Tâhir MÂHİR
Politikacılar, câhil olduklarından dembokrasinin “Antik Yunan Aklının İfrâzâtı” olduğunu ekseriyyetle bilmezler!
Mîzâh yapayım deseler (mîzân) yokdur ki, yapsınlar!
Onların yerine ara-sıra da olsa biz mîzâh yapmak zorunda kalıyoruz! Çünki (mîzânlı fakat mîzâhsız) olursak, biraz tadı-tuzu olmaz bu kör, sağır ve dilsiz gidişin!
Kelâm-ı Kadîm bile ateşliklerle alay eder:
“Cehennem ateşine ne kadar da sabırlıdırlar!”
Buyurur!
Mîzâh, ecdâdın edebiyyât târîhinde de çok yer tutar!
Tabii anlıyana sivrisinek yerine (virüs) de desek bugün, az mı saz mı, buna da Kâriîn-i Kirâm karar versin!
Politikacıyan-adamiyan ve madamiyan, dembokrasiyi o kadar benimsemiş ve öylesine cezm ve yakîn derecesinde kalblerine tasdîk etdirmişlerdir ki, artık bu Yunan aklı, onlarda “Kutsal ve putsal” bir din-i beşerî hâline gelmişdir…
Çünki bu dînin içinde herşeyi, her yerde, her akla, her şahsa göre, her şekilde, her biçimde, her dozda, her kozda, her pozda ağzınıza alabilirsiniz! Ayrıca, her nabza göre onu her cins hastaya, her hasta bakıcı eliyle içirebilir, her derde devâ olsun niyetiyle dile, ele ve bele dolayabilirsiniz! Dembokratik her teşkilâtın başına koruyucu melek (!) olmasa da, kollayıcı (kelek) olarak herkesi geçirebilir; ne kadar dünyâ mazlûmu varsa, topunu da cellâdına âşık yapmak içün bu Yunan ifrâzâtını onlara içirebilir ve mazlumlarla zâlimleri aynı yatakda uyutabilir, hatta kış uykusu içün bile kendinden geçirebilirsiniz!!
Dembokrasi böylesine müthiş bir “Antik Yunan Akıl İfrâzâtıdır ki”, 1923’den beri “Bir teki dünyâya bedel TÜRKÜN, NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE” diyen her YAHUDİSEL veya YUNANSAL TÜRKÜN AKLI OLMUŞDUR…
97 senedir, TÜRK aklı, Antik Yunan aklının ifrâzâtı olan dembokrasi ile eşitlenmiş, eşiklenmiş ve deşiklenmişdir; daha doğrusu, “Türk milleti zekîdir” derken bile TÜRK aklı küçümsenirken, ANTİK YUNAN AKLI büyüksenmişdir, kutsanmış ve putsanmışdır!
“Hep TÜRK yunanlıyı idâre edecek değildir ya… 500 yıl yunanlıyı TÜRK idâre etmiş, 1923’den sonra da Sokrat, Eflatun ve Aristo gibi yunanlıların (Yunan aklı) da TÜRKÜ idâre etsin” istenmişdir?.
Zâten, Lozan “Zafer-i Muazzama-i Cumhûriyyesinin” özünün özü, lübbü’l-lübbü, gâye-i uzmâsı dahî budur!
Bir şey olmaz, münâvebe ile biribirlerini idâre ederler!
Üstelik komşuluk hukûku da, Ege’de, Kubrus’da, Akdeniz’de, Nato’da, AB’de de, Ayasofya’da, Bağçelinin ağzındaki “Dembokrasi Ahlâkıyla” bozkurt kutsama ve putsamalarıyla yürür gider!
HAÇLI’YA BENZEYENİN NE MÜSLÜMANLIĞI VE NE DE TÜRKLÜĞÜ KALIR!
Bağçeli 8/Haziran /2020’de de her zamanki gibi şöyle kaş çatıb asabîleşiyor:
“İki HDP’li, bir CHP’linin milletvekilliklerinin düşürülmesi adâletin ve demokrasi ahlâkının zorunlu bir gereğidir.”
13 kelimeden müteşekkil bir tek cümle… Ancak BÖYYÜKLERE hass bir belâğât ve fesâhat ve nefâset ve hamâset dolu “TÜRK gibi kuvvetli”, tanrısal ve tapınsal bir söz…
Aslında 3 paralamento tanrısının değil, memleketi kökünden ve îmânından ayırmak istiyen tamâmının, hakkı inhisâr altına alan temsîl palavraları düşürülmelidir! Dembokrasiye göre (vekîl) olanın, Hakîkata göre de (Hakka vekîl) olduğuna hangi aklı başında müslüman inanır? Antik Yunan aklının “vekîl” dediğine İslâm da “vekîl” derse, vahiy bile kendisini inkâr edib, Yunan aklını tanrı kabûl etmiş olur ki, cinnetlik bir manzar işte budur! Ammâ partici ve pırtıcılar bu manzarayı kabûl edermiş, eder tabii, çünki zâten onların dîni dembokrasya!
Ancak cümlede geçen (adâlet), kimin adâletidir belli değil!. Âdâlet hanımın mı, adâlet partisinin mi, adâlet büfesinin mi veya Adâlet gazetesinin mi?. Kimin, neyin, nerenin, hangi ölçünün, Eşkıyâ Kenan anayasasının mı, paralamentodaki eşkıya borazanı HDP tanrılarının yapdığı veya destek verdiği kânunların adâleti mi?.
Hulâsa öylesine, adı “adâlet” olsun da, kendisi (sandalet) de olsa olur! İşte bugünün keyfiyeti!…
Önündeki sofraya mükellef donanımlı ve kollanımlı (adâlet yosması) geldi ya, kolay bulunur mal mı bu, geri çevirme çiğ bile olsa hapır hupur ye; bir çeyreğini de yarının kahvaltısına sakla!
Memleketin, çivisi çıkmadık bir tek tahtası kalmıyacakmış, olsun! 23 hedefleri içinde bütün çivilerin gözden geçirileceği de var programda! 23’de olmazsa 53’de, olmadı 7ı… Mevlâ’nın yaratdığı zamanın bolluğu kesâda mı uğramış, sabırlı olun, yani sesinizi çıkartmayın, önünüze ne konursa yemeye alışın, ehlî olun! Her şeyin vakti var, aceleyi “Peygamber Efendimiz bile yasaklamış!”
Yalan mı?
GÂVURCA ÜÇ KELİME ZİKİR OLDU: “MASKE, SOSYAL, HİJYEN…” PEÇE, TEDBİR MESÂFESİ VE TEMİZLİK” DİYEMİYORLAR! ÇÜNKİ KENDİLERİNDEN UTANAN DEMBOKRAT BİR NESİL!
“Maske, sosyal mesâfe ve hijyen” dedin mi hiç korkma… Sakın “Peçe-tedbir mesâfesi ve temizlik” deme! Dersen aslın gibi, ceddin gibi konuşmuş, onları devam etdirmiş, “Aslını inkâr eden piçdir” dedirtmemiş olursun! Aman gâvurun diliyle konuş, Müslüman Türkün diliyle konuşma! Konuşma ki, gâvur, “Bize ne kadar çok benzemişler, onları ne kadar bize benzeten iç hâinleri varmış!” desinler ve horon tepsinler!
“Hiç sosyalın mesâfesi olur mu, bu hangi Fransız gâvurunun TÜRKÇESE” diyen de yok, görünmüyor, sanki kimya… Türkçe isim ve sıfat terkîbinin (tamlama dediklerinin) ne muzâfı belli ne muzâfun ileyhi! Ne tamlıyanı, ne tamlananı, ne anlıyanı ve ne de anlatanı, ne yerlisi, ne gâvuru!
(TÜRKÇE) bilen kalmadı! BAKAN olmuş, parti pırtı başı olmuş herif, adam ve madam ve leydimsi şeyler… Ermeni, yunan ve yahudi aksânıyla (lehçeşiyle) TÜRKÇE dışı bir Türkçe ile konuşuyor! Uzun heceler kısa, kısa heceler uzun, duydukça kulaklarım lânet ediyor!
TÜRKÇEYİ kakafoniye, yani, kelleci vitrininde sırıtan kellenin diline çevirmişler!. Bu dille, ne dil ve ne de DÎN olur! O zaman ortaya adı İslam, kendisi, kelleci vitrininde sırıtan kellenin dili ile anlatılıb gene o dil ile yalanıb tadına varılacak bir (din karikatürü) çıkıyor!…
Bu üç (Maske-sosyal mesâfe ve hijyen) kelimeleriyle, (Maske’yle İtalyan’ı, sosyal’le Fransız’ı, hijyen ile de YUNAN) gâvurunu kutsadın mı, bütün antik ve dembokratik gâvur ervâhı bile senden râzıdır, memnûn ve mesrûrdur! Çünki, (Müslüman Türkün) şahsiyeti halel görmüşdür, ortadan kalkmışdır, kendi kendisini beğenemediği hastalığıyla ma’lül olduğunu i’tirâf etmişdir…
Yeter ki, ağzını bir karış açarak, haçlı bâtıl BATI’dan gelenlere kafasını ve ruhunu, dilini, elini ve belini açmış olsun!
