(2) “Kutlu Doğum Ve Paralel Din” Ve Mezhebsizlik Denen “Dinsizliğin Köprüsü!”
23 Nisan 2014
(4) “Kutlu Doğum Ve Paralel Din” Ve Mezhebsizlik Denen “Dinsizliğin Köprüsü!”
3 Mayıs 2014

Dilipak nâm adamın şu aşağıdaki satırları ile ne demek istediğine bir evvelki makâlemizde cevab vermişdik. Kıyâs-ı Fukaha, sonra icmâ’-ı ümmetin nasıl

“KUTLU DOĞUM VE PARALEL DİN” VE MEZHEBSİZLİK DENEN “DİNSİZLİĞİN KÖPRÜSÜ!”

(3)

Zıyâiyye BEKÇİSİ

 

 

Dilipak nâm adamın şu aşağıdaki satırları ile ne demek istediğine bir evvelki makâlemizde cevab vermişdik. Kıyâs-ı Fukaha, sonra icmâ’-ı ümmetin nasıl keenlemyekün sayıldığını ve bunlardan sonra da sıranın Sünnet ve Kitâb’a geleceğini; ve bunun, Merhûm Şeyhülislâm tarafından 86 yıl evvel haber verildiğini beyân etmişdik. Apaçık görüleceği gibi aşağıdaki ikinci paragrafda, “hadîsler ve fetvâlar diyerek” bu hususdaki “geleneksel anlayışların bir anda anlamını kaybedebileceğini” hiç îmân sıkıntısı çekmeden, bu makûle adamların yazabildiklerini de görmüşdük. Tekrar bunları hatırlayıb, bir alt cümleye geçelim:

“Bilgisayar üzerinden hadisler, fetvalar, zaman ve mekanla ilişkilendirilerek asimetrik sorgulamaya tabi tutulduğunda birçok geleneksel anlayışlar bir anda anlamını kaybedebiliyor..

Ne tek bir Sufilik var, ne tek bir Sünnilik. Tek bir Şîa da yok. Tek bir Selefilikte!” 

Allâh’ın Dîni o kadar oyuncak  ve kıymetsiz bir nesne olarak görülüyor ki, yukarıda uydurulan farazî ve muhayyel bir takım “anlam kaybetmeler”; “sûfîlik, Sünnîlik, Şia ve Selefîlik” gibi hakk ve gayr-i hakk mezheb ve mezheb bile olmıyan bazı yollar, biribirleri ile karıştırılarak hepsi bir cinsmiş gibi câhilce Akit cerîdesi okuyucularına servis ediliyor!. Ve asırlardır, ana akâid temel ve usûlleri arasında îcâbında nâmütenâhî fark ve ayrılıkları olan mezheb veya anlayışların kendi aralarında bile bölünmelere uğramaları, onlarla beraber zikredilen “sünnîlik”e de sıçratılıb bulaştırılarak, onun da ötekiler gibi aynı keyfiyetde ve sıradan bâtıl bir yol olduğu, Akit kâriîn-i kirâmı müslümancıklara hiç utanıb çekinmeden takdîm ü telkîn ediliyor… Böylece “sünnîliğin”, hakîkati i’tibâriyle küçük düşürülmiye çalışıldığını nefretle görüyoruz… Bütün bunlar, tam bir saptırma ve hakkı bâtıllarla telbis felâketidir… Sünnîlik, hiçbir zaman bölünmemiş, akâid, fıkıh ve ahlâk mezheb ve tarikleri ile müctehîd ve pîrânına bağlılığı son derece sahih, sâlim ve sâbit olarak yaşatılmışdır. Sünnîlik disiplin, temel ve usûllerinden ayrılarak sapıtan, ana çizgiden i’tizâl eden, Hasan-ı Basri Hazretlerini terk ederek ondan kopduğu hâlde  kendisini “sünnî” diye gösteren grup veya klik ne varsa, bunlar, aklı başında bir müslüman tarafından “sünnî” mezheb, tarik ve yollar olarak aslâ kabûl edilemezler… Bunları “sünnî” bölünmeler olarak göstermek istiyenler, sünnîliğe içden içe buğz ve adâveti olub onu küçük düşürmiye çalışan, mezhebsiz, edille-i erbaa tanımıyan, Teymiye-Luter çizgisinin yoldan çıkardığı zihin ve akıl tutulmasındaki heriflerdir…

Yukarıda, 15 asırlık mezheb disiplin ve usûlleri üzerinden İslâmiyyet’i idrâk etmenin gûyâ bugün işe yaramadığı yalan ve bühtânı dile getirilirken, adı geçen mezheblerin de kendi içlerinde bölündükleri dile getiriliyor. Ancak dediğimiz gibi hinliğe bakınız ki, bölündükleri ve parçalandıkları şübhe götürmez mezhebler arasına, “Sünnîlik” diyerek, Ehl-i Sünnet Ve’l-Cemaat da sokuluyor!. Sünnîlik de, onlar arasında zikredilerek, onun da ötekilerin aynısı imiş gibi gösterilmesiyle, bölünenlerden biri olduğu, son derece utanmazca zihinlere bulaştırılmak isteniyor.

Bir kere “sûfîlik”, sünnîlik gibi hakk ve şia gibi bâtıl bir mezheb değildir. Sufizm de, her memleketde ayrı telâkkîlere sâhib, her zamana, her kafaya ve  her felsefeye göre çok çeşitli tarif ve ma’nâları olan, hatta bazı yerde “tasavvuf”, bazı yerde “mistisizm” ma’nâsı yüklenerek bile kullanılan lâstikli bir ta’birdir… Bunun mezhebler arasına sokularak bir mezheb cinsi imiş gibi zikredilmesi, tam bir cehâlet değilse, tam bir fitne hedeflemesidir!

Aynı şekilde “selefîlik” denilen cereyan da, muayyen bir müessis veya müctehidi olan ve mezhebler târihinde diğer mezhebler gibi yer alan, tedvîn edilmiş husûsî bir mezheb kat’iyyen değildir… Ma’lum ta’biriyle elmalarla armutları hatta “ahlatın iyilerini” aynı cinsmiş gibi toplamak kabilinden bu kasıtlı ve çarpık beyanlar, hangi fâsid niyetlerle hareket edildiğini apaçık göstermektedir. Rasûl-i Rusül Aleyhisselâm Efendimiz Hazretlerinin ehâdîs-i şerîfeleri ile kat’iyyen sâbitdir ki, ilk üç asır, Kıyâmet’e kadar gelecek müslümanların örnek alacağı bir nevî kıyâsî vâhiddir. Bu üç asrın ashâbı, ulemâ, sulehâ, evliyâ ve asfiyası, (ashâb-tâbiîn-tebe-i tâbiîn ve müctehidîn) isimleriyle de bilindiği hâlde, İslâmiyyet’in altın devirleridir ki, bunlar, SELEF-İ SÂLİHÎN veya SELEF ulemâsı olarak bir hakîkata sâhibdirler. Bu tabirler bir mezheb ismi değil, görüldüğü gibi belli bir zamandaki bütün ehl-i sünnet ulemâsına verilen ve onların tamâmını da ihâta eden umumî ta’birlerdir…Kendilerini bu (selef) kelimesine nisbet ile “selefî” olarak takdîm eden ve yollarına da “selefîlik” diyenler, “selef-i sâlihîn efendilerimize” nisbet gibi bir gözboyama içinde olub; o ilk üç asrın dokunulmazlık zırhını da gasbederek, kendilerine beleş rütbeler ve üstünlükler uydurmaktadırlar!.. Kendilerini “selefîliğe” nisbet etme hinliği, mirasyediliği ve uyanıklığı ile, “selefîyiz” diyerek en doğru, en güzel ve en iyi çizgide veya mezhebde olduklarını üfüren ve höykürenler, mezhebsiz ve takıyyeci ve ehl-i sünnet muârızı nevzuhurlardan başka bir şey kabul edilemezler… Daha evvel de beyân etdiğimiz gibi, ehl-i sünnet’in i’tikâdî 2, amelî 4 şûbesinin bulunduğu izâhdan vârestedir…

Adı geçen Akit âilesinin entel (!) kalemi, buraya kadar iktibâs etdiğimiz son derece tehlikeli satır ve hükümleri ile, korkunç bir yıkıcılık ve bölücülüğe cür’et etmektedir. Ancak bir sonraki paragrafa bağlanmak içün şu satırların tekrârına lüzum görüyoruz:

“Bilgisayar üzerinden hadisler, fetvalar, zaman ve mekanla ilişkilendirilerek asimetrik sorgulamaya tabi tutulduğunda birçok geleneksel anlayışlar bir anda anlamını kaybedebiliyor..

