Sevgili Türkdaş, Türkiyadaş ve Türküdaşlarım!
30 Ağustos Zafer Baramınızın 97. Yıldönümünü de, bugün en candan dilek, istek, tebrik, tetik, gez, göz ve arpacık hattından kutlar ve anavatanımızın dört tarafı bugün yine “tuzaklarla çevrilmiş” olsa da, bunlar bize vız gelir!
Biz ise “Cumhûriyetimizi canımız pahasına korumakda kararlı”, dembokrasimizi en zirveye taşımakda İngiliz kraliçesinden daha da kararlıyız!
Bildiğiniz gibi Angilikan Mezhebi Başkanı da olan en kıdemli ihtiyar Kraliçe önünde, bizim Ali Kemal’in torunu Sarıoğlan nasıl rükûa vardı? Sarıoğlan bitirim ve yatırım noktasında dünyâyı parmağına alacak kadar müthiş!
Dışdan bizi sallamaz gibi yapsa da, içi, “ah vatan ah vatan” diye Çankırı vilâyetimizin o Sarıoğlan köyü içün yanmaktadır!
Takiyeyi de hemen öğrendi kerata! Politikaya çok çabuk ısındı! Bizi de, İngilizcil kendi kendisine darbe ve heybe faslı bitince unutmayacak, gurk tavuk gibi ısıtacakdır! Eski dostdan düşman olmaz!
Sarıoğlan biraz yaka-paça bir tarafda paspal görünse, saç sakal kasırga yemiş yat gibi dalga dümen karışsa da, rotası ve pusulası tam İngiliz karakterinde ve adımları da fazla kilodan podyuma çıkamayacak kadar boruzantal!
Olsun, ama Kraliçeyi bile, önünde diz çökerken dize getirdi; ve “İngiliz paralamentosunu 14 ekime kadar ASKIYA” aldırdı, ipe çekdi! İngiliz usûlü Lozanik bir DARBE ile Türkiya’mıza eşlik etmeyi unutmadı!
Sadede gelirsek:
“Bize inanan kardeşlerimizin duası”, Allâh’a inanan Müslümanların alkışları ile “hâinlerin” kökünü kesmek içün 97 yıldır çalışıyor ve çalışmıya da devâm edeceğiz!
Cumhûriyet dedik, lâyıklık dedik, dembokrasi dedik, terörist ve hâinler sürüsünün önünü bir türlü kesib kökünü kurutamadık! Bu işde var bir pohluk amma, anlaşılamadı, acebâ nerede yahlış yapıyoruz?
Neden tanrılarımız bize müzâhir ve mülâyim olmuyor, 600 yapdık gene işler kesad! Aceba her yıl enfilasyon ve enfiye çekton payı olarak 100 ilâve etsek ve aradaki açığı kapatsak mı, yoksa bir refere ve kefere randum tarafından mı dolaşsak?
Ne ise!
Biz işimize bakalım!
TSK gözlem noktalarımıza Astana ve Soçi anlaşmalarına aykırı saldıran Moskofu “Meşru’ müdafaa hakkımızı kullanarak” dize getirmek içün bütün hazırlıklar tamam!
Artık “Bir gece ansızın gelemiyebiliriz!” demeden, ansızın boğazına sarılıb işini bitireceğiz!
Bundan kimsenin şübhesi olmasın ve kimse de KUSÛRA ve KÜSÛRÂTA bakmasın! Artık düz hesab yapacak ve küsurları bahşiş olarak bırakacağız!
Ta’vîz ve geri adım aslâ yok!
Bizi “test edenin” sasyal cinsiyet eşitliği kavâidine tevfikan ve KADEH’çi madamlarımızla işbirliği yaparak o “test” diyenlerin testislerini LGBT “düzlem ve gözleminde patlatacağımızı” da, buradan cihâna bildirelim!
49 yıl askerlik yapan harbiye nâzırımızı kimse kâle almamazlık yapmasın, bugün aslanlı yolda da yürüdük, bayramın verdiği neş’e ile de aslan gibi olunca, “Bir Türk dünyaya bedel” demenin hazzını fiilen yaşamaktayız!
*
Nice Ağustoslara eresice Aziz Halkım!
Geçen günki mevzuumuzu yarım bırakmamak adına, gene oraya biraz daha dönüb devamda muhtelif fevâid-i târihiyye ve îmâniyye mülâhaza etmekteyim!
Her birisi bizim Kasımpaşalı bin Ömr’e bedel; ve “Bugün artık hükümleri uygulanamaz, ancak 14-15 asır evvel uygulanan” bir dînin uygulama heveslisi ve mitolojik bir din bağımlısı, Süslüman ve Ömerman Vatandaşlarım!
Artık “Eski çamlar Bardak, o bardaklar çardak, çardaklar ise REVİZYONİST Yardak ve Yardakoğuları olub, bilcümle kuyruklarıyla azledildiler! Üstelik, kenara atılıb, artık terzihânedeki sistemin yamalıklarına yarar oldular!.
Artık Büyük Sahâbî ve HALÎFE Ömer ise ashab, ashab ise rahmetli ve (Radıyallâhu Anh), rahmetliler târîh, târihlerimiz, inanılmaz; inanılmazlarımız, işe yaramaz; işe yaramazlarımız anıt ve tapıt, anıt ve tapıtlarımız heykel, heyâkil dahî tanrı; ve tanrılarımız ise herşeyimiz oldu!
Artık “Geçdi Bor’un pazarı sür eşşeğini güvenli gölge ve bölgeye, veya Akdeniz’in şimâl-i şarkîsindeki İskenderun körfezine veya oradan da “Adana-Mersin tokadımı yersin” tekerlemesi ve şekerlemesi üzerinden tekrar Niğde’ye ve oradan AKSARAY’a ve hatta Bekir’in evi önüne!
Bekir’in ordan da yeni Kâbe ve Kıblemize!
*
“AMA GENE DE BİZ, DAHA DA İLERİ GİDEREK SÖYLİYELİM Kİ, “BİZE ÖMERLER GEREK, İŞTE O ZAMAN HER ŞEY YOLUNA GİRECEKTİR!”
“Ömerler lâzım” dedimse, bize, o büyük HALÎFE (Radıyallâhu Anh) Hazret-i Ömer zamanının Şeriat’dan kıl kadar ayrılmıyan Kelâm-ı Kadîm ile müeyyed, 40 yamalıklı Ömerleri değil; Güncellenmiş, güneşlenmiş, değişim ve dönüşüm hatta metamorfoz geçirmiş Ömerler lâzım!
Öyle Ömerler ki, çağdaşlaşmış, grand tuvalet, sinek kaydılı, örümcek salgılı, şey arısı sokmalı; Çipraz’ın yularsal gravat yokluğunu Kiryakos Miçotakis komşumuzun yuları yani “AĞLÂLİYLE” varlayıcı Ömerler…
Karısının elini bırakmadan her yere çanta gibi taşıyıcı, geyicikli, hospıtraklı, İ.Sözleşmeli, KADEH çençenisi çeneli ve tam üçkâğıtçı avrâdiyeli Ömerler…
Tesettürsüz, tesettürü iş karısı olma uğruna ateşe vermiş fakat başıbezlilerin doğurduğu Ömerler…
Mort Çatı ve Satı çocuğu, Fistancıoğlu LGBT hınzırtrak renklisi; çağa ve devrimlerimize, ilke ve ülkülerimize, tilki ve türkülerimize uygun ve uygulanır dîni ve diyâneti olan Süslüman Ömerler lâzım!
Artık bu kadar yeter, daha ileri gitmemize lüzûm ve zarûret olmasa gerek!
Mayınlı bölgede, üstelik eşşeksiz ilerlemekteyiz!
*
Hem bugün başımızda DİB’işimiz var! Ömer’in din telâkkîsi bizim DİB’işsel religionumuzla zinhar konsensüs yapamaz! Ve pürüzsüz bakışıb “ikirciksiz” ve incircik çekirdeksiz bir payda ve manzarada nasıl buluşur, bu dahî muhâl olsa gerekdir!
Şimdiki cırcır ve zırzır böceği, hem, “Haçlı ve kipalı Gâvurların da cennete gireceğini” homurdanmış; ve “giremezler” diyenleri “Mezhebçiler” diyerek aşşağılamışsa, böylece ağzını, kalın barsağını ve ardını bozmuşsa, o, hangi Ömerlerle hangi halkın kellesi yamaçlarında yani omuzları üzerinde bağdaş kurub semere oturur gibi oturacak ve öylece bir nemrut gibi kalacakdır?!.
Cırcır ve zırzır böcekleri cümle gayr-i Müslimleri Kelâm-ı Kadîm’e rağmen cennet-i a’lâ’ya balık istifi yığsa, Allâh Azze’nin kelâmı’nı “Mezhebçiler” diyerek “uygulanamazlar şurotuna gönderse”, böylece aslını inkâr da etse; o da yakında, halk irâde ve hâkimiyetimizin kutsal, putsal ve kurtsal netîcesi olarak, son sür’atle DİBİŞ’hâne terzihânesine (mâba’da yamalık) yapılmak üzere gönderilmeyecek midir; ve orada hiç olmazsa bir işe yaramıyacak mıdır?
DİB’iş sever ve sayar maaşlı ve câmi me’mûru ve müstahdemi ve kayyum ve müezzinler konseyi yüksek hızmetliler polit büro âmirliğinin Ankara bağımlısı Câmidaş ve Mihrabdaşlarım!
Hayırlısı.. Ömerler iş başı yaparsa, DİB’iş kaçacak delik aramayacak mıdır?
Bütün bunların, danışman ve dayışman ve sıvışmanlarca acebâ sismik araştırma ve rasat hesabları yapılmış mıdır?.
Kasımpaşa’lı bizim Ömer olarak herhalde bizim Kasımpaşalı mahdum Ömer’i özlemlemiş ve özümlemiş ve gözümlemiş olmam lâzım ki, “Ömer” demeden duramıyorum işte!
Bir başka ve derin ana problamatiğimiz de, “Bizim pırtı kendi kendisi olmakdan çıkarsa misyonunu kaybeder!”
Bu sözümüzün altını, kutsal kalemle putsal hatla ve kurtsal Bozkurt ulumasıyla yeşille boyamakdayız!
Allâh’dan ki hiçbir vatandaşımız kalkıb da şöyle sormuyor:
“Sizin kendi kendi olmanızı açar mısınız, bunun içi ne ile doludur, bu ne demekdir, siz ne zamandan beri kendi kendiniz oldunuz, misyonunuzu size kim verib boynunuza mavi boncuk gibi asdı; ve bu misyonun içinde ne var, KADEH’çi çençen karılar bölüğü gibi VİZYONUNUZ da var mı?
Neden yuvarlak lâflarla ve Egemen bir büyüğümüz gibi, bizi “bakara ve makaraya” sarıyorsunuz, bizi âcilde komalık mı görüyorsunuz?”
Diye sormuyor!
2023’e kadar da sormazlar ve koma, narkoz ve zombilik devâm ederse, sıkıntıyı atlatdık demekdir!
O zamana kadar Allâh Kerîm!
Bizim Kalın ve İnce, elbet buna bir çâre bulacakdır!
Bugünü kurtardım mı değme gerisine!
Şimdi küheylân kişnemeleri dinleyib tüylemizi diken diken edecek “etkinlik ve tepkinlik coşkusunu bütün ruhumuzla tatmak içün”, manzaralarının târîhî perspektifini güncellemek, uygulanamaz o harbin minyatür ve karikatürünü cihan çapında yaşamak içün Malazgirt ovasına uçacağız!
*
Sevgili Osmanlı Torun ve Torbas;ı ve Cumhuriyet Çoluk-Çocuğu, Dembokratik Rey’ting, Oy’ting, Oynaş, Sözdaş, Üçdaş ve Özdaşlarım!
Derin, dingin ve engin politik dolaşım ve dalaşımlar bizim işimizdir!
Sizler oy verin, sonra izzet ü ikbâl ile kenara çekilin! Seçimden seçime sandık ve oy işinizi ve dembokratik hakkınızı kullanın, “vatandaşlık görevi” kutsal ve hele “vergilendirilmiş kazanç” da Manukyan ananızın.. kadar üstelik vatansaldır!
Ancak ve yeter ki, sâdece ve yalınız dembokrasi kazansın!
En mühimi de “Halkın irâde ve hâkimiyetinin” SİZDE olduğuna; ve dembokrasinin de arz çapında süper bir YALAN olmadığına cezm ve yakîn derecesinde şeksiz ve şübhesiz inanın!
Bunun dışında falan parti-pıpırtı ve patırtının kazanması aslâ mühim değildir!
Çünki her parti dembokrasiyi yaşatmak içün vücûd hikmetine sâhibdir! Bütün partiler aynı ana ve babanın yani Kadîm Yunan Filozofisinin İfrâzâtı yani öz veledleri, zürriyeti, akıntısı, sızıntısı ve torunlarıdır!
Bizler nasıl Osmanlı torunları isek, onlar da aynen öyle Yunan veya Pontus torunlarıdır!
Bu bir gen haritası zenginliği, neseb-i sahihlik mozayiği olub; bir de Fettoş Hocia gibi ana yehûd baba ermeni vatandaşımız olursa, bu, Kâinâtın İmamını doğurtan bambaşka bir olağanüstülük, arş u semâ arası kadar esrarlı ve büyülü bir haşhâşîlik “kazanımı”; ve efsâne çapında bir veri tabanı ve alı tavanıdır!
Kimin, hangi parti, pırtı ve patırtının kazandığı aslâ mühim değildir!
Sakın buna kafayı takmayın! Geri zekâlı ve ekran dümbüllüsü Cübbelâ gibi panik atak illetine tutulub telâş etmeyin! Çünki biz, Global dünyanın dembokratik bir şûbesi olarak, onlarla konsensüs ve uyarağalık içinde olmadan bir tek adım bile atamayız!
Sizler, başınıza kim gelirse, ister müslim, ister münkir, ister münâfık, onu, Cübbelâ fırlamasının dediği gibi “Ülülemr” bilin ve itaat edin!.
Veya, Keşekçi Enver gibi durağa hangi otopis gelirse pis demeden hemen sırtına binin; ve eşeğe binmiş gibi Nasrettinlik yapıb kuyruğunu direksiyon olarak kullanın ve bir durak bile gitmeyi kâr sayın!
Aksi halde çok büyük fırsat, imkân, ikrâm, izdihâm ve sevabları kaçırır, arkasından jet Gâzıl hızıyla koşsanız bile, onları bir daha yakalayamazsınız!
*
Sevgili ve en Sevgili, dembokrasimizdeki temel, hudud ve köşetaşlarım!
Yenisi gelinceye kadar eskisine mutlaka itaat edin, dâimâ her başınıza gelene:
“İslâm’ı bu getirecek, Şerîatı bu i’lân edecek, karıları çarşafa, kızları diskotekden koca köteğine bu sokacak, 4 karı ve 4 bin câriye kelepirini bu yeni “ülulemr” başlatacak; partilerdeki kadın kolları ve bacaklarını battanilelere bu Sultanımız saracak!”
Diyerek, her gelene hergele gözüyle değil, işte bu gözle bakınız!. Aksi halde dünyâda rahat edemez, putlu, mutlu, umutlu, uyluklu, kuyruklu ve kurtlu bile olamazsınız!
Halbuki siz, dünyâya, REFAH içün, mutluluk ve putluluk içün, erken emeklilik içün, KADEH karılarına temannâ ve onlara “Ablam benim sen bi tanesin, çençen çenene hayrânım, başındaki beze gurbânım ablam, anam, canım benim” demek içün gelmediniz mi?
Siz bu âlem-i kevn ü fesâda, Cübbelâ gibi püsküllü belâ ve kuyrukluların “Ülülemr” dediklerine “Gurbanın olam ülülemrim benim” demek üzere bırakılmadınız mı?
Hem, hazırcacık şu fâni mekâna, sırtınıza vurulan zerdûz palanlarla hava ve çifte atmak; ve yiyib içib yataklarda yuvarlanıb sonra da amuda kalkmak içün gelmediniz mi?!
Bu i’tibarla, bu mahalleye, DİB’iş baş ve boşkanımız kimse, sarâ-yı hümâyûnumuzdan hastirât-ı sevkiyât yiyinceye kadar ona “Şeyhülislâmımız” gözüyle bakmaya gelmediniz mi?
Bundan bir zararınız olmaz, kârınız bile olur!.
Çamlıca câmisinde hudû ve huşû’ içre ibâdât ü tâat ile son demlerinizi mutluluk ve putlulukla geçirirsiniz!
DİB’iş başı yardımcımızın kadın, kız, kız-oğlan kız, dul, evli, farklı sosyal cinsden, 8-10 renkli kurdela takan, küpeli, cübbeli, züppeli, hoppalı, zıppalı, huri ve huriyeler gibi göz kamaştırıcı, sürmedanlıkdan göz boyayıcı, göz süzücü, hulâsa nereden nereli ve dereli olmasına sakın bakmayın ve aldırmayın!
Kalbine ve vicdânı ile cüzdânına bakın, ona atf-ı nazar ile dâimâ mübârekçe (itaat edin), hatta inkıyâd ile bey’at, harekât ve berekât eyleyin!
Bir de, “Ablam benim, ilmine biteyin, bilimine yanayım, başındaki beze fedâ olayım, erlere taş çıkartan asâlet ve şecâtin, adâlet ve kıyâsetine qurban gideyim” deyin!
Kadın demek herşey demekdir, her yerde her zaman sırt sırta, omuz omuza, göz göze, diz dize ve biz bize olduğumuz, olmamız şart olan lâzım-ı gayr-ı mufârıkımız; ve çer-çöpden bile el emeği göz nuru ile nice yuvalar, rezidans ve rezil dans’lar ve Reis-danslar “yaradan”, veledile başları veya başlarının kaşları, eşleri, daşları, yaşları ve aşları demekdir!
*
Başı sağolasıca oydaş, sandıkdaş, pırtıdaş, hükûmetdaş, dembokratdaş, globaldaş ve hulâsa kapısından alemine kadar minâredaşlarım!
Şûle Yüksel Şenler Kıbrısî bacımızı da, Âlem-i kevn ü fesâddan, Âlem-i dâr-ı Bekâya gözyaşlarımızla, erkân-ı devlet, himmet-i hükûmet, nüfûs-ı kesret, nüfûz-ı nisvân-ı ihvâniyât cumhur cemaat uğurladık!
Yeşilçam’ın “kadın kol ve bacaklarını ve vücûd münhanilerini her ins ü cinnînin yüzüne gözüne sokan sinemacılığı elinde, “HUZÛR SOKAĞI”nın siyah perdeye “uyarlanması ve yuvarlanması ve şarampole devrilmesi”, dünyâ da denen kevn ü fesâd âleminde çok acı hâtıralar bırakmışdır!
Ablamızı, bu roman sebeb ve sinema netîcesi çıkmazına bulayarak, feryâd ü figân ile yolcu etdik!
Çilekeş Ablamız, tesettür-i ŞER’Î içün değil de, ondan müstakil ve kopuk bir “başörtüsü” ütopisi içün çok gayret ve hızmet eyledi!
Tam bir tesettür içinde, tesettürden bir parça olmıyan başörtüsünün, kabare artistinin mendilinden bir farkı olmıyacağını bacımız ah bir anlatabilseydi…
Tesettürün de, mahremle nâmahremin kat’iyyen biribirine sesle, sözle, bakışla ve nakışla ve vücûd münhânileri ile bilâzarûretin herhangi bir yolla geçiş ve dönüş yapamıyacağını da ahhh bir anlatabilseydi…
Harem-Selâmlık zârûretini, zarûret dışında kadın ve kızlara “iş hayat”ı denen, bütün aygırlara muhâtab olarak ekşime, kokuşma, çürüme, nazara gelib bulanma ve ruh kararmasını; veya vitrin-sokak temâşâsının yasaklığını ahhh bir anlatabilseydi…
Evvelâ bunları bizzat kendisi yaşayarak, kuru kalabalıklara “modern rol-model” değil de; 15 asrın fıtrî ve hılkî nümûne-i imtisâli olabilseydi…
Ahh bir olabilseydi!
Ziyâde “duygulandım”, burada kesmek zondayım, ne olur kusûruma bakmayın!
*
Evet, hakîkatın sivri ve çatallı dili, kıvrandıracak kadar ve hatta dokuz doğurtacak kadar, böbrek taşından da beter acıtır!
Mevtâlarımızı kutsayan, mezarlıklarımız üzerine titreyen, Âlem-i Berzah hasretiyle yanan, çok vefâlı, cenâzesine kadirşinas, musallâ başı güzeli vatandaşlarım!
Nice bayramlarda buluşmak, halleşmek, sevinmek, oylaşmak, oynaşmak; ve îcâbederse ağlaşmak, zırlaşmak üzere…
Kalın sapasağlamlıcakla!
(Mâba’di var)
İntişârı: 30.08.2019 /