Tâhir MÂHİR
Lâyık cumbokrasi müctehid ve fıkıhçısı (!) Hayrettin Karamânî, beğenmediği din yerine beğendiği bir din (Religion) i’câdı işine, 54 yıldır, Mason Efgânî, Mısırlı Abduh ve Telfik hokkabazı Reşid Rızâ çizgisinde büyük bir azim, sebat ve hırsla devâm etmektedir.
Bir evvelki makâlemizin devâmı olarak beyân ederiz ki:
13) Kendisinin de içinde bulunduğu “Muhâfazakâr ve mutediller (!) içün” dahî, bakınız baklayı nasıl ağzından çıkarıyor, müthiş bir i’tirâf:
“Muhafazakâr veya mutediller diyebileceğimiz ikinci gruba göre günün ihtiyaçlarını fıkıh kitabları karşılayamaz. Batılı kânunların şekil ve sisteminde fakat fıkıh kaynağından derlenmiş yeni kânun mecmualarına ihtiyaç vardır. Bunun için de TEK MEZHEBE BAĞLANIP KALMAMAK, HATTA GEREĞİNDE İCTİHADA BAŞ VURMAK GEREKLİDİR.” (s.17)
Yanlış okumadınız: “BATILI KÂNUNLARIN ŞEKİL VE SİSTEMİNDE…”
Evet, Parasasör ya, “Gereğinde, ictihâda baş vurmak gereklidir” miş!. Şimdiye kadar sâdece “İctihâda baş vurmak!” nânesi yiyorlarken, Hayrettin buna bir de “Batılı kânunların şekil ve sistemini” ilâve ediyor ki, böylelikle, 15 asrın ulemâsını hiç ama hiç beğenmediğini ve Haçlı Batı’nın kânunlarını vaz’ eden şekil ve sistemleri ve bunları doğurub yoğuran münkir kafaları öne çıkarıb, onlara tâbi’ olunmasını hasretle dile getiriyor!
Ezikliğin, aşağılık duygusunun ve 15 asırlık İslâm usûl ve rûhunun dışında kalışın çirkinliği, bundan daha beter olamaz!
Nerde 15 asırlık ulemâ-i İslâm, nerde cumhûriyet parasasörleri!?. Mukâyese dahî muhaldir…
“Bu şekil ve sistem” elinde ortaya konulacak olan İslâmiyyet’e, artık İslâmiyyet denilemiyeceğini, bu gibi cumhuriyet çocuğu ilâhiyâtçı, ilhâdiyatçı ve DİB’çilerin bilmemesine milyarda kaç ihtimâl vardır!? O halde, Mason Bayar’ı ve onun:
“Türkiye’den İslamiyyet’i kaldırmak içün Lozan’da Batılılara SÖZ verdik, bunu da MİHRABDAN HALLEDECEĞİZ!”
Deyişini, tekrar dehşet ve nefretle hatırlamak mevkiindeyiz!
Pensilvanya kaçkını iblisin, Vatikan ve ABD istihbârâtı güdümünde yapmak istediği de bundan başkası mıydı?. O da, “Batılı kânunların” yani (Vatikan kardinallerinin, ABD güdücülerinin) “şekil ve sisteminde” bir religion uydurmanın peşinde, 54 yılını buna tahsîs etmemiş mi idi?.
Karaman ile aynı yıllar… İkisinde de, 1963 başlangıç!
14) İşte bu “Batılı kânunların şekil ve sisteminde”, her mezhebden birşeyler toparlıyarak, karıştırarak, ekleyib çıkararak, her fıkıh mezhebinin (Mektebinin) usûl kânunlarını hiç hesâba katmadan, ordan burdan devşirme ve karma-kurma BATILI felsefi sistemlerle ve yeni “İctihadlara (!) da baş vurarak…”
“Mezhebsizlik ve Batıcı (İslâmcılığın) rezîleti ile iç yüzü”, işte bu kadar vahîmdir; ve mason Efgânî-Abduh-Reşid Rızâ triumvirasından kopyalama ve kolonlama olarak böylesine korkunç bir çehredir…
CB Tavil Tayyib Paşa’nın elinden daha bir hafta kadar evvel güdül vezninde “Ödül” alan Karaman, 15 asırlık Kitâb, Sünnet, İcmâ ve Kıyâs delilli ve Rasûl-i Rusül Aleyhisselâm tebliğli İslâmiyet yerine, (Layık, dembokratik cumbokrasi ve dinler arası diyalog delilli) bir dîni (Religionu), gene aynı isim ve resim altında oturtmanın büyük üstâd-ı a’zamı olarak, böylece devletinin zirvesinden “Güzelleme ve özellemelere” mazhar oluvermişdir!.
Vahye uzak, beşerî nefs ü akla tâbi’, yeni ve “Batılı kanun, şekil ve sistem elindeki” usûl ve normlar istikâmetinde, bir dîn (Religion) uydurma ameliyesi…
Fakat adı geçen fıkıhçı ve şürekâsı, “Batılı kânunların şekil ve sisteminde” bir dîn îcâdına, merdçe, erkekçe ve lâfı dolandırıb yahudi saçına çevirmeden, cesâretle ve “İşte bizim usûl-i fıkıh kânunlarımız ve işte çağdaş ve modern mostralık ictihadlarımız!” diyerek, bir türlü başlıyamıyorlar!. Sâdece, 14 asırdır takarrür ve taayyün etmiş ve ümmetin içine sindirdiği tedvîn edilmiş fıkıh usûlleri ve mekteblerine reaksiyoner olarak ve yakıb-yıkarak ve millet-i İslâmiyye’yi de böylece, işlemez ve yaşanmaz bir din ile karşı karşıya bırakarak, apıştırmak ve felç etmek istikâmetindeler…
Tek faaliyetleri, İslâmiyyet’in yerine de, Haçlı’dan müdevver ve mütercem 109, hele 95 yıllık zehirleyici ve çürütücü kânun, sistem ve rejimleri, İslâm suyuna (!) batırıb şirinleştirerek, onların yerine ipkâ etmek ıkınışı…
Netîceten: Adı geçen fıkıh ve İslâm Hukûku usûllerini her fırsatda “Geçmez-işlemez” gösterib, onları böylece, nice iftirâ bombardumanına da tutarak berhevâ etmenin sinsi plânı ile, yola devâm peşinde ısrâr ederek; ve binbir kıvırma ve lâf oyunlarına bulaşarak yürümekde kararlı görünüyorlar!.
“Takrîb-i edyân, telfîk-i mezâhib, takrîb-i mezâhib, dinler ve medeniyetler arası diyalog” gibi haçlı uydurması yaftalar altında, İslâmiyyet’i, haçlı batılıların zihniyet ve arzularına göre ehlîleştirib, el öpen öksüz ve sâhibsiz çocuk derekesine düşürenlerin; ve bu çürük sakızları asırlardır çiğneye çiğneye daha da çürütenlerin ihânet manzarası işte budur…
15) Ve İslâm Hukûkunu kendi kendisine yedirerek (!) ortadan kaldırmanın metodu da, o hukûka, artık kendisinin kifâyetsizliğini gûyâ bizzat kendisine i’tirâf etdirerek (!) onu, “Kendi kendisini değiştirmesi icâbetdiğine” inandırmak!!!..
Bakınız bu da, şu bir tek cümleye çok ustaca ve “Fettoşizma (Sızıntı)sından ilhamla” sızdırılmış, sıktırılmış ve sığdırılmış:
“Halihazır ve günlük problemleri bir nizama bağlamakla iktifa etmeyen İslâm hukuku, ISLAHATÇI VE İNKILAPÇIDIR; YANİ CEMİYETİ BAZI NOKTALARDA DEĞİŞTİRMEK, MUAYYEN BİR PLANA GÖRE YENİDEN ŞEKİLLENDİRMEK İSTER.” (s.29-30)
Haçlıdan müdevver paralamentolarda, Ana-avratyasalarla kânun denen oyuncakların durmadan “Değiştirilmesi”; ve “Yeniden şekillendirilmek istenmesi” gibi, Allâh irâdesi demek olan islâmî esas ve temeller de, böyle durmadan “Değiştirilecek ve yeniden şekillendirilecek!..” Bütün bu tebdil ve tağyirlarin netîcesinde de, mebdei ile müntehâsı arasında hiçbir benzerlik bırakılmayan ve beşer irâdesinin mahsûlü bir oyuncak ortaya çıkarılacak; ve buna da, sözüm ona “DÎN-İ HAKK=Müslümanlık” denecek!..
Beyni sulanmış bir ateist bile, artık buna “DÎN” demez; ve ona, bir yerleriyle gülüb geçer… Çünki artık ortada İslâmiyyet diye bir dîn kalmamış; Mason Bayar’ın: “Lozan’da Batılılara verdik dediği SÖZ mu’cebince, Anadolu’dan Allâh Azze ve Celle’nin dîni, mihrabdakilerin eliyle kaldırılıvermiş” olacakdır… “Değiştirilen ve yeniden şekillendirilen” ve böylece “Yazboz tahtasına” çevrilen bir dîne, artık her şey denilebilirse de, sâdece “HAKK DÎN” denilemiyeceği bedâhaten ortadadır… “İctihâd kapısı” mevzuunu bu adam ve madamların: “Açıkdır, her üç paralık bilgisi olan oradan girib yılan gibi içeri süzülebilir!” şıkkı ile; ve zerre miskâl bir dîn hassâsiyeti ve ciddiyyeti taşımadan kör bir ısrarla istemeleri de, işte bu sebeblere dayanmaktadır…
Ehl-i Sünnet ulemâmız, bu iğrenç sûikast ve korkunç tehlikeleri gördüğü içündür ki, bütün bir İslâm târîhi boyunca bu kabil tahrîf, tağyîr ve tebdîlci terör şebekelerine karşı, pek kıymetli eserler kaleme alarak, bu tufeylîlerin ipliğini pazara çıkarırken; onların İslâm’ı yıkıcı mel’un faaliyyetlerini de akâmet ve sekteye uğratmışlardır…
16) Görüldüğü gibi, meğer “İslâm hukuku, cemiyeti, [Yani İslâm cemiyetini yani Dâr-ı İslâm’ı] değiştirmek ve muayyen bir plâna göre yeniden şekillendirmek istermiş” de, sanki bunu, ayıb olur diye hiç kimseye söyleyemezmiş!. Bunun içün de, 15 asırdır ve hele 4. asırdan bugüne tam 11 asırdır, kıvranır dururmuş!. O 11 asrın milyarları bulan müslümanları da, bu içler acısı manzarayı, bu dîn-i celîl-i İslâm’a yapılan işkenceyi görmezmiş, duymazmış, söylemezmiş, 3 değil 13 maymunları oynarmış!!!
Nihâyet o mazlum, garib, bîkes ve bîçâre dînin bu sızlanıb kıvranmasını farkeden fırıncı veznindeki fıkıhçı Hayrettin, büyük bir anlayış, incelik, rikkat-i kalb ve dikkat-i nazar ile garibimin tercümânı olarak bunu dile getirivermiş! Ve:
“Yazık yâhû! Şu can çekişen dîne acıyın, şekvâsını Hakk rızasiyçün bir dinleyin; ve âcilen beni de bu hastayı tedâvîye me’mûr edin!”
Demeye getirerek, bu ehemmü’l-ehem işe tâlib olduğunu, yazdığı kitabıyla pek âlimâne cihâna ta’mîm ve tebliğ ediverirmiş!…
Sanki bu “Cumhuriyet müctehid (!) lerinin” elini ayağını bağlıyan; ve “Böyle işlere burnunu sokarsan, Baba Ca’fer zındanını boylar, orada seni keşkeş ederler!” diyen “Mezheb taassubuna batmış” bir hükûmet ve iktidârın, ense köklerinde sallanan kılıcı vardır!. Tam tersine, “Saltanat-ı Cümhûriyye ve hökûmet-i ılmâniyye” 15 senedir ellerinde olub, mürîdân u tirîdân avaz avaz bağırıb yazmakda; ve “Sünnîliği ve usûlünü” pabuç hırsızına çevirici bir kabadayılıkla da, her yerde istediği gibi ve istediği tenâkuzlara bulanarak esib gürlemektedir!… “İslâm âlemi şiilik ve sünnîliğin tehdîdi altındadır; ne demek sünnîlik, ne demek şiilik, siz müslüman değil misiniz yâhu!” gibi söz ve taarruzlara hatta hakâretlere ma’rûz kalan, sâdece, 15 asırlık ve Rasûl-i Rusül Aleyhisselâm’ın mutlak izindeki sünnîlik yani Dîn-i HAKK’dır…
Çık ortaya, kur akademyanı; nefesin ve yüreğin yetiyorsa işte USÛL KÂNUNLARIM de, İmâm-ı A’zam gibi 64.000 usûl kânunu değil (6.4) taneciğini (!) koy önümüze, bas ictihadlarını, salla teşehhîlerini, mezheb dediğin böyle olur de, diyemezsen din dediğin böyle uydurulur de, belki yiyen, belki içen, belki tadına tuzuna bakan, ölümünden sonra da (Kaşar Nârî Köztürk) gibi mezârını “….. baba türbesine evriltib çevirenler, rûhunla diyaloğa geçib ona Vatikan usûlü âyîn ve Fener usûlü buhurdan sallayanlar” bulunur!!!
17) İmâm-ı A’zam Rahmetullâhi Aleyh Hazretleri gibi 64.000 usûl-i fıkıh kânûn ve kâidesi olan bir allâmeye, takvâ, zühd, verâ’ ve ilm-i vehbîsiyle cihâna müsellem bir müctehide karşı (Altıbuçuk) usûl kâidesi bile çıkaramıyan; on paralık ilm-i edeb nasîbi olmayan; putlar, heykeller, büstler, totemler arasında, bunlara ihtirâm ve ta’zim içre talebelik ve ömür geçiren; ilâhî zikr ü fikir yerine “Türküm doğruyum, laik dembokratik cumbokrasi vatandaşıyım!” diyerek ömür süren; (Bilmem ne hânelere) kadar uzanan hortumlarla teşekkül eden bütçelerden maaş alan; bunlarla gövdelerini semirtib evlâd ü ıyâlini de bu levsiyâtla zehirleyen; tâğûtlara me’mûriyyet ve kapıkulluğu ile makamlar elde eden bu adam ve madam takımları, İslâm fıkıh ve hukûkunun zerre miskâl tatbik edilmediği, tam tersine nice kânunlarla YASAKLAR altında bulunduğu bir DÂRDA, “İslâm Hukûkunu değiştireceğiz, muayyen plâna göre yeniden şekillendireceğiz!” diyecek; sonra da, Allâh ve Rasûlü Aleyhisselâm başda olmak üzere bütün gelmiş geçmiş onbinlerce Peygamberân, yüzbinlerce ashâb, ulemâ, evliyâ, milyonlarca şühedâ, milyarlarca mü’minîn ve mü’minât da, bunlara rahmet mi yoksa lâ’net mi yağdıracağını bilemeden seyredecek, öyle mi???
Nâmütenâhî hâşâ ve kellâ…
Böyle sunturlu zulm ü tuğyân, târihde nerede görülmüşse, sonu, KAHHÂR-I ZÜLCELÂL AZZE VE CELLE HAZRETLERİ’NİN İRÂDESİNE, HÜKMÜNE, SERİ HESÂBI VE ŞEDÎD IKÂBINA KALMIŞDIR…
(Mâba’di var)
İntişârı: 24.12.2017 / 13:53:06