Güzel, özel, tezel, esfel, çözel ve tüzel bilcümle qurban Vatandaşlarım!
Qurban bayramını geride bırakalı bir ay olsa ve takvimler 11 Muharrem 1441’i gösterse de, bayram mesajı mesajdır, eskimez, bundan sonra da bütün bayramlarda işe yarıyacakdır! Böylece, ŞER’Î hassasiyetlerimizin eliyle bugünün şirkini nasıl MÎZÂH çerçevesiyle MÎZÂN cenderemize sokub, şirkin nasıl suyunu çıkardığımızı gelecek nesillere de qurban bayramı hedâyâsı olarak mîrâs bırakmış olacağız!
Şirk, şimdi koşduğunu zannetsin. Kelâm-ı Kadîm’in buyurduğu “Qutile’l-harrâsûn=Kahrolası Yalancılar”, dembokratik politika diyerek şirki 24 saatde 24 kere “kutsayıb putsasınlar!”
Hiçbir işlerinin zerre kadar düzgün gitmediğini bile bile göre göre “Ebû Cehil’in küfr-i inâdîsiyle” nasıl şirkde direniyorlar!
Sorulunca “Müslümanım” derken, zerre kadar bile utanmıyorlar! Halbuki târihdeki o azılı müşrikler, merd tarafları da varmış ki “Müslümanım” demezlerdi… Çünki onların putperestliklerinin bile bugünün dembokratik uçkur lâstiği gibi uzayıb kısalması ve elastikiyetine mukâbil, gâvurca da olsa bir salâbeti ve kararlılığı, hudutları ve netliği vardı!
Şimdi “Vira Bismillah, hamsi tava süper” deyib bırakdığımız yerden devam edelim!
*
Partidaş, Sandıkdaş ve Reyting ve Oytingdaşlarım!
Sizler oy verdikden sonra, iki gözünüzü ve iki kulağınızı kapatıb huzûr içinde işinize gücünüze bakınız!
Kabine freng dilinde mecâz olarak helâ ma’nâsına da gelir! Amma biz bu gâvur îcâdı kelimeyi “hökûmât-ı gümbürdiyet” ma’nâsına kullanırız!
Siz günlük işlerinizle meşgûl ve keşkül olurken, biz, sizin “Kutlu irâde ve Putlu hâkimiyyetinizi temsilen” işleri yürütür, sizler de bizim bütün küfr ü şirk ve haramlarımıza hiç taş atıb kolunuz ağrımadan “vekâletiniz hasebiyle şerik yani ortak” olursunuz, böylece gül gibi geçinir gideriz!
Afuv buyrun hâşâ min huzur, CABİNET’mizin, ağırlığı ve mülâhham câzibesiyle 10 bakan ve bakâniyyemize denk, “Kadın ve Âileden” ve âh u enîn eyliyen yüzbinlerce karı-kocadan, çoluk-çocukdan ve yuvadan mes’ûl arkadaşımızla; ve yüzünün zerre miskal nuru güneşlere muâdil olarak parıl parıl parlıyan, Köy Enstitüleri hasretiyle yüreği kebâb olan “Eğitim ve Eritim bakanımız”; ve bütün uzviyet mafsalları 9 şiddetinde zezeleye yakalanmış gibi lerzân olub, kânûnunu inim inim inleten kânûnî gibi 10 parmağı ve her a’zâsı müteharrik bulunan dâmâd-ı şehriyârî Hazîne ü Defîne Nâzırımız; ve Türkiya sathındaki evlâd acısıyla HDP binâsı önünde kıvranan analardan öyle veya böyle nice duâ ve senâ alan cümle CABİNET a’zâlarımız, 7 gün 24 saat sizler içün, iki ayak 10 parmakları üzerinde dimdik iş başındadır!
Kafa karıştıran o Osmanlı’nın devâmı hılâfetçi bir avuç efrâd-ı millete aslâ kulak asmayın, aksi hâlde “hafizenallâh” işitme kaybına uğramanız kaçınılmaz olur!
