Bir takım “müslüman coğrafyasında” görülmüş devletlerin, “Hakk’ı bâtıl ile telbîs edişleri=bulayışları-ki Allâh Azze buna kat’iyyen küfür buyurur-hüküm çıkarmakda (mekîsün aleyh) olamıyacağı bedâhaten ortadadır…” Yanlış ve fâsid herhangi bir şey, İslâm’da kıyâsın dayandığı delîl olamaz… İlahiyat hocası (!) Müteveffâ Bahriye Üçok ve nicelerinin, târihde bir çok saraylarda kadın hânendelerin, meclisleri şakıtıb şenlendirdiklerini (!) esas alarak, bunlarla, kadın şarkıcıların meşrûiyyetini ve muhtelıt=iki cinsin karma oturmalarını istidlâl etdiğini hiç duymadınız mı? Müteveffâ Madam Bahriye’nin, haremlik-selâmlık usûlünün butlânını da (!) böylece istidlâl etmek (!) sûretiyle, modern ve şeytânî kıyaslar yapdığı, bırakdığı “betik ve etik (!) tahrîrâtda bile” mazbut ve mevsuk değil mi?!. Beştepe içün de bugün, cumbokrasi müctehidlerinden (!) Karamanlis, haftada 2-3 gün aynı kıyas delilleri ile pek modern ve politikacıları meşrûlaştırıcı (şer’îleştirici!) ictihadlar ve fetvâlar (!) yumurtlamıyor mu?!. Bu rafadanlık yumurtalar da, tabii parti pırtı açları tarafından kapış kapış götürülüb midelere indiriliveriyor!. Sonra da gelsin: “Yüce Dînimiz ve kutsal değerlerimiz!” soyundan millet narkozlama nakarâtı…
Yiyene!
Bunca katakülli döner ve arada İslâm kaybolub giderken, “Âsım’ın nesli” ve bilmem kimin kuşağı!. Pansilvanya’lı vaiz ve fâizciler de “Altın nesil!” peşindeydi!. Ehl-i Sünnet’den yani Yavuz Cennetmekân Hazretlerinin din anlayışından fırladın mı, işin bitmişdir; yetiştireceğin de, yetiştirdiğin de, işte meydanda… Kavanoz ve futbol topu kafalı, yalama ve narkozdan gözünü bile açamayan zavallı sürüler… İblise hass o merdûd ve mevkûf “ğurûru”, “Türkiye seninle ğurûr duyuyor!” sloganında mihraklaştırarak, orada burada, ona buna cıyak vıyak öttürmekden başka hiçbir renk ve meziyeti bırakılmamış bir gençlik… İşte gençliğiniz de bu!.
İlâhiyâtçı, DİB’çi, Haltettinî, iblisî ve bazı cübbeli şalvarlı ham softa kaba yobazların, nice bâtıl ve hurâfeleri (mekîsün-aleyh) kabûl etmeleri ve bunlar üzerinden politikacı tâğûtların saltanatları ve bu saltanatların gölgesinde kendi necis menfaatleri uğruna hüküm çıkarmaları şeytanlıkdır; ve bunların İslâmiyyet’le zerre kadar alâkası olduğu söylenemez… Bu kabil adam ve madamların tamâmı da, bazı partilerin, bazı politikacıların, bazı felsefelerin yardakçıları, yalamaları, yalakaları ve bel’amlarıdır; başka hiçbir şey kabûl edilemezler… Bunların ve bunlara âid kıyâs ve hükümlerin rahmânî değil; şeytânî oldukları mutlakdır…
Paris patentli Cumhuriyet’de ise, o toprak üstünde yaşayan müslim, gayr-i müslim, kafir, zındık, müşrik, münâfık, azılı İslâm düşmanı (!) kim var kim yok herkes, müsâvî olarak biribirine tam eşit ve denk (!) vatandaşlar kabûl edilerek sandığa gider; ve oyunu, oyunun şeltânî kâidelerini tesbit etmiş Garb kafasına ve en başda da İngiliz kâidelendirişine göre mankurtca oynamak üzere sandığın yarığından sallar; ve sonra da o sandıkdan, en iyi insan avcısı kimse, o AVCI çıkar!. Ve o, ipotek altındaki dembokratik (hür) irâdelerin “SAYIN BAŞKANI” v.s.’i olur!.
Müslümanın değil yalınız (!) herkesin, her cinsin, her milletin, her dinden olanın, her türlü dinsiz ve imansızın, her homongolos ve demongolosun; ve her oynak, manyak, kontak, çatlak, patlak, çıplak, zıplak, hulâsa her şeyin ve her meyin ve her kesin ve her fesin ve her külâhın şeyi ve başı, bu usûlle dünya milletlerine ve müslümanlara, İslâm’a rağmen (!) âfiyetle yedirilir!… Çünki bütün bunların (oy=rey) muhassılası (Kurbağaca bileşkesi), bütün bunca cins ve türlerin, ayarlanmış ipotek altındaki irâdeleri mahsûlü olarak varlık sahnesinin rahm-i maderinde vücud bulur!
Cumhûriyet rejim-i beşerîsi işte budur…
Yahya Bey Ekselansımız bir kafa karışıklığı veya leblebili şıra-boza seansı sırasında: “Yarın cumhuriyeti i’lân edeceğiz arkadaşlar!” soyundan kelâm edüb, ertesi gün de, i’lânâtı basmış olamaz mı!?… Cumbokrasiyi i’lân ederken yanında kim vardı; Eygi Möhderem var mıydı acebâ???
Eygi, gidib görmediği o “Moritanya, Zambiya, Zombiya ve Gambiya cumhuriyet” düvel-i hatt-ı mevhûmunu, “efrâdını câmi’ ağyârını mâni” çok güzel ve hayâlhânesinden hakîmâne ve lâtifâne hikâye edivermiş, sağolsun!
İslâm krallığı, İslâm Dükalığı, İslâm İmparatorluğu, İslâm Faşizması, İslâm Nazizması, İslâm Nemrutluğu, İslâm Fir’avnlığı, gibi şeylerin alayı da, “İslâm Cumbokrasisi” ile berâber şeytan cumhuriyetleridir !…
Hâlâ mı anlaşılamadı acebâ?
Müteveffâ Nurattin Topçu gibi bir felsefeci de, “İslâm Sosyalizması” diyerek kalemini çirkâfa batırınca, akabinde de o kalemle “Îslâm” yazmaya kalkınca, Büyük Üstadım Merhûm Necib Fâzıl Bey’den öyle bir cevab almışdı ki, bunu, Âhıret’de dolaştırılacağı 7 orman, 77 ummânda bile aslâ unutamaz!
Duâyen ve meccânî muharririmizin bunları bilmemesi, cidden ecâibâddan ve dahî garâibâtdan bilinse yeridir!
Eygi Bey de, “İslâm Cumhûriyeti hayâlleri ile Gambiya, Zambiya, Zombiya ve Moritanya” diye, görüb elini sürmediği, diliyle yalamadığı ve kulakları ile duymadığı yerleri sayıklamaya başlarsa, bunun hayra alâmet olmadığı bedâhaten ortadadır!.
Her mes’elenin kitâba dayandırılmasını, kendisinin buna pek riâyetkâr olduğunu sık sık söyleyen “sayın duâyen”, “İslâm Cumhûriyeti” terkîb ve ta’bîrini hangi mu’teber ehl-i sünnet akâid ve fıkıh müdevvenâtının kaçıncı cild ve kaçıncı sahîfesinde görmüşse, merdçe yazsın; aksi halde milleti idlâl ve iğfalden vazgeçsin, âhıretde hesâbı fevkal’âde çetin olur!. İcâzetini aldığını söylediği Muhammed Zâhid Efendi Merhûm’un o tarafda (Ukbâ’da) yüzüne bakamaz!. Hocaefendi Hazretlerinden böyle şeytânî terkibleri bir kere bile duyduğunu söylesin de görelim!
Moğol istilâsındaki anarşi ve iğtişâş o dereceye varmışdı ki, İslâm târihçileri: “Neredeyse cumhûriyet ilân edileyazdı!” gibi ibâreler kullanmışlardır!.
1923 lü yıllarda da, “1300 yıllık hılâfet veya İmâmet-i Kübrâ veya Hükûmet-i İslâmiyye” ta’birleri ile yoğurulan millet-i İslâmiyye, “Paris mahrecli cumhuriyetçilere” rastladıklarında “tecdîd-i îmân ven-nikâh” tavsiyesinde bulunmuşlardır. Buna binâendir ki 1923’den sonra “Andaç Lozan” narkozları ile Anadolu’da (500.000) müslümanın katliâmı tahakkuk etdirilmiş; ve şen şakrak, o günlerin üzerinden zıplayıb hoplıyarak bugünlere gelinivermiş; ve abuk sabuk börkenek mıntıkalarından fetvâlar savrulur olunuvermişdir! Ve ayrıca, toprak altındaki enbiyâ, evliyâ, ulemâ ve şühedânın hangi tür duâları alınır olmuşsa, işte onlar dahî alınır ve tepeden geçiriliverir olunmuşdur!!!
Biraz da “Cumhuriyet” bânîlerinin sözlerini konuşdursak, Eygi Bey bunlardan da ilhâm alıb yeni terkîbler üretebilir!. Kamal Paşa’dan:
“Din ricâlinin derdi, ancak kendi karınlarını doyurub başka bir işleri olmadığını bilsinler!”……. “CUMHURİYET DEVRİ DİYE ARAB VE İSLÂM TÂRİHİNDE BİR DEVİR YOKDUR”…………”BUNA HULEFÂ-İ RÂŞİDÎN, GÛYÂ “İRŞÂD EDİCİ HALÎFELER” devri demek yerine, bu “dört halife” ekspresyonunu almak câizdir.” (Yeni Türkiye’de İslâmlık, Tercüme: Üstâd-ı A’zam Hayrullah Örs, s 97-98, Ank. 1972)
Paşa “İslâm Târihinde cumhuriyet yokdur” diyerek bir hakîkatı i’tirâf etmişdir. Ancak İslâm’ın dışında olduğu içün de, Hulefâ-i Râşidîn Rıdvânullâhi Teâlâ Aleyhim Ecmaîn Hazerâtını küçümsüyor; ve onların, “râşidîn yani çok ileri, olgun ve akıllı” kişiler olduğunu kabûle yanaşamıyor! Müslüman olmayanın bu hâli, hiç de yadırganmaz. Ekspresyon dediği de, Fransız gâvuru dilinde “tâbir, söz, ifâde v.s.” demek…
Nutuk’dan aşağıya alacağımız hayâllerin de, “cumhûriyetsiz” olamıyacağı mutlakdır; ve “Kurtarıcılığın künhünü” anlamak; ve millîliğin ne demek olduğunu da çözmek, ancak şu satırlarla mümkindir:
“Efendiler!
Bütün beşeriyetin tecrübe, ma’lûmât ve tefekkürde teâlî ve tekemmülü, Hıristiyanlıkdan, Müslümanlıkdan ve Budizimden sarf-ı nazar ederek basitleştirilmiş ve herkes içün anlaşılır hâle konulmuş ÂLEMŞÜMÛL SAF VE LEKESİZ BİR DÎNİN TEESSÜSÜ ve insanların şimdiye kadar kavgalar, levsiyât, kaba arzu, ve iştahlar arasında bir SEFÂLETHÂNEDE YAŞAMAKDA OLDUKLARINI kabûl ederek BÜTÜN VÜCUDLARI VE ZEKÂLARI ZEHİRLEYEN UFÛNET TOHUMLARINA galebe etmeye karar vermesi gibi şerâitin husûlünü müstelzim olan bir CİHANŞÜMÛL İTTİHÂDÎ HÜKÛMET TAHAYYÜLÜNÜN TATLI OLDUĞUNU İNKÂR EDECEK DEĞİLİZ!”
(M.K.A, Nutuk, Türk Davrim Tarihi Enstitüsü, Devlet Kitabları, İst, 1981, 14. Baskı, s.713)
Fransız Adliye Vekîli Yahudi ve Mason Üstâdı İsaac Adolphe (1796-1880) bir nutkunda şöyle der:
“CUMHÛRİYET, MASONLUKDA MÜNDEMİCDİR.” CİHAN CUMHURİYETİNİ TESİS EDİNCEYE KADAR HER TARAFDA MÜCADELE EDECEKLERİNİ, İHTİLÂL ÇIKARACAKLARINI, HÜKÛMETLERİ DEVİRECEKLERİNİ ÎMÂ EDEN SÖZLER SARFETDİ.” (MASON PİERRE MARİEL, Les Francs-Maçons en France, Marabout, Verviers, BELGİQUE,1972, pp.85-87.)
“MASONLUK UMDELERİNE UYGUN OLAN CUMHURİYETİN TÜRKİYE’DE İ’LÂNI, MASONLAR İÇÜN BÜYÜK BİR SEVİNÇ OLMUŞ VE MASONLAR 1932 SENESİNE KADAR DAHA FAAL BİR ŞEKİLDE ÇALIŞMIŞLARDIR.” (Çırak, İstanbul 1958, s.42)
“TEKRAR EDELİM Kİ YUKARIDAN BERİ SAYILAN AMERİKA, FRANSIZ VE BM İNSAN HAKLARI İLE TC ANAYASASININ BÜTÜN BU MADDELERİ, LAİSİZM KONUSUNDA MASONLUK İDEOLOJİSİNİN YARGI HÂLİNE GETİRİLMİŞ İLKELERİNDEN BAŞKA BİR ŞEY DEĞİLDİR.” (Yahudi C. Akkerman, Mimar Sinan Dergisi, İst. 1972, nu: 11-12, s. 49-50, 56-59)
“TÜRK DEVLETİNİN KOMÜNİZME KAYMASI NASIL BİR TEHLİKE İSE, ÜMMETÇİLİĞE KAYMASI DA ÖYLECE BİR TEHLİKEDİR! ATATÜRK, BU İKİNCİ TEHLİKENİN KAPISINI KAPATMAK İÇÜN LAİKLİK İLKESİNİ DEVLETE GEÇİRDİ!”
“LAİK DEVLET, TEOKRATİK DEVLETİN ZIDDIDIR. TAOKRATİK DEVLETDE BÜTÜN GİRİŞİMLER, DİN KURALLARINA GÖRE YÜRÜTÜLÜR. BUNA KARŞILIK LAİK DEVLETDE BÜTÜN GİRİŞİMLER DİN KURALLARINDAN ARINDIRILIR; DİNİN, DEVLET İŞLERİNE GİRMESİNE İZİN VERİLMEZ.”
“DEVLET KUVVETLİ İKEN, BU KUVVETE GÜVENİP İSLAMİYET’İN TEMEL FİKİRLERİNDEN OLAN (GAZÂ) DÜŞÜNCESİNE KAPILMANIN YOLLARINI KAPAMAK VE BÖYLECE ÜMMETÇİLİĞİN YOLUNU KESMEK… ÇÜNKİ BİR ÇEŞİT EMPERİALİZM OLAN GAZÂNIN, ATATÜRK’ÜN “YURTDA SULH, CİHANDA SULH” TEMEL DÜŞÜNCESİYLE ÇATIŞDIĞI AÇIKDIR.”
(“Atatürk’ün Metodolojisi ve Günümüz”, 1978, s. 65-69)
9.12.1975’de, mason Reşad Sanlı’nın konuşmasından:
“BİR GÜN BİR TAKIM POLİTİKACILAR VE ONLARI DESTEKLEYEBİLECEK KİŞİLER, TÜRKİYE’YE SALTANAT VE HILÂFETİ GETİRMEK İÇÜN ÇABA SARFETMEYE BAŞLARLARSA, LİBERAL VE CUMHURİYETÇİ OLDUĞUMUZ HALDE, KILIMIZ KIPIRDAMADAN ONLARIN DAVRANIŞLARINA SEYİRCİ KALABİLİR MİYİZ?” (Mason Dergisi, 1976, sayı:23-24, s.38-42
Süleyman Demirel’in Locası BİLGİ Locasında Vedad Dolakay ve Rıza Berke’nin verdiği konferansdan:
“KIYAFET İNKİLÂBI, HARF İNKİLÂBI, HILÂFETİN İLGÂSI, TEOKRATİK DEVLET ŞEKLİNDEN LAİK DEVLETE GEÇİŞ, FERDÎ SALTANATIN YERİNİ DEMOKRATİK REJİME CUMHURİYETE TERKİ, KANÛN-I MEDENÎNİN KABÛLÜ, GİBİ BİRİBİRİNİ TAKİB EDEN BAŞ DÖNDÜRÜCÜ İNKİLÂP HAMLELERİ TÜRK DEVLETİNİN, İSLÂM MEDENİYETİNE VEDÂ EDEREK GARB’A EN HAKÎKÎ ŞEKLİ İLE DÖNÜŞÜNÜN TAM İFÂDESİ OLMUŞDUR.” (Bilgi Locası neşriyatı:1, Ank. 1960)
Mustafa Kamal’dan:
“NATÜR (tabiat) İNSANLARI TÜRETDİ, ONLARI KENDİNE TAPTIRDI DA…”
“Fransız ihtilâli, bütün cihana hürriyet fikrini nefh eylemişdir. Ve bu fikrin hâlen esas membaı bulunmaktadır. Fakat o tarihden beri beşeriyet terakkî etmişdir. Türk demokrasisi, Fransa ihtilâlinin açdığı yolu takib etmiş, lakin kendisine hass vasf-ı mümeyyizi ile inkişâf etmişdir.”
“Memleketimizi asrîleştirmek (çağdaşlaştırmak) istiyoruz. BÜTÜN MESÂÎMİZ, TÜRKİYE’DE ASRÎ, BİNAENALEYH GARBLI BİR HÜKÛMET VÜCÛDA GETİRMEKDİR.” (Yeni Türkiye’de İslamlık, Müt: Mason Üstadı Hayrullah Örs, Ank.1972, s.97-98)
Gene Paşa’dan:
“Eğer onlara (din adamlarına) karşı benim şahsımdan birşey anlamak isterseniz, derim ki ben, şahsen onların düşmanıyım.” (Dönme Prof.İlhan Arsel, Atatürk ve din adamları, Türt Dili Mecmuası kasım 1976, Nu:302, s.599)
Bu da Paşa’dan:
“Her halde hılâfet BAŞIMIZA BİR BELÂDIR.” (Prof. E. Karal, Devlet Kitabları, Atatürk Kitabları Dizisi:1, İst. 1981)
Paşa der ki:
“….hâince teşebbüslerden çekinmeyen Sultan ve Halîfelerin ARTIK BU VATANDA ASLÂ YERİ YOKDUR VE OLAMAZ!” (Mustafa Kemal’in Sözü, Üç Büyük Devrim, İst. 1973, s.183)
Bu da:
“Evet arkadaşlar, o saraylar ve o sarayların etrafını ÇEVİREN HAİNLER, asırlarca bu milleti gafletde bırakdılar; O’nu nura koşmakdan men’ etdiler……Bir başdan memleketi soyarlar, diğer yandan milletden aldıkları askerle Viyana’yı, Mısır’ı, İran’ı zabt içün fütûhâta kalkarlardı.” (Mustafa Kamal’ın Adana’da (16.3.1923)deki konuşmasından. M. Doğan, Batılılaşma İhaneti, s. 107-108)
Fransa’da mason meşrik-i azamı meşhur Politikacı Jacques Mitterrand, “Farmasonların Siyâseti” isimli kitabında şöyle yazar:
“FARMASON VE CUMHURİYETÇİNİN İLK FAZİLETİ, LAİKLİKDİR….. 18. ASIRDAN İTİBAREN, O ZAMAN DİĞER MANEVİ ESARETLERİN HEPSİNİ DE TEVLİD EDEN, BAŞLICA MANEVİ ESARETİN DÎNÎ ESARET OLDUĞUNU ANLAMIŞ OLMANIN ŞEREFİ MASONLARA ÂİDDİR…… MASON LOCALARI, MEKTEBİN, MECBÛRÎ, LAİK VE MECCÂNÎ OLMASI İÇÜN MÜCÂDELE ETDİLER…. BİZZAT FRANSA’DA ASRÎ KAVMİN YAPDIĞI HİÇBİR BÜYÜK İŞ YOKDUR Kİ, BİR MASONUN İSMİYLE DAMGALANMIŞ OLMASIN! CUMHURİYET, GAMBETTA İLE ÜMİD VE ŞE’NİYET PLANINA AKSETDİ….. LAİK MEKTEB İSE, JULES FERRY, PAUL BERT, JEAN ZAY DEMEKDİR…” (Jacques Mitterrand, la politique des Francs Maçons, Paris 1973, pp.19, 194-195, 205)
Mason M. Ali Haşmet’den:
“Âdem evlâtlarını biribirine düşüren, şuur ve vicdanlara kelepçe vuran dînî dogmatizmi korumak ve yaşatmak vazifesiyle kendini mükellef tutan din bekçilerini KÖKÜNDEN KAZIYARAK düşünüş ve inanış tarzlarımızda bizi GENİŞ BİR HÜRRİYETE KAVUŞTURAN LAİK ZİHNİYET, benim görüşüme göre MASONLUĞUN BİR YAVRUSUDUR…. BU YAVRUYU ELİNDEN TUTUP YAŞATAN O BÜYÜK ÖNLÜKLÜ VE ÖNLÜKSÜZ TÜRK MASONLARINI SAYGI VE MİNNETLE SELAMLAMAK, İHTİSÂSÂTIMIN EN ÖNÜNDE GELEN DUYGULARIMDANDIR.” (Vefa Mahfilinin Üstâdı M.Ali Haşmet, 1933 senesinde bu nutku irâd etdi. “Vefa 25 yaşına girerken 1909-1933” başlıklı risâle, İst 1933, s.42)
Din Bekçilerinin “KÖKÜNÜ KAZIMAK” DA, MASONLARIN en büyük rüyalarındanmış!
Mason Üstâdı Dr. Enver Necdet Egeran’dan okuyalım:
“Amerika Birleşik Devletlerini ve HÜR DEMOKRATİK LAİK İDARE SİSTEMİNİ KURANLAR George Washington başda olmak üzere AMERİKAN MASONLARIDIR.” “….MASONUN YAŞADIĞI TOPLULUK İÇİNDE DÂİMA EN YÜKSEK MEVKİ’LERE GETİRİLMESİNİ NORMAL KARŞILAMALIDIR.”
“İnsan hakk ve hürriyetleri ile hür demokrasinin kurucusu ve koruyucusu olan masonlar….” (Dr. Enven Necdet Egeran, “Gerçek Yüzüyle Masonluk”, Ank. 1972, s. 6-…..187)
Dönme Prof. İlhan Arsel de ateist felsefesini şöyle konuşturur:
“İşte Atatürk, Türkün devlet ve toplum yaşamlarına akılcı çağı getirme girişiminde bulunmakla, bu ülkenin uygarlık yönünde ilk adımlarını atmasına neden oldu ve birazdan da görebileceğimiz gibi Teokratik Devlet zihniyetinden LAİK DEMOKRASİYE yönelmenin yolunu açdı….”
“….Atatürk, batılılaşma siyâsetine önem verirken, bundan anladığı şey de, biraz önce belirtmiş olduğumuz anlamda, BATILILAŞMAK idi. Batılılaşmak demek, ona göre, aklı ve kişi yaşamlarını ŞERİAT CENDERESİNDEN KURTARMAK VE DÜŞÜNCE TARZINI DİN KALIPLARINDAN VE BASKISINDAN UZAK KILMAKDI. Yüzyıllar boyunca Türkün aklını ve DÜŞÜNCE TARZINI işlemez hâlde tutan ve onu gerilikler ve ilkellikler içinde yaşatan bir düzenden çıkarıb TIPKI BATILININ YAPDIĞI GİBİ hür akıl verilerine göre ve kendi serbest iradesinin çizdiği yolda yaşamaya SÜRÜKLEMEK, ONUN BAŞLICA AMACI OLMUŞDUR……….
SİYASAL VE SOSYAL YAŞAMLARA MÜSBET AKLIN VERİLERİ EGEMEN OLMADIKÇA, EĞİTİM SİSTEMİ ŞERİAT KARANLIKLARINDAN KURTARILMADIKÇA, KURTULUŞ ÇÂRESİ OLMADIĞINI BİLMEKTEYDİ. Bundan dolayıdır ki yepyeni bir devletin temellerini AKIL verilerine oturtmakla işe başladı ve bu metodu, sırasıyla DEVLET VE TOPLUM YAŞAMLARININ HER SAFHASINDA VURGULADI….
DİN VE DEVLETİN BİRİBİRİNDEN AYRILMASI, LAİKLİĞİN KABULÜ ve buna benzer bütün inkilaplar, hep din baskısından kurtulmuş bir düşünce ve AKIL rehberliğiyle erişilen aşamalar oldu….”
“….19. ve 20.yüzyılın keşfetdiği gerçeklerden birisi de, Hegel’den, Marx ve Engels’den süzülerek gelen “Düşünce ve fikir yaşamını oluşturan maddî yaşam koşullarıdır. Düşündüğümüz gibi yaşamıyor, yaşadığımız gibi düşünüyoruz” formülüdür. Yani Diyalektik Materyalizm gerçeğidir. BU FORMÜLÜ ATATÜRK, TÜRK TOPLUMUNA, BU TOPLUMUN İNSANLARININ YAŞAMA GELENEKLERİNİ (Şapka devrimi, elbise devrimi, çarşaf, harf devrimi, tarikatlerin yasaklanması gibi) DEVRİMLER YOLU İLE DEĞİŞTİRMEK SURETİYLE UYGULAMAYA ÇALIŞMIŞ, VE ATATÜRK DEVRİMLERİ DENEN Z O R L A M A L A R L A YÜRÜTMÜŞDÜR. Bu ZORLAMA çağdışı kalmış bir toplumu çağ rayına oturtmak ve İslam ülkeleri içersinde çok kısa bir süre içerisinde en ileri safa geçirmek bakımından üstün başarılı sonuçlar yaratmışdır….”
“….Her türlü ilmi ve özellikle iktidarın meşrûiyyetini veya anayasal bir düzene girilib girilmeyeceğini müsbet ilim ve akıl verilerinde değil ve fakat SADECE KUR’AN ÂYETLERİ arasında aramaya alışmış zihniyete ilk darbeyi ATATÜRK TÜRKİYESİ VURMUŞDUR.”
“Hayatda en hakiki mürşid ilimdir derken, ilim deyimini Şeriat zihniyetinin anladığı anlamda, yani DİN KURALLARI VE ÖZELLİKLE KUR’AN HÜKÜMLERİ olarak değil ve fakat müsbet aklın ortaya vurduğu ve genellikle ŞERİAT verilerine (ve Kur’an’a) aykırı düşen müsbet ilim şeklinde anlamaktaydı.“
“İşte Atatürk, akıl üstünlüğü prensibini yerleştirmekle, ilim denilen şeyi, MUHA…DİN ANLADIĞI şekilde yani din anlamında değil ve fakat müsbet düşüncenin ürünü olan ilim şeklinde anlamışdı. Ve şu muhakkak ki ilmi bu anlamda kullanmakla MUHA…DİN 1400 YILLIK TEOKRATİK ANLAYIŞINA ilk kez KARŞI ÇIKMIŞ OLUYORDU.”
“KUR’AN VE HADİSLER Tanrı’nın ve Peygamberin ağzından çıkmış ve hiçbir şekilde değiştirilemez, kaldırılamaz ve uygulanmaları mutlaka gereken tek gerçek şeyler olarak kabûl edildiği sürece, aklın verilerine göre YERLEŞMİŞ SİSTEMLERİ (DEMOKRASİYİ) YERLEŞTİRMEK MÜMKİN DEĞİLDİR. İslâm dünyasında bunu ilk kez anlayan ve uygulamaya çalışan ATATÜRK OLMUŞDUR.”
“Egemenliğin MİLLETE ÂİD OLDUĞU ve hem de toplumu oluşturan kişilerin “iradelerinin toplamı ” bulunduğu ve İNSAN YAŞAMLARININ TANRI EMİRLERİ İLE DEĞİL, İNSAN İRÂDESİ OLAN KÂNUNLARLA DÜZENLENECEĞİ FİKRİ, İLK KEZ ATATÜRK İLE BİRLİKDE YENİ TÜRKİYE DEVLETİNDE YERLEŞMİŞDİR. Bütün diğer hususlar hâric ve FAKAT SADECE EGEMENLİĞİN MİLLETE AİD OLDUĞU VE MİLLET İRÂDESİ OLARAK DOĞDUĞU prensibinin kabûl edilmesi ve DÜNYA İŞLERİNE UHREVÎ İRÂDENİN KARIŞTIRILMAMASI VE MİLLETİN KENDİNE ÖZGÜ BİR İRÂDE YOLU İLE KENDİSİNİ İDÂRE ETMESİ BİLİNCİNİN BENİMSENMESİ DAHÎ, MÛCİZEVÎ BİR DEĞİŞİKLİK DEMEK OLMUŞDUR.”
“ATATÜRK, millî egemenlik, yani EGEMENLİĞİN MİLLETE AİD BULUNDUĞU BİR SİSTEM, YANİ CUMHURİYET DIŞINDA BAŞKA BİR DEVLET VE HÜKÛMET ŞEKLİ VE REJİMİ OLAMAYACAĞINI ilmî verilere dayanarak açıklarken, ŞERÎAT SİSTEMİ VE ZİHNİYETİ İLE BAĞDAŞMASI MÜMKİN OLMAYAN bir durumu ortaya VURMUŞ oluyordu. Daha sonraki yıllarda (Büyük nutkunu okuduğu tarihde), CUMHURİYETİ KENDİNE EMÂNET ETDİĞİ GENÇLİĞE DE, ŞERÎAT ZİHNİYETİ DEMEK OLAN ZULME VE İSTİBDÂDA KARŞI GELMEYİ ÖĞÜT OLARAK VERMEKTEYDİ….”
“….1924 Yılında TBMM’nin almış olduğu hılâfetin lâğvı karârı, DOĞRUDAN DOĞRUYA ATATÜRKÜN GAYRETLERİ ESERİ OLARAK ortaya çıkan bir sonuçdur.”
“Halifeleri, (kendilerine ubûdiyet etmekden kaçınanlara karşı dâimâ en hunhâr ve en gaddar usûllere ve yollara başvurmak gibi) niteliklere iten ve onları korkutucu ve yok edici birer varlık hâlinde tutan nedenleri ŞERÎAT’IN DAYANDIĞI TANRI ANLAYIŞINDA VE TANRI FİKRİNDE ARAMAK GEREKİR….”
“….Sonuç: TÜRKİYE’Yİ “ŞERÎAT DEVLETİ” OLMAKDAN ÇIKARIB LAİK CUMHURİYET DEVLETİ HÂLİNE GETİREN ZİHNİYETİN YÖNELDİĞİ HEDEF: BÜTÜN YERYÜZÜ İNSANLARININ TEK BİR İNANIŞLA BAĞLI OLDUKLARI DÜNYA DEVLETİ ÖZLEMİ…” “….Ve gördük ki “LAİK CUMHURİYET VE DEMOKRASİ REJİMİNE TÂRİHDE İLK OLARAK YÖNELEN İLK İSLAM ÜLKESİ TÜRKİYE OLMUŞDUR VE TÜRKİYE’Yİ BU BAŞARIYA ULAŞTIRAN ATATÜRKDÜR….. DİĞER İSLÂM ÜLKELERİNİN HİÇBİRİNDE HİÇBİR LİDER ŞİMDİYE KADAR DEVLETİ DİN TEMELİNDEN AYIRMAK VE DÜNYA YAŞAMLARINI LAİK ZİHNİYETE OTURTMAK VE BÜTÜN BUNLARDAN DA DAHA ÖNEMLİSİ, İNSANLARI İNSAN SEVGİSİ VE TEK BİR DÜNYA KARDEŞLİĞİ İDEALİ İLE YETİŞTİRMEK GİRİŞİMİNDE BULUNMAMIŞDIR….”
“Demokrasi rejimi İslâmiyyet’in uygulandığı hiçbir ülkede ve hiçbir dönemde var olmamışdır…..Ve gördük ki, “Laik cumhuriyet ve demokrasi rejimine târihde ilk olarak yönelen İslâm ülkesi TÜRKİYE olmuşdur. VE TÜRKİYE’Yİ BU BAŞARIYA ULAŞTIRAN ATATÜRK OLMUŞDUR.” İlhan Arsel diğer İslâm Ülkelerinin bu başarıyı tutturamadıklarını kaydetdikden sonra şöyle devam ediyor “Ancak hiçbirisi, Atatürk’ün Türkiye halkına ve ve TÜRK AYDININA AŞILADIĞI VE MUHAKKAK Kİ, TOHUMLARINI YAVAŞ YAVAŞ DA OLSA MUTLAKA VERECEK OLAN İ N S A N L I K İ D E A L İ FİKİRLERİNE ÂŞİNÂ DEĞİLLERDİR. Çünki bu diğer İslâm Ülkelerinin hiçbirinde hiçbir lider şimdiye kadar DEVLETİ DİN TEMELLERİNDEN AYIRMAK VE DÜNYA YAŞAMLARINI LAİK ZİHNİYETE OTURTMAK VE BÜTÜN BUNLARDAN DA DAHA ÖNEMLİSİ İNSANLARI İNSAN SEVGİSİ VE TEK BİR DÜNYA KARDEŞLİĞİ İDEALİ İLE YETİŞTİRMEK GİRİŞİMİNDE BULUNMAMIŞDIR.”
“…. ATATÜRK, NUTKUNDA, İNGİLİZ TARİHÇİLERİNDEN WELLS’İN “İNSANLIĞIN GELECEKDEKİ TARİHİ” ADLI KİTABINDA YAYINLADIĞI VE BÜTÜN YERYÜZÜ İNSANLARININ TEKBİR DÜNYA DEVLETİ HÂLİNDE VE TEK BİR DÜNYA DÎNİNE BAĞLI OLARAK YAŞAMALARINI ARZULADIĞI DÜNYA BİRLİĞİNE OLAN ÖZLEMİNİ AÇIKLAMIŞDIR.” (Prof. İlhan Arsel, “Şeriat Devletinden Laik Cumhuriyete” Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi yayınları, Nu: 378, Ank. 1975, s. 788’den 812’ye)
Paşa’dan:
“….Kaza ve kader, tâlih ve tesâdüf tabirleri Arabçadır, Türkleri alâkadar etmez!” (A.g.e. s.1)
Cibâli İmamının Gülşen Hamamında şakıtılan Farmason oğlu ve Devletin resmî Başyasarı Fâlih Rıfkı YATAY ise şunları yazar:
“KEMALİZM, ASLINDA BÜYÜK VE ESASLI BİR DİN REFORMUDUR.“
“İslâm’da bütün şer’î mes’eleler 2 büyük bölüme ayrılmışdır: 1. Bölüm: Âhıreti ilgilendirir ki ibadetlerdir: Oruç, namaz,hac, zekât. İkinci bölüm dünyayı ilgilendirir ki, bunlar da nikâh, ve âileye aid hükümlerle MUÂMELÂT denen mal, borç, da’vâ ilişkileri ve UKUBÂT denen cezâ hükümleridir. KEMALİZM, İBÂDETLER DIŞINDAKİ BÜTÜN ÂYET HÜKÜMLERİNİ KALDIRMIŞDIR!”…….
“…NAMAZ ŞEKLİ DE, İSKEMLE OLMAYAN ENTÂRİLİ BİR HALKIN YAŞAYIŞINA UYGUNDUR. PANTALON, ETEK VE HELE BAŞKASININ AYAĞI DEĞEN YERE YÜZ DEĞDİRMEYİ YASAK EDEN HİJYEN DEVRİNDE YÜRÜYEMEZ. Cenaze namazını neden caminin dışında kılıyoruz? Bugünkü hijyen anlayışına göre, caminin içi ile dışı arasında fark yokdur!”
“Atatürk ibâdet devrimine ezan ve namazı türkçeleştirmekle başlamışdı. Gerçekde verdiği ilk emir, EZAN VE NAMAZIN TÜRKÇELEŞMESİ İDİ….. ATATÜRK SAĞ KALSAYDI, ” (İBÂDET REFORMU OLACAĞINDA DA ŞÜBHE YOKDU.” (F. R. ATAY, “Çankaya”, İst. 1980, s. 393-394)
Ateis Nurullah Ataç’dan:
“…ERİTMELİYİZ KENDİMİZİ AVRUPA UYGARLIĞI İÇİNDE, KURTULUŞ ONDADIR.” (Ataç, “Dil Devriminden bu yana” TDK neşriyatı,s. 36, Ankara 1964)
“LAİK DEVLET, DAHA İLERİ GİDEREK ÂİLEDEKİ HÂRİC, HER TÜRLÜ DİN EĞİTİMİNİ YASAK ETMİŞDİ…. dEVLET RUSYA’DA OLDUĞU GİBİ, BİR TARAFDAN DÎNİN TATBÎKÂTINI MEN’ ETMEZKEN, DİĞER TARAFDAN YETİŞEN NESLE, DÎNÎ ETKİ YAPILMAMASI İÇÜN, CİDDÎ TEDBİRLER ALMIŞDIR…. 1924’de MEMLEKETDE DÎNÎ FAALİYETLERİ KONTROL ALTINA ALMAK İÇÜN, BAŞBAKANLIĞA BAĞLI DİYANET İŞLERİ MÜDÜRLÜĞÜ KURULMUŞDUR…. BUNUNLA BERABER, BÜTÜN BİR NESİL, İSLÂM GELENEKLERİ VEYA KUR’ANDAN HABERSİZ OLARAK BÜYÜMÜŞLERDİ. İHTİLÂLDEN SONRA BAZI YILLAR, İÇKİ, KUMAR VE ADAM ÖLDÜRME GENELLEŞMİŞDİ. 1946’DAN İTİBAREN, DURUM ÇOK KÖTÜYE GİTDİ.” (M. Philips Pirice, “Türkiye Tarihi”, Türkiye İş Bankası Yayınları, s. 147,231,232, Ankara 1969)
Yahudi Komünist Lider Sabiha Sertel’den:
“ATATÜRK’ÜN MİLLETİNE BİR KURTULUŞ HEDİYESİ OLARAK VERDİĞİ CUMHURİYET, DEJENERE OLMUŞ BİR SALTANATIN MİLLETİ GERİLİĞE, ÖLÜME SÜRÜKLEYEN MİKROPLARINI ÖLDÜREN BİR İKSİRDİR….ATATÜRK’ÜN CUMHURİYETİ, mazinin, milletin ayağına bir zincir gibi bağladığı gerilikleri kaynağında boğmuş…. Onun bu millete bir miras olarak bırakdığı CUMHURİYETİ, İNKİLABI, İLERİ UMDELERİ KORUMAK, BU MİLLETİN ONA KARŞI GÖSTERECEĞİ EN BÜYÜK MİNNET BORCUDUR.” (S. Sertel, 11.11.1938, Tan Gazetesindeki “Türkiye’nin Büyük Adamı” serlevhalı yazı.)
Bugünki cumhuriyet çocukları, ecdâdının nerelerde ve hangi kabristanlarda olduğunu bile bilmeyen bir veledler sürüsünü de içinde taşıyorsa, iyi düşünmek, adam gibi fikretmek, seytan gibi milleti idlâl etmemek, âcilen ve derhâl “îmân tazelemek” en ehemü’l-ehem vazife olsa gerekdir!
Acemistan Şiileri ve Râfızîlerinin kurduğu devletin de adı “İslâm Cumhûriyeti!”
Çünki onların Hulefâ-yı Râşidîn Rıdvânullâhi Teâlâ Aleyhim Ecmaîn Efendilerimiz üzerinden Rasûl-i Rusül Aleyhisselâm Efendimiz Hazretlerine bağlanmak, Ona müntehî olmak gibi bir din ve îmân temellerive emelleri olduğu veya olacağı aslâ düşünülemez, bu muhaldir… Mütekadimîn-i şia ile müteahhirîni arasındaki i’tikâd farkları, iki ayrı din arasındaki farklar kadar büyük ve korkunçdur!. Hele Sünnîlikle olan zıddiyyet ve aradaki uçurum, bundan da büyük ve daha korkunçdur!
İsim, resim ve cisim üzerinde (cumbokrasi) diyerek dans etmenin ve fırıldak çevirmenin âlemi yok!
Eygi yarın, “Hılâfet Cumhuriyeti” diye bir sayıklama ile uyanırsa şaşırmamak lâzım! Çünki Pırasasör ve Nurcu A. Akgündüz de “Hılâfetle Cumhûriyetin” berâberce aynı devlet üzerinde yürüyeceği “teşehhîsinde” bulunmuşdu!. Buna hangi nurcunun “Hadi ordan geveze!” dediğini de hiç duymadık!. Eygi de aynı nakarâtı bir fıkrasında şakımış; ve (millî görüş mücâhidîn ve mücâhidelerinden) veya adam ve madamlarından hiçbir aksül’amel de görmemişdi!
Tam tersine bunlar, ekmek arası salam sosis yer gibi büyük bir iştiha ile, nice mülahham gövdelerce yutuluverdi!.
Eygi Bey’e bol cumbokrasili rüyâlar!
(İntişârı: 22.02.2017)