DEMBOKRASİ SANDIĞINDAN, GERZEKLERİN “DARBE” DEDİĞİ HAÇLI SEFERİ ÇIKDI!
.Mahallî intihâb (seçim) dedikleri tefrika, bir senedir “ulusu” gerdi de gerdi ve nihayet bugüne geldi ve bitdi!?
Acebâ?
Hayır bitmedi!
Atbaşı giden yerlerdeki müşâteme ve münâkaşa, münâkaza (biribirine zıd sözler), münâkere (kavga ve nizâ’), münâfere (nefret, hased, adâvet), münâzaa, hulâsa çekişme, boğuşma, fitne-fücûr, yalan, dolan, iftirâ, hakâret, fettoşist hırsızlıklar, kezâ ve kezâ…
Biter mi hiç?
Dembokrasinin fıtratı, cibilliyeti, kan grubu, DNA’sı, kromozom ve menapozomları (!) Mezapotamya’sına kadar böyle, değişmez!. Hele “Hılâfetîn” helâl ekmeğini yemiş, suyunu içmiş, nûrunda aydınlanmış, îmânıyla gönül sultanları yetiştirmiş, emânet ve adâlet fazîletini yaşamış bir milletden bunlar sıyrılır ve manto gibi çıkarılırsa; yerine de yukarıdaki “ahlâk, emânet ve adâlet” sanılan (bâtıl-ı mutlak) bir Haçlı Batı sistemi oturtulursa, olacağı budur!. Ömer Çelik, can havliyle öyle bir “demokrasi güzelleme, zikirleme, zincirleme, özümleme, sözümleme, edimleme, ağıtlama, sarımlama ve tapınlaması” sundu ki, yetim kalmış çocuk gibi içimizi sızlatdı!.
Başkanın ekibi, çepeçevresi, en yakınları, canları, yoldaşları, politiktaşları, sırdaşları ve herşeydaşları…
Allâh Azze ve Celle’yi unutan ve unutduran hiçbir beşerî sistem yokdur ki, orada “Huzûr, emânet, adâlet ve helâle rağbet” olsun!.
Olmaz, olamaz!
Büyük Müfessir ve dâhî Muhammed Hamdi Efendi Merhûm Tefsîrinde:
“ALLÂH’DAN KORKMAYAN ADÂLET DE YAPAMAZ!” buyuruyor…
Bugünki dünyânın ve dünki târîhin şehâdetiyle bunlar, BİNBİR VESÎKASIYLA cihânın gözü önünde…
Görmüyor musunuz, adam ve madamlar gözlerinin önünde apaçık duran ve müşahhas zarfların kemmiyeti ve tasnifinde bile biribirlerini yemek üzere, şeytanda ittifâk içindeler!
Oyları çal-çırp, hırsızla, dolandır, bu da olsun “Dünyâya örnek Dembokratik seçim!”
“Böyle nice mülevvesliklere âlet olmam, sandığa da bunlar içün de gitmeye tenezzül etmem” dedin mi, tarikat sömürgeni sakallı cübbeli ekran şeytanı yobazın diline düş, îmânın istintak edilsin (sorgulansın!)
“TEK ilâh, TEK dîn, TEK Adâlet, TEK Emânet, TEK Ümmet, TEK yumruk, YEK vücûd; Kitâb, Rasûl, Birlik, Tevhîd, Uhuvvet,” buyuran Vâcibü’l Vücûd Azze ve Celle’yi sil, yerine beşerî 6 oku uydur ve îmânın 6 şartına nazîre yaparak (îmânın 6 şartının) yerine çak!
İbrâhim Aleyhisselâm’ı ateşe atan Nemrut Hammurâbi’den farkın ne?
Edille-i Erbaa’ya nazîre yapar gibi, beynelmilel delâletleri de olan 4 parmakla 4 şeyi say dur!
İngiliz, Yahudi, Amerikalı, Jamaikalı da, (Devlet-millet-vatan-bayrak) diyor, bunu demeyen hangi kavim, hangi kabile var?..
Müslüman TÜRKÜN, Müslüman milletlerin, mutlak bir farkı olmıyacak mı, olmasın mı?.. 15 asırlık varlığı, modernist-mezhebsiz sürü gibi YOK mu sayalım?. O, 14-15 asır geride kaldı, bugün “uygulayamazsın” mı diyelim?. Kendi üç paralık ve bir dakika ötesini göremiyen beşerî akıl ve nefsimizi RABB yerine mi çakalım?.
Bütün insanlık târihi boyunca böyle yapanların encâmı ne olmuş, apaçık orta yerde durmuyor mu?
Fark olacak!
Bunu, bu 4 şeyle tıkamak kime seçim kazandırır?. Hani kazandırdı mı?. Kazandırsa kime hayrı olur?. YARADAN’a kafa tutub O’nu beğenmiyenleri târih haber vermiyor mu?
Allâh Azze ve Celle’nin (Sırât-ı Müstakîmini) terketdikden sonra, kime yaranabildiniz acebâ?. ABD’ye mi, AB’ye, yahudiye, Nato-feto, suud deve çobanına mı; Sisi fellahına mı?. Kime? 1946’dan i’tibâren (San Fransisko) bastırmasıyla dembokrasiye tapdınız; kabuklular sopası ma’rifetiyle sirk bilmem nesi gibi (darbe üstüne darbe, haçlı seferi üstüne sefer) irtikâb etdiniz!. Adam astınız, biribirinizi yediniz, garîbanlara gâita yedirdiniz, yaşını büyütüb 16 yaşındaki körpe ana kuzularını târihin içine edercesine ipe çekdiniz!. Muhsin gibileri betonda yatırıb üşütdünüz, binbir işkence yapdınız, tırnak söktünüz, elektrik cereyânı vererek insan demeden nicelerini sakat etdiniz ve hayatdan kopardınız!.
Dîni, îmânı çöpe atıb yasakladınız da, Haçlı Batı’yı ve Kipalı Yahudi’yi râzı edebildiniz mi?.
96 yıldır cumhûriyete, lâyıklığa, heykellere, inâsa (kadına, dişilere, îcâbında kancıklara, “Bikrimi atama hediye etdim” diyen şeytan dişilerine “Sanatçı” deyib, taabbüd ile TAPDINIZ!. Haçlı Daniyel ile yahudi David’i kendinize beş paralık dost edebildiniz mi?.
“Yehûd ve Nasârâ’yı, onların dinîne girinceye kadar RÂZI edemezsiniz” buyuran Allâh Azze ve Celle’yi sil at; Ayasofya, anayasa, mekteb-medrese, ocak-bucak, devlet-hükûmet, millet-ümmet, her yerden ALLÂH TEÂLÂ’yı kaldır, yerine de “Muâsır mimsiz medeniyeti” ve Batı ateizmasını çak; sonra da “başım belâdan kurtulacak” diye bekle!.. Tam tersine daha da azıb kudur; ve hâlâ daha “Onların içine gireceğim, AB ve Nato’ya sarılacağım” de; ve onların eşiğine başını koy ve kurbanlık koyun gibi saat ve dakika sayar hâle gel!. Bilmem kimin fettoşist (o çocuğu), sığınıb oturduğu gâvur kucağından “Ulan sıfır oy gösterilir mi, hiç değilse 3-5 oy yazar insan, 8 aylık çalışmanın içine etdiniz!” yollu tivit sallar ve senin tapdığın “kutsal ve kurtsal ve kurumsal ve kazıksal” sandığın ırzına böyle geçer!.
1100 seneye ters giden, toprak altındaki milyarlarca dinamodan 3 buçuk amper cereyan da alamaz, elektrik de…
Tökezler, sürçer, kayıb gider!. Çünki bu iş (nasib) işidir, “Nasib değil ise ne gelir elden!?”
DÜNYÂ, BELKIS VÂLİDEMİZİ TACI TAHTI İLE AYAĞINA GETİREN SÜLEYMÂN’A KALDI MI?
