Biz bu yazımıza da, Müfessir Merhûm Muhammed Hamdi Elmalılı Hazretlerinin hendesî kânun bedâhatinde ortada olan satırları ile başlar; ve buna tatbikle de ne diyeceksek deriz. Dünyadaki her kellenin, sabah akşam bir kere okuması hâlinde, onun, “insan olmasına” bile yetecek; ve ona, “lâ ilâhe” demenin, “illâllâh” demenin, “Mu…..rasûlullâh” demenin ve böylece, kendisi gibi mücerred iki hücreden neş’et eden bir kula TAPMADAN, şerefiyle yaşamasının biricik çâresi… Bunu, en müessir ilaç olarak sunarak o sonsuz seâdeti müjdeliyen, komprime hâlindeki, işte o muhteşem 2 cümle:
“…herhangi birini RABB ittihaz etmek içün ona behemahal “RABB” nâmını vermiş olmak şart değildir. Allah’ın emrine muvâfık veya muhâlif olduğunu hiç hesâba almıyarak, onun emrine itaat etmek ve alelhusus, ahkâma müteallık olan husûsatda onu vâzı’-ı ahkâm ve hukuk gibi tanıyıb da, o ne söyler, ve ne emrederse HAKK oluverir gibi farzetmek, ona itaatle Allâh’ın emr ü hükmüne muhâlefet eylemek, ONU ALLÂH’DAN BAŞKA RABB İTTİHAZ EYLEMEK ONA TAPMAK DEMEKDİR.” (Elmalılı Tefsîri, c.4, s.2512, 1. Tab’ı)
Terör denen belâda bugün, bu noktaya ne ile, kiminle gelindi?. Bu çukurun dibine, “dembokrasinin vazgeçilmezleri diye yırtındıkları haklar ve özgürlükler” narkozunu ağızlarından düşürmedikleri ve bu usûl ve üslûb içinde herkesin azmasına ve kudurmasına kapı açıldığı içün düşüldü!. Bunu hangi fikir nâmûsu taşıyan bir mahlûk inkâr edebilir?. Hâl böyle iken ve bütün suç, bu gâvur kafasının ifrâzâtı ve iç kanser âmili dembokrasi iken, sen tut, hâlâ zehirden meded umarcasına veya cellâdına aşık olarak her şeyi bitmiş ve iflâs etmiş mahkûm gibi, her püsküllü belânın menşei Dembokrasiye îlân-ı aşk eyle, “ya dembokrasi, ya terör!” de…
Yahu benim akıl küpü evlâdım, dağdaki kâtil sürülerinin sivil (!) uzantılarını “parti” adı altında T.C.’nin her vilâyet ve köşesinde kanser yumağı gibi kozası içinde teşkilâtlandıran, senin bu “dembokrasi” diye cis-trans hâlinde ilân etdiğin religionun değil mi?. Dembokrasi iktizâsı “parti kapatılamaz” şizofrenisine nass gibi yamanırsan; ve böylece de, “belâyı yaşatmalıyım” netîcesine dalarsan, neyi kime şikâyet etmiş olursun? Sen icrâ içün mü oralarda tepelerde zirvelerdesin, yoksa yağmur gibi yağan belâları kocakarı gibi şikâyet periyoduna girerek vırvır dert yanınca geçiririm hülyâlarına içün mü mührü elinde tutuyorsun?
İcrâ yerine (şikâyet), seni düşmanına çok daha zaif ve yatalak gösterir; ve onu daha da azdırırsın!
Belâlara kendi rızâsıyla atlıyanlara, merhamet edilemiyeceği kâidesini de mi hiç duymadın?
Putlara tapmalar, hem de “müslümanız nâraları atarak” ve cihânın gözleri önünde irtikâb edilebiliyorsa, orada şirkin hayâsızlığı evc-i bâlâsına çıkmış göbek atıyor demekdir!
“Recepsiyonlarda Kur’an tilâveti”, camide orkestra öttürmek derekesine müsâvî bir raydan çıkma sergileyerek, artık oy getirecek bir ticâret olarak da görülmiye başlamışsa, “bu siyâsetin de cılkı çıkmış, dingili kırılmış” denilmiyecek midir? Şaşkın ördek misâli başdan değil de öteki tarafdan dalmıya başlıyanlar, menhiyât meclislerinde Kur’an, medhiyât meclislerinde ise orkestra gümbürdetme kabilinden işlere bulaşınca, bunları kim nasıl temizliyecekdir?!