Ne tek bir Sufilik var, ne tek bir Sünnilik. Tek bir Şîa da yok. Tek bir Selefilikte!” 

Şimdi bu (akla ve imana zarar) satırlardan sonra, bakınız çâre ve halledicilik nereden ve nasıl gelmeli imiş, gene (akla ve îmâna) zarar olarak buyrun:

“Bu konuda ilahiyatların, iletişim fakülteleri, siyaset, sosyoloji ve psikoloji fakülteleri ile ortak çalışmalar yapması gerek.. Bu konuda bir devlet politikası gerekli.. “

Bu işleri düzeltmek içün de, “Ben laik dembokratik cumhuriyetim, Avrupa hukuk normlarına inanmışım, sosyalliğimin temeli de haçlı dünyadır, seküler dünyanın bir parçası olarak vücud hikmetine sahibim” diyen bir devletin, ALLÂH AZZE’NİN DÎNİ ÜZERİNDE POLİTİKASI GEREKLİ…

Kitab, Sünnet, İcmâ’ ve Kıyâs-ı Müctehidîn, böyle bir devlet politikası elinde işlerlik ve muteberlik ve “anlam” kazanacak!!!

Koyunların başına kurt çoban yapılarak!

İşte, Teymiye- Lüter usûl çizgisinde mezhebsizlik tüttüren (aydın kellelerin) çâresi!

 Bayar’ın diliyle, “biz Lozan’da Batılılara SÖZ verdik, belli bir zaman içinde Anadolu’dan İslâmiyyet’i tamâmen kaldıracağız. Ben, bunun baş takibçisi olacağım. Benden sonra benim yerime gelenler de bunun takibçisi olacaklardır” diyen BİR ZİHNİYETİN POLİTİKASI GEREKLİ!

Oha!

Teymiye-Luter kelle koalisyonunun “tek bir sufilik, tek bir sünnilik, tek bir selefilik ve tek bir şiilik” icâd etmek içün bulduğu, hârika, süper, muhteşem, muazzam, mükemmel ve fevkal’âdenin de fevkinde dembokratik ÇÂRE işte bu!

Laik, seküler, dembokrat, sosyal ve Lozan maddeleriyle kıskıvrak bağlı ve dünyâ görüşü pozitivist ve materialist bir DEVLETİN, İslâmiyyet’in (elifi) ile alâkası olmıyan hatta tam tersden olan, “iletişim, psikoloji, siyâset ve sosyoloji fakülteleri, ilahyapyatlarının imdâdına “ortak çalışma” adına koşacak”; ve böyle bir DEVLETİN BÖYLE BİR POLİTİKASIYLA O BÖLÜK BÖRÇÜK MEZHEB VE MESLEKLER DERHAL HİZÂYA GİREREK YERLİ YERİNE OTURACAK, BİRLİK DER’AKAB TE’MÎN EDİLECEK VE REZÂLET SONA ERECEK!!!

 Parlamento Reisi Cemil Efendi “temsîli demokrasi iflâs etmişdir!” derken, bunca “dembokratik, laik, mezhebsiz, Teymiye-Lüter mürîdi, selefî-vehhabî” akıl ve îmânlarının da bir anda iflas edeceğini mi demek istemişdi acebâ???

Dilipak, ilahiyatların yardımına “iletişim, sosyoloji, siyaset ve psikoloji fakültelerinin” koşmasını, acabâ neden lüzumlu ve kâfi görmüş olabilir?. 14 asırdır “takrib-i mezâhib” şeytanlığı içün uğraşan zibidiler buna muvaffak olamıyorken, bu üç fakültenin (felsefeci), laik ve seküler kafaları, bu birleştirme işine derakab nasıl çâre bulabileceklerdir?.

