilerin tapdığı ikonaların, Saray sözcüleri üzerinden saray erkânı nezdinde PEK KIYMETLİ ŞEYLER OLDUĞUNU bir görünüz! Bir de, “DÜNYA MÎRÂSI OLAN AYASOFYA” sözüne:

 “Hadi ulan! Ne dünyâ mîrâsıymış, Hadîs-i Şerîfe MÂSADAK ATAM FÂTİH CENNETMEKÂNIN MÎRÂSIDIR O!” diyemiyen saraylılara ne denileceğini sizler karâra bağlayın!

 “Dünyâ mirâsı”  olduğunu Ankara kabûl etdikden sonra, bu Ayasofya’ya aklı başında hiç kimse “Câmi oldu” diyemiyeceği gibi, bundan sonra UNESCO yahudi-nasrânî cebhesinin Ayasofya ile alâkalı çıkaracağı sıkıntı, çevireceği dolaplar ve fırıldaklar, daha elli yıllarca Ankara’nın “egemenlik” masalını dünyâya dinleteceğe benzer!

72.) KALIN hakkındaki İNCE haber, buyrun:

“El değmeden korunacaklar. Müslümanların namaz vakitlerinde (bu mozaikler) örtülecek, ancak dokunulmayacak şekilde bazı düzenlemeler yapıyoruz. Böylece ışıktan veya başka bir şeyden aşınmayacak veya etkilenmeyeceklerdir. Mabet korunacak ve diğer turistler daha önce olduğu gibi yine görebilecekler.”

O ikona tapıngaçlara, KALIN’ın dilinde “güzel mozaiklere” asla “dokunulmıyacak, aslâ aşınmasına ve etkilenmesine” imkân verilmiyecek, “ma’bed korunacakmış!”

Bu hâliyle de ona hür ve müstakil, zincirleri kırılmış “CÂMİ’” denilecek öyle mi?. Artık 15 asırlık “Câmi’” telâkkîsi de iptâl edilerek, böyle hılkat garîbeleri hâline getirilen zencirli ve forsa câmilerimiz, hür ve müstakil imişler gibi bir telâkkî (uydurukça algı) tecâvüzüyle (gavurca operasyon) ile cihâna servis edilecek!

Aklı başında olub da yiyen olursa… Hıristiyan-yahudi dünyâsının da aksül’ameli, bunun içün yok sayılabilecek bir pörsüklükde, göstermelik ve politik bir iki kurusıkı tabanca patlaması! 

73.) Allâh Azze ve Celle’nin mutlak ma’nâda EVİ-BEYTİ demek olan CÂMİ’ mefhûmu içün Bay KALIN, bakınız nelere içtenlikle ve coşku ile “ONAY” vermektedir:

“Kalın, “Dünya mirası olan Ayasofya’nın turistlere açık kalacağını onaylayabilir misiniz?” sorusu üzerine, “Kesinlikle. İnanan, inanmayan, Müslüman, Hristiyan, Budist herkesi kastediyorum.” dedi.” 

Tabii KALIN, “İnanan inanmıyan HERKESİ kastediyorum” dediğine göre, bunun içine sâdece “Bitli-butlu-şortlu, teslisci-telbisci turist ve ortodoks tapınıcılar” girmiyecekdir. Dediği gibi (HERKES), yani fasık fâcirinden, kâfir, müşrik, ateistine; LGBT’lilerden homongolos ve transsexüel-ekselans devletlû Batılılara; kâtil  İngiliz çocuk vampirlerinden, çocuk hırsızlarına; Vatikan dehlizlerinde çocukları çıldırtan takkeli şeytan ve sübyancı cânîlerden terörist kancıklara, Feto ablalarından foto fâhişelerine kadar heskes, “ALLÂH’ın EVİNE” hiçbir engele rastlamadan ve elini-belini-bilmem nesini sallıya sallıya.. “Müslümanım, Ayasofya açıldı ve saçıldı ve câmi yapıldı!” rü’yâları görenlerin sayıklamalarını da yara yara.. o “Namaz kıldığını zannedenlerin” alnını koyduğu o Raiz seçmesi şâhâne ve sultânî, sarayhânî halıları, kirli, cünüb ve mikroplu ayakları ile çiyneye çiyneye… gezecekler, görecekler, resimleyecekler; “müslümanım” diyenler de, o curcuna içinde, o şortlu-butlu-bitli yarı üryan gavur karılarının orasına burasına baka baka ve huzû’ ve huşû’ içre HAKK TEÂLÂ’nın dergâh-ı ulûhiyyeti önünde ubûdiyetin (kulluğun) engin ve zengin tadını çıkaracaklardır!.. Tabii 90 yıllık Ayasofya hasretini bir çırpıda kestirib atan AKP iktidârı ile sultânî güdücülerine de, “Binbir türlü duâlar ve minnetler ve  şükranlar ve sandıksal oylar” suna suna!.

74.) Yâ Erhamerrâhimîn! BANA bu esir ve zincirli hâliyle Ayasofya’ya girmeyi nasîb eyleme! Dayanamaz, fücceten giderim…

İmdâd YÂ RABBE’L-ÂLEMİN! Başımıza, Nuh Aleyhisselâm’ın başına yağdırdığın  taş yağmurunu yağdırma! Atamız Fâtih Cennetmekân Hazretleri’nin LÂ’NET ve bedduasından, gerçek bir avuç Müslümanı Rasûl-i Rusül Aleyhisselâm hürmetine muhâfaza buyur! Âmin, âmîn, âmîn… Ve Selâmün Ale’l-Mürselîn!

75.) Burada, DARBECİ-HEYBECİ, ABD’ci ve Fettoşizm yatakçısı, Orgenerallikden Erbaş’lığa savrulan, “Bir sağdan bir soldan” diyerek (adâletet) eyliyen; asmak içün, kağıt üzerinde çocuğun yaşını yükselten, “Asmıyalım da besliyelim mi” diyen; “Kanaat tükenmez bir hazînedir” hadîs-i Şerîfi içün “Safsata” diyerek Rasûl-i Rusül Aleyhisselâm Efendimiz Hazretlerine şerefsizce hakâret eden O Canavarın YAPTIRDIĞI ve el’an mer’iyyetde bulunan belâ membaı Anayasada, Diyânet maddesine bir göz atıb hatırlıyalım:

“136. Madde: Genel idare içinde yer alan Diyanet İşleri Başkanlığı, laiklik ilkesi doğrultusunda, bütün siyasi görüş ve düşünüşlerin dışında kalarak ve milletçe dayanışma ve bütünleşmeyi amaç edinerek, özel kanununda gösterilen görevleri yerine getirir.”

Bu ibârenin şerhine girersek kitab çapında yazabilir ve fakat gene de buradaki İslâm’ı tahrîf ve tahrîb taktikasının şeytânî tarafını ikmâl etmiş olamayız… Ancak şu kadarını söyleriz ki: Lâyıklığın, dünyânın her tarafında düzinelerce değişik ta’rifi ve tatbîki vardır. Fakat tamâmında da müşterek nokta, paralamentoların teşrî’ edecekleri (vaz’edib çıkaracakları) kânunların, dayanağının din olmamasıdır! Bu paralamenterler nazarında, dinlerin dünya ve devlete müteallık hükümlerinin, bilhassa Ankara’da, dünyânın en korkunç, en tehlikeli, en zararlı ve en berbat AHKÂM kabûl edilmesidir… Yapılacak kanûnların, dînî esasları (Kitab, Sünnet, İcmâ’ ve Kıyâs-ı Fukahâyı) kaynak (referans) almaması ve Kur’ân-ı Azîmüşşân ta’bîriyle bundan “Kasvereden (aslandan) kaçan yaban eş…leri gibi kaçılmasıdır…” (Müddessir 50. âyet)

XX76.) Layıklık perdesine bürünen ateistler, 97 yıldır, Allâh Azze ve Celle’ye âid islâmî ana umde ve düsturları, halkın kafa ve kalbinden silerek, İslâm’ın esâsını da’vâ eden îmân ve fikir adamları da çeşitli vesîlelerle ortadan kaldırılmış veya susturulmuşlardır…

Sistem, Diyânet denilen yeri de öyle bir İslâmsızlığa mahkûm etmişdir ki, yukarıdaki Anayasa emriyle Diyanet’in tâbi’ olduğu kânun da şudur:

DİYANET İŞLERİ BAŞKANLIĞI KURULUŞ VE GÖREVLERİ HAKKINDA KANUN–Kânun Numarası : 633, Kabul Tarihi : 22/6/1965, Yayımlandığı R.Gazete : Tarih : 2/7/1965, Sayı : 12038, Yayımlandığı Düstur : Tertip : 5, Cilt : 4, Sayfa : 2911.

BİRİNCİ BÖLÜM Görev: Madde 1 – İslam Dininin inançları, ibadet ve ahlak esasları ile ilgili işleri yürütmek, din konusunda toplumu aydınlatmak ve ibadet yerlerini yönetmek üzere; Cumhurbaşkanlığına bağlı Diyanet İşleri Başkanlığı kurulmuştur.

Üstelik Ankara’dakiler, dünyâdakilerin aksine, DÎNİ, tamamen avuçlarına alıb ona istedikleri kılığı geçirirlerken de, zerre kadar insâf ve vicdân ortaya koyamamışlardır! Bunları irtikâb ederlerken de “Müslümanım” demeyi aslâ terketmemişler, halkı böylece aldatmak taktikası, sistemin lâzım-ı gayr-ı mufârıkı (olmazsa olmazı, en lâzım vasfı) hâline getirilmişdir!

77.) Bu i’tibarla, İslâm mescid ve câmilerinin tamâmında (Ayasofya da dâhil), tam bir istibdâd hüküm sürdürdüler… Bugün Ayasofya’nın “statüsü” diye öne sürdükleri taktika da, 15 asırdır hiçbir câmiye revâ görülmemiş bir tahrîf ve tahrîb taşımaktadır… Bu hedefe varmak içün de, bütün dinî faaliyyet ve kânunların, “Lâiklik ilkesi doğrultusunda” bir mecbûriyetle kuşatılması ve jakobenizma ile ta’kîb edilerek, 1924’den beri politikanın emrine verilmiş olması temel alınmışdır. Bilindiği gibi T.C. devirimleri, Fransız inkilâbını örnek almışdır. Fransız ateistleri bu cereyânı, kurdukları Jakoben Demokratik Kulübünün fikirleri olarak bütün Dünyâ’ya ve bilhassa Lozan âfetiyle de Türkiya’ya, Hılâfeti ortadan kaldırmak üzere İngiliz fırıldaklarıyla ihrâc etmişlerdir…

 Bu i’tibarla Türkiya’daki ana dîn, adı İslâm olsa da, sistemin boyunduruğu altında nefes almak zorundadır. Yehûdiyyet ve Nasrâniyyet’e aslâ böyle bir hükümranlık tatbîk edilemezken, İslâmiyyet’in, sistemin demir yumruğu altında yaşatılması, bu memleketde “Din ve vicdân hürriyeti ile, hakk ve hukukun”  zerresinin bile bulunmadığının bir hüccetidir… (Bkz. Üç Din ve Üç Şeriat Karşısında Lâiklik, Ahmed SELÂMÎ, 1976, s.188)

78) Yukarıda zikri geçen Anayasa’daki  bu madde mu’cebince de, “Diyânet İşleri Riyâseti” adıyla kurulan dâire, İslâmiyyet’in dünyâ ve devlete taallûk eden bütün fıkıh (hukûk-şerîat) tarafını, (muâmelât, münâkehât, ukûbât, ahkâm-ı sultâniyye ve verâset gibi) amelî, dünyevî ve hükûmete âid bütün hükümlerinin kaldırışını, en berbat bir “İslâmsızlık” olarak görmemiş; tam tersine, bu İslâm BUDANIŞI ile İslâmiyyet’in YASAKLANIŞINI, 97 senedir meş’rû’ göstermenin taşeronluğunu yapmışdır… Anadolu ve İslâm bakıyesi “uluslara”, böyle İslâm dışı budanmış, tırpanlanmış, kuşa çevrilmiş bir “İslâm’ı”, “Allâh’ın Dîni” olarak yedirmeye hâlâ da devâm etmektedirler!  

İslâmiyyet’in, 14 asır bir kuyumcu hassâsiyeti ile işlenmiş muazzam ve mukaddes HUKÛKU yerine, Haçlı Batı’dan yalan-yanlış, alel’acele ve sümmettedârik tercemeler doldurularak, İslâmiyyet, 97 yıla yayılan bir “Revizyon, tahrîf ve tahrîb ile” ortadan kaldırılmışdır. Göstermelik bir dîn uydurarak, halkı, “İslâm Serbestmiş” çukuruna zorla düşürmüş ve uyutmuşlardır! Gûyâ ve sözde “İnanç, ibâdet ve ahlâk” mevzuularından ibâret bir dini (!) İslâmiyyet’in TAMÂMI imiş gibi göstererek, 15 asırlık dîni tanınmaz hâle getirmişlerdir! Çünki İslâm, bütün cihâna ma’lûmdur ki, en umûmî ve mutlak kânûn olarak “TECEZZÎ (BÖLÜNME) KABÛL ETMİYEN MUTLAK BİR NİZAM, ALLÂH AZZE VE CELLE’NİN BİRİCİK DÎNİDİR.” Onu tecezzîye mahkûm etmek, yok edib, kaldırmak ma’nâsına gelir. Bu dînin beğenilmiyen (hâşâ ve kellâ) yerlerinin, kısımlarının, kânûn ve düsturlarının, nas ve hükümlerinin delâleti, Allâh Azze ve Celle Hazretlerinin (Sübhânî=Noksan sıfatlardan münezzeh oluşunu) inkâra bâdî olub, küfre müeddî bir felâket ve helâketdir. Halbuki sünnetlerine riâyetle 5 vakit namazını kılan bir müsliman, her 24 saatde tam 540 def’a (Sübhân olan Allâh Azze ve Celle’yi) tenzîh ile anıb zikretmektedir. Artık böyle bir müslimanın “Dembokrasi, cumbokrasi ve lâyıklık” gibi beşeri dîn veya sistemlere (Tâğûtî rejimlere) zerre kadar meyletmesi düşünülemez, bu muhaldir…

79) Sarıklı Politikacılara “CÂMİ veya MESCİD” denildiği zaman bunun ne olduğunu öğretmek kabilinden olacaksa da, buna şiddetle ihtiyac bulunduğu bir zamanda olduğumuzdan, bu dersleri vermekde ihmâl göstermiyeceğiz!

 1924’den beri inşâ’ etdikleri ve “Anayasanın lâyıklık ilkesi doğrultusunda çalışmaya ANAYASA tarafından mecbûr tutulan bir Diyânet, ANAYASAL BİR KURUM” olarak, 97 yıllık beşerî bir din inşâını ortaya koymuşdur. Bunun isbâtını da, Erdoğan ta’yinli Para-fesör Ali Bardakoğlu, resmen ve alenen cihâna karşı yapmış ve bundan zerre kadar utanmamışdır…

“Oryantalist Haçlı W. Montgomery Watt’ın” gâvurluk yani (İslâm Düşmanlığı) tüten kitabını, sâbık sarıklı politikacı Para-fesör Bardakoğlu’nun başkanı olduğu enstitü tab’ etdirmişdir…

O Bardakoğlu ki, senelerce evvel:

“Atık dîni ve dindarlığı, geçmiş dönemlerde yazılmış KİTABLARIN (Bizden: Kur’an-ı Hakîm bile istisnâ edilmiyor)  satırları ve formatları içinde değil; dünyâya bakarak inşâ’ etmek ve ona göre çizmek istiyoruz!”

İbâre işte bu kadar açık ve hiçbir te’vîle müsâade etmiyecek kadar da ortada bulunuyor… Dünyâya bakarak inşâ’ edilib çizilecek bir DÎNE ve DİNDARLIĞA, hangi Müslüman çıkıb da: “EVET, BU, ALLÂH’IN İRÂDESİNE DAYANAN ALLÂH INDİNDE MU’TEBER OLAN İSLÂM’DIR” diyebilir??? Ve bu, kaç trilyarda bir değil, sonsuzda bir ihtimâl taşıyabilir mi??? İşte “Diyanet” denilen yerin 97 yıllık keyfiyeti budur…

Ayasofya gibi İslâm târihinde müstesnâ yeri olan bir “mescid’in” tepesine, “Vakfiye şartlarına meydan okurcasına” DİB’iş ve Turizm bakanlığı ile Vakıfların dikilmesi, SON DERECE hukuksuzluk ve adâletsizliğin bir “anıtı” olacaktır… DİB’iş Başının Ayasofya’da minberden ““Bizim inancımızda vakıf malı dokunulmazdır, dokunanı yakar. Vakfedenin şartını çiğneyen lanete uğrar” demesi ile bugünki statünün tatbîkâtı, tam bir tezât teşkîl etmektedir… Mekân ve zamana göre “rüşvet-i kelâm” eden sarıklı politikacılar bile, artık kat’iyyen i’timad edilemez olmuşlardır…

(Mâba’di var)

 

İlk İntişârı: 25.07.2020 / 22:56:07 (tt)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir