Diğer kavimler gibi Türkler de Müslüman olunca, Hakk ve hakikatın ve insanlığın ne olduğunu, şu 4 ana temelde (Ilmin, Îmânın, Amelin ve Ahlâkın) ne olduğunu görünce anladılar…
Ve 11 asırdır kurdukları devletlerde, İslâmiyyet’in bu 4 ana temeline sadâkatları derecesinde kuvvetli ve şerefli oldular; Allâh Celle’nin istediği adâletle, âdil devlet ve hükûmetler kurarak, Rabblerinden başkasına kul ve köle olmadılar… Adâlet, istiklâl ve hürriyetin dembokratçasını yani şeytânîcesini değil; İslâmcasını ve Hakk’çasını (mutlak adâleti) yaşayıb yaşatdılar!
Bugünün layık cumbokrasisi, “Mefhumlar anarşisi” ile suyu bulandırıb, bulanık suda, dembokrasi “sandığıyla” balık avlamada!.
Avlamasına avlıyor da, balıklar, elinde terör, anarşi, fitne, ihânet, darbe, haçlı seferi, Feto hançeri, AB tuzağı, BM kazığı ve “aslını inkâr” olarak zıplayıb hoplamada!..
Buna rağmen nasıl esir alınmışlıksa, “Asla ve öze, yani Allâh’a dönmek” ısrarla ve taammüden redd yiyor, San Fransisco’dan şırıngalanan “1945 dembokrasisi”, Allâh yerine ve ondan bin kat ziyâde zikredilmekde… Merhûm Üstâdım Necib Fazıl Bey’in satırından imbikliyelim:
“Batı dünyası muradına ermişdir. Osmanlıdan başlıyarak Türkiya’yı çürütmek, islâmî ruh nescinden ayırmak ve çökertmek muradı…Batı dünyası şimdiki netîce meydana gelsin diye bize hürriyet ve demokrasiyi aşıladı.” (Rapor 1/84, 1976)
Ne zaman ki Osmanlı, “Allâh Celle’nin ADÂLETİNDEN”, Batı’nın izâfî ve i’tibârî şeytân adliyesine doğru yamuldu; İslâmiyyet’in edille-i erbaasından (dört delilinden) ve İslâmiyyet’e O’nun olmazsa olmazı olan (Zârûrât-ı Dîniyyesinden) sapıb, Kânûnî Cennetmekândan sonra hızı gitdikçe artan bir gevşeme ve sulandırmaya ma’rûz kaldı, bu nisbetde de devlet ve şevketleri pörsümeye başladı…
Tanzîmâtçı, sonra Jön türk ve ittihadçı-meşrûtiyetçi-mason ve yalamaların, Haçlı Batı kuyruğu ve uşaklığına geçişinden, aşağılık duygularına batıb ruhlarını hasta edişlerinden, şahsiyetlerini satışlarından ve 1909 mason ihtilâlinden ve hele 1923 Lozan teslîmiyetinden sonra, ele alınacak hiçbir şeyleri kalmamışdır…
Memlekete “cumhuriyet, hürriyet, layıklık ve dembokrasi” adı ve maskesiyle İslâm dışılık öyle bir zorbalıkla çakıldı ki, artık seviyesizlik ve çukurlaşmanın dibe vurduğu bir devreye girilmiş olundu!.
Jakobenizmanın bütün hızıyla memleketi yutuşu, tek çâre görüldü!
1923’de başlıyan darbelerle, Kamal Paşa dâimâ tanrılaştırılmış, dolayısıyla onu kendisine maske ve istismâr âleti yapan askerî çeteler eliyle 11 asırlık TÜRK îmân ve şahsiyeti, dünyâ çapında ve tedâvî kabul etmez derecede yara-bere almışdır. Ve ehâlînin başı da müteselsilen zuhur eden derd ve sıkıntılardan kurtulmadı… Siyâsî, hukûkî, iktisâdî, âilevî, ictimâî, idârî felâketler, her geçen yıl, biribiri üstüne inzimâm ederek, 1909’dan sonra kör düğüm hâline geldi…
Târihde, en azılı düşmanlarına bile işkence etmeyi şerefsizlik sayan kadîm Müslüman TÜRKLERİN bakiyesi olanlar, dînin Âhıret îmân ve disiplininden öylesine çıkıb fırladılar ki, biribirlerine varıncaya kadar herkese en ağır (işkenceleri) revâ görmeye başladılar…
Biribirini bile yiyen canavarlar cinsi bir çete tezâhürleri…
CİHANDA EN BÜYÜK DÜŞMAN, 11 ASIRLIK MÜSLÜMAN TÜRKÜN DÎNİ GÖRÜLDÜ…
Hocaların şahsında İslâmiyyet’e öyle tecâvüzler başladı ki, hiçbir milletin târihinde böyle (işkence zulümlerine) rastlanamaz… 500.000 kişinin itlâf edildiği, bu zulümlerin tatbikçilerinin i’tirafları ve Fâlih Rıfkı’nın hâtırâtı ve nice resmî vesîka üzerinden, bugün bunlar okunabilir olmaktadır…
Mahkeme adı altında öyle insan katletme tezgâhları kurulmuşdur ki, buralarda “Maznûnun idâmına şâhidlerin bilâhare dinlenmesine” denilebilmiş; vefât edib defnedilmiş Kemahlı İbrâhim Hakkı HOCA Merhûm, hakkında verilen “idâm cezâsının infâzı” içün mezarından çıkarılarak kefeniyle DARAĞACINA asılmışdır!
İskilibli Büyük Allâme Muhammed Âtıf Efendi Merhûm ise, yazdığı kitab, şapka kânunundan iki sene evvel basıldığı halde, kânun, (cihânın her yerinde hukuk usûl ve esaslarına göre mer’iyyete girdikden sonrası içün işlemesi gerekirken), burada makabline (evveline) de teşmîl edilmiş (tatbik edilmiş) ve merhûm, salben asılarak hiçbir hukuk târihinde görülmedik derecede bir vahşetle şehîd edilmişdir… Üstelik TAHKÎR makâmında da, İslâm’ın şiârı olan mübârek sarığı çıkarılarak, başına, bugün hâlâ mer’iyyetdeki o kadük “şapka iktisâsı hakkında kanûn” gölgesinde şapka geçirilmişdir!. Yeryüzünde hiçbir devletin kânunlarında takılma mecbûriyyetinin en küçük izine bile rastlanmıyan ve İslâm’ın hakîr görüb tel’în etdiği (kınadığı) o KÜFÜR ALÂMETİ ŞAPKA…
Bunlar ve daha nicelerini bu halk unutursa.. bunları unutduran parti pırtı ve politikacı tuzaklarına düşerse.. o politikacıların irâde ve ihtiraslarına (tapınmıya) başlarsa.. Büyük Dâhî Şeyhülislâm Mustafa Sabri Efendi Hazretlerinin buyurduğu şekliyle “Dünyânın en al.ak milletidir!”
“Da’vâ sâhibiyim” demekde samîmiyyetin isbâtı, bu mukaddes acının, yüreklerin ta içinde yuvalanmasından geçer… Ancak, bu noktadaki iflâsın hududları, binlerce esef ki, mevcûd dembokratik cumbokrasi sisteminin politikacıları elinde, her geçen gün genişlemekde ve aslâ tedâvî kabul etmez yeni yeni hastalıklar ve illetlere kapı açmaktadır…
Sûret-i Hakkdan görünen nice, politikacı, târihçi, aydın, entel, dantel, mücâhid ve bilmem ne ve ne, dikkatleri yüz kat daha fer’î ve basit mevzû’lara çekerek, halkın on yıllarını rezilce hebâ etmiş ve etmektedir…
Haçlı vahşet ve istîlâsında bile görülmeyecek bu kadar denaat ve şenaat, bütün bu ve benzeri binlerce zulüm, “Haçlıdan KURTULUŞ” harbinden (!) sonra, “İstiklâl ve Hürriyet, düşmanları vatandan söküb atma” adına irtikâb edilmişdir!.
Sonra da, bunlara munzam, bütün bunların durmadan tekrarlanan bayramları!..
ATATÜRKÇÜLÜK VE DEMBOKRASİ MASKESİYLE DARBELER ZİNCİRİ!
1960 ihtilâliyle de, gene tanrı hâline getirib tapdıkları şahısların (hâşâ) rubûbiyyetine sığınarak, askerî bir terör fıtınası…
Kendi kendilerinde bile kıtâl tatbîkinden uzak duramıyan bir cinnet hâli… “Anayasanın üç-beş maddesini çiğnediniz, köpek, bebek da’vâsı, v.s.” diye yapdıkları bir ihtilâl… Sonunda bir sene sonra darbeci eşkıyalar, o anayasanın üç-beş maddesi yerine tamâmını çiğnenib kaldırılacak ve topyekûn ırzına geçeceklerdir! Ve ellerinde halkın silâhı bulunan bu çete, o silâhları, “dembokratların” peşine takılmış rejim kurbanı, câhil bırakılmış ve beşer uydurması inançlara “dîn” diye îmâna zorlanmış zavallı halkın evleri önünde mevzilendirecek; ve hiç kimse de onlara “Dembokratlar bu anayasanın 3-5 maddesini çiğnedi, siz ise bu ana-avratyasanın tamâmını çiğneyib tamâmını kaldırdınız!” diyemeyecektir!
Böylece Türkeş-Gürsel ihtilâl çetesi, postallı ABD “Dembokrasisini kurtarmış” olacak (!) ve patronlarından “Âferinler” kazanarak rütbeler ve yüksek maaşlar elde edeceklerdir!
Cumbokrasi şeytanları, yüzünde sigara söndürerek işkence etdikleri (kendi başvekilleri) ile iki de vekillerini, binbir hakâret ve tehdîd altında, “Sizi buraya tıkan kuvvet böyle istiyor” diyen uydurma mahkeme reislerinin cellâdlığında, YASSIADA denilen kanlı merkezde tenkîl kuduruşları resmetdiler!… Sonra da bu adaya “Dünyâ ZULÜM ADASI” ismi verilmesi kendi mantıkları îcâbı olmasına rağmen, AKP zihniyetine gitdikçe bulaşan “cumbokratik kamalist” helâk ediciliğe bakınız ki, burasına “Demokrasi Adası” adı verilib, akıl almaz bir gariplik, muhâkeme tutulması ve tenâkuza saplanılacakdır!
Bütün bunlar, “kamalizma ve cumbokrasi” adına yapılan ve biribirlerine kadar uzanan terör cinnetleridir!.
12 mart 1971’de de, gûyâ taptıkları dembokratik cumbokrasi, gene “Atatürkçülük ve dembokrasi” diye diye ayaklarının altındadır!. Ve bu 12 Mart da, bir başka zulüm ve terör estirmekde, “Dembokrasinin Ma’bedi” dedikleri insânî tanrılarla kurulu “KUTSAL” para-la-mentonun üzerinde, uçaklarla “Kamalist dembokrasi” cayırtıları ve tehdidleri devriye gezmişdir!. Bu da, “Halk irâdesi ve egemenliği” dedikleri o ABD-İngiliz-Haçlı-Yahudi uydurması ve yutdurması Ankâ Kuşu’nun veya (Başkuşunun) ötüşünü, milletin patlamış ödüne karıştıran bir başka “dembokrasi hortlağı” bilinmelidir…
Her darbede, “Dembokrasiyi kurtarmak içün onun ırzına geçilir”; ve bu dillere destan olan yosma, hiç kimseye “Hayır” demeyen böylesine orta malı bir fâhişedir!
Merhûm Üstâdım Necib Fâzıl Bey, bu hakîkatı, şu cümlenin içinde son derece güzel gözlere sokmuşdur:
“ O (Demirel), demokrasi ve liberalizma isimli adamakıllı fâhişeleştirilmiş fâcireye öylesine mübtelâdır ki, ona bir zarar gelmesin diye canını bile tehlikeye düşüebilir.” (Rapor 11, s. 16, 1980)
ATATÜRK VE DEMBOKRASİ MASKESİYLE 171 KİŞİ İŞKENCE İLE ÖLDÜRÜLDÜ!
1980’deki İşkenceci ve ABD parmağındaki Kenan ve ekibinin terörü de, gene “Adamakıllı fâhişeleştirilmiş fâcire Dembokrasi ve mevcud ideoloji” denen yosmanın, evvelâ ırzına geçerek, sonra da ona, istediği fistanları giydirib şöyle dedi:
“Bak, seni, dinçleştirib gençleştirmek içün politikacı çığırtkanlarının zulmünden KURTARDIM; ve kız gibi giydirib boya badana da ederek makyajına, düzgünlüğüne, partilerine, ana-avrat yasana, vatandaş denilenlerine kadar düşündüm; ve seni böyle becererek mükâfatlandırdım, benden gebe de bırakdım, artık halkı değil beni temsîl ile mükellef ve fakat “Halkın malıyım” diye ötmiye me’mûr ve mecbursun!”
İşte haçlı cumbokrasisi, Türkiya şu’besiyle cihana, güftesi bu olan marşları dinletmiş, “Atatürkçülük ve Dembokrasi” maskesi bu sefer de böyle işe yaramışdır !. Hulâsa bu dembokrasi veya cumbokrasi, öyle bir Manukyan sermâyesi olarak 1923 Lozan tuzağından bugüne öyle bir kullanılmışdır ki, o ma’lûm “fâhişe ve fâcire”, Kâtil Kenan’ın “Deldirmem” dediği ana-avratyasasına kadar, Çiller tarafından bile paçavraya çevrilircesine delinib geçilir ve yıllardır delinmedik bir tek noktası az bırakılır!…
Böye bir İtalyan matinatosu, İngiliz Flörtü ve mahalle sürtüğü ve artıklar avradı dembokrasinin, beşerî bir acziyet ve iflâs sistemi olarak artık nelere âlet edilmiyeceğini ve câsus olarak da kimlerin yatağına sokulmıyacağını zerre kadar idrâki ve kuş kadar aklı olan varsa bir düşünsün!
Bütün darbeci, jakoben, sahtekâr, politik madrabaz ve hilekâr varsa, “Atatürkçülük ve dembokrasi” lâf u güzâfının korumasına girerek, Kamal Paşa’yı paratöner de yapıb cinâyet işlemekdir!
Cinâyetlerin, hangi maskeler altında işlendiği,15 yaşındaki çocuğun yaşını mahkeme kararıyla 18 yapıb onu asmalara kadar hangi kahpeliklerin irtikâb edildiği, artık bugün, cumbokrasi afyonu çenelere şırınga edildiğindendir ki, hemen unutulur veya unutulmazsa, dillerden sökülüb atılır ve yeni cinâyetlerle ruznâme (gündem) zehri içirilir!…
15 yaşındaki genci 18 yaşında göstererek onu ipe çekenlerin insanlıkdan zerre kadar nasibi nedir ki, bunların “anayasa” dediği İRÂDELERİ, 83 milyonu idâre eden “Atatürkçü ve Dembokrat” irâde olarak takdîs edilsin ve buna boyun eğilsin!. Bu keyfiyete RIZÂ ile, halkın “kurtulmasına ve bilmem kaçıncı yıl dönümlerine ermesine” imkân tanınamaz, bu sâdece bedâhet derecesinde bir MUHÂLDİR!.. Bu derece aldatılan bir halka, cihânın neresinde rastlanılabilir?.
Veya…
Mevcûdâtın en mutlak hakikat, adâlet ve mu’cizât KİTAB’ı Kelâm-ı Kadîm’in bu vasfını göremiyecek kadar gözlerine PERDE İNMİŞ bir kavim ve onların daha da bin beter politikacılarının KILAVUZLUĞU, bu halkı hangi cehennemin dibine kazık gibi ebediyyen çakmaz?
İşte “Müslümanlığından” bahsedilen politikacı sahtekârların bu iç yüzleri görülmeden, bu halkın iflâh olmasını beklemek, mutlak hakîkata âid hiçbir terkîb ve basiret kırıntısına sâhib olamamanın netîcesidir…
171 kişiyi işkence ile öldüren, 70’e yakın kişiyi ipe çeken bir darbe veya şeytanlaşmanın, “Hangi Atatürkçülüğü, hangi anayasası ve hangi dembokrasisine” zerre kadar kıymet verilecektir?. 97 yıldır bu adam ve madamların “cumhuriyet, hürriyet, layıklık ve dembokrasi” adıyla ortaya koyduğu bir ideolojinin “kazanım” diyerek kazandığı zerre kadar fâideli bir nokta nasıl gösterilebilir?.
(Mâba’di var)