Bugün, Abdülhamid Cennetmekân Hân zamanı ulemâsının “DÎN ANLAYIŞI” ile yaşayamazsınız! Bunun güncellenmesi, değiştirilmesi lâzımdır! “Hayır değişemez” diyenler gerçek Osmanlı torunu olsa da, artık onların nesilleri kesilmiş olub kelaynaklar gibi kalmışlardır! Bugünün dembokratik, lâyık ve cumhuristik şirkine uygun olarak, güncellenmiş ve bizim familyadan “Osmansal torun-torba” olanlar, bugünün havasına göre çalıb oynıyanlardır; ve arâzîye uyanlardır! Bakın bizleri onlarla bir tutmayın; onlara, bugünün GDO’lu, “katkılı, at-kılı ve zehirli fırınlarından ekmek çıkmaz!”
Onlar, mevcûd global ve her çeşidinden biraz karıştırılmış, karma ve çalma, idhâl malı ve idlâl edici, kâzib ve mebğûz politikadan zırnık kadar ve zerre miskâl anlamaz, onu şirk bilir ve nefret ederler! Tiksinir ve racîm şeytandan kaçar gibi de kaçarlar! Hatta 5 vakit, Allâh’ın “Qutile’l-harrâsûn= Kahrolası yalancılar” dediği politika şeytanlarından da Allâh’a sığınırlarmış!
Bu sebeble de, dembokrasinin tuzağı olan sandığa gitmeyi (kafese girmek telâkkî eder), hoca kılıklı şeytanlara da lâ’net ederlermiş!
Onlar sâdece, “Allâh’a îmân, Dîn mukaddesdir, inanıyorsan onun dışına çıkamazsın; yalınız Allâh’ın ulûhiyyetine îmanla olmaz Allâh’a îmân içün O’nun Rubûbiyyetine de îmân kat’iyyen şartdır; Allâh’a KUL olmazsan Kula KUL olur iliğini-kanını ve herşeyini o TAPDIKLARINA sömürtdürürsün; şerefsiz yaşar, haysiyetsiz geberirsin, ebeden nâr-ı cehennemi boylarsın” derlermiş!
Bunlara sakın inanmayın, yok böyle şeyler, onlar işi hep yokuşa sürerler; dünyâ, makam, mevki’, para ve pul içün değil; “Dünyâ, Âhıret’in mezrasıdır” gözüyle BU KENEFE göz ucuyla bakar; anınçün de bizim gibi muhâfazakâr ateist sahtekârlara alabildiğine tersleşirler; bizi ve beşerî bütün sistemleri, istisnâsız nefret ve şiddetle ve “îmânımızın şartı” deyib sonsuza kadar reddederlermiş!.
*
Dünyatapar ve Âhıretsatar, Süslüman ve makyajı hiç akmaz, başı bezli ve KADEH’çi femindaşlarım!
Sizler evinizde demir atıb, Memo Bokutan’la karşılıklı geyiksel terapilere dalan Canan gibi “duvarlarla mı konuşacaksınız?”
Bugünün diplomalı ve adamsallaşmış, evinden nefret eder hâle gelmiş, herifini kundaklamış, çocuğunu kreşe tıraşlamış madamları içün o eski kafalıların eskimiş kafatasları ile, Şah İsmail şarap içmişse de, siz, coca cola bile içemezsiniz!
Artık erkeğin bulunduğu her mekân ve zamanda bir “kancığımızın” da orada partner, panter, paratöner ve barutlarımızı ateşler meş’ale olarak bulunması; ve eşitlik gereği ucuz iş gücü akıtması; şuh kahkahaları, kıvır kıvır münhanileri ve Paris kokulu “millî ve yerli parfüm ve dardümleri” ile ekonomi ve ekolojimize atkı ve katkısı, “KANCIK-AYGIR EŞŞİTLİĞİ, EŞCİNSELLİĞİ ve EŞ-EKLİĞİMİZİN” en baba anayasası ve sözleşmeci maddesi, KADEH’çi dolgusu, 6284 sayısalı, Mort Çalı gebertişi ve LGBT onursallanmasıdır!
Sayın ve Mayın Zimamoğlumuz da, en nâmuslu ve şerefli iş diye hemen ve çok âciliyyeti dolayısıyla Büyük Şehir Logo ve Gogo’suna LGBT renklerini kendi bayrağını süsler gibi rekzetmiş; ve câmi silüetini de gelecek Ramazan’da Eyüb câmisinde Yâsîn kekelemesine kadar yerinden tayyeylemiş!
Ne diyelim, dembokrasi gibi şeytanî, yalancı ve üçkâğıtçı bir sistemde müslüman yetişecek değil ya, ya Zimamoğlu gibi rengârenk adamlar veya Fistancıoğlu gibi hınzıryiyenler, ya Alfred Kürk gibi Kandil eşkıyâları yahud da Kemend Karınç gibi bu ikisinin avukatı ve üstelik de Saray müşâviri ve Şerbakan yetiştirmesi mostralık adam ve madamlar yetişir!
Merâmımızın, sokak “dardümleri” tarafından lugâta bakılmadan kolay ve kalay cihetli anlaşılması içün, böyle kurbağaca ve biraz da AKPapatyatik ve sosyetik cenâh ve külâh dili ve dudağıyla mesaj veriyoruz! Dolayısıyla Zimamoğlu icraatındaki meyhâne sokağı trafik kâideleriyle ilerliyor ve ileri dembokrasiyi taçlandırmak üzere neş’eler saçmıya çabalıyoruz! Zaten Saray diliyle de “Trump ile dostluk ve müttefiklik TAÇLANMIYA dğru gidiyormuş!”
Sosyal aktiviteler, erkek aygırlarla göz göze çalıştay, çakıştay, oynaştay ve halleştaylar olmadan; ve buralarda düşmana karşı erkek olmıyan ve ürkek adâmiyelerle el ele ve diz dize beraberce çalışmadan, memleket ekonomi ve ekolojisine katkı ve atkıda bulunmanın imkânı düşünülemezmiş!
O Osmanlı Dîninde olan kelaynaklar, ütopik, tropik, ortopedik ve bürokratik, teokratik hatta mistik ve sismik hesablarla, gâibe îmandan lâflar sıkarlar! Ve bunun içün de onlar, “realiteleri ve çift cinsiyetli feminsel ve yataysal aktiviteleri” gözlüksüz, dürbünsüz, pertavsız, teleskopsuz ve telekızsız göremezler!
Asıl dînin temelini biz, “Yâ Allâh Bismillâh” diyerek papazlarımızla kilisesel olarak atıyoruz ki, asıl dembokratik dînin temeli ekümenik ve vatikanik hatta Fettoşenik’dir, aklîdir! Akıl neyi gösteriyorsa dîn odur. Herkesin aklı da biribirinden farklı olduğu içün, herkesin dîni de biribirinden farklı olacak; ve herkes, kendi dîninin tanrısı bulunacakdır!
İşte bu, dembokratik en üst “dîn ve vicdân hürriyeti” noktasıdır; ve “Birey hakları ile reyting ve oytingler” içün en ileri ve taçlandırılmış dembokrasi pratiğidir!
O Osmanlı bakiyesi müzelik zevât-ı Kirâm, bu kadar basit şeyleri bile akledemez, ezbere konuşamaz, “Vâcibü’l-Vücûd’un irâde ve hâkimiyyeti” der de başka bir şey demezler!
Bu adamlar dembokratik ne şirk, ne şerik, ne ortak ve ne nazîr tanırlar! “Allâh” der de başka bir şey demezler! Sanki sâdece kendileri Müslümandır, bizleri (tekfir) edecek kadar da tekfirci ve tekdincidirler!
Halbuki bizler de Müslümanız; dedemiz hacı, ninemiz yazmalı, Zimamoğlu’muz bile Kur’an okurlu idi!
Hem de o kadar “kapsamlı ve kaplamalı müselmanız ki, süslüman müslümanlardanız! Ve bunu bütün dünyaya hatta Penishanya-Konya hattındaki kardinal ve imamdal Hocia’ya bile kabûl etdirmişizdir! O bile “İbrâhimî Dinler nânesiyle” nice dîne “hakk din” derken; birileri de daha anlaşılsın içün dobra dobur ve dombura eşliğinde “4 Hakk din vardır” diyebiliyor! Fetto’nun geveledikleri birilerinin ağzımızda “Kusura bakmasınlar ama son derece açık ve net bulunuyor!”
Bizim gizli kapaklı, başörtülü ve bohçaya sarılı bir tarafımız olamaz!
Bizim kapalı kılığındaki açıklarımız bile apaçık ve kabbak gibi aramızda ve sokak meydan ortalıklardadır! Böyyükler “erkek adamın malı meydanda olur” dememiş mi? O “çalıştaylık ve oynaştaylık” eşler, öyle hızmet ehlidirler ki, bir günde ve hele bayram günü ve recepsiyon ve mozale demlerinde 3-5 saat içinde 10 parmaklı ve cem’an 4444 tane el parmaklı adamın ki 444.4 er kişi eder, o kadarının elini bile, vatana hızmet aşkı ve şevkiyle hiç yorulmadan ve 5 parmaklarıyla ve Haltettinî bir fetvâ cevâzı ile sıkı sıkıya ve sımsıkı sıkıb, protokolün protoplazması bile olabilmektedirler!
Bu kadar sevecen ve (anaç ana) gibi misyon ve hayvan hakları vizyonu ile “bizon kürküne bürünerek” îcâbında nice çileye rağmen bunca işleri yürüten fedâkâr madamlarımız, her türlü takdîr ve tebcîlin fersah fersah üstündedirler!
*
On parmağında 110 ma’rifet bulunan ve erkek cinsin içinde fenâ fi’r-ricâl yepyeni bir cinsiyete kalbolmuş, başı bezli, yüzü yüzsüz, çenesi beyhoş ve sesi nâhoş madamdaşlarım!
“Paralamentomuz, dembokrasimizin ma’bedidir!”
Çiçek-böcek âbiniz oranın raizi iken ve Süslüman bir böyyyüğünüz olarak böyle dembokratik bir hezeyân gaseyân etmişdi!
“Değmesin ma’bedimin göğsüne nâmahrem eli” derken, bu kutsal ve putsal formülde “ma’bedi” yerine koysak da, sâdece “Ma’bed olan paralamentonun göğsüne değecek 15 Temmuzcu nâmahrem eli” anlaşılamaz! Madamlarımızın milyonluk pırlanta taşıyan parmaklarının iki eli de, recepsiyonlu cümbüş ve âyîn-i rûhânîlik günlerinde, nâmahrem eli olmakdan çıkıyor, dembokratik “ibâhiye” periyoduna girerek, herkese, her nâmahreme mahrem oluyor!
Ve cinsler arası ellerden ellere, sevgi ve mahabbet dalgaları geçirilerek, “Birlik ve beraberliğimizin” millî ve yerli temelleri atılıyor, kerkes herkese elleşme yoluşla mahrem oluyor!
Bizim her yapdığımız, elleri elle ellemeye ve tutub sıkmaya ve sallamaya kadar herşeyimiz halkımız içündür! “Halk irâde ve hâkimiyyeti her şeyin, her varlığın, her yaradan ve yaradılanın üstünde ve tepesindedir!”
(Sonsuz tevbeler Yâ Rabb!)
*
Her şeyi mubâh gören ibâhiyyeci dembokrasinin, haramları helâl ve helâlleri haram yapan sisteminin reyting ve oyting takımlarında oynıyan ve oylıyan işrâkiyyûn kafalı ve trolik yandaşlarım!
Lâyıklık ve dembokrasi ile Süslümanlığı beraberce, iki ayrı cinsin partnerliği gibi su sızdırmadan, didişken dişilere şiddet göstermeden, ömür boyu lâyık ve kayık guguk iktizâsı nafaka adıyla HARAÇ vererek yürüten ve sürüten yegâne ülke olduğumuz, bir “övünç, kıvanç ve sıvanç” kaynağıdır! Bu iki nikâhsızı, yani müesses sistemle Süslümanlığı Hacı Abduş’un dili ve ağzıyla “ikircikli ve incircikli” olmadan süründürebilen mostralık tek dünya sistemi, bizde olan kutsal ve putsal olanıdır!
İşte, “dembokratik birey hakk ve özgürlükleri ile çözgürlükleri”, bunun içün de çok mühim ve psikoterapik çaptadır! Hayatda en hakîkî mürşid ve hurşid, atasal, kutsal ve putsal aklın ortaya koyduğu Darwinsel ve yahudi patentli ilimdir! Bu, nefsin konuşturduğu ishâl olmuş ve kabız olmamış, yumuşak ve mülâyim hatta fışkıran akıldır; müesses ve müennes sistemlerde revacda bulunan terörü netîce veren akıldır; ve aklın aslâ almadığı vahy değildir!
Öldükden ve Mort Çatılık olduktan sonra, öbür tarafa turist gibi giden, oralarda gezinen, dolaşan, DİB’işin “doğru bilgi” dediği ateist kırıntılarını toplıyan, demet hâline getirib insanlığın istifâdesine sunan, sulayan ve sınayan var mı, hani böyle öteki dünyâya gidib de gelen birisi?
Saf olmayın, herşeyi netîce alamayıncaya, havanda su dövmüş oluncaya, çeneleriniz felç olub kısılıncaya kadar TARTIŞIN, tartışın ki, bârika-yı hakîkât, mason Namık gibi boyunu bosunu, endâmını ve erkânını cihâna bir gösteriversin!. Süslüman gâvurlarımızın yüreciğine de, serin ve derin suların esrârı serpiliversin!
Bunu bile halkımıza anlatmıya fırsad bulamadık. Vahiyciler paçamızı bırakmıyor, ne yapacağımızı sanki onlardan öğreneceğiz!
Ammâ aslâ onların dediğini yapamayız, onların pusulası bu zamanda sökmez! Rotaları Nato’dan geçmez, Batı’dan sapar, doğu’dan kayar!
Hulâsa bunların i’rabda yeri olmaz, olmamalı da! Bakın DAĞÇELİ başkan ne güzel “CB’mız” demiye başladı! Eskiden, 3-5 sene evvel “Tayyib Erdoğan’dan Cumhurbaşkanı olmaz” diye ne gırtlaklar eskidib emekli etmişdir! Türkçü gırtlağı böyle dayanıklı olur, sözünde durur! Şimdi Zimamoğlu ve Kılçıkoğlu içün “Sözünde durmadı, seçimden evvel “Nâmus” sözü veriyoruz hiçbir işçiyi işinden, aşından, eşinden, eş-ekinden, beş-ikinden, şeyinden ayırmıyacağız” diye ne sözler verdiler” deniliyor!
Dembokrasi olacak da, antik yunan aklının ifrâzâtı bir sistem olacak da, buna dembokrasi denilecek de, orada sözde durulmıyacak!
Dembokrasi, sözde, sesde, her yerde sözde durma sistemidir!
Ne mutlu ve putlu dembokrasinin kuluyum diyene!
Âhıret varsa, mazeretimiz de var! Bu kadar meşrû’ mazeretimiz o hesab günü bizi yüzde yüz berat etdirir! Hem, Hanımköylü Oynakzâde Damat Perat Paşa bile, bu adı boşuna mı taşıyor?. Yakında vezâretden vazgeçib Kızılay’da büfe işletirse kimse şaşırmasın!
Kalın Saksıcakla!
(Mâba’di var)
İntişârı: 10.09.2019 / 22:42:28