İşte son 200 sene bu iflâsın târîhidir!
Bağçeli, 3 paralamento tanrısı yamuğun teşriî masuniyyetinin (yasama dokunulmazlığının) kaldırılmasını “adâlete” uygun bulmuş ve bundan çok hoşlaşmış! Bu (adâlet) dediği şey ne ise, onu (Bozkurtlayıb, kutlama, kutsama, mutsama ve putsamada!)
Büyük Tefsîr Üstâdımız Allâme Merhûm Muhammed Hamdi Efendi Hazretleri ise Muhalled Tefsîrinde:
“ALLÂH’DAN KORKMAYAN ADÂLET DE YAPAMAZ!”
(Bkz:Mâide Sûresi 8. Âyetin tefsîri, 1936, c. 3, s. 1594)
Buyurur…
Paralamentolar nasolsa kamalist, ateşperest, zerdüşt, şamanist, fetoşist, nihilist, deist, alevî, şii, nuseyri, laikist, ateist ve madamist kaynıyor! İçlerinde “Allâh’dan korkmayan” bir de müşrik mi arıyacağız?
“Din, hem, vicdân ve cüzdan işi” değil miydi? Paralamenterlerin hepsi de, biribirine eşit, çeşit ve civân gibi (er-dişi) dembokratik-layık-kayık-gayr-i ayık ve halkına lâyık öz be öz vatan evlâtları değil midir?!. Hem kânûn yaparlar, hem de arasıra “değişiklik olsun, sıradanlık bozulsun” diye bazıları câsusluk yapar ve teröre destek verirler!… Onlardan, başkası beklenemez, çünki bugünki dembokrasilerini “Kan içici Kenan’ın ANAYASASI” idâre edib şekillendiriyor!
Memleketde, “Çok yerli ve millî ve milliyetçi ve türkçü ve meralci ve Erbokancı, Atacı, atıcı, tapıcı ve satıcı” parti ve pırtı var, hepsi de hem “darbelere karşıyız” derler, eşkıya Kenan’ın rütbelerini söküb masonu er yaparlar; öte yandan da o mason Kenan’ın (anayasasına) TAPARLAR!. Böylesine soytarı ve rezil bir sistem…
Evet, Türkiya’da yaşamak istiyen bir insan eğer rahat etmek istiyorsa, aklını sûret-i kat’iyyede kullanmıyacak, mantığını da zinhar yanına almadan dolaşacak, dînini ise zaten mozoleye tapanların emânet kasasına kilitleyecekdir! Ve seçimden seçime, Cübbeli ile Şerocak bel’amlarını dinleyib seçim-geçim günü güneş doğmadan kalkacak, gusül ve abdestlerden sonra sabah namazını kılıb dualar zikirler çekecek, tekbirler getirecek, Fetih sûresini okuyacakdır; sonra çarşaflı zevce-i tâhiresini yedeğine alıb dilinde salât ü selâmlarla (oy) mahall-i tâğûtiyyesinin yolunu tutacakdır!
Ba’dehû, o yarık sandığa sokacağı zarf-ı tefrîkayı sandık gurultusundan sağ eliyle ve besmeleli eliyle, çarşaflı zevce-i tâhiresi de (kınalı) parmaklarıyla alacak, sonra halvethâne hücresine niyet ederek (oy) kabinesine (Fr. dilinde kabine helâ demekdir) girecekdir! Gizlice ve çok acele hemen 21 adet besmelesini gözlerini kapayarak bir çıpıda yuvarlıyacak, bu arada şeyh-i şehinşâhına, (tasavvufî değil, layık-dembokratik) ve evde hazırladığı paketlenmiş rafine de edilmiş “râbıtasına” 5 sâniyelik dalış-çıkış yapacakdır!
Bunları müteâkıben, sağ elinin sehâdet parmağı ile baş parmağı arasına raptetdiği mührü, bütün benliğini ona teslîm ederek pusulaya basacak, ba’dehû zarf-ı zarîfin içine o pusulayı, bütün îmân ve amel ve ahlâkının MAZRÛFU olarak i’tinâ ile yerleştirecekdir! Tekrar herkese duyura duyura ve hırıltı ile mırıltı arası bir üfürmeyle besmele çekib, kalbini îmânla Tâhir, Mâhir ve Tayyib ederek ve İhlâs ile doldurub iki gözlerini de yarım kapayarak ve esas duruşa geçerek, büyük bir hudû’ ve huşû’ içinde (mübâret oyunu zevce-i muhteremesi) ile yarık sandıkdan aşağıya paraşüt gibi salıverecekdir!
Böylece zarf, dalgalana dalgalana yukarıdan aşağıya inerken, o da, hayâtının en mutlu, kutlu, şutlu ve putlu ânını helecanlar içinde ve gözleri yaşararak yaşamış olacakdır!
Ancak, omuzlarındaki iki melekden biri manzarayı zapta geçirecek; ve o da bunu, hesâb günü “İkra’ kitâbek” denilir denilmez okuyacak ve görecekdir! Oy verdikleri politikacılar üzerinden hangi milyarlık küfür ve fısklara dünyâda RIZÂ göstermiş, heykellere, faizlere, putlara, meyhâne ve ker..nelere ve kumarhâne, soygun, vurgun ve milyarlık zulümlere kadar kimlere vekâlet vermiş ve “ülülemr” diye tapınmış, kimlere “itaat FARZDIR” demiş; ve milyonları hangi tahrîf edilmiş dembokratik ahlâk ve inançlarla idlâl etmiş, bunları görecek ve çok kendisini rü’yâ moduna girmiş zannedib şaşırmakda da rekor kırarcasına: “Bu bir şaka mı, soke mi, yoksa sürpriz mi, ayvayı yemek mi!?” diye sendeleyib baygınlık geçirecekdir!
Neyseki, rü’ya modundan dünyâda da hiç çıkmıyan Cübbelâ ve Şerocak makûlesi çeyrek akıllılar, (gene rü’yâ moduna girişle) bitişik mekândan çığlıklar hâlinde manzarayı duyar gibi olacaklar, hemen seğirtib gelerek oracıkda bayılıb yığılmış ıhvan kardeşlerini bir cankurtarana sedye ile taşıyacaklardır!
Ancak, yeni küşâdı yapılan modern ve 1000 yataklı Dembokrasi Şehir hastânesine mi, yoksa Melek yüzlü o güzelim Zebânî isimli meleklerin o hâzık ve nâzik ellerine mi ıhvânı gönderelim diye çekişmiye başlıyacaklardır! Cübbelânın soytarı aklına hemen “yanmıyan kefen” gelecek, âcilen bir aded tedârik edilerek ıhvan buna iyice ve sıkıca sarılıb bağlanacak, ihtiyâten bir de bantlanıb kargoya hazır hâle getirilecekdir!
Ve vaziyet, gene kitabına uydurulmuş olarak tatlıya bağlanmış olacak, “Cennetlik olduğunun müjdesini daha dünyâda alan” Cübbelâ, Şerocak ile berâber bu işden de alınlarının akıyla çıkmış olacaklardır! Ayrıca, gene “En büyük yobaz ve ham softa, bizim yobaz ve softa” şeklindeki yeni statüdeki istihbârât rütbesini, böylece hiç kimseye kaptırmamış bulunacaklardır!
Ah bu mîzâh mîzânı ile anlatılan manzaralar ah!
Fakat hiç de vâkıanın böyle olmadığını, orada görmiyen olmıyacak! Orada ne kefen ne, takunya, ne şarlatanlık ve ne de “Dembokratik oyların” fâidesi görülecekdir!
“Sanma ey hâce kim, senden zer ü sîm isterler,
Yevme lâ yenfeu’da kalb-i selîm isterler!”
Fakat, nefs, ins ve iblis durur mu?
Dembokrasi de zâten, “Bu üç düşmanı azdırmanın sistemidir” demek değil mi?. Birlik, beraberlik ve tevhidde çeşitcilik yani tefrika, cinsiyetde eşitcilik, particilikde tepişmecilik, yiğitlikde dişicilik, kasetlerde deşifrecilik, soygunlarda keşişcilik, arsa ve din satışlarında peşincilik, âilede eşcinselcilik, kancıklarda teşhircilik ve politikada leşimcilik… Bel’amlarda da “Beleşimcilik!”
Teröristin yarısı dağda, yarısı paralamento külhanında orasını gevretse, halkın bütçesinden maaş deyû onbinleri yudumlasa, ne yani çok mu?
Allâh diyen bir şûrâ meclisinde, (adâlet)den bir milim şaşmamak kolay!. EVET, çok çok kolay da, asıl ma’rifet, böyle LGBT renkleri kadar rengârenk çeşitlilikdeki dembokratik paralamentolarda, mikronun sonsuzda biri olan (adâletin) ırz, şeref, haysiyet ve nâmus merkez kaç noktası ile (muhâl) olan o mihver ve mihrâk eşbaşkanlarını bulabilmekdir!
Fikir ve îmân hamûlesi pörsümüşler, “Bunların “ADÂLETİ” adâlet olmaz da “Adâlet heykelinde elinde terâzi tutan (kevaşe)nin” adâleti mi adâlet olurmuş?.” diyecekler! Anlamıyana su değil, hoşaf içirsen ne?
Yani!
DEMBOKRASİNİN AHLÂKI, İNANCI, MA’BEDİ, ŞEHİDİ VARSA, BAŞKA HER ŞEYİ DE VARDIR, ÖYLE İSE O BEŞERÎ BİR DİNDİR!
Bağçeli Başbuğ’un felsefe-i şâhânesine göre “Dembokrasi ahlâkı” da varmış ki şimdi de buna bir el atmamız iktizâ edecek!
“Bozkurt” totemi de ayrı tabii!
“Dembokrasinin ahlâk-ı cibilliyesi” olursa, o zaman adama ve madama sormazlar mı:
Ahlâk sistemi olanın, ilim, îmân ve amel sisteminin de olması zârûrîdir; çünki ahlâk, temelinde bu sistemler varsa var olacakdır! Dembokrasi ne zaman ve nerede: “Benim ilim sistemimin, îmân sistemimin ve amel sistemimin esas ve şartları şunlardır” demiş?!. Demişse, bunların hududları, “îmân-küfür” çapında bir keskinlik ve berraklıkla nerede ne zaman elle tutulur hâle gelebilmiş?
Dembokrasinin bunları varsa, diğer beşerî sapma veya yolların (fraksiyonların) da aynı şeyleri neden olmasın?
Faşizmin de meselâ “ameli-ameliyyâtı-ritüelleri” niye bulunmasın?!
Kapitalizmin “îmânı” meselâ?
Feminizm ve Meralizmin “İlmi” hâkezâ?
LGBT’izmin “renkleri ve sfenksleri ve şeyleri” bilfarz?
Kamalizmin “Tanrısı” olamaz mı, olmamış mı?
Tayyibizmin “Mozolesi-türbesi” gibi şeyler?
Babacanizm ile Davuloğlizmin “Şeyhi-Akıl Hocası-locavî” benzeticileri?
Fettoşizmin “Hocfendisel Mehdisi” gibi üstün varlıkları?
Öcalizmin “Şeytanları” v.s…
Şerbokanizmin “Hübel-Zeus” gibi tanrı ve “Afrodit” gibi tanrıçaları?..
Kayserili Hacı Abduş’un “Kraliçe” gibi ilâhiyeleri?.
Masonların “Ataları, dulları, şövalyeleri, tapınakları, piramitleri ve bilmem neleri” olamaz mı?
Sabataistlerin “Kabbalatik sırları” meselâ?
Alevîlerin “Dedeleri-Nineleri-Cem ve Sazevleri” hâkezâ?
Şiilerin “Âyetullaları” gibi göksel, ruhsal ve tanrısal, kutsanmış ve putsanmış üstün varlıkları?
Cübbeli-Şerocaklı makûlenin “Bel’amlık ve Bayramlık Rûhânî nişân ve rütbeleri” de bu kabilden değil midir?
Saymakla bitmez…
MUTLAK HAKÎKATIN DIŞINDA AKIL VE MANTIK, TEZÂD, TENÂKUZ, TEHÂLÜF VE ZIDDIYETDEN KURTULAMAZ MEFLUCDUR!
İlhâdiyçıların “NEFİS, HEVÂ ve HEVES” putu, DİB’işçilerin “REVİZYON, güncelleme, kitabına uydurma, bel’amlık” tanrısı, daha nice “ham softa kaba yobazın rü’yâ ve bâtınîlik” tanrılarına kadar.. binbir çeşit, her tâifenin “Üstün varlık teorileriyle” üretilmiş ve türetilmiş ritüelleri, entel ve dantelleri…
Eğer Bağçeli Başbuğun “Dembokrasi Ahlâkı” oluyorsa, yukarıda zikretdiklerimizin de yazdığımız şeyleri ve şeytanları neden olmasın?.
Zaten Dembokrasi’nin musakkasına kadar her şeyi yapılabiliyor! Kabukları ayrı, çekirdeği ayrı, kılları, tüyleri, tırnakları, her şeyi bir yemek çeşidinde kullanılabiliyorsa!
3 adamın salben asıldığı Yassıada, Tayyib Raiz’in dilinde bir yandan “YASLIADA”; öte yandan “Dembokrasi ve Özgürlük adası!”
Bir ada, hem “Yaslı, mâtem tutan, acılı” bir ada olacak, hem de bunun tam tersi ve zıddı “Dembokrasi ve Özgürlük adası!..”
Dembokrasi hem kendisi olacak, hem de kendisine tam ters ve zıd ne varsa o olacak… Mütenâkızları, zıdları ve tezat içinde oldukları ne ise, aynı zamanda onlarla aynı şey olacak!.. Burada akıl ve mantıkla alâkalı (dembokratik) bir sıkıntı yaşanıyor denilemez mi?.
Dembokrasi, tamâmen ANTİK Yunan aklından tereşşuh etmiş (sızmış, sızıntı), muhayyel, mübhem, müşahhaslığı olmıyan ve efrâdını câmi’ ve ağyârını mâni’ bir ta’rîfini yapmak (muhâl) olan, her memleketin içinde var gibi olub her an zıdlarına tahavvül edebilen.. bu zıdları da gene (dembokrasiyi) yaşatmak üzere, darbeleri bile dembokrasiyi yaşatmak içün (demokratik bir çâre) diye gösterebilen, kerkesin her şeyini dembokrasi diye gösterebildiği; herkesin, istemediği her şeyi “dembokrasi karşıtlığı” içinde hedefe oturtduğu; var amma yok, yok ammâ var denilebilen, politikacıların, kendisiyle insan avladığı, beşerî ve müthiş bir sihirbaz oyunu…
ŞEFLERİNKİ BAŞDA, MENDERES, POSTALCI, TÜRKEŞ, ŞERBOKAN, CÜCEVİT, KARAMANLİS, FETO, E. COŞAN, YOBAZ VE DÜNYÂ DEMBOKRASİLERİNİN TOPU DA, BİRER ANKÂ KUŞUNDAN İBÂRETDİR!
Bunun içün, Şefokrasi şeflerinden dembokrat Menderes’lere, darbecisinden heybecisine, “İslâmcı ve muhâfazakâr dembokrat” Şerbokan’ından “sosyal dembokrat” Cücevit’ine, “Mason ve liberal dembokrat” Sülü’den mason ve darbeci dembokrat işkenceci Kenan’a, Mason ve Haşhâşîbaşı Feto vâizinden, evvelâ Feto’nun sonra Saray’ın müşâviri Haltettin Karamanlis’e, İlhâdiyatçısından DİB’işçisine, Cübbelâsından Şerocakcısına, Ham softasından kaba yobazına kadar, “dembokrasi dîni” ya doğrudan veya bir takım katakülliler üzerinden insanları kendi TANRILARINA TAPTIRIR olmuş, onlara çengel atmışdır!
Şerbokan bile, tekke-tarikat diliyle konuşmayı o kadar iyi yürütse de, “Avrupa’daki gibi lâiklik ve dembokrasi istediklerini, bilmem hangi seneki seçimin İstanbul’un fethinden daha mühim bulunduğunu, kendisine oy vermiyen müslümanların yahûdî askeri, patates dininden olduğunu” söyliyecek kadar dembokratkolik olmuşdur! Dembokrasi denen o muhayyel ANKÂ KUŞU’NU bütün politikasının temeli yapmış, “İslâm’ın güncellenmesi, zamana ve zemîne uydurulması” içün yeni ictihadlar yapılması lâzım geldiğini bizzat söylediği gibi, müridlerinin kendisini Millî Gazete ile “Müctehid, Peygamber Misyonlu Lider, Mehdî” i’lân etmesiyle de bütün bunları isbatlamış (!) bir motor mühendisi idi!. Fetocu Fehmi’nin kayınpederi Süleyman Karagülle ile “Âdil Düzen” diye bir doktrin (!) uydurmuşlar, bu da başka ANKÂ KUŞU olarak sahneye konulmuş ve bunun yumurtaları, saf saflara, saf ve katkısız zeytinyağı ile berâber, aç karnına ve şifâ niyetine içirilmişdir! Ölümünden bir sene evvel, yürüyecek hâli yokken, Vehhâbîler gibi en azılı İslâm muharrifi ve SÜNNÎ düşmanı Şii İran’a uçmuş, oradakileri dünyânın en birinci sınıf müslüman ve mücâhidleri olarak “kutsayıb, putsayıb kurtsamakdan” zerre kadar utanmamışdır!