Dünyâ “Sultân Süleyman’a” kaldı mı çelebiler!?
Kânûnî’ye değil, Dâvûd oğlu Peygamber Süleyman’a… Aleyhimesselâm… Belkıs Vâlidemizi tacı-tahtıyla ayağına getiren Süleyman’a…
Cinlerden orduları olan Süleymân’a!
Tabiata, hayvânâta, rüzgâra hükmeden Süleymân’a!…
Siz, daha üçbuçuk yarık sandığa hükmetmekden âcizsiniz bre!
Bugünün sultan, başkan, hakan, v.s.sinin tamâmını toplasanız, Süleymân Aleyhisselâm Efendimiz Hazretlerinin milyarda birinin de, milyarda biri bile eder mi?
O zaman bu abartma ve kabartma neden?..
Bizim frekansımız çok farklı çoluk-çocuklar!
Sizin oyun oynaşınız bizi sıkar, bunaltır!. Dünyâ patlamaya, harbiye ve garbiye makamlarında çalmak içün telleri düzmeye, akort yapmaya doğru koşuyor!. Siz, çelik-çomak oynar gibi koşuşturun, yakında anlarsınız!
Yol köprü, deniz altı, hava üstü.. geçit-meydan, kanal-maval, tank-tüfek edebiyâtı güzel de, 50 litrelik dört köşe yarık sandığa söz geçiremiyen, ona hâkim olamıyan; onu, dünyanın güzleri önünde hırsızdan, eşkıyâdan, darbeci ve heybeciden, it-kopukdan, Feto-Nato operasyon ve teröründen sıyânet edemiyen parti-pırtıları ve hökûmât-ı cümhûriyyeleri şakşaklamalara devam mı?.
Çocuklar, yavrular! Sisteminiz bozuk sisteminiz, temeliniz…
Temelde Allâhsızlık yatıyor, bunun zarûrî neticesinde de adâletsizliğin zulüm derecesi… “Müslümanım” demek bir halta yaramaz, sadece “aldatmaya” yarar…“Müslüman” olmak, “Müslümanım” demekle olmaz!. En büyük inkılâb, bunu kalblere çakan KELİME-İ TEVHÎD’i, Allâh ve Rasûlü Aleyhisselâm’ın istediği gibi KALBE nakşedebilmekle olur… Kaç er kişi “LÂ İLÂHE” deyib bütün put ve heykelleri, dembokratik sanemleri, beşerî felsefe bâtıllarını gönlünün bütün hücrelerinden temizliyebiliyor?
Müslüman olmayı bugün, hümanist, feminist, sandıksever, hayvansever ve balina okşar derecesinde bir basitliğe ve ucuzun ucuzluğuna ircâ etdiğiniz içün; ve meselâ, Kaşıkçıları kuşbaşı yapan deve çobanı Vehhâbî kuyruğunda Kâbe-i Muazzama’yı dönmeleri içün garîban avına çıkan resmî finans mihraklarına, DİB’iş üzerinden dolar macunu yalatdığınız zaman; uyanmak, (Son Nefese Kalmış) demekdir!.
Dünyâda horul horul uyuyun ve uyutun uyumasına da, bunun bir sonunun geleceğini, kalbden kopub gelen hangi (samîmî) sözünüz, tevhîdiniz ortaya koyacak; “Haaa, bak şimdi oldu, aferin!” dedirtecek?. Vücûd diliniz ve yakınlarınızda kurşun asker gibi el-pençe divân duran o behşüş çehreli teldolap fâreleri var ya, bu ikisi ve yukarıdaki hatlar hizâya girmeden, sizlerle bir sofraya oturmak bize haramdır!. Adınız da isterse mürid, isterse tirid olsun, üçkâğıtçılık varsa, topunuzun canı cehenneme…
Yalan mı, doğruları söylememek içün nâmertçe yutkunub, ulûfe peşine mi düşelim!?
Ne o, bütün bunlara rağmen siz, üstüne üstlük, medenî, atatürkçü, Batıcı, dilalogçu, kemalist, akçı, hakkçı, halkçı, dembokrat, lâyik, cumhurcu, milletçi, çağdaş, illetçi, zilletçi ve bilmem neci kere bilmem necisiniz üstelik!.
Bizim Anadolu yer sofrasına göre değilsiniz, aç ölürüz de gene bir lokmanızı ağzımıza atmayız!!
Keyfiyet öyle düşmüş ki, bakdığımız zaman midemiz bulanıyor!
NE ŞEHİD NE GÂZÎ, İŞTE DEMBOKRASİ VE ÎMÂNINDAKİ KAN-REVÂN!
Bir şeytanlık uğruna, tam 9 kişi birkaç gün içinde ne şehid ne gâzî!
Sistemin Doçenti de kalkmış, TRT ekranından “Çok medenî sağlıklı bir seçim geçirdik” nânesini geviş getiriyor!
Herif, ulusun yüksek tahsillilerine hoca imiş!
Ulan 9 kişi öl-dü-rül-dü… Sanki kâtiller, karşılarında 15 Temmuz’un kan içiçi bir Fetocu kâtili var da, silâhını onun üzerine boşaltıyor!
Vahşet!
Böyle haçlı Batı’dan araklama sistemlere “İdâre-i avâm” diyen ecdâd, iyi ki bu rezillikleri dünyâda iken görmedi!. Şimdi ise bir başka zâviyeden, bir başka âlemden, bizim tasavvur edemiyeceğimiz keyfiyetler içinde görür; ve kimlere duâ ve beddua ederler, kimlerden râzı olurlar, oralara girecek tâkatda değiliz!
Sihirbaz politikacılar, oy hırsızlığı ve kataküllilerinin yahudi saçına dönmesinden, dolayısıyla başlarının telâşından, 9 maktülü sanki ağızlarına bile alamadılar! Hani istismâr ihtiyaçları olsaydı “Bir kişiyi öldürmek yüce dinimizde bütün insanları öldürmek gibidir” diyerek mangalda kül bırakmazlardı!. ARTIK NASIL OLSA, KİMSENİN (OYUNA-OYNAŞINA) ihtiyâcıları kalmadı; dembokrasi dîninin seçim ritüeli, binbir belâ, fısk u fücûr, ifsâd ve Batı-Nato-Feto projeleri içre edâ edildi!
Tam 9 kişi…
İnsan canının en ucuz olduğu, bedâvanın da altında ucuz satıldığı “çağdaş, lâyık, cumhûriyetçi bir memleketiz” ya hani!.
Bazı îmânsızlara sorarsan “9 Dembokrasi şehidi” ve tam 919 tane de, (niyâzî) olmakdan beter “Dembokrasi Gâzîsi!..”
CHP zamanında her şey, her meydan Kamal Paşanındı; AKP zamanında ise her meydan, köprü, pazar, şehid, gâzî, mekteb, kışla ve bilmem ne ve ne ise dembokrasinin!. Cenâb-ı Mâlike’l-MÜLK “Arz ve semâ devleti, mutlak irâde ve hâkimiyyet benimdir, ortağım da yokdur!” diyormuş, desin; 14-15 asır sonra duyulacak söz mü bu!? Bunu duyan kim? Çamlıca câmii açıldı ve “Ayasofya Câmii de ismiyle müsemmâ hâle getirildi” mi, iş biter; gavurlar titrer, CHP’liler inler; ve cumhur ile demokrasi zikir cebhesi de ferahnâk olub cennete çatır çatır bilet keser!
Dembokrasi güzellemesi peşindeki nice hâin, 9 kişinin vahşet içinde ölümü manzaraları karşısında kıllarını bile kıpırdatmıyor; hırs ve ihtirasdan suratları takallus etmiş, burunlarından soluyor, “sandık sayımı ve kayımı” içün bir kıvılcım bekler hâlde olanlar var; dumanlı havayı kollayan kutlardan, leş kargalarından geçilmiyor!
Bir asırlık gâvurlaştırıcı “maarifin” netîcesi bu… Bunu gören kaç kişi var?
RAKİBLER , UTANMASALAR BELEDİYE REİS KOLTUĞUNA ATLAYIB KENDİLERİNİ ORAYA TUTKALLA YAPIŞTIRACAKLAR!
Binali, Cinali, Finali, Filali vezninde nicelerine ve İmamoğlu-Tamamoğlu gibilere ha babam resmi geçit yaptırıyorlar?
Tasnif bitmemiş, mazbatalar yollarını şaşırmış, Binali pazar akşamı “Kazandık!” diye, seçim yasaklarından birkaç saat sonra helecanla sıkıyor; ve okuyacağı “Ulusa teşekkür fermânını” kaleme alırkenki fotoğraflarıyla ekranlarda gülünç bir malzeme oluyor!
Cidden gülünç!
Sanki gerdeğe girecek damat acelesi!
Müteveffâ ve teokrasi üzerinden İslâmiyyet’e düşmanlık şaklabanı Sülü Birâder olsaydı:
“Doğmamış çocuğa don biçilmez!”
Der, hikmetli ve sıkletli bir lâf sıkdığını zannederdi!
Biz de ancak:
“Çayı görmeden paçaları sıvadı Erzincanlı Topal Dursun’un oğlu alevi vatandaşları!”
Diyebildik!
Tunceli Alevîsi Bay Kamal’ın “Örgüt ve hörgüç yapılanması” ise, dembokrasi sandığından çıkmayı 97 yıldır beceremeyince “Darbeler, çelmeler ve heybelerle” koltuk kapma peşinde olmuşdur!. Ancak Fettoşîler kâğıt üzeri sahtekârlıklarda son derece ve beynelmilel mütehassıs bir şebekedir. Bay Kamal de bunu iyi bildiği içün, 3-5 yıldır onlarla kankadır!. Üzüm üzüme bakar gibi bunlar da Fettoculara bakar olduğundan, onların huyu ve boyasıyla boyanmış GİBİLER! 15 Temmuz Haçlı Seferi benzeri bir darbe ile, “HAÇLI BATI SANDIK DARBESİ” yoluna gitmeyi pek şirin görmüş olabilirler!. ABD ve AB’siyle, Dembokrasi kâzûrâtının bütün Batılı tüccarları “seçim normal, meşrû” diyerek, “15 Temmuz HAÇLI gavur seferi” gibi bunun da arkasında duruyorlar!. Bunun içündür ki, İmamoğlu’nu, ilk tapan olması ve mazbata yerine “Tanrı ruhsatım var” diye havalanması içün Mozole’ye uçurdular!. Düşündüler ki, “Mozole’de Büyük cumhuriyet tanrısından ruhsat” çıkınca, bunun yanında YSK’nın mazbatası, üç paraya düşüb, “Kim takar onu” olacakdır!.. 40 yıllık hıristiyan Yânî, nasıl olmazsa müselman Kânî; 100 yıllık hemoglobinli CHP şefokrasisi de, olamaz kadîm yunan dembokrasisi!!!
Ancak burada bazılarının kavmî kökleri üzerinde de biraz durabiliriz! Meselâ M. Kelkitoğlunun yazdığına göre İmamoğlu da kendisi gibi Akçaabatlı. Fakat Rum menşe’li. Soyadı evvela “Müdafaa” imiş, sonra babası bunu “İmamoğlu”na tahvîl eyleyüb islâmî bir atmosfer içinde görünmekden fâide mülâhaza etmişler!. Soyadı bu memleketde bu kabil işler içün çok işe yaramışdır! Kamal Paşa’nın soyadı da evvela “ÖZ” iken sonra bazı yahudi dostarın ziyâret ve telkîni ile “Her kavmin bir totemi var, Türk kavminin toemi de sen olmalısın, dolayısıyla senin soyadın Atatürk olmalı” denilmiş ve öylece de yapılmışdır!. İmamoğlu 2016’da Yunanistan’a gitdiğinde tercümansız ve anadili gibi rumca konuşmuş!. Kılıçdaroğlu da, kökü ermeni kavminden bir T.C. vatandaşı imiş!. Feto’nun da anası yahudi, babası ermeni biliniyor…
Abdülhamîd Cennetmekân zamanında devletin ana damarlarında bulunan pek çok Müslüman Oğuz Türkünün, ordudaki ve bilhassa Hassa ordusundaki SÖĞÜT yiğitlerinin cumhuriyetle beraber oralardan tard edildiği; ve başda yahudiler olmak üzere nice rum ve ermeni ve alevî vatandaşlarına devlet makamlarını açdıkları inkâr edilemez… Anadolumuz’un, Müslüman Oğuz Türklerinden geri alınmak üzere, İngiliz ve kuyruklarının büyük bir projesi olduğu, 2 asırdır çok iyi bilinmektedir… Son intihâb (seçim) vesîlesiyle Rum menşe’li olduğunu matbuatdan öğrendiğimiz sâbık Müdâfaa ve hâlen İmamoğlu soyadlı nâm zâtın, İstanbul’da önde giden oylarına bakarak bazı Yunan-RUM gazetelerinin “Kostantinapolis Kurtuldu” gibi manşetler atması; 1930’lu yıllarda Yunan Başvekîli Venizelos’un Ankara’yı ziyâretinde İsmet denen zâtın karısı Mevhibe’yi Venizelos’un koluna takarak arkalarından yürümesi kadar çok mânîdârdır!.
Hulâsa: Dembokrasi dünyâsının aşşağılık gâvurları, dembokratik Nato müttefîki ve başdan beri aslâ kendilerinden saymadıkları ve “mayın eşşeği” gözüyle bakdıkları Ankara’ya, evire çevire “DEMBOKRATİK BİR OPERASYON” çekmişlerdir!… 15 Temmuz 2016’nın acısını çıkaracaklar ya… Dembokrasi bu yolda, en şâhâne ve hârika bir necâset çukuru ya hani!
İşte Hılâfet ekmeği yemiş ecdâdın “İdâre-i avam” dediği ve ABD, AB, İng, Yehûd şebekesinin Müslüman Anadoluma sokduğu “Haçlı Batı Dembokrasi Zehri” denilen şey; en pespâye ve insanları biribirine düşürücü en tâğûtî idâre şekli olarak budur… Yahûdi-Haçlı dünyasının, İslâm coğrafyasında “Dembokrasi” adı altında tatbik etdiği (narkozlama) ve dînî hassâsiyet ve esasları köreltme mekanizması, oraları felç eden mâhiyyeti ile böyle bir belâdır!
Dembokrasileri batasıcalar!
Batı’sıyla ve onun kuyruğundaki “Dembokrasi Cebhesiyle” topunun da yediği, üzüm değil, “Bağcıyı dövme” zulmüdür!. İşte en münezzeh nizâm düsturlarını bıraktıran; ve en müstekreh şekil ve zulümleri içinde toplayan dembokrasinin keyfiyeti ve mukâyesesi!.. Kayserili Hacı Abdüla’nın sıkdığı ve salladığı gibi “İslâm ve dembokrasi arasında İKİLEM yokdur” nânesi zerre kadar hakîkât değil; tam tersine, ikilem kurbağacasının ifâde etdiği şeytanlık, yüzdeyüz mevcûddur!
Hepsi de kurulu robot gibi “Dembokrasi” diye diye, milleti “ulus”, tersden “sulu” ve ibranice “sürü” yapıb gerzekleştirdi ve narkozladılar!
Bu karmakarışık dembokratik fasafisonun ve oy kataküllilerinin netîcesi ne mi olur?. Atatürkçü-Kamalist intihâb hey’et-i cumhûriyyesi, daha önündeki zarfları bile adam gibi sayamıyor; ve kerrat cedvelini de (!) ezberleyib öğrenmiş görünmüyor!. İşi tatlıya bağlıyacak insanlığa ne zaman ererse; mütecâviz ve harbî gâvur olanlar ne zaman bu şeytanlığa tevbe ederse; ve haçlı Batı parmağında oynanan bunca vatansızlık, darbecilik ve 15 Temmuz’culuk şerefsizlikleri ile, Feto-PKK eşkıyâlıkları sıfırlanırsa; ve ecdâdın “Sırât-ı Müstakîmden” ibâret yoluna merdçe ve erkekçe dönülürse, belki o zaman üç paralık adam olunur ve istikâmet kazanılabilir!!!.
Acebâ?
Bakalım, daha kaç gün veya kaç hafta bu dembokratik hırsızlık, sapıklık ve dedikodu çirkefi; oy çalmalar, oy aşırmalar, oy iptalleri ve oy oynamaları devam edecek!?. Netîcesi, nelere, hangi kepâzeliklere varacak?. Dünya gâvurluğu bunları nasıl istismâr edecek?. Dembokrasi tüccarı Haçlı Avrupa ve ABD, nasıl “homosal” neşriyatla içdeki yavru ve beslemelerini tefe koyacak?
Dembokrasi, “Kemmiyet putuna taptırarak” Mutlak Hakîkatın keyfiyet ve ulviyyetini zîr ü zeber eden şeytânî ve tâğûtî bir sistemdir. Bu iyice anlaşılmadan, bu ulus, millet olamaz!
Müfessir Muhammed Hamdi ve Şeyhülislâm Mustafa Sabri Efendi (Rahmetullâhi Aleyhima)nın buyurdukları gibi, kim, hangi adam ve madam iyi sihirbazlık yaparak en iyi göz boyar, kahve falına bakar; ve yalan-dolan-iftirâ ve hakâret yağdırır, bunların saltanat sâhibi olacakları bir devirdeyiz! 1100 yıllık şerefli ve asîl, soyu-sopu belli ÂBÂ u ECDÂDIN hatt-ı müstakîmine adam gibi ve ihlâsla dönülmezse, Anıtkubûr (Kabirler demek) defterini üçkâğıda getirib “Kostantinopolis Kurtarıcısıymış” gibi imzalamalar; ve ataruhlarıyla da dalga geçercesine oralara çiçek-böcek yerleştirmeler veya çoluk-çocuk ve eşi-beşiyle oralarda fink atmalar; ve bu Sülün Osman usûlleri ile oy aşırmalar; ve bu hırsızlama yollarla (Hadımağası iktidâr olmalar); dünyâya rezil edici bu illetlik, zilletlik, vesveselik ve ütopik toblolar, vatan duvarında daha yüzyıllarca asılı kalacakdır!.. Belki bu kenânî yağlıboya tablolar, Kıyâmet Kopacağına inanmayan ateist ve ataist münkirlerin ta’bîriyle “İlelebed” seyr ü temâşâ edilecekdir… Netîcesinde de, LEVH-İ MAHFUZ‘da yazıyı yazan yazmışsa, dü cihân sürünmek, sürülmek ve süpürülmek, cümle ham yobaz ve kaba softalara kadar herkesin KADERİ olmuş olacakdır!.
DEMBOKRASİ PENCERESİNDEN PARTİ-PIRTILAR…
Madam nal topladı. “Türk töresi” Haçlı Batı’dan gelen sistemle sarmaş dolaş olunca, hatunlar, sahnelerde, törenin Paris modası altına yatanına fedâ oldular!
“İP” dedi madam, DİP oldu tükendi! ZATEN SON KULLANMA TÂRÎHİ BELLİYDİ!
Madam İP diye bilinirken, Bozkurtçu zât-ı möhderem de “İP’i göğüsledik” dedi; ve Madam’ı nasıl göğüslemişse, öylece göğüslemiş gibi de oldu!. AKP’yi ise, göğüslemedi ise de söğüşlemiş gibi olduğu söylenebilir!
Kandilci Dağ Eşkıyasına gelirsek: Bunlar, can derdinde olduklarından, ateistlik müştereği sebebiyle Kamal Paşa Partisine sığındılar; ve onun içinde erimeyi bile göze alarak biraz budandılar!. Ancak bir vâkıa olan “Kürdistan” lâfına AKP-MHP güdücüleri ne kadar bozulursa, bunlar, Batı pompalaması da eklenince o kadar “Kürdistan” demekden hazzeder oldular!. Osmanlı haritalarında birçok vilâyet “Kürdistan-Lâzistan” olarak kayıtlı iken, OĞUZ KAYI BOYUNUN idâresi, bundan hiç gıcık-vıcık verem-öksürüğüne yakalanmıyor; ve 6 asır buraları gül gibi idâre ediyordu… Jön TÜRK ve bön kürt ırçılığı ne zaman ki başladı, “Ne mutlu elhamdülillah Müslümanım” demek haçlı beslemeleri tarafından susturulub yerine “Türk-Kürt-Arab-Laz-Çerkez bilmem ne” mutluluğu-putluluğu ve kurtluluğu çakıldı, Anadolu’nun huzur ve geçimi de, İNGİLİZ reisliğindeki haçlı ve yahudi neş’esi ve neş’vesi adına zîr ü zeber edildi!. İslâm’sızlığın en büyük belâsı da, böylece Ankara’nın başına terör belâsı olarak belâ edildi…
CHP, madamdan, Kandillilerden, Pensil Kardinâle takımlarından, Şerbakan redd-i mirasçısı ve İngiliz damadı Karakollaoğlu zavallısından apardığı oy’larla ancak obesite manzarası çizdi; ve bu şişkoluğun ileride kalbini krizlik zorlıyacağını, başını da kerizlik zonklatacağını hiç hesâb edemedi!
Ivır zıvır parti pırtıları, fırka mırkaları, şia şia parçaları geçelim!
“İktidar amma muktedir değil” diyeceğimiz ana parti, yani CHP kökünden filizlenmiş onlarca ve tonlarca cumhuriyet partisinden biri olan ve ictimâî, iktisâdî, siyâsî, hukûkî ve bilhassa dînî yapıyı laçka edib iyice cıvıtan AKP ise, şeyden düşmüşe döndü!. Hem oyları indi, hem de meydanı Ankara ve İzmir gibi pekçok yerde, Feto-PKK-Şefokrasi-Alevîlik kokusu sıkanlara kaptırdı!
İstanbul da gitdi gidiyor!
Giiiiit…..diiii!
Yürekleri Selânik, uykuları çama çıkmış vaz’iyyetde!. Yüzleri, gülenler olsa da, içleri kan ağlıyor!. “Lâyiklik, Türkiye’nin nükleer enerjisidir” diye pek çirkin sıkan ve zülf-i yâre dokunmakda pek kaba giden Ömer Çelik, ekranlara çıkarak durmadan “Dembokrasi îmânını” tâzeliyor ve cızır cızır yürek yağlarının eriyişiyle pek mükedder görünüyor!
İstanbul gider tabii!. Puthânesi, heykelhânesi, fâizhânesi, kumarhânesi, meyhânesi, homohânesi, esrarhânesi ve kadın-kızla dolub taşan sokak meydanhâneleri ile, İstanbul’u Palikarya’nın “Kostantinopolis”ine çevirirseniz, daha çoook ayvalar yer nefesleriniz tıkanır!. Maarifiniz iflâs etmiş, durmadan pozitivist, ateist ve ataist îmâl ediyor!. Bu, evvelâ sizin başınızı yakacak!. İnadınızda ve savrukluğunuzda devam ederseniz, bugünleri mumla arayacaksınız!
Şimdi AKP’yi İstanbul’da, gayr-i mu’teber re’ylerin yeniden ellenmesi, çalıb çırpılanların eşelenmesi, yahudi saçına dönen karmakarışıklığın kaç hafta sürecekse sıkılıb süzülmesi kurtaracak!. Müflis tüccar eski defterleri karıştırırmış ya, bunlar da ölü ve şâibeli, şeref ve haysiyeti ile oynanmış oy’lardan, diri oy’lar îmâl etmenin peşine düşecekler ki, seyre değer!
Cihâna bu kadar perîşân ve gülünç olmak, acebâ başka şekillerde de olabilir mi?
Binali ve üstlerine göre İstanbul, hayâlhânelerde “Kafesde keklik” gibiydi; ve kınalı tırnaklarıyla “İzmir Rakısalı Binaliye” durmadan selâm öttürüyordu!.. Fettoşist çalma çırpmalar, egzantirik ve logaritmik oy katakülli ve sihirbazlıkları hiç hesabda yokdu!. Nasıl olsa “aldatılmak”, onlarda tabiat-ı sâniye olmuş, buna şerbetlilerden sayılırlardı!. Binali veya Ortaylı gibi taksit taksit veya kaplumbağa yürüyüşüyle konuşanlar, çok sayın ulusu panik atak ve sigortası kontak yapıyorlar!. Bu cenâhın âsûde âsûde “YSK Patronluğu” deyib netîceye (intizâr) etmesi bakalım hangi netîceyi doğuracak?. Ateşli ve aşırı hırslı paçozlar ve havuz medyası, “El intizâru eşeddü min E’n-nâr!” diyor, “Beklemek ateşden daha şiddetli azâb” demeye getirib tepindikçe tepiniyor!
Bir tarafda çalanlar, diğer yanda çaldıranlar!
Yahu 1946’dan beri çalanların, ANIT ve MOZOLE cesâmetiyle meydanda besbelli ve apaçık bulunduğu bir cumhûrî dembokraside, çaldıranların tedbîr gâyeli alârma geçmeden bu kadar gâfil avlanması, bu (çaldıranları) bizim nazarımızda (çalanlardan) daha berbat suçlu yapıyor!. Üstelik de (15 Temmuz Kahpeliğinin) yaşandığı bir vasatda… Böylesine dehhâmelik bir gaflet, adamın sıtkını sıyırmakda daha ötesini akla bile getirmiyor!
Oy vermek içün “râinâ” deyib sandıklara koşan zavallı ULUS, hırsızlığa mı yanacak, sandığına nezâret etmekden ÂCİZ kalanlara mı ağlıyacak?!
Bunca “sandıksal âciz”, sanki anasının karnından insanları idâre etmek üzere âlem-i ervahdan âlem-i kevn ü fesâda gelmiş, buradan da âlem-i berzaha ve oradan da âlem-i ukbaya gidecek; ve bu yolculuğu da “âcizliğini isbatlıyarak” yürütecek!!!
3-5 sandığa hâkim olamıyanlar, Anadolu kıt’asına ve olmayan ümmete hâkim olacak, öyle mi?
Bunun içün halkın fikretmeye, bir avuç tâkatı bile bırakılmış olabilir mi?
Bunca iğtişâş ve herc ü mercin tamâmı da, Cenâb-ı Hakk Azze ve Celle’nin irâde ve hâkimiyyeti altındadır; ve ne hikmetler, ne ibretler, ne cezâlar, ne musîbetler, neler ve neler taşır!. Bunları, gören gözlere ve duyan kalblere ma’lûm edecek de, gene o Serîü’l-Hisâb’dır!..
Buraya kadar Dembokrasi penceresinden bakınca görünenleri en icmâlî şekli ile gördük. Aktüalite ve politika şeytanlaşmalarından Hakk’a sığındığımız içün, burada keselim. Yoksa medya gözlüğüyle bakarak yazacak olursak, yâve, hezeyân ve mâlâyânînin sonu gelmez!..
ŞİMDİ BİZ, BİZE ÂİD GÖZLE, İSLÂM PENCERESİNDEN BAKALIM…
1) Bu intihâb (seçim) sisteminin, Haçlı Batı’dan müdevver ve içimize sokulmuş, fıtratı ve kan grubu bize ters bir sistem olduğu inkâr edilemez!. Her türlü küfrü ve haramı mubah ve meşrû gören bir ucûbe… Kan grubu, fıtratı, cibilliyeti, gen haritası 1100 senelik Müslüman Türk’ün ve Millet-i İslâmiyye’nin herşeyine ters ve zıd…
Batılılaşanlar yani uluslaşanlar hâric!
2) Bu sistemin içine giren, öyle batan bir parti hâline geliyor ki, oy denen kemmiyet içün her şeyini verecek kadar kendini bitirib sıfırlıyabiliyor. Böyle olunca da, mâzîsinde söylediklerinin tam tersini söyliyen, dört başı ma’mûr bir abuk-sabuk oluyor!.
Oy denen “kantite” maskaralığı içün, en yakınlarını ve bütün dostlarını îcâbında kendisine düşman ederken, düşmanlarını da dost edemiyor!
Şeytan ise ona, her tarafa mavi boncuk dağıtmakla (KÂR) edeceği vehmini fısıldıyor!. O fısıldadıkça da öteki, ayarı, dengeyi, ölçüyü kaybediyor! Başlıyor meyhâneden çıkmış Tomruk Agop gibi düz yolda münhaniler çizmeye!. Sonunda da hepsi gibi yıkılıyor yıkılmasına da, fakat son pişmanlık beş para etmiyor!.
Nice garib gurebâ da, bu yıkılanlarla berâber (enkâz) altında kalıyor!
3) Megaloman, şakşakçı ve tapınan etrafı ile cücelerini gördükçe, nefis ve şeytan, kendisinin iyice tanrılaşdığını ona gösteriyor!. Ve ona dedirtiyor ki:
“Ben, ne kadar çirkin lâf da etsem, çok konuşub herşeye karışsam ve dînî mevzuları oyuncak da etsem, nasıl olsa benim muhibbânım bunları, şahsımın hikmetine, kerâmetine, biricikliğime, liderliğime, başlığıma, en üst oluşuma bağlar; ve bunlar benim oy depom olmakdan aslâ geri adım atamaz, bunlar benim (kafeste kekliklerim)dir!”
4) Nefisler tanrılaşdıkça, Osmanlı’nın Cuma Selâmlığında “Mağrûr olma Sultânım! Senden büyük ALLÂH var” dedirtişini, gök gürültüsü gibi kulak kepçesine aşketsen bile, gene de duyamaz oluyor!.
AKP, CHP TABANINI İÇİME ALAYIM DERKEN CHP’LİLEŞDİ!
5) AKP’ye gelirsek: Çok konuşuyor, çok karışıyor, câhili oldukları dînî (islâmî) mevzu’lara yerli yersiz girib çok müdâhale ediyorlar; ve istismâr dozu iyice mide bulandırıyor… Birilerine yaranma çok çirkin kaçıyor, durmadan konuşuyor ve vırvır edib baş şişiriyorlar!. Düşmanlarının da oy’larını almak içün (!) CHP’nin tabanına göz dikib her fırsatda yeri varken de yokken de ezberci oğlan gibi “Gâzi Mustafa Kamal zikrine, Dembokrasi nakarâtına, cumhuriyet, anıt kabîr, kadın da kadın deyib onları iş ve sokağa çekmenin sarhoşluğu ve serboşluğuna” sapıyor ve neredeyse tapıyorlar!. CHP’lileşmeyi hedef alıyor, onların tabanını kendilerine oy verecekmiş gibi eğildikçe eğiliyor, fakat bir türlü yaranamıyorlar!!!
Dostlarından uzaklaşırlarken, bu sefer düşmanlarını da dost yapamıyor, böylece dostlarını da kaybediyorlar!…
Netîce olarak sokak diliyle buna, “Ayvayı yiyorlar” deniyormuş!.
6) Öyle adam ve madamları namzet gösterdiler ki, bunların dilinde “AKP’ye oy verenler cennetlik”; sâbık Maarif Vekîline göre AKP’li bilmem kim falana rey vermek, “Mahşer günü berat almaya vesile olacak” oldu!. Başkanlara dokunmak sevab oldu; Başkan Beyler, Allâh’ın sıfatlarını taşır oldu; merhametleri ğadablarını geçer oldu; Hakk dinler 4 olarak beyân edildi!.
Mâdem “Lâyıklık âşıkısın”, o zaman dilinle, dînî mevzular aktüel basit lagaluga cinsi şeylermiş gibi onları kaşıyıb karıştırmıyacaksın; haddini bilecek, herşeyi ben bilirim diyerek İmam Liseli müctehidliğe kalkmıyacaksın! Zülfiyâre dokununca, ğadab-ı ilâhiye muhâtab olma tehlikesi doğabileceğini aslâ unutmıyacaksın!.
15 asırlık İslâm’ı “güncellemek”, hava raporunu güncellemek kabilinden pek basit, sıradan, ıvır zıvır bir iş midir?. 14-15 asırdır son ŞERÎAT’ın haber verdiği o muazzam ve nâmütenâhî irâde ve hâkimiyyet “uygulanmıyacak” da, hangi sultânın, hangi hâkânın veya BAŞKANIN veya kralın şeyi-meyi hayata geçecekmiş?. Üçbuçuk oryantalist çömezi ilhâdiyatçının şeytanlığına kulak verene “âkil” denilebilir mi?.
İZMİR’İN ŞARAPLARI, DÖKÜLÜR ZEYBEKLERİ!
BİZE DE DERLER RAKICI YÂR KÜTÜK BOYLUM,
YAKARIZ SANDIKLARI!
7) Niceleri öyle de, en son bu 31/Mart/2019 intihâbında İzmir namzetleri demediğini bırakmadı! “İzmir şarabını uluslarası bir marka yapmak istiyorum” dedi! Şâribü’l Leyli ve’n-nehâr olanlara yaranmak istense de yaranılamadı!
Nihat Zeybekçi nâm kimesne, üstelik de lâkırtısını, öyle bir hakârete vardırdı ki, “21. Yüzyılın Türkiya’sında içkili mekânları tartışmak gericilik ve yobazlıkdır” demekden bile zerre kadar sıkılmadı!. Bu ne kadar ağır ve ğılzet dolu bir ağız hamûlesiydi!
Bu hakâretinin, şarab denen o “ümmü’l-habâisin” haram kılıcısı Kahhâr-ı Zü’l-Celâl Azze ve Celle’ye kadar uzanacağını bile hesab edemez olmuş; ayar, alabildiğine, dine hürmet de son noktasına kadar, uçub kayboluvermişdi!.
Aynı alkollü içki faslı ile İzmirli’lere yaranma rolünü, Binali de geçmiş senelerde diline dolamışdı!. O da, İzmir’in Kordon Boyunda “Vatandaşlarına huzur içinde rakılarını zıkk.mlatmak içün oraların temizliğine çok dikkat edeceği” teahhüdüyle oy istemek ve yaranmak peşinde idi!.
İzmir sanki müslüman ecdâdın fethetdiği bir belde değil de, kadîm Yunan’ın “Rakı-Şarap tanrılarından” kalma Smyrna’dır!. Böyle giderse, 9/9/1922’de İzmir’in “Yunan’dan Kurtuluşu” veya hâlâ işgâl altında oluşu münâkaşaya açık hâle gelebilir ki, bu da AKP’nin ne kadar “Yerli ve Millî” olduğunu ruznâmeye getirir!.
Biraz daha gayret ederse, AKP, 6 oklu CHP’li olmakda CHP’yi bugünkünden çok daha sollayıb geçebilir!.
Müslüman AKP’nin (!) böyle bir RAKI-ŞARAP aşkı da vardır!.
İçenlere, gönüllü, meccânî ve dembokratik “Sâkilik yapma” mahkûmiyyeti…
8) Başındaki başkanlar:
“Hey! Bay Nihat kendine gel!”
Bile diyemediği gibi; 313 Âyete’l-Kürsî, şu kadar Yâsîn ve bu kadar cevşen bülbülü ehl-i tarik (!) ve torik, ne kadar ham softa kaba yobaz varsa, bundan hiç rahatsız olmamış; okuyub üfliyerek, bu adam ve madamlara Cenâb-ı Hakk’dan muzafferiyyetler dilenmeyi Müslümanlık zannedecek (!) kadar din ölçülerini telvis ve telbis etmiş ve sapıtmışlardır!.
Şarabı kafaya dikerken besmele çekmenin îmânı sökeceğini bile bilmiyecek kadar echel-i cühelâ olan bu yobazlar ile şarapsal ve şapsal gerzekler, bundan bin kere beter lâfların neye müncer olduğunu ve neleri sökdüğünü bile düşünemiyecek kadar “Partitapar” mahlûkât olub çıkmışlardır!
SAKALLI-CÜBBELİ-ZÜPPELİ-ÇÜŞBELİ BAZI EKRAN ŞEYTANLARI, GENE TV KANALİZASYONLARINI KİRLETDİ!
9) Saçlı, sakalLı ve cübbeli-züppeli ve çüşbeli bir takım ekran şarlatanları, AKP içün oy dilenciliğine bile tenezzül etmiş, “Boş oy vermek en kötüsüne vermekdir” gibi uydurma ve bayat bir yumurtayı, Dârü’l-Fünûn’da Usûl-i Fıkıh Müderrisi olmuş Büyük Âlim Merhûm Ali Haydar Efendi Hazretlerine hamledecek kadar da işi şeytanlığa götürmüş ve azîz dîni âdîce kullanmak ve onu istismâr rezâletinde rekor kırmışlardır!.
Bir yandan Merhum’a bu söyleri yamayan soytarılar, bir yandan da Merhûm’un “Dembokrasinin D’sini ağza almak bile küfürdür” dediğini söylerler ki, böylece, Ali Haydar Efendi’nin mütenâkız cümleler içinde yuvarlanan (Hâşâ) sıradan basit bir insan olduğunu göze sokarlar!. Bu bile, bunların sevdiklerinin (!) şeref ve haysiyetini, böyle utanmazca harcamaya müheyyâ soytarılar olduğunu isbât eder… Ancak bu son sözü de gûyâ aleniyyete vurmaz, tv’lerle “Efendi Baba’ya âid bir söz de vardır ki, onu söylersem etrâfımda kimse kalmaz!” yollu pespâyeliklere bulanır, sulanır ve dolanır, şeref ve haysiyet müflisi olduklarını böylesine açık ederler… Çünki hakîkat içün değil, hubb-i câh içün yaşayan süfehâdırlar!.
Mukaddes Tasavvuf ve tarîkatın hakîkât ve aslını, bugün bu derece baltalıyan ve körelten nasibsiz adam ve madamların mevcûdiyyeti, İslâm’ın yüz karası olmakdan başka hiç bir işe de yarayamaz!
10) AKP ve güdücüleri, “râinâ” diyenleri gütmekde oldukları içün, güdücüler olarak ne derlerse kabul göreceğini düşünmüşler; ve fakat ANADOLUMUZDA toprak altında yatan, VATANIN ASIL SÂHİBİ milyarlarca (Enbiyâ, ulemâ, evliyâ, sulehâ, vükelâ, şühedâ ve müslimîn ve müslimâtı) hiç düşünmez hâle gelmişlerdir… Ağızlarına geleni, bunun mukaddes ve muazzez dinimize ne derece ağır hakâret olacağını düşünmeden, binlerce esef ki, artık cihâna boca eder hâle gelmişlerdir…
KURBAĞACA VE GÜNÂH GALERİSİNDE RESM-İ GEÇİT YAPANLAR…
11) İsterseniz işe Türkçe’den başlıyalım. Dil devrim ve evrimi ve çevrimi ile Türkçe’nin anası bellendikden sonra, ortaya, kurbağacanın vakvakları çıkdı!. Kitablara, medyaya ve matbuata; politikacı, DİB’işçi, ilhâdiyatçı, edebi-atçı, parti-pırtıcı, ehl-i tarîk ve torik’çi, pırasasör ve doçento vatikano uzantısı kim varsa, bugün Türkçeleri sıfır; ve fakat, uydurukça, esperanto ve kurbağacaları yıldızlı ve yaldızlı tam 10 nümerodur!
Bir sürü andçı dört bacaklı da var ki, “Türküm doğruyum, çalışkanım, bilmem neyim” nânesi yer, fakat ne Türk olmakla ne de Türkçe ile zerre kadar alâkası vardır!. Ya anası-babası yahudi, ya anası yahudi babası ermeni, ya rûhu necâset, kendisi ceset veya bilmem ne ve nedir!. “Ben Türküm öyleyse Türkçeyi bilirim” demek, “Ben Müslüman çocuğuyum öyleyse müslümanım ve Müslümanlığı bilirim” demek kadar saçma ve zırvadır!. TA’LİM VE TERBİYE OLMADAN NE TÜRKÇE OLUR NE DE MÜSLÜMANLIK!. Maarifin yerine çakılan “Millî Eğitim” denen bakanlık veya görenlik, iflâs etmiş; Türkçe değil, kurbağaca ile “eğitiyor!.” İnsan eğitilmez; bu, (Hâşâ min huzûr) at, köpek gibi hayvanlara âid bir faaliyetdir!
Neresinden başlasak elimizde kalıyor…
Şu resm-i geçit terkîbinin, yukarıda ism-i fuzûlîlerini sıraladığımız yerler tarafından “resmî geçit” olarak telâffuz edildiğini pek sık duyuyoruz. Ne soytarı bir kurbağaca… (resm-i geçit), (geçit resmi) yani (geçiş merâsimi) demekdir. (Resmî geçit)de ise, (geçit) kelimesini (resmî) sıfatı ile tavsîf etmek vardır ki, bu abes ve gülünçdür!. (Resmî küşat) olmaz, (Resm-i küşat) olur, (Açılış merâsimi) demekdir. “Resm-i kadîm, resm-i gümrük..” bunlar, fârisî terkibdir, burada muzâf olan kelimeler (sıfat) değildir. (Eski usûl ve gümrük vergisi) demekdir ki, kurbağaca “isim tamlaması” denilen şeylerdir..
Spikerler de, ya spiker gibi dillerini düzeltir; veya sıpa-ker olarak devam ederler ki, kendileri bilir!
İSLÂMİYYET’E MÜDÂHALE VE SATAŞMALAR, TA’CÎZ VE TASALLUTLAR, BİLHASSA TOPRAK ALTINDAKİLERİ ÇOK RAHATSIZ ETSE GEREKDİR!
Asıl mevzuumuza avdet edecek yani sadede dönecek olursak:
“İslâm Güncellenmelidir, ictihadlar değiştirilmelidir, 14-15 asır evvelki hükümleri artık bugün kalkıb uygulayamazsın” diyenler kimlerdir?. Komünist Nâzım’dan şiirler okuyanlar kimlerdir?. Viyanalarda “Ne demek sünniyim, ne demek şiîyim, sen müslüman değil misin yahu” diye gürleyenler kimlerdir?. “Şiilik ve sünnîlik İslâm Coğrafyasını tehdîd ediyor” deyib, sünnîliği, şiîlikle aynı denklikde (Tehlike ve Tehdîd) sayarak, halka sünnîlik nefreti aşılayanlar kimlerdir?. “Ben ne sünnîyim ne şiiyim, ben müslümanım” diyen ve sünnîliği Müslümanlık dışında i’rabda yeri olmıyan bir sıfırlamaya atan ve buna mahkûm edenler kimlerdir?, “Bu zamanda fâizsiz ekonomi düşünülemez” diyenler kimdir?. “Eşcinsel vatandaşlarımızın haklarını güvence altına almak ŞARTDIR” diyenler kimlerdir?. “Dört Hakk din vardır” diyenler kimlerdir?. Kelâm-ı Kadîm’deki “İnneddîne ındallâhi’l-İslâm” cümlesini, 15 Temmuzda ipini çekecek Batılı cellâdlarının hatırı kırılmasın diye senelerce cum’a günleri hutbelerde (!) okutmayanlar kimlerdir?..
12) Çıkardıkları kanunlarla ve AB’ye yaranma uğruna lâ’netli ve iğrenç zinâyı serbest kılan; âileyi reissiz bırakarak çözen; nice haçlı devletinde bile görülmeyen, 18 yaş altındaki evlileri suçlu sayarak zındanlarda inleten; âile hayâtını nafaka belâlarıyla çıkmaza sokan; o haram mahlûku “Kasaplık hayvan sınıfına” alarak memleketi (….. çiftlikleriyle) gâvur ahırına çevirenler kimlerdir?
13) Fetoları, o gizli kardinalleri yıllarca yağlayıb şımartan ve palazlayan; “Türkçe Olimpiyatları” adı altında müştehad bîkes ve zavallı ana kuzusu kızları sahnelerde kabare artistleri gibi kıvırtdırıb hoplatan ve zıplatan Feto’yu, bu garibân “ulusun” önüne rehber ve kılavuz gibi dikenler; ve din kisvesi altında gençlerin hayâ perdelerini yırtanlar; ve bu şeytanlara yıllarca müzâhir olanlar kimlerdir?. “Muhterem Papa Cenablarını ziyâretle” duâlar isteyen âileler kimlerdir?. Adı soygun-vurguna karışan bakanlarını “Para-lamento Divânından” kaçıranlar kimlerdir?. Hendek kazan PKK eşkıyâlarına göz yumulması içün vâlilere tâlimât gönderenler kimlerdir?.
14) Mavi Marmara katliâmından sonra, 2010’da İsrâil’in NATO’nun Akdenizdeki tatbikatlarına katılmasını veto edib, bunu 2012’de kaldıran; ve yahudinin 2016 Mayısında da Nato merkezinde temsilcilik açmasına sebeb olanlar kimlerdir?.
15) Hani bu kadîm milletin (şimdi ulus oldu) 1100 senedir îmân, İslâm, nâmus esasları, değerleri, olmazsa olmazları vardı? Ne oldu bunlar?. 17 sene içinde neredeeeeen nereye, öyle mi?.
ASIL MİLLET, MİLYARLARA BALİĞ OLDUĞU HÂLDE VATAN TOPRAĞININ ALTINDAKİLERDİR!
Toprak altındaki, vatanın o hakîkî sâhibleri acebâ ölüb gitdiler ve bitdiler, artık hiçbir işe yaramaz, duymaz, anlamaz, dünyadan bîhaber hâle mi geldiler?..
Toprak altındaki ecdâd, bu VATANIN HAKÎKİ SÂHİBLERİ olarak, canları ve kanları pahasına alıb emânet etdikleri VATAN ANADOLU’da işlenen cinâyetler ve ihânetlerden, Haçlı Batı’ya YARANAN ve YAMANAN vefâsız, hürmetsiz, dine diyânet’e bîgâne, aşksız ve vecdsiz, gözü maddede, seküler ve lâyik nesillerden hiç mi habersizlerdir; onlara duâ veya bedduâ etmekden pek mi âcizlerdir?!. Modernist kafaların dediği gibi onlar yok mu oluverdiler?!. Onların rûhâniyyet, nûrâniyyet ve himmetlerini hesâba katmıyanların encâmının nasıl olduğu, târih boyunca görülmemiş, duyulmamış ve yaşanmamış mıdır?!.
Hâşâ!
Yoksa, dünyadaki hâllerinden, toprak altındaki hâlleri çok daha müessir ve duâları kabûl edilir hâlde midirler?!.
Maddeperestler bunlara inanmasa da, ne yapalım ki hakîkât budur…
Toprağın sâdece üstünü görenler, kafadaki iki gözle gördüklerini, görüleceklerin tamâmı zannediyorlarsa, ne kadar aldanırlar!. “Aldatıldık” demeyi meslek edinenler, toprağın altındakilerin artık aldanma ve aldatma imkânları olmadığını da bir bilebilselerdi!
Onlar, hakîkatle başbaşadır!
Hem de MUTLAK hakîkatla…
RÂİNÂ DEĞİL, UNZURNÂ DİYECEĞİZ; GÜDÜLMEYE DEĞİL, ALLÂH ADAMININ NEZÂRETİNE TÂLİBİZ…
17) Politik Sihirbazlar, artık 2023’ü hedef gösterib ancak “râinâ” diyenleri güdeceklerdir! Kelâm-ı Kadîm ise “UNZURN” deyin buyuruyor!. Her kuşun eti yenmediği gibi, her müslüman da güdülecek koyun olamaz!.
Elin kolun bağlı, politikacıların ninnisi ile şimdi 2023 beklensinmiş!. dembokrasi ni’metlerinin gökyüzünden yağacağı 2023 Ekimi, hasretle, özlemle, gözlemle, sözlemle, umutla ve ümitle, dört gözle, 20 el ve 20 ayakla beklenecek; ve bugün olmayanların o gün gökden ni’metler olarak yağmur gibi yağacağına inanacakmışız, yapılanlar yapılacakların te’mînâtı imiş?!
Dembokrasi, unzurnâ diyeni değil, râinâ diyeni arar bulur; onu, kendine BENZETİR ve içinde eritib, kendinden eyler!
“Lâ ilâhe… Lâ şerîkeleh…. İyyâ kena’budu…” diyenleri; dil ile ve asıl KALB ile ve her 24 saatde 540 defa sübhân olan Allâh Azze’yi tesbih ve tenzih edenleri?.. Bunları da benzetebilir mi acebâ ve ebedâ!?.
Reis-i Hâzıra, biraz da tesellî babında “Milletimiz bizi sandıkda birinci yapdı!” desin… Dembokratik birincilik, ebediyyet yolculuğunda kimi ne kadar kurtaracak, asıl bunun muhâsebesinde kaçıncı olunabiliyor?.. Aman Yâ Rabb! Halkın ne yaptığı mı; HAKK’ın ne yapacağı mı? Hangisi ebedî ve hakîkî?. Hedef sanki hem avunmak, hem de avutmak!
Zeybekçi tuşla mağlûb olub sırtüstü yatınca, müslümanca “Elhamdülillâhi Alâ külli hâl” demesi beklenmese de; “Milletin irâdesi üzerinde hiçbir GÜÇ TANIMADIK!” diyerek bu sonsuz derecede korkutan lâkırtısıyla, Kâinâta sesini böyle duyurması, adamı buz tutturarak bütün her şeyi anlatmıyor mu?!.
Şimdi “GÜÇ KİMİN” anladı mı dersiniz?
Hayır!
Anlamadı, anlamaz da…
Halbuki: KALB, “Ve hüve alâ külli şey’in kadîr!” demedikçe; ve Kahhâr-ı Zü’l-Celâl Azze ve Celle’nin irâde ve hâkimiyyetini (lâ şekk ve lâ şübhe) tanımadıkça, hiçbir şeyi anlamaz, sâdece anlamış görünür ve aldatır!
Anadolum’dan Haçlı Batı işgâli kalkarsa, işte o zaman niceleri bu incelikleri anlar, hatta bülbül gibi anlatmaya bile başlar!..
HER FERD 4 KİŞİLİK BİR EKİPDİR!
18) Semîu’n-basîr olan Kahhâr-ı Zü’l-Celâl de Zeybekçi’nin bu sesini duyduğu gibi, Kirâmen Kâtibîn meleklerinden (sol tarafında) bulunanı da, bu ebedîyyen mes’ûl eden lâkırdıyı kat’iyyen zabda geçirmişdir!
Her insan, inansa da inanmasa da, ikisi melek biri şeytan 4 kişilik bir hey’et (ekib) hâlinde gezer!. Nereye gitse böyle gider!.. Buna inanmayanı da İslâm, “müslüman” kabûl etmez…
19) Zavallı ve sığ kafalı, fikir mahrûmu ve “Kendisini Fetvâ Makâmında gören” ve fakat İslâmiyyet’in ana inşâ’ ve mimârisinin echel-i cühelâsı olduğundan hakîkata nâmütenâhî uzak, ikbâl sâhiblerine yaltaklanacak kadar da şerefsiz, ham yobaz kaba softalar!
Bu satırları, korkmayın, siz de okuyun!.
Tv’lerde maskaralık ve soytarılık yaparken, ipsiz ve dizginsiz konuşmalarınızla, karşınızdaki “Harbî İslâm düşmanı homoları, donlarına edinceye kadar güldürme âleti” olmanıza, belki bu satırlarımızın üç paralık te’sîri olur!!!
Bunlar.. ne kadar köpürseniz de, 4 kişilik ekib hâlinde yaşadığınız, “Zarûrât-ı Dîniyyemizdendir!”
Sandığa da heykelhâneye de gitseniz; meyhâneye, kumarhaneye, fâizhâneye, bilmem ne hâneye, fiskoshâneye de girseniz, bu 4 nüfus (ekip) ile gitdiğinizi biliyor muydunuz?!
10 kişilik ins kelleli bir meclisin, aslında 40 kişilik (Kul Kıt’ası) olduğunu, bu Batı ihrâcı cebâbire, decâcile ve zaleme sistemlerinde düşünüb, ona göre adım atması lâzım geleceğini kaç yüzbinde kaç kişi fikredebiliyor?. Anınçün beşerî hiçbir sistemde, “Emânet, adâlet, uhuvvet ve merhamet” dörtlüsü, yani (asıl, aldatmıyan râbia) aslâ olamaz, görülemez, bulunamaz, bu muhaldir…
İşte Hazret-i Ömer Radıyallâhu Anh Efendimiz Hazretlerinin, “Bizi azlardan eyle” diye duâ edişindeki sırlar…
Kuru kalabalık olmamanın, tek kazanç ve kurtuluş yolu oluşu…
Bütün insanlar ölümü tadacak ve YARADAN’a DÖNDÜRÜLECEKLER… Şâh u gedâ farketmeden!.
Bunu herkes gibi ve papağanca demek kolay da, kalbin tâ içinden diyebilmek zor mu zordur!
Zamâne dervişleri (!) bunun sâdece gösterişi ve tüccarlığı peşindedir; onun içün de tâğûtların ezik ve sürünen “Beslemeliğinden” bir türlü yakalarını kurtaramazlar!
MAĞRÛR OLMAK VE CÂHİLİYYE ÖLÜMÜ
Şimdi, ne “Mağrûr olma sultânım, senden büyük ALLÂH VAR!” diyen kaldı; ne de dedirten… Bu cümleyi mücerred lâfız planında duyan, “Ümmet” bile yok!
Ne cum’a kalmış, ne bayram!..
Gerçek “Cemaat ve Bey’at” mahrûmu da olunduğu içün, “Câhiliyye ölümü ile ölmeye” namzet, yüzmilyonlarca yaşayan ölü…
Merhûm Dedemin hattı ile şu kıt’a bile duvarımda, kalbiyle okuyanını bekliyor:
“Çeşm-i ibretle nazar kıl, dünyâ misâfirhânedir,
Bir gelen bir dahî gelmez, taaccüb kâşânedir!
Bir kefendir âkıbet sermâyesi, şâh u gedâ;
Pes, buna mağrûr olan, mecnûn değil de yâ nedir?.”
En mecnûn olanların, en âkil görünüb, gözlere de en çok çarpdıkları, mülevves ve mübtezel bir dünyâdayız; âlem-i kevn ü fesâd içreyiz!
İntişârı: 02.04.2019 / 17:14:20 (tt)