Mukaddes ve Muazzez Allâh Dîni İslâmiyyet’in bütün kıymet hükümleri, son 10 sene içinde hızla tepetaklak edilmiş; ve DÎN tanınamaz olmuşdur!. Bu da, “adam putlaştırma ve tanrılaştırma” adına yapılmakda; ve İslâm tarihinde görülmiyen bir (tâğût) peydahlama sapıklığıyla yürütüyorlar…
Cumhûriyet Ceridesinin bânîsi Yunus Nadi’nin oğlu Nadir Nadi, 1974’lü senelerde “Kahraman putlaştırıldığı zaman yıkılır!” serlevhalı yazısıyla, Kamal Paşanın “Putlaştırıldığını ve yıkılmaya yüz tuttuğunu” dile getirmişdi. El Hakk doğrudur, mumaileyhi Behçet Çağlar gibi nice yalaka (dalkavuk), resmen ve alenen “tanrı” diyerek göklere çıkarmış, hatt-ı üstüvâdaki donsuz pigmeleri bile güldürmüşdü!..
İmralı’daki vampirbaşı PKK bânisi de, kendisini “yarı tanrı” ilan eden satırlarla zapta geçmedi mi?
Arkasından, nice şefler, parti liderleri, başbuğlar, bilmem neler ya “tanrı” veya “yarı tanrı” hâline getirildiler…
Müteveffâ Erbakan içün bile “Dünya Lideri” gibi tabirlerle “tanrılık” yolunda epey yol alanlar oldu!
Nihayet Pensilvanyalı HOCİA da, bu işte en ön saflarda “tanrı” değilse bile, “tanrılarının” imtiyazlı bir ortağı hâline getirilerek “Kainatın İmamı, Tanrı ile konuşan, Kainat onun içün yaratılmasa bile Onun adına devam eden bir varlık” hâline getirildi; ve Kardinâle Katolisizmasının “oğul tanrı” inancına muvazî bir sapıklıkla, kendisi, tanrılarına en yakın ortaklardan biri yapılarak, şirkin en pis noktalarına bulaşıldı…
Hocalık perdesi altındaki iğrençlik o kadar çukurun çukuru noktalara taşındı ki, Altaylı nam ma’lûmun:
“–Size mason diyebilir miyiz?”
Suâline, A Haber TV’nin (31.1.2014 tarihli) programıyla, bütün Kainâta duyurulan itirafın, şakirdan kelleleri üzerinde mahmuzlu çizme topukları ve onların darbeleri ile şakırdaması icabeden keyfiyeti:
“Masonluk kötü bir şey değil tabii. DİYEBİLİRSİNİZ!”
Global şeytanların, işte dünyamızı bu kadar iblisliğe boğduğu; vitrinlere, nice çakma tanrılar çakdığı bir zaman diliminde yaşıyoruz!. Allâh derken bile Allâh’a değil, tanrılara bağlıyan “din tâcirlerinin”, zerre kadar hayâ ve utanma taşımadan, agorada göbek atdıkları bu haliyle de Kahhâr’ın kahrını hakeden misli görülmemiş Allâh Azze’ye karşı misli görülmemiş bir azgınlık (tuğyân) devri… Ve karşılarında, zerre kadar direniş kuvve ve azmi kalmamış, sürüngenler seviyesinde, ödleklik içinde ve dininden utanarak “müslümanım” demekden başka da zerre kadar keyfiyeti kalmamış, biribirini yemeyi cihad sayacak kadar da sapıklaşmış, bir bitmişler ve gebermişler sürüsü…
Bir sürü partici ve muvâzenesi bozuk gürûh-ı lâ yüflihûn da, bazı parti liderleri içün paçaları sıvamış, çıldırmak derecelerinde hezeyanlar ortaya atarak, bazı eşhâsa yine “tanrılık—yarı tanrılık” izâfe edecek kadar İslâm akâidinden fırlamışdır. Bütün bunların, “ĞADAB-I İLÂHİYİ” celbederek nice büyük belâlara müntehî olacağını da aslâ hesab edemez hâldedirler.
Bir millet ve memleket içün, Mutlak Hakîkat olan ve Allah Azze’nin mücerred “Allâh ındinde DÎN, ancak İslâm’dır” buyurduğu o DOSDOĞRU ve biricik YOLU TERKETMESİNDEN daha püsküllü bir BELÂ mutasavver değildir. Bu din, Âdem Aleyhisselâm’dan beri yüzbinleri bulan Peygamberleri ile en esas ve temel kânun olarak “Kullara âid bütün irâde ve hâkimiyyetin” kat’iyyen nefyini; ve yerine, “Allâh Azze’nin irâde ve hâkimiyyetinin” mutlak ma’nâda isbat ve ikâmesini; ve en son peygambere de “KAYITSIZ VE ŞARTSIZ TESLİMİYYET VE TÂBİIYYETİ” âmir bir DÎN olarak gönderilmişdir…
(İntişârı: 16.09.2015)