4) İslâmiyyet’i ve onun her hususdaki esas ve temel şartları ile rükünlerini kaldırmak, bozmak ve en azından değiştirmek, İngiliz başda olmak üzere dünki “Global” bugünki “Dijital Aklın” bir hedefidir. Bu şeytânî akıl, rahmânî aklın tam muârızı olarak (15 Temmuz haçlı Seferi’nde) de son derece müşahhas biçimde görüldüğü gibi, halka en ziyâde te’sîr edebilecek “Hoca kılık ve kisvesindeki” şeytânî akıl sâhibi adam ve madam tâifelerini kullanmaktadır…
Nikâh m.evzuu da, bir asra yakın zamandır Anadolu insanının önünde netâmeli bir mes’ele hâline getirilerek ikide bir ısıtılır; ve ehâliye, onun dînini değiştirmek istikâmetinde yedirilir durur…
Hayrettin de, bahis mevzuu kitabından iktibâs etdiğimiz 3. cümlesindeki “Belediye dâirelerinde kıyılan nikâhların” sözü hâriç, yukarıdaki 3 cümlelik yazısında, tam 4 yerde “Nikâh” demekden kaçıyor, “Evlilik” diyor!
Acebâ neden?.
Çünki, ma’nâyı, Şerîat’a münhasır kılan ve Kur’ân’da kat’iyyen bir hüküm ve emir bildiren “Nikâh” kelimesini “Evlilikle” değiştirince, mevzu’u, lâyık-dembokratik anlayışın kimliğine daha yaklaştırmış olacakdır!. İbâresi yukarıdadır ki, nice çömezleri bile bu ince ayar oyunları farketmemişdir!. “Evlilik” ile “Nikâh-ı şer’î” arasında umum-husus münâsebeti var da denilebilir…
Sonra, her evliliği ortaya koyacak (AKDE), kim, zarûrât-ı dîniyyeden olan “İslâm nikâhı” diyebilir!?. Bu mümkin midir!?.
5) Gene 1. cümledeki beyânına göre, nikâh değil de evlilik, hem “Esas ve ŞARTLARI” i’tibâriyle “Dînî nasslarla” yani Kitâb ve Sünnet’le; hem de, Kitâb ve Sünnet’e müstenid ictihadlarla “Tesbît edilecek”; ve fakat, bütün bunlara rağmen de “Dînî bir AKİD” olmıyacak!..
Bu kadar devâsâ bir tenâkuza kim, nerede rastlayabilir?
Üstelik, bütün İslâm Hukûku ve Fıkıh müdevvenâtında “Nikâh, kat’iyyen dînî bir AKİD” olarak geçer ki, Karaman’ın akid olmakdan çıkarmaya uğraşıb çalışdığı esas nokta, evlilik değil, “Nikâh-ı şer’îdir!”
Beş paralık usûl-i fıkıh ma’lûmâtı olan sıradan bir talebe, hatta ateist (Lâyık) bir gugukçu ve avukat bile, buradaki tenâkuz veya kıvırtmalara kim bilir nasıl ve neresiyle güler!?
Nikâha nazaran evliliğin ihâtası daha genişdir… Nikâh, evliliğin içinde bir cüz… Her “Nikâhlandık” diyen “Evlendik” demiş olamaz!. Nikâhlı olub da biri Avrupa’da, biri Asya’da yaşayıb apayrı mekânlarda bulunan insanlar olabileceği gibi; nikâhlanıb, birkaç ay veya birkaç sene sonra bir çatı altında dünyâ evine giren, aynı sokakda hatta kapıbir komşular da pekâlâ görülebilmektedir!..
6) Evlilik, Hayrettin’e göre “Dîni bir AKİD” olmayınca, onun içinde bir ana temel ve cüz olan nikâh da, hâliyle “Dînî akid olmakdan çıkarılıvermiş” bulunacakdır! Ammâ doğrudan doğruya “Nikâh dînî bir akid değildir” denirse, “Çüşşş!” çeken çok olacağından, bu şıkka “Sızıntı” usûl ve karakter kânunları îcâbı olarak kitâbında cesâret edemediği görülüyor!
Lâyık cumbokrasi makâmât-ı ictihâdiyyesi, işte karamânî cenahda bu kadar ince ayar üzerinden (!) faaliyyetlerini yürütmekde!..
Buradaki mantığı veya saptırma ve katakülliyi Cihân’ın da görmesi ne kadar güzel olurdu!
Bütün sünnî mezhebleri, “Taassub ve gerileme sebebi” gören “Cumhûriyet müctehidi” dediğin, işte İslâm’ın yerini, mevki’i ve mevziinden kaydırıb “Değişim ve dönüşüm” ambalajıyla da sarıb sarmalama husûsunda, böyle dört dörtlük el çabukluğu ve kıvraklığına da sâhib olabilmelidir!.
Senelerce evvel A.Hakân nâm “Herg.le” Kanal 7’de iken, “Siz müctehid misiniz?” suâline Karaman, hiç korkmadan ve çekinmeden “Evet!” bile diyebilmişdir!. Hatta bir tv programında da kendisine sorulan bir suâle:
“Suâlinize İslâm’a göre mi, Hanefi mezhebine göre mi cevab vereyim!”
Diyecek kadar da, kendisini lâ yüs’el ve lâ yuhtî görebilmiş, işi bu derekelere indirebilmişdir!. Görüldüğü gibi, Hanefîliği, İslâmiyyet’den ayrı tutarak, tahtında müstetîr olarak İslâm dışı saymışdır!. Tabii bu hükmün zarûrî netîcesi olarak da “Hanefîyim” diyenler, İslâm Dîni dışındaki gayr-i müslimler olacakdır!!!.
Karaman’a göre, Hanefîlik ile İslâmiyyet ayrı ayrı dinler (!) olmuş olunca, İmâm-ı A’zam Rahmetullâhi Aleyh Hazretleri gibi beynelislâm pek büyük ve kadri âlî bir velî müctehid de, İslâm dışı ictihadların müctehidi olmak i’tibâriyle, İslâm dışı bir “Adam menzilesine” fırlatılıb atılıvermiş bulunacak!.. Lâkin Karaman’ın asıl vermek istediği cevâbı ise, bir mezhebe göre değil, “İSLÂM’a (!) göre olmuş” olacak; ve o, İmâm-ı A’zam İslâm dışı kalırken, bütün cehâletiyle ve inâdıyla İslâm içi kalabilmenin “Mutluluğu ve putluluğunu” yaşıyacakdır!
İşte lâyık dembokratik Türkiye Cumhûriyeti Devletinde “İslâmiyyet’in” getirildiği “Çok saygın, yüceler yücesi, camekânlar içinde saklanacak kadar kıymetli, antika kıymeti fevkal’âde yüksek, bayrâmiyelik hatta evlâdiyelik!” nokta!..
7) Evvelki yazımızda sâbık DİB Başı Bardakoğlu’nun apaçık söylediği “Dünyâya bakarak yeniden Dîn inşâ’ etme” işi, Karaman’ın adı geçen kitabını yazdığı târihlerde belki ancak yüzde beş-on meydanlarda söylenebilir iken; DİB ve ilâhiyatçı esnafı tarafından, 15 yıllık AKP Hökûmât-ı Tayyibâtiyyesinde, avaz avaz bağırılarak tv’lerden çalkalanır olmuşdur!..
Karaman ise ma’lûm san’atını, bazen açıkdan tv kanalları ile; ve bazen de böyle kitâb sahîfeleri ve asıl 1963’de başladığı dersleri ile mekteblerde icrâ etdi!. Dünyâ müsteşriklerine (Oriyantalistlerine) ve reformatörlerine varıncaya kadar pek çok religion otoritesinden (!) tam veya uydurma iktibaslar da yaparak, öylesine modern ve çok ılmî (!) kitablar tanzîm etmişdir ki, bunların, şifresi çözülmeden anlaşılması “Kabbala’yı” anlamakdan çok daha müşkil olabilmektedir!..
8) Buna, adı geçen eserinden bir misâl vermek îcâbederse aşağıya şunları alırız ki, burada artık İmam-ı A’zam ve İmâm-ı Şâfî’ gibi muazzam İslâm müctehidlerine âid ictihadların, bugün muteber olamıyacağı; ve Bardakoğlu denilenin resmen ve alenen söylediği “Yeni ictihadlarla yeni bir dîn îcâdetme işine” mübâşeret edilmesi lüzumu, açıkça dile getirilmektedir.
Okuyalım:
“Rönesansdan ve bilhassa Büyük Fransız İhtilâli’nden sonra Batı, hukuk sahasında büyük adımlar kaydederken İslâm âleminde çeşitli sebepler yüzünden dördüncü asırdan sonra ictihad hareketi duraklamış, MEZHEB TAASSUBU TEŞEKKÜL ETMİŞ, HUKUKÎ HÜKÜM ARAMAK İÇİN ASIL KAYNAKLAR YERİNE FIKIH VE FETVA KİTABLARINA; HEM DE, TEK MEZHEBİN KİTABLARINA BAKILIR OLMUŞTUR. HALBUKİ BU KİTABLARIN ÇOĞU, ZAMANLARI İÇİN İLERİ BİRER MERHALE OLMAKLA BERABER İSTİKBÂLİN İHTİYAÇLARI BAKIMINDAN YETERSİZ DURUMA DÜŞMÜŞLERDİR.” (s.16)
Müctehid imamlara âid ictihadlara bakışları son derece sakat ve gayr-i islâmî olanların bu babdaki yazıları, İslâmiyyet’le zerre kadar te’lîf edilemez. Müctehid ictihadları bugüne kadar “Vaz’-ı ilâhi-î olarak DÎNİN içinde” yer almışdır ki, bunlara muvakkât ve “Târihsel” damgası vurmak, İslâmiyyet’in reddi ve inkârı demekdir…
9) Yeryüzünden İslâm Hukûkunu kaldırmak istiyen iç ve dışdaki İslâm muârızlarının, üzerinde birleştikleri müşterek hezeyân (Ortak payda olacak kadar beraberce kullandıkları zırva), bu “Mezheb taassubu” ta’biridir!. Bir sünnî müslümanın kendi akâid veya fıkıh yolunu (Mekteb veya mezhebini), doğru ve hakk görerek ona sımsıkı bağlanması, onun dînî salâbetini gösterir; ve bu, son derece takdîre ve tebrîke şâyân bir hâldir… Lâkin gelin görün ki, asırlardır, “Mezheb taassubu” terkîbini, İslâm aleyhdârı gayr-i müslimler, içdeki dinsizler, hristiyan ve yahudi oryantalistler ile ateist ve felsefeciler kullanmış; müslümanları ve İslâmiyyet’i aşağılamak ve onları “Mekteb-mezheb usûlleri” üzerinden tahkîr etmek içün dillerine dolamışlardır…
Taassub, cehilden peydahlandığı ve onda musırr olunduğu gibi; hiçbir hüccet ve delîle dayanmadan, mücerred körü körüne sâdece bir inâd sâikiyle bir şeye bağlanmayı da ifhâm eder…
Taassub, aynı zamanda ve ikinci olarak da, mücerred HAKK bilinen İslâmiyyet’e, ictihâd mekteblerinden birisi üzerinden ve onun delil ve hüccetlerini kabûl ederek, salâbet, sebât ve metânetle bağlanmayı da ifâde eder…
Birincisi, Haçlı Batı felsefelerine ve küfr ü şirk ve nifâka inadla bağlanan dinsiz, mülhid ve ateistlerde görülür…
İkincisi ise, İslâmiyyet’i mücerred HAKK ve HAKÎKAT tanıyan ve son derece tasdîk, tahsîn ve tebrîke şâyân bulan müslümanlarda görülür ki, bu, onlardaki tebrîki müstahık keyfiyeti anlatır…
İslâm muârızı müsteşrik (Oryantalist) ve içdeki ilâhiyat ve DİB mensubu tâifeler ise, “Taassub” kelimesini hemen dâimâ zikri geçen birinci şıkdaki mehfî ma’nâsı ile “Müslümanlar” aleyhinde ve onların mezmûm (Kötü ve çirkin) bir keyfiyeti imiş gibi kullanmış; ve bunu da, gene tersden bir reklâm havasıyla dillerine pelesenk edinmişlerdir!. Bu utanılası mülevves hâl, müslümanlara her hücûm vesîlesiyle irtikâb edilmiş; ve bu ma’nâ tekrarlandıkça da meşhûr edilerek, dinsizlerin âdeta her savletlerinde kale kapılarını açan bir maymuncuk yapılmışdır!. Böylelikle ta’kîb edilen gâye ise, “Mezheb-Mekteb-Usûl” sâhibi olan sünnî müslümanları, aşağılık duygusuna iterek, onları, mezheb ve mekteblerine intisâb ve âidiyyetden uzaklaştırmak ve şeytânî-ilhâdî yollara sapdırmakdır…
Dikkat edilirse, bu “Mezheb taassubu” ta’bîri ile müslümanları suçlama ve aşağılama içine girenlerin cümlesi de, İslâmiyyet ile ya hiç alâkası olmayan lâyık-ateist sürüler; veya dîn-diyânet ile alâkası varmış gibi görünen, nifâk sâhibi iki yüzlü ve sahte, dîn adam ve madam takımları yani cumbokrasinin bazı “Ruhbân sınıflarıdır…”
10) Yukarıya aldığımız ve sünnî mezheb-mekteb usûlleri ile vaz’edilen islâmî yol ve disiplinleri, “İSTİKBÂLİN İHTİYAÇLARI BAKIMINDAN YETERSİZ DURUMA DÜŞMÜŞLERDİR.” diyerek küçümsemek, aşağılamak ve gözden düşürmeye çalışmak, bir üst paragrafda beyân etdiğimiz gâyeyi tahakkuk etdirmek hedefine ma’tûf, iğrenç iftirâlardır…
“İstikbâlin ihtiyaçları” denilen şeyler ise, global ve evrensel denilen ve dünyâya yayılarak her yıl hesâbî dizi gibi misliyle çoğalan, insanlığın başına da derd ve belâ olan ve beşer FITRATINA da yüzde yüz ters düşen; ve seküler felsefelerin veya sâir religionların bâtıl, dâll ve müfsîd; dünyevî, iktisâdî, ictimâî, siyâsî, hukûkî, tıbbî ve askerî bir takım şeytanî kânûn, rejim ve teâmülleridir… Bütün bunlar, fıtrî bir dîn (İlâhî nizâm) olan İslâmiyyet karşısında, zâtı i’tibâriyle zaten küfür, şirk ve nifâk hükmü yiyerek reddedilmiş dindışılıklardır ki, bunları “İstikbâlin ihtiyaçları” cümlesinden görmek, her şeyden evvel Kelâm-ı Kadîm ve Sünnet-i Seniye (Hadîs-i Şerîf) nasslarına tersdir; ve bu nassları inkâr etmedikçe de bunlara meşrûiyyet kazandırmak muhaldir… İslâmiyyet “HAKK Hâkimiyyeti” derken; “Halkın hâkimiyyeti” içün kaç yaş seçme-seçilme yaşı olsun diye bunu islâmî bir ictihâd mevzuu yapmak, Cenâb-ı Hakkın Dînini (Oyuncak) yapmakdır ki, onbinlerce mes’eleyi bu bir tek misâle kıyâs edebiliriz!
11) Modernitenin getirdiği küfür, haram, mekrûh ve müfsidleri, “Bunlar artık cemiyet bünyesinden atılamaz, halk bunları kabûl etmiş ve benimsemişdir; o halde bunlara meşrûiyyet maskesi geçirerek, bunları dîn ile tersleşmeyen mes’eleler olarak gösterelim!” deyiş, İslâmiyyet’i ortadan kaldırmaya ma’tûf bir projedir; ve 1924’de DİB’in, 1949’da da İlâhiyâtların açılmasındaki şeytânî global aklın gâyesi de bundan başkası değildir…
İslâmiyyet’in hududlarını, edillesini, zarûrât-ı dîniyyesini, esas ve temellerini zorlayıb parçalayarak yok etmedikçe de, “İstikbalin ihtiyaçları” denilen seytanlıkların arkasına saklanmak ve müesses dembokratik cumhûrî rejimleri meşrû’ gösterici “İctihadlar” uydurmak, bir teşehhîden ibâret kalmaya mahkûmdur… Ve tekrâren, altını da çizerek ehemmiyetle beyân ederiz ki, bunlar, Dîni ortadan kaldırmaya ma’tuf plân ve projelerin işletilmesi demekdir… Ve başka hiçbir ma’nâya da gelmiyeceği, her akl-ı selîm sâhibine ma’lûm bir bedâhatdir; ve bu i’tibarladır ki, îzahdan vâreste bilinir…
12) Bütün bu kaypak, saptırıcı ve “İstikbâlin ihtiyaçları” diyerek uydurulan bahâneler, gayr-i islâmî düzen ve rejimleri, “İctihâd” nâmı verilerek yapılacak “Şeytânî teşehhîlerle” müslümanlara “İslâmî rejimler” gibi göstermek; onları, “Dâr-ı İslâm’da” yaşıyor zannı içine çekerek bu esrar ve afyonlarla uyuşturub iyice dumanaltı etmekdir… Bu kabil projeler, son senelerin “Diyalog” hezeyanları, “Ne sünnîyim ne şiî, müslümanım” demelerle göz boyama canbazlıkları, “Kur’an Müslümanlığı” gibi şeytânî inhiraflar ile yürütülmekde; “Mezhebçilik veya mezheb taassubu” gibi muhayyel tehdîd ve tehlikeler, “Lâyık-dembokratik-cumhûrî felsefeleri” İslâmiyyet’in içinde ve özünde göstermeler ve sâireler gibi mutlak ma’nâda uydurma ve fesâda bâdî, hâricî ve müfsid akıllarla sevk ve idâre edilmektedir!.
Müslümanlığı, dembokrasi, lâyıklık ve cumbokrasi gibi felsefelerle âhengdârmış gibi göstermeler, Müslümanların, “İslâmî Nizâm arayışlarına ve islâmî hürriyet ve istiklâl peşine düşmelerine sedd çekmeye ve dîne bağlılık hızlarını kesmeye” ma’tuf, “Bel’amlar ve oryantalist çömezler” tarafından ortaya atılan yâvelerdir; bundan başka, aslâ farklı bir şey de kabûl edilemezler…
Mes’elelere islâmî fikri esas almadan, sathî yaklaşmalar, bugünün medyasında apayrı bir plan ve proje olarak yürütülmektedir ki, bu da, ehâlînin uyanmamasını istihdâf eden bir başka ateist, refomist ve revizyonist tuzak olarak görülmelidir…
(Mâba’di var)
İntişârı: 29.10.2017 / 22:15:09