Dindışılıkdan DÎNE, en güzel ve samîmî çâreler!.

 Dilipak denen adama âid akıl, fikir ve mantık estetiği…

Öyle mükemmel ve dört başı ma’mûr,  İznik Konsülü misillü bir KONSÜL meydana getirilmeden, bu işin halledilmesi mümkin midir?

Abant’da veya Suud’un çok “görkemli” bir saray hareminde öyle bir muazzam KONSÜL toplanmalı ve “ilahiyatçılara yardımcı olmalıdır” ki, bu konsülde hukuk, iktisad, güzel sanatlar, bale, tiyatro, şan, spor, sosyoloji destekli sexsoloji, sismoloji, üroloji, tipoloji ve oseonografi bilim ve ilim ve dilim ana dalı ve budaklarının ateist ve düalist tedris âzâları da “ortak çalışmaya” da’vet edilmelidir!.

 Bunlar da yetmez, “papalık misyonu içün Locafendisiyle Vatikan’a” giden ve “Papa cenablarının” elini öpüp sonra alnına yapıştıran (Alat. Kay.) gibi katalizatörler de, bu “ortak çalışmaya” dâhil olmalıdır!.

 Bu da yetmez, onların, o insanüstü Locafendisi demek olan emekli ve uzun adam müzmahili ve münhezimi emekdâr vâizleri, sonra fâiz-vâiz lobisi büyükleri, Kâinâtın İmamı gibiler, öteki küçük imamlar, Yaşar, Kaşar, 4 beyazın en siyahları, Haşimîler, Pensiyvanya’ya inzivâ ve “keşf ü kerâmet îmâlâtı” içün gidenler, tezgâh ve karargâh peşine düşenler, parallel ciamaatlar, DİBçi ve dipçikçi sarıklı politikacılar, Başsavcı emeklisi Mural Mavaş, Mami Kelçuk, Mecdet Sezar, Kılçıkoğlu, Vahçeli de “ortak çalışma” mütehassısı olmalıdırlar!. Hatta ölenler de, Locafendinin himmet ve gayretiyle referandum içün mezarlarından fırlayıb nasıl oy vermişlerse, bu “ortak çalışma” projesine de bütün “mülâhaza ve muhâfaza silâhlarını kuşanarak”  müzâhir olur gibi müdâhil olmalılardır… Meselâ Dilipak’ın kadim dostu müteveffâ (B.klamış Mateş), dostlarının dostu gene müteveffâ-yı (cehennem mekân) Pürkan Maylan,  henüz yaşayan kamalist Haltettin Karaca, Zibidi müctehid Haltettin Karakan, Salamon Mateş, bilcümle vatan kurtaran ve kurtlayan paşşa ve maşşalar, bilcümle müflis dembokratlar, müstakbel BAŞKANLAR, icazetini yahudiden dilenenler, himmet hırsızları, finans fâhişeleri…

Kendilerini, Manukyanik  BÜYÜK PATRONLARINA “vergilendirilmiş kutsal sermâyeler” olarak armağan ve vakfeden bilcümle  dişi rejim kurbanları…

Bu “ortak çalışma konsülüne” Eygi’nin “beytülmal” dediği böyle laik bir bütçeden aldığı maaşlarla mukaddes vazifelerini yürüten bilcümle cumhuriyet ve dembokrasi imam, püftü, fâiz-vâiz zümresi, şeyh, şıh, mıh, v.s.ler de dâhil olmalıdır!…

Bu kadar kuvvetli bir kadro işe el atmazsa, Dilipak’ın ütopisindeki tropikal meyvaların toplanmasına ve GDO’suz üretim rekoltelerinin en güzel noktalarda tahakkukuna imkân var mıdır, ins ü cin söylesin ve şâhid olsun!?

İlâhiyatlarla sâdece “iletişim, siyaset, sosyoloji ve psikoloji gibi 4 fakültenin ortak çalışması” bu işin altından kalkmıya asla kâfi gelemez!..

(İntişârı: 02.05.2014)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir