.
HUMEYNÎ’YE GÖRE “İRAN ORDUSU PEYGAMBER ORDUSUNDAN ÜSTÜNMÜŞ!”
Çakma Üstad Dilipak, Şii Prof. Hüseyin Hatemî’nin Türkçe’mize terceme edib Fettoş muhibbânından Ali Bulaç’ın da basıb neşretdiği Humeyni’nin “İslâm Fıkhında Devlet” nâm kitabından, bazı İslâm dışı ve fakat “Şia Dîni içi” satırları gördükden sonra, Şia Âyetullasının arabî kitablarına geçelim. Bu kitablarında, (En son Kaşıkçı cinâyetini de helâl gören ve Peygamber Aleyhisselâm’a ve ashâbına düşmanlıkda sâbıkalı vehhâbî ve selefî dalâletlerini aratmıyan) İslâmdışı acem palavra ve iftirâlarını görelim!. Âyetle dahî sâbit ve emredilen salât ü selâm getirmeyi bile (şirk) sayacak kadar zıvanadan çıkan, Ashâb-ı Güzîn kabirlerini de tahrîb ederek dümdüz eden deve çobanları da, bir başka felâket olarak âlem-i İslâm’ı (tehdîd) âfetidir…
“İslâm coğrafyasını şiilik ve sünnîlik tehdîd ediyor” diyen Ankara layık ve sekülerleri de, hem, kılavuzlarının kurbânı olarak İslâm akâidini Efgânî familyaları gibi yanlış bilenler; ve hem de, hasîs, şeytânî ve beşerî politikaların, yokluğa mahkûm serâbını hakîkât zanneden aldatılmışlardır…
Acem Şîası’na dönersek:
1) Humeyni kendi zamanındaki Şii İran ordusunun Rasûl-i Ekrem Aleyhisselam Efendimiz Hazretlerinin başında bulunduğu Ashâb-ı Kirâm Rıdvânullâhi Teâlâ Aleyhim Ecmaîn’den müteşekkil “ALLÂH ORDUSUNDAN bile ÜSTÜN” olduğunu, bazı Ashâbın Efendimize itaat etmeyib harbe (cihada) gitmek istemediklerini; Allâh Celle’nin de onlar hakkında azab âyetleri indirdiğini; Kûfelilerin Hazret-i Hüseyine yapdıklarını, ashâbının da (Hâşâ) Rasûl-i Rusül Aleyhisselam’a yapmış gibi göstererek, Allâh Rasûlünün ashâb-ı güzînini birçok cihetden “İtaatsiz, bahâneler ilere sürürek cihaddan kaçan, Allâh’ın azâbını hakeden, hâşâ işe yaramaz” bir kalabalık gibi göstermek çirkinliği ve dalâletini irtikâb etmektedir. Her fırsatda Ashâb-ı Güzîn Hazerâtına hakâret etmek şîanın en baş prensibi olmuşdur ki, Rasûl-i Kibriyâ Aleyhi Ekmeli’t-tehâyâ Sallallâhu Aleyhi Ve Sellem Efendimiz Hazretleri’nin “Ashâbımı seven beni sevdiği içün sever, sevmiyen de beni sevmediği içün sevmez” meâlindeki buyruğu (Hadîs-i Şerîfleri), her müslümanın bildiği veya bilmesi gereken pek mukaddes bir hakk ve hakîkatdır. Allâh’ın Habîbi Aleyhisselâm Hazretlerini sevmiyen (O’na emredildiği gibi İTTİBÂ’ etmiyen) bir nasibsiz de, kim olursa olsun, “Allâh Celle ve ‘Alâ Hazretlerini sevmekden ve O’na îmândan” aslâ bahsedemez…
İşte, aşağıda, ashâbı ile Rasûlullâh Aleyhisselâm’ı dolayısıyla Cenâb-ı Hakk’ı tahtıe eden, küçümseyen, hafife alan ve hakârete varan kabih cümleler; ve kendi ordusunun kelle sayısını “milyonlar” diyerek öne çıkaran; ve (Rasûllulâh Aleyhisselâm Efendimizin Allâh Ordusundan, Acem ordusunu Üstün gören); akla ve îmâna zarar, şişirme, dalâlet bulamacı satırlar:
“Asrımızda milyonlarca nüfusu olan İran ordusunun, Resûlullâh’ın asrındaki Hicaz ehlinden ve Emiru’l-Müminîn Ali ile Oğlu Hüseyin zamanındaki Irak’ta bulunan Kufe ehli ordusundan daha üstün olduğunu düşünüyorum. Çünkü Resûlullâh’ın dönemindeki Hicaz’da bulunan Müslümanlardan bazıları Hazret-i Peygamber’e itaat etmemişler, farklı sebebler ileri sürerek muhtelif yerlere harbe gitmekten geri durmuşlardır. Bunun üzerine Allâh onlara azap va’deden ve onları azarlayan Tevbe süresinin bir kısım âyetlerini indirmiştir. Irak ehli de, Şehitlerin Efendisi Hazret-i Ali’nin oğlu Hazret-i Hüseyin’e yaptıklarını yapmışlardır. Onu öldürme günâhını bizzat onlar işlemediler ancak savaştan kaçtılar; ve târihteki bu ağır suç işleninceye kadar oturdular.” (Humeynî, “El Vasiyyetu’s-Siyasiyyetu’l-İlâhiyye”, sahîfe. 27) (5)
Biz Müslümanlar ise Şia dîninin aksine, Ashâbın hiçbirini dışlamadan, Allâh ve Rasûlü’nün emretdiği gibi tamâmını da sever ve sayarız ki, bu, yüzlerce sahih hadîs-i şerîf ile kat’iyyen sâbit olduğu gibi; Kelâm-ı Kadîm’in birçok âyet-i celîlesi ile ve Fetih Sûre-i Celîlesinin son âyet-i kerîmesinin de bir emridir. Büyük Müfessir Merhûm Muhammed Hamdi Efendi Hazretlerinin satırlarıyla mevzûa girelim:
“HAKK, esmâ-i Hüsnâdan, DÎNİ’L-HAKK, Hakkın Dîni, BÜTÜN İNSANLIĞIN HUKÛKUNU TEKEFFÜL EDEN HAKK TEÂLÂ’DAN BAŞKASINA İBÂDETİ KABÛL ETMİYEN DÎN-İ İSLÂM (….) ki, onu dînin hepsinin üzerine kâhir ve gâlib kılmak içün—dîn cinsinin hepsinin üzerine çıkarmak, hepsine gâlib ve üstün etmek içün….. İslâm ile ÇARPIŞMAK İSTİYEN DİNLERİN HEPSİ MUHAKKAK MAĞLUB OLACAKDIR.” (C. 6, S.4439)
HUMEYNÎ’Yİ KELÂM-I KADİM ŞİDDETLE TEKZÎB EDİYOR!
Bu satırlarla İslâmiyyet’in Şia’ya da kâhir ve gâlib olduğu ve Kıyâmet’e kadar da böyle olacağını beyandan sonra, asıl (Ashâb Mevzuuna) geçelim; ve Humeynî’nin, kelimesine kadar nasıl TEKZÎB edildiğini görelim. Allâh Celle ve Alâ Hazretleri’nin âyeti ve tefsîri şöyle:
“….(Vellezîne meahû) ONUNLA (Peygamber Aleyhisselâm ile) BERÂBER OLANLAR (yani ashâbın tamâmı) (Eşiddâu ale’l-küffâr) KÂFİRLERE KARŞI ÇOK ÇETİN—ÇOK ŞİDDETLİDİRLER, ONLARIN KÜFÜRLERİNE KARŞI, ZA’F, YILGINLIK GÖSTERMEZ, SERT VE KUVVETLİ DAVRANIRLAR. Onun içün sulh müzâkeresi esnâsında kâfirlerin sözlerine karşı galeyâna gelmişlerdi. Fakat (Ruhamâu Beynehum) kendi aralarında çok rahimdirler—biribirlerine çok yumuşak, çok nâzik, merhametli hareket ederler. Onun içün aralarında kelime-i Hakk üzerinde toplanmaları da kolay olur….. Allâh içün hâlisâne secde edib durdukları yüzlerinin salâh ve parlıyan nûrânîliğinden bellidir.” (s.4440-41)
“İşte Rasûlullâh ve ashâbı böyle hoş, mükemmel, muntazam, güzel bir ekin gibi yetiştirilmiş BİR O R D U D U R. Burada Rasûlullâh’ın feyz-i ahlâkı ve ta’lîm ü terbiyesi ile ümmetine rûhan ve cismen verilen hayâtî nizam ve neş’enin bir ifâdesi ve MEKKE FÂTİHLERİNİN BİR GEÇİT RESMİ VARDIR.” (s. 4442)
Cenâb-ı Hakk, Rasululâh ve ALLÂH ORDUSU yani sahâbîler içün böyle buyururken, müteveffâ Şia Ayetullası Humeynî merkûm ise (Hâşâ ve kellâ):
“Hazret-i Peygamber’e itaat etmemişler, farklı sebebler ileri sürerek muhtelif yerlere harbe gitmekten geri durmuşlardır. Bunun üzerine Allâh onlara azap vadeden ve onları azarlayan Tevbe süresinin bir kısım âyetlerini indirmiştir.”
Gibi yâveler sıralamaktadır!.
Humeynî, hiçbir İslâm muârızının bile ağzına almaya hayâ etdiği fâhiş ve son derece (sahâbî buğz ve adâveti) püsküren elfâz-ı kabiha ve şenîa irtikâbından aslâ ictinâb etmiyor…
Merkûm, “Bugünki İran Ordusunun Rasul-i Rusül Aleyhisselâm’ın ordusundan DAHA ÜSTÜN olduğunu düşünüyormuş!.”
Böyle yüzdeyüz (rahmânî olmıyan) bir düşünceye rûh ve zihninde yer veren adam veya madama ne kadar müslüman gözüyle bakılabilir, son derece ciddî bir mes’ele!?.
YUKARIDA GÖRÜLDÜĞÜ GİBİ RASÛL-İ KİBRİYÂ ALEYHİSSELÂM’IN ALLÂH ORDUSUNU ALLÂH AZZE VE CELLE MEDH Ü SENÂ EDER VE NİCE ÂYETLERLE BU ORTAYA KONULUR; VE BU ORDUNUN, MELEKLER VE MU’CİZELERLE DAHÎ TAKVİYE, TE’YÎD VE TE’KÎD BUYURULDUĞUNU BİZZAT GENE ÂYET-İ KERÎLELERİYLE ALLÂH AZZE BEYÂN EDER; VE PEYGAMBERLER PEYGAMBERİ GİBİ HÂLIK TEÂLÂ’NIN HALKETDİĞİ EN RAÛF, RAHÎM VE EKMEL HABÎBİ İÇÜN CENÂB-I HAKK BU KADAR ULVİYYET VE KUDSİYYET VAZ’EDERKEN; BUNLARLA TAM TEÂRÜZ EDEN VE İSLÂM ÎMÂN ESASLARI İLE ASLÂ KÂBİL-İ TE’LÎF EDİLEMİYECEK ŞU Humeynî’nin, yukarıya aldığımız satırlarındaki aşağılamalara bir bakınız!..,
Hâlâ üç paralık beşerî ve modern silâhlara kafayı takan ve onları gözünde dehhâmeleştiren; böylece kendisini, (pozitivist) bir çukurdan mukâyese ve hâdiseye bakan adam ve madam basitliğine mahkûm edenlerin nazarı, acebâ zerre kadar islâmî olabilir mi?..
KAHHÂR BUYURUR: “ GÖKLERİN VE YERİN BÜTÜN ORDULARI ALLÂH’INDIR!”
Değil Şii İran ordusu, ins ü cinnin geçmiş ve gelecek bütün orduları bir araya gelse, bunların topu da, Hakk Sübhânehû ve Teâlâ Hazretlerinin, Habibi Aleyhisselâm ve ashâbı üzerinde tecellî eden ORDUSUNDAKİ KUVVVET VE KUDRETİN, FÂİKİYYET VE FÂTİHİYYETİN, ŞECAAT VE HAKÎKATİN SONSUZDA BİRİ OLABİLİR Mİ?.. RASÛLULLÂH’IN ORDUSU, BİZZAT ALLÂH AZZE’NİN ORDUSU DEMEK DEĞİL MİDİR?.
Fetih Suresi 5 ve 8. Âyetler “GÖKLERİN VE YERİN ORDULARI HEP ALLÂH’INDIR” buyurur… Humeynî ise “Şii İran Ordusunu” Rasûlullâh Aleyhisselâm etrâfındaki “Allâh Ordusundan Üstün görüyor!”
Halbuki İslâm Dîninde Allâh Celle’nin ordularından herhangi birisini bile, beşerî (!) bir ordu ile mukâyese ve muvâzene etmek muhaldir!.
Elmalılı Merhûm “Gökleri ve yeri tutan yukarıda ve aşağıda mevcûd olan bütün kuvvetler ONUNDUR.” buyurur. (c.6,s.4411) Merhûm, bu âyetin iki def’a zikri içün de şöyle yazar:
“Bunu iki def’a ihtârın hikmeti hakkında demişlerdir ki, Allâh Teâlâ’nın hem RAHMET ORDULARI, hem de AZÂB ORDULARI bulunduğuna tenbihdir…” (s.4412)
Müteveffâ Humeynî’nin orduları, acebâ bu ikisinden de biri olamıyacağına göre, “Şîa, takiyye ve mut’a, v.s.” orduları sayılamaz mı?.
Görüldüğü gibi “ordu” telâkkîsi İslâmiyyet’de iyi bilinmezse, 15 asır sonra şunun bunun Haçlı Batı pozitivizması ve mu’tezile içi ve üzerinde peydahlanan Şia dîninin “ordu” telâkkîleri, vahyin dilini anlamakda son derece saptırıcı olacakdır…
Ayrıca bu, hangi (Religionun) İlâh, Rasûl ve Hakk anlayışıdır ki, islâmî îmân ve telâkkîleri çatır çatır kırıb geçirsin?!.
Böylece, bundan, Şia’nın başlı başına müstakil, apayrı ve İslâm ile müteârız bir religion olduğu netîcesi ortaya çıkmıyacak mıdır?.
Üstelik âyet-i celîlelerin sübûtu ve kat’î delâletleri “Fetih ile Mübeşşer” bir Peygamber ordusunu, NİCE ÂYETLERLE ortaya koyar; ve “İran ordusu” denilenin, bundan zerre kadar nasîbi olmadığı da bedâhaten ortada iken…
Zehi gaflet ve dalâlet!!!
(Mâba’di var)
İntişârı: 22.02.2019 18:44:58