E. COŞAN’IN DEMBOKRASİ ŞÜKRÜ VE KIZLARI PARALAMENTER YAPMA TARİKATI!
İskenderpaşa Câmi-i Şerîfi İmam-Hatîbi Merhûm Muhammed Zâhid Efendinin damadı olan A.Ü. pırasasörlerinden Muharrem Esad Coşan da, şeyhi ve hocasının 1980’de irtihâlinden sonra, “kerâmeti kendinden menkûl müteşeyyihler” edâsı ve sevdâsı ile “ŞEYHLİK bana geçdi” havasıyla posta oturmuşdur! Ve Muhterem ve Merhûm Muhammed Zâhid Efendi Hazretlerinden tam 22 yıl sonra meydanı boş bulmuş, Şerbokan’la sidik yarışına başlamışdır! Ve, “bana biat etmedi” diye kafatası atmış; bu sefer de (4 Eylül 2002) târihinde, DEMBOKRASİYE balıklama atlıyarak “Sağduyu Partisini” kurmuşdur! Ve böylece, bu sefer de Genel Başkanlık postuna, çok yakışan bir (partici şeyh taslağı) olarak oturmuşdur!
1980’de yani damad denilenin parti kurduğu 2002’den 22 yıl evvel irtihâl-i dâr-ı bekâ buyuran Muhterem ve fâdıl Hocamız Merhûm Muhammed Zâhid Efendi Hazretleri ise, yazdığı eserlerinde parti ve particiliği yerin dibine geçirmektedir! Tabii 22 sene sonra Hocaefendinin eserleri ne Pırasasörün umûrundadır, ne torunların, hepsi unutulmuş, “adam sen de” denilmiş ve DEMBOKRASİ fırıldakları modern ve kerâmeti kendinden menkûl “ankâ kuşu” şeyhlere (!) ilhamlar vermeye başlamışdır!
Parti ve Particiliğe, dolayısıyla DEMBOKRASİYE balıklama dalan damad bir tarafda, Merhûm Muhammed ZÂHİD Efendi Hazretleri ise tam aksi tarafdadır ki, Hocaefendinin satırlarını okuyan selîm bir akıl ve îmân sâhibleri, iki taraf arasındaki müthiş fark ve keyfiyeti dehşetle görecekdir! Merhûmun vefâtından 22 sene sonra PARTİ KURAN damada, âkıbetini haber veren kerâmet çapındaki Osmanlı tokadına bakar mısınız, buyrun:
“Hâlâ uykudayız. Post kavgasıyla Particilikle uğraşalım bakalım, âkıbetimiz ne olacak?” (Tasavvufî Ahlâk, c.2, s. 123)
Merhûm Hocaefendi, vefâtından 22 sene sonra meydanı boş bulub parti-pırtı oyununa başlıyan ve hocasına zımnen “hadi ordan” çeken ve âkıbeti de belli olan herife, ikinci müthiş îkâz, nasîhât, hatta tokat, buyrun:
“Evvelâ partiler hiç de doğru olmayan bir teşkîlâtdır. Zîrâ birinci zararları, memleketdeki vahdeti ve birliği bozmakdır. Herkes kendi mensûb olduğu partiye, onu müdâfaa sadedinde çok gayret sarfeder. Muhâlifi olan partiyi devirmeye ve onu haksız çıkarmaya çabalar. BU HUSUSDA YALAN-YANLIŞ HER TÜRLÜ PROPAGANDAYI MESRÛ’ SAYAR.” (Mü’minlerin Vasıfları, 1982, S. 78)
Merhûm Hoca Efendi başka bir eserinde de, vefâtından 22 sonra parti-pırtı şehvetine dolaşan damada, aşağıya alacağımız 11 kelimelik müthiş Osmanlı tokadı ve ihtârı ile şöyle demiş oluyor:
“Müslüman ol evvelâ! Şeyhlik numaralarına bulaşma, vebâli çok büyükdür, altından kalkamazsın, nalları dikince seni, Süleymâniye’de yanıma bir yaklaştırmam, defolur gidersin Haliç’in bilmem nerdeki dibine, Zıyâîler ne zaman gâvur particiliğine bulaşdı? Benim adımı istismâr eden Neco’nun âkıbetinden bile ibret almaz mısınız?. Onun nasıl köpeklere maskara bir kurt olacağını ben dünyâ gözüyle görmesem bile, sizler veya çoluk çocuğunuz, torun torbanız görecek? Şiilere bile nasıl yalaka olduğunun vebâli, onun ebedî hayâtını nasıl karartacak?.”
Merhûm kalb dili ile, bunları aşağıdaki şu 11 kelime ile formülize edivermiş; ve damat da Hocası ve mürşidine onun irtihâlinden 22 sene sonra meydanı boş bulur bulmaz, NASIL İHÂNET ETMİŞ, zıvanadan çıkıb gitmiş..buyrun:
“MÜSLÜMANLARIN, PARTİLERLE ALÂKASI YOKDUR. ZÂTEN BU PARTİCİLİK, MÜSLÜMANLIĞA YAKIŞAN BİR ŞEY DEĞİLDİR.”
(Cennet Yolları. 135)
Damad, Hocasının irtihâlinden 12 yıl sonra 1992’de, iyice dembokrasi demiye başlamış ve Hocası zamanındaki ağız ve dili iyice yamulmuşdur! “Yeni Ufuklar” isimli kitabında ise Ankara dembokratlarını bile pek aşarak, “dembokrasiyle yönetildiğini” ve esir ve köle olmadığı içün ŞÜKÜRLER etmekde ve Türkiyâ’nın %99’unun müslüman olub islâmî ve ahlâkî değerlere bağlı olduğunu yazabilmektedir!. İsbâtını istiyenlere aynen iktibâs ederek gözlerine sokalım:
“Türkiye’mizin de %99’u, müslüman olub büyük çoğunlukla islâmî ve ahlâkî değerlere bağlıdır. ÇOK ŞÜKÜR esir ve köle değiliz, diktatörlükle değil DEMOKRASİYLE yönetiliyoruz!” (Yeni Ufuklar, 1992, s. 176)
Şeyh Efendi (!) o kadar çağdaş, aydın ve moderndir ki, bugünün Ankara particileri, sözleşmecileri ve KADEM’ci milletvekillerine bile 28 yıl evvelden rûhâniyyet-i uzmâsı ile mürşidlik yapmaktadır!
Şimdi Av. Özlem Zengin gibi meclisin altını üstüne getirecek, erkekden çok erkek olmuşlar, şu aşağıdaki satırları da okurlarsa, bunların, Zıyâî bir Nakşî şeyhi (!!!) tarafından değil, İngiliz Lordlar kamarası üyelerinin, Türkiya’ya “Dembokrasi ders notlarından” derlendiğini zannedecekdir!. Şeyh Efendi o kadar feminist ve bugünün sözleşmeci, “Sosyal cinsiyet Eşitlikçi” ilkelere ve KADEM ideallerine öylesine yürekden yürekden katılmaktadır ki, biz, bir müslüman olarak küçük dilimizi yutmadan edemedik! Şeyh Efendi bugün yaşasaydı MORTÇATI ve LGBT muhitlerinden (ödül-modül) gibi şeylere, leydimsilerin nâzik ellerinden nice nişan ve mazhariyyetlere de herhalde gark edilirdi! Buyrun:
“Gönül isterdi ki HUKUK FAKÜLTESİ gibi meslekî bakımdan uygun bazı öğretim kurumlarında TAHSİL GÖRMEKDE OLAN MAĞDUR KIZLARIMIZDAN BİR KISMI ADAY OLSUN, SEÇİLSİN, MECLİSE GİRSİN VE ORADAKİ İNSAN HAKLARI DÜŞMANLARI İLE MÜCÂDELE ETSİN.” (a.g.e. s. 202)
Bizim zavallı, sakallı ve çarşaflılara kadar nice müslümancıklarımız “Ev kadınlığı ölüyor, bitiyor” diye yırtınsın; çocuklar, çalışan analar yüzünden perîşan, kocalar, yorgun ve erkekleşmiş madamlar yüzünden şaşkın, “âileler çatırdıyor, öldük bitdik!” deyû kâreler bağlasınlar! Meğer boşuna dertleniyormuş bizim garîban tarafın müslim ve müslimeleri! Çâre çok kolay ve üstelik de şeyhimtrakmış ve tasavvufu modernize edenlerin elindeymiş: Seçim arabalarıyla erkek-dişi hep beraber dost ve kardeşçe ve haftalarca, bazen aylarca harıl harıl parti-pırtı kollarında çalışmak, seçim zamanı ev ev dolaşıb kadın ve kız adaylarımızın oy toplaması; ve sonra seçilmesi ve paralamentoya girmeleri, bir güzel “nâmusları, iffetleri ve hayâları ve ev hanımlıkları üzerine and içmeleri”, sonra da her birinin Özlem Zengin ablaları gibi feleğin çemberinden geçib ustalaşmaları içün ona mürid olmaları imiş!
İlâhî Şeyh Esad, ışıklar içinde yat emi!
Özlem Zengin gibi nice feminist madamlar, kendilerine sataşan müslümanlar olursa, şeyh Efendinin bu satırlarını pek bağlayıcı ve kıymetli bir (FETVÂ) olarak muârızlarının boğazına mısır koçanı gibi sokub onları dize getirebilir de! Pırasasör Şeyh Efendi sağ olsaydı, çokdan paralamentoya girer, orada “İnsan ve hayvan hakları, hatta modern İslâm ve tasavvuf dostu madamların HAKLARI” içün kim bilir ne müthiş “MÜCÂDELE, MÜCÂHEDE VE MUHÂREBE EDERDİ!” Ve es’adîler, muârızları olan şerbokânî tâifesini paralamentodan 10 kere tard ederdi!. Şerbokanî tâifesi de onlara: “BİZANSIN ÇOCUKLARI!” diyerek diş gösterir, bir tarafta şeyh Esad asena piyâdeleri, öteki tarafda Şerbokânî 19 Mayıs süvârisi müsellâh kızlar!. Bu kızların ağzında karşı tarafı bayıltan ONUNCU YIL MARŞLARI ve parti-pırtı bayrağı sallamalar… Ve nihâyet, %99’luk müslüman Türkiya’nın, göz yaşartan o müthiş dindarlık tablosu!
Hey gidi Nakşîlik! Hey gidi Hâlidîlik ve hey gidi Zıyâîlik!
Mürşid arayanlara, kahreden, ibretlik manzara!
200 YILDIR İSLÂM’I SULANDIRAN İÇ VE DIŞ MİHRÂKLAR VE LAİK-DEMBOKRATİK SİSTEM, İSLÂM’IN KÖKÜNÜ KAZIMIŞ, BUNU GÖREN DE KALMAMIŞDIR! NEYİN VEYA KİMİN ADINA AÇILDIĞI BİLE SÖYLENEMEYEN AYASOFYA, DEMBOKRASİ ADINA AÇILSA NE OLACAK?
Şerîat gidince, artık ara ki, tasavvuf ve onun tarîkatları kalmış ola! Bugün cübbelâ-zübbelâ nice etiketsiz soytarılar da var ki, İmâm-ı Rabbânî gibi nice müceddid ve mürşidlerin, tasavvuf ve tarîkat pîrânımız ve halîfelerinin “HER ŞEYDEN EVVEL ŞERÎAT’a KIL KADAR MUHÂLEFET OLAMAZ” diyen âh u enîn ve bedduaları sebebiyle çarpılmış ve yamulmuş, ÇER-ÇÖP OLUB SAVRULMUŞ GİTMİŞLERDİR!
İşte bir yanda “Parti ve particiliği yasaklıyan” Şeyh Efendi MERHÛM; ve bir nesil sonra diğer tarafda da “Particilik ve dembokrasi aşkıyla feminizmaya kadar kayarak, paralamentoya kızları sokmaya” kadar sapıtan ve zırvalıyan, aydın, diplomalı, boktoralı, pırasasör ünvanlı, ne oldum del.si ve velisi (!) dünün, bugünün ve geleceğin şeyh karikatürleri!
“Sağduyu partisini” de kurunca artık büsbütün dembokrasi lafları gevelemeye başlanmışdır! Osmanlı ulemâsından olan Merhûm Muhammed Zâhid ve Merhûm Ali Haydar Efendiler ve sâir ulemâ, “Dembokrasi” lâfzını ağızlarına bile almaz, hatta Ali Haydâr Efendinin “Dembokrasinin D’sini bile ağıza almak küfürdür” buyurduğunu, cübbelânın kendisini nisbet etdiği Mahmud Efendi Hoca’dan bizzat duymuşuzdur!
Bugün kendilerini “Efendi Baba” diyerek Merhûm Ali Haydar Efendi Hazretlerine nisbet eden bir takım ve bir kısım (cübbelâ- çüşbelâ-Şerocak ve bilmem kim) makûlesi sokak ve ekran şarlatanları, nice dembokratları menfaatları uğruna Püsküllü Kadir gibi “ülülemr” ilan edib, onların kuyruğunda dizilmeyi “FARZ-I AYN” olarak hem de “ALLÂH AZZE ve CELLE’nin emri gösterib” hiçbir îmân ve akâid ölçüsü tanımadan “insanları Ahbâr ve Ruhbân gibi Allâh Azze ile aldatmakda” halklara üfürüb yedirmektedirler ki, böylece, nasıl azılı (hannâs) sürülerine tahavvül etdiklerini gözlere sokmaktadırlar!
“Kutile’l-harrâsun!”
Şehidi, şeridi, ma’bedi, ahlâkı, inancı, adası, meydanı, heykeli, putu, milleti, devleti, dünyâsı ve bilmem nesi oldukdan sonra, dembokrasinin artık, ŞEYH-MÜRİD, TİRİT , Feto-Nato-Toto nesi olmaz! Varın gerisini siz hesâb edin!
Dembokrasi, Antik Yunan Aklının büyük bir ifrâzâtı beşerî bir DÎN olduğuna göre, yakında “Türke hass Peygamberi şu, Büyük Peygamberi, ortanca, küçük, mini, milimetrik, MAKRON, mikroskopik peygamberleri de bunlar” derlerse şaşırmayız!
Ma’bedi olanın mihrabı, kıblesi, minberi de elbetde olacakdır! “Paralamento dembokrasinin ma’bedidir!” diye C. Çiçek az mı “Dembokratik vaazlar” verdi!
Ebedî Şef Kamal Paşa bile, “Yarın ilân edeceğiz arkadaşlar” dediği şeyin, demokrasi olduğunu söyliyecekken, yanlışlıkla veya zuhul eseri veya leblebili rakı keyfiyle dili sürçüb “cumhuriyet veya cumrakıyet” demiş olamaz mı? Gerçi kutsal ve putsal Nutuk’da “Dempokrasi” ile alâkalı, epey övgü ve dövgü cinsi ibâreler az yazılmamış!
Dembokrasiye KİTAB aranacaksa, meselâ NUTUK, bu ihtiyâcı fevkal’âde giderebilir!. Hem böylece hökûmât-ı Tayyibât’ın Küçük ammâ derin darbe değeri ÇİN-CİN-CON azmanları kadar çok büyük Peri-çek ortağı; ve onun geçliği ve dinçliği ve derin talimlileri, bundan çok memnûn olacaklardır!
Üstelikde o cenâh, bu fevkal’âde memnûniyyet ve me’mûriyyetini, çok samîmî müslüman ve Tayyibizm mezhebi kökdenbağlısı AKİT tv borazanıyla ve onun Ali İhsan Müdürü diliyle de cihâna ilân edebilirler!
Ayasofya içün bile “Dembokrasi Ayasofyası veya Ayasofya Dembokrasisi” diye ırlama ve zırlamalar başlarsa, hiç kimse “virüs alârmı” zannedib gece yataklarından tavan aralarına kaçışmasın!
Doğanlar bile artık, yok “Dindar nesil”, yok “Asım’ın nesli”, yok “AK nesil”, yok “PAK nesil”, yok bilmem kimin nesli olarak değil, “Dembokrasi Nesli” olarak kütüklere geçirilebilir!.
Fetö bile dembokrasi maskesi takarak diyalog şirkini, diyalog maskesi ile de yahudi-haçlı Lavrensi olduğunu “sağır, dilsiz ve körlere” 56 yıl câmi kürsülerinden nasıl üfürdü?. Herif kendisini ne de güzel “Muhterem Hocfendi” yapdı; ve Ankara “Kula Tapış Dinindeki” delikanlılara “Ne istediniz de vermedik” bile dedirtdi!. Hocfendi ister de verilmez mi? Çünki “Muhterem Hocfendiden” de şübhe edilmezdi ya! Adam “Allâh-Peygamber” lâfzını ağzından çıkarırken, başka yerlerinden ve hele gözü ve burnundan da horhor çeşmesi gibi ifrâzât boşaltıyordu!
“Mason-Nurcu” kimliği altından, bir numaralı “İslâm Düşmanı” olduğu hâlde İslâm’ın kürsülerinden İslâmiyyet’i (!) anlatıyor, etrâfındaki meccânî ölü ağlayıcıları da câmilerde vecde gelib (!) cıyak vıyak kendinden geçiyordu! Çünki halk 97 yıldır öyle câhil ve hatta dinsiz bırakılmışdı ki, adamın şifreli konuşmalarını hep onun aşk u vecdine verdiler! Cübbelâ gibi medrese kaşerlileri bile bir zaman, onun için: “Hocfendi ehlullâhdandır, teheccüd namazlarına kalkar, ehl-i sünnet âlimidir” diye fino gibi höykürmüşdü! “Efendi Hazretlerinin” bile, “Fetullah değil, Fethullah Hocaefendi söyle” buyurduğunu, (nass varmış) gibi ve yaranmanın en fahşâ mertebeleriyle dillendiriyordu!
Halbuki sahîh bir avuç “ciddî ve samîmî akâid” ma’lûmâtı olan sıradan bir müslüman bile, Fetö’nün içinde İslâm düşmanlığı, ABD uşaklığı, yahudi-ermeni tohumluğunun zıpladığını, 1977’de doldurulan o band kaydından bile derhal anlardı! Ve herifin aslâ bir (vâiz) olamıyacağını, birilerinin kendisine “Reis-i cumhurluk” sözü verdiğini, (ki Cücevit’in böyle bir projesi olduğu şimdi ortaya çıkıyor) Fetö’nün gizli ve dışa bağlı bir ajan olduğunu hemen anlardı! Tâ 1977’de, yani 15/Temmuz’dan takrîben 40 yıl evvel!. Bandda aynen şöyle diyordu:
“Bu demokratik DÜZEN içinde, yürü arkadaş Çankaya’ya deseler, ben reis-i cumhur olamaz mıyım? Hatâ bizdedir, rejimin hatâsı yokdur!”
“İslâm vâizi” ne güzel “Dembokrasi, düzen, Çankaya, Reis-i Cumhurluk, rejim” kelimeleriyle vaaz veriyordu öyle!.Herif daha 27 Mayıs eşkıyâ darbesinden evvel İnönü masonuyla, mason Kasım Gülek ile teşrîk-i mesâîye başlamış ve politikanın göbeğinde “Câmi kürsülerinde” konuşturuluyor!. Kuyumcu elindeki alyans gibi, tâ delikanlılığından beri ta’lîm terbiyeden ve çarkdan geçiriliyor!
xxBu kabil nice sözleri vardır ki, politikacı kış uykusu familyaları, sâdece kendi koltuk ve saltanatlarının mecnûn ve meczubları olduğundan; ve bir de halk, “İslâm’da samîmî ile sahtekâr kimdir?” suâlinin cevâbına, tam echel olmaları hasebiyle bir türlü cevâb veremez hâlde bulunduğundan; nice Lavrens’ler de bu sebeblerden, halkın iliğini kemiğini çok rahat sömürmüşler/sömürmektedirler!.
Fetö gene aynı kasetinde:
“Hanımın tam tesettürlü oldukdan sonra, arkadaşlarına işter çay versin ister kahve versin, hiçbir mahzûru yokdur!”
Diyor! Herif İslâm düşmanı olmasa bunu ağzına alabilir mi?
Fetö’yü “Nurcu” diye, kendilerinin en üst abiler ve hocalar sınıfında gören, ammâ içlerine sokulmuş ve nurcu dilini çok güzel konuşan bir mason olduğunu nurcu kitlesi (istisnâlar hâric) farkedib zerre kadar irkilmedi ve hiçbir aksül’amel ortaya koymadı!. Hatta hapishânelerde çile çeken bazı “abi” rütbeli nurcu ağalarını, “Türkçe Olimpiyatları” denen gâvurlaştınma sahnelerinin önünde takdirkâr gözlerle genç kızların vücûd münhanilerini nasıl hoplatıb zıplatdıkları ve kıvırtdıklarına; ve “Hizmet-i Îmâniyye ve Kur’âniyye” adına nasıl dumanaltı olmuş gibi gözlerle bunları seyretdiklerine ŞÂHİD olduk!
XHalk öylesine sistemin ve politikacıların kurbânı olmuşdu ki, insanları Şerîat’ın terâzîsinde tartarak kıymetlerini ortaya çıkarmak usûlü tamâmen ortadan kaldırılmış, yerine, politikacı ve hoca bilinen şeytanların “hezeyanları” ile hakîkata gitmek, hakîkatı, bu yâve ve hezeyanlarla tesbit (!) sapıklığı oturtulmuşdu!. Bunu Fetö şeytanı çok iyi bildiği içün, “cemaat” mefhûmunu da kullanarak bilhassa nurcu câhilleri ve sâirlerini çok güzel sürüleştirdi ve onlara “Râinâ=Bizi güt” dedirtdi… Halbuki müslüman râinâ değil Kur’an emri olarak “unzurnâ=bize nezâret et” demelilerdi… Halkan, bu ve bunlar gibi binlerce ölçü kalkmış, yerine hoca geçinen şeytanların sözleri ikâme edilmişdi!
Hâl böyle olunca da, 15 Temmuz 2016’daki Haçlı Seferi’nin ve benzeri felâketlerin Halkın başına belâ edilmesi kaçınılmaz olacakdır!. Tekrar edelim ki, en büyük belâ ve musîbet, hoca ve politikacı ve idâreci mevkiinde olanları İslâm hüküm ve esasları ile ölçmemek olmuş, DİB’işçilerin, İlhadiyatçıların, Cübbeli-sarıklı ham softa kaba yobazların güncellemeleri ve “fetva” adını verdikleri işkembeden sıkmalarla İslâm’ı hizâya çekilmek olmuşdur!
Daha doğrusu, İslâm’a nasıl din olması lâzım geldiği veya Allâh Azze ve Celle’ye “Müslümanlara nasıl bir İslâmiyet görmesi daha iyi olurdu” mevzuunda “akıl vermeleri” laik-dembokratik akıl küplerinin en mühim “bilimsel ve milimsel” ruznâmesini (gündemini) teşkîl etmişdir!
İşte 15/Temmuza giden kaldırım taşları böyle döşenmişdir… Kur’an, hadis, icmâ’ ve Müctehid imam ictihadları, “Nâmahremlerin Kadın- Erkek muhtelit yaşamalarını kat’iyyen yasaklar ve HARAM hükmüne bağlarken”, Lavrens taslağı, 15 Temmuz’dan tam 40 yıl evvel bunu, “hiçbir mahzûru yokdur” diyerek meşrû’ görmekde ve göstermektedir!. Buna ne nurcusu, ne nursuzu, ne DİB’çisi, ne ilhâdiyatçısı, ne ham softa kaba yobazı, ne tarikat tüccarları, ne tasavvuf maskaraları (hakîkîler mahfûz) ağzını açıb iki kelâm edemediler! Adamın sahtekârlığı bunun gibi yüzlerce delîl olmasına rağmen, görülmedi, görülemedi, görenler de dilsiz şeytan olub sustular…
O da, İslâm ve “müslümanım” diyen dünya insanları ile öyle bir istihzâ ediyor (dalga geçiyor) ki, “hanımın tam tesettürlü oldukdan sonra arkadaşlarının yani (nâmahrem) erkeklerin arasına elinde tepsiyle dalacak, önlerinde yarım reveransla eğilib “Buyrun Efendim” deyib göz göze alış-verişde yani ikrâmda bulunacak! Yahudi tohumu mason, İslâm ile nasıl yaylanıyor? Hem tesettürlü olacaksın, hem de nâmahrem erkeklerle göz göze gelib onların önünde endâmınla bir nevi reverans yapıb ellerine cay veya kahve tutuşturacaksın! Bütün bu hallerin zıddı, yani oraya (hanımın) ayak atmayışı da tesettürün bir PARÇASI iken, mason vâiz, mes’eleyi nasıl piçleştirib sulandırıyor? İslâm derken, içine nasıl İslamsızlık zehiri şırınga ediyor!
Husûsî Yetiştirilmiş olmasa, bunları nasıl yürütür? Kasım Gülek, İnönü, Graham Fuller ve masonların elinde olacaksın, bunların tezgahından ise, hem de iyi bir Lavrens istidâdı taşımadan geçeciksin! Bu mümkin midir?
DEMBOKRASİ, “ANTİK YUNAN AKLININ İFRÂZÂTI”, FR. VE ABD İHTİLÂLLERİNİN BESLEDİĞİ, İNGİLİZ VE YAHÛDÎNİN SİLÂHIDIR!
Dembokrasi de “Antik YUNAN AKLININ ifrâzâtıdır” dedikse, hakîkaten de böyledir; bu, her yerde bronz heykeli olan bir değer olarak her adıma dikilebilir! Askeri ve bedeni 1922’de İzmir’den “Denize Dökülen” YUNAN, 1923 Lozan’ındaki İngiliz kataküllisi ve yandaş ve yanpildaşları ile, Müslüman TÜRKLERİ Marmara’ya döküb dembokrasisi ile idâremizi eline almış olmadı mı???
Bunda da vardır bir “Çağdaş bilgelik ve simgelik!” Öyle değil mi?..
“Yunan’ı denize dökdük” palavrası sıkanlar, Antik Yunan aklının ifrâzâtı olan dembokrasiye TAPAR hâle getirilince, bu takdirde Marmara’ya dökülenler de kim olmuş oluyor???
Artık bugün “14-15 asır evvelki hükümlerin uygulanamıyacağı ve İslâm’ın güncellenmesi” dembokrasinin “kutsal anayasa kitabları ve onların nassları” ile sâbit hâle gelmiş; ve dünyânın iki gözü önünde bunlar, “İslâmcı laikler” tarafından ikrâr ve beyân olunur hâle bile gelinmişse!.
Atasal ve Tapısal Böyyük TÜRK Politikacıları, “Dört Hakk Dîn vardır” diyerek, bütün dünyâyı kucaklayıb dembokratik hasret giderme noktasına da ermiş veya getirilmişlerse!…
Çünki dembokrasisiz hiçbir şey, bir adım atamıyor, atarsa, “Sosyal mesâfe” haramı işlemiş, virüsle çarpılmış gibi çarpılıyor! “Laiklik Türkiya’nın nükleer enerjisidir” diyen Saray Sözcüsü Çelik, bu Fr. SOS’unu beğenmemiş ki, “Fizikî Mesâfe” ta’bîrini kullandı!. Aslında TÜRKÇE olsun diyen “Tedbir mesâfesi” demelidir… Amma devir ve dîn, dembokrasi olunca, buna da “Dembokratik mesâfe” demek, en Kenânî anayasal ve darbokratik şekil olur!
Doğan çocuklara da “Dembokrasi” adı verilmiye bir başlanıyor mu, artık tut tutabilirsen!. Yeni yapılacak “Mescid-i Dırârlara” da, “Dembokratik ve Laik Hoparlörlü 9 Minâreli RAİZ Câmisi” denebilir! Veya “Yanmaz Kefenli ve 9 kıbleli Dembokratik Cübbeli Câmisi” veya “Demokrasi Şükürlü Şeyh Esâdiyye Câmisi” veya “Saray Danışmanlı Dembokratik ve Akademik Haltettiniyye Câmisi!”
Bundan sonra yapılacak câmilerin isimlerinin de “nitelik, nicelik ve gecelik” taraflarının intişâmı, isimlerine de aksetmeli ve “Cumhuriyet Kazanımlarının” ne muhteşem şeyler olduğunu dost-düşman, hatta Köçek Miçotakis bile görmelidir! Papaz Kızı Merkel, Alitapar ve Mut’a Tâciri Rûhânî, Katerinadan olma Putin’e kadar herkes… Çöl faresi BAE yamyamları, Oklava Yutmuş Hafter cânîsi, Sisi-pisi kedi köpeği, Pisipisi, Çıtkırıldım Kuşkonmaz Makron Fırıldağı ve Mikronometrik Es’ad fırlama ve yılanı, Fettoş salya-sümük vâiz emeklisi o Lavrens tohumuna kadar bütün dünya, bu cum kazanım ve kazınımlarını ağzı açık ve meccânen seyredebilmelidir!
Dembokrasi inanç ve ahlâkı sa’yesinde ve 11 ay içinde “Yaprakdar” insansız ve insafsız HAVA UÇANLARI, nasıl MARS’a çıkacak, bir seyrediniz!. Nice yetişecek AK kahramanların (el emeği göz nûru) ile nice tıbbî malzemeler îmâl edilecek; ve bunlar, sırf Rızâ-yı Bârî içün meccânî yardımlar olarak, bütün gök seyyârâtına kadar cihâna nasıl yetiştirilecek bir görünüz!
“Dembokrasi adının, sıfatlarının ve fiillerinin girmediği, sivrisenek yuvası kadar bir yere dünyâda mahal kalmamalıdır” denileceği bir noktaya doğru gidiliyor!
AYASOFYA’YI DA, RAİZİN DEMOKRASİ FELSEFESİ VE DERİN NEFESİ VE ÇAĞLAR ÖTESİNDEN GELEN GÜR SESİ MÜZELİKDEN KURTARIR VE DEMOKRATİKLEŞTİRİR!
“Atın ölümü arpadan ve olmuşken tam olsun” deyib, böyle devâm edilmesinin Ayasofya’nın görünmez atasal zincirlerine de fâidesi çok olacakdır! Bir yandan Ayasofya halıları bile tedârik edimiş/ediliyorken, diğer yandan da, 2 Temmuz’da “Danıştay veya Dantikiştay” kararı “Müzeye devam” şeklinde zıplarsa ne olacak?.
Demek ki Raiz, Raizlik karârı ile imzâyı atıb mühr-i hümâyûnu da bir güzel hohlayıb “Yâ Allâaaah bismillâh” deyib sağ eliyle kararnâmenin sağ alt köşesine çakdı mı, seyret manzaranın tadını, yeme de yanında yat!
Hani adamın, şunları Raizden duyası ve “Sen bi tanesin Yaşşaaa vârol RAİZ abim benim!” diye yeri göğü inletib, “sert adımlarla yer gök inlesin inlesin!” diye coşub, kâbına sığmıyacağı, “Kükremiş sel gibi olub, bendini yıkıb aşası ve enginlere sığmıyası” geliyor! Dese ki Raiz:
“Halıları serin ulan! Cum’a gününe hazırlayın câmiyi! Cum’a hutbesi, demokrasiye îmân mevzuunda benden! İç ezan, demokrasi ve nihâvend makâmı geçişli ve ağır aksak usûlle Numân Bey’den! Damat nerde? Nerdesin oğlum, gel lan buraya, kâmet de hüzzam-segâh arası demokratik-düyek usûlle senden, duydun mu koçum!
Bağçeli Başbuğum! Hele yaklaş, ben namaz duası yaparken ülkücü bozkurtlarınla ün üne ve askerce rast-demokrat-bozkurt uğultulu ve sümbüle işlemeli âmin çekmeler de senden!
Hulûsi Bey nerde? Bak Paşam gel, demokrat top atışları da senden! Unutma tam 21 pâre.. Trump ve Putin, fezâdan ancak demokratik kulaklık takmadan duyabilmeli!
Rûhânî, Humeyni’nin meşatlığından; Kaşıkçı kâtili hergele yalelli çekerken, top seslerimizi dinleyib hepsi de tepe taklak olmalılar!
Madam Merkelo, Berlin Katedralinin günâh çıkarma hücresinde (Amen) diye diz çöküb, gençliğindeki kaçamak ve haltları hatırlayıb burnunu çekerken; bizim demokratik top seslerini taaa ordan, demokratik ve nâzik ödü şeyine karışarak kutsamalı ve fakat kusmamalı!
–Tamam mı Hulûsi Paşam? Görev emri kağıdı bilmem nesi almana lüzum yok, anlaşdık!
—Anlaşıldı bâşüstüne başkomutanım! Biraz klasik olur ama, iktisatlıdır, 106’lık havanlar idâre ederse “5 batarya derhal mevzilensin” emrini vereyim mi?!
–Havan mavan yavan kaçar Paşam! Kıtalarası füze gibi birşeyin yok mu sesi çok çıkan yaa? Neyse sen bilirsin, ama 5 batarya az gelir, en az 15 demokratik batarya olmalı! Hazır mevzilenmişken, Körfez, Suud ve Mısır gayr-i demokrasi ve cumartesi çocuklarını da baraj atesiyle yarım saatçik ve demokratikçe okşayıverirdiniz!
Ha, top atışları hiç durmadan muttasıl devam etmeli! Papo Cenab, neydi o cenâbet mi ne, cenablarıydı ha, işte o, o biçim eşkardinallerle lezrâhibelerin yatak odalarında saçını başını demokratik-katolik yollarla yolarken, bizim top seslerini duyub helecanla “ne oluyor, Kıyâmet mi kopuyor” diye demokratikçe pencereye koşmalı!..Gene de tedbir alın, herif zâten savruğun teki, pencereden düşebilir!
Papo ayakda Trump’un yanında dururken, Trump, Papo’nun elini gıdıkladıkça Sarı Kazma gülüyor, ihtiyar da dembokratikçe altını ıslatacak gibi oluyordu! Sakın unutmayın, bizim top seslerini duyunca, Papo’nun poposu yani altı, dembokratik bezli olsun! Kokutmasın, demokratik tam tedbir isterim!”
Başlarım sizin demokratiksiz müzenizden, müzâyedenizden, müzeyyeninizden, müezzininizden ve Dandikiştayınızdan!
Açın ulan kapıları! Ben demokratik rüzgârımla ve başkan olarak geliyorum! 2023 kapıda, erkene alırsam aha şurada! Halk beni görmeli üleeen! Kapıdan değil de bacadan mı gireceğiz? Açııın kapıları!
Fâtih dedeme demokratik torun olacağım da, O’nun Câmisini palikaryanın Miçotakis’i, yok Piçotakis’i, yok Puştotakis’i, yok Ekremoçiş’i, yok Kılıçtarakis’i istemiyor diye, onu müze mi tutacağım! Yıkılın ulan gözümün önünden!
Başlarım sizin Feto-Nato-Papo-Patrikonuzdan! Trampo-Makrano-Makarno-Merkelo-Kraliço-Kamalo-Meralo-Zarto-Zirtonuzdan…”
Raizin tepesi bir atarsa, bunları der mi der!
Dembokrasi var ülkede ve cihanda, (yurtda ve evrende ve Mason ve işkenceci Kenan Evren’de oluğu gibi çok bol bulamaç sulh var! Hayatda, Feto’daki gibi sulh konseyi bile oluyor!. K.K ve madam Maral bile bu kabil (sulh sükûn) içün bu kabil konseyleri görüb onlara nasıl şirinlik yapıyorlarda! Hâl böyle iken, Saray’da neden dembokrasi ve (yurtda ve cihanda sulh) olmasın; ve hukuk, guguk, kânun, kararnâme, nizamnâme, imzâ, mühür, emir, kumanda, Osmanlı tokadı, Selçuklu yumruğu) dahî olmasın!.
RASÛL ALLÂH’DAN, FETİH HADÎSİ RASÛL’DEN, FÂTİH HADÎSDEN, AYASOFYA FÂTİHDEN, MÜSLÜMANLAR AYASOFYA’DAN MA’NÂ VE KIYMET SÂHİBİ OLMUŞDUR!
1931’den i’tibâren “tâdilât” bahâneleriyle ve 1934’den i’tibâren de (resmen) büyük ŞEF tarafından ibâdete yasaklanan Ayasofya, o zamandan beri “Müze” olarak îdâm sehpâsında ve Fâtih Cennetmekân Hazretleri de, böylece rûhâniyyetiyle işkence altında… Bu iş, “Le tüftahanne’l- Kostantaniyye….” hadîs-i şerîfi üzerinden Rasûl-i Rusül Aleyhisselâm’a ve O’ndan da Allâh Azze ve Celle Hazretleri’ne kadar uzayıb gider ve Kâinât bu işlere nasıl bakar, bunu düşünmek bile îmânı olanı felç eder!
Şimdi Türkiya’da, (Dembokratik) layık akıllı, ateist ve aslı mechûl nice kafalar, haçlı Batı’dan kurgulandığı ve burgulandığı içün, İslâm muârızlıklarını her fırsadda yılışıkça ortaya dökerler! Dembokratik Sistemin pekçok güdümlü ve maaşlı bel’amı, adı geçen hadîs-i şerîfe kimisiyle zayıf, kimisiyle de mevdû’ (uydurma) diyerek, onu i’tibardan düşürmek isterler!.
Ehl-i Sünnet Âlimlerinin “sahih” dediği bu hadîse–ki tecellî ve mu’cizesiyle isbatlanmış–“uydurma” deme modası, ne kadar câlib-i dikkatdir, Fethin, Müslüman Oğuz soyuna nasîb olmasından sonra başlar!. Fetihden evvel böyle bir iblisliğe rastlanmıyor!!!
Çünki bu hadîs-i Şerîf ile, Fâtih Cennetmekân ve ordusunun, bizzat Rasûl-i Rusül Aleyhisselâm Efendimiz Hazretleri tarafından (medh ü senâ edilib kuvvetle övülmüş oluşu) apaçık ortadadır… Irkçılık ve kevmiyetçilik virüslerine mağlûb olan, arab, acem, mezhebsiz, vehhâbî, şiî ve daha bazı oryantalist layık şeytan cebhesi, Müslüman Oğuzlar üzerinde tecellî eden bu müthiş tecellîyi kıskanıb kudurmuş; ve çâreyi, hadîs-i şerîfe “uydurma” diyerek, adı geçen Peygamber senâ ve takdîrini Müslüman Oğuzlardan düşürmek iblisliğinde bulmuşlardır!… Ayasofya’nın “müze” yapılarak câmilikden çıkarılmasında da, gene aynı planlardan hareket edilmiş; “ittihadçı eşkıyâlarla, Selânik masonları ve İzmir Sabataistlerinin” Müslüman Oğuzlara asırlardır devam eden iğrenç düşmanlığı, netîcede, 1908-9 ihtilâl ve hal’i gibi, bu kabil hâinlikleri sahnelemişdir!
FETİH HADÎSİ, MÜSLÜMANLARA 29 KERE KOSTANTINİYYE’Yİ MUHÂSARA ETDİREN MÜTHİŞ BİR MU’CİZEDİR…
Kılı kırk yararak, İslâm’ı en sahih delîllerle, hiçbir sistemde zerresi bile görülmiyen (hüccetlerle) dünyâya taşıyan müslümanların, ÜÇÜNCÜ Halîfe-i Müslîmîn Osmân-ı Zinnûreyn Radıyallâhu Anh Efendimiz Hazretlerinden i’tibaren 29 sefer muhâsara ile “Kostantıniyye’yi’ fethe çalışmalarını, “Böyle uydurma bir hadîs içün yapılmış” göstermek, İslâm ve Müslüman düşmanlığının en alçak ve çukur derekesini eşkîl eder… Fetih hadîsi, pek çok hadis kaynaklarında (sahih) olarak kayıtlı olub 15 asırdır bizlere taşınmışdır. “Buhârî’de yokdur, kütüb-i sitte’de yokdur” demek, sâir nice hadis kaynaklarında “sahih hadis yokdur” demeye müncer olur ki, bunu, îmânlı ve şerefli hiçbir müslüman diline alamaz…
Allâh Azze, Fetih Sûre-i Celîlesi ile Sevgilisi Aleyhisselâm’a Mekke-i Mükerreme’nin FETHİNİ; Fetih Hadîs-i şerîfiyle de, O Rasûl Aleyhisselâm, Kostantinopolis’i, Fâtih Cennetmekânın “İSLÂMBOL” adını verdiği (Bugün kaç müslüman (Stanbul) gibi yunan kokan bir kelime yerine İSLÂMBOL der?) O şehri, MÜSLÜMAN OĞUZLARIN mübârek HALÎFESİ (Şeyhülislâm Merhûm Mustafa Sabri Efendi Fâtih’e Halîfe der), MURÂD HÂN OĞLU MUHAMMED HÂN ALEYHİRRAHMETİ VE’L-GUFRÂN HAZRETLERİNE müjdelemişdir!
Câlib-i dikkatdir ki, 29 Mayıs’da fethedilen Kostantıniyye, müslümanlar tarafından 29 kere kuşatılmışdır. 1453’de de 53 gün muhâsara netîcesinde fethedilmişdir… Büyük sahâbî Hazret-i Muâviye (Radıyallâhü Anh) tarafından oğlu Yezid kumandasında ve Bayraktâr-ı Rasûl Ebâ Eyyûbe’l Ensârî (Radıyallâhu Anh) Hazretleri ile yüzlerce sahâbînin (Rıdvânullâhi Teâlâ Aleyhim Ecmaîn) Hazerâtının da içinde bulunduğu İslâm Ordusu tarafından, tam 5 yıl muhâsara edilmiş fakat murâd-ı ilâhî öyle ki fethedilememişdir…
Üçüncü muhâsara da, gene Hazret-i Muâviye zamanında 6 yıl sürmesine rağmen, gene fetih müyesser olmamışdır!
Bundan sonra daha birçok Emevî, Abbasî ve Selçuklu muhâsaraları olmuş, Osmanlılar da 7 kere kuşatmışdır. Bunun dördünü Yıldırım Bâyezîd Cennetmekân, beşinciyi Mûsâ Çelebi, altıncıyı İkinci Murâd ve yedinciyi de oğlu Muhammed Fâtih Cennetmekân tahakkuk etdirmişdir…
Hazret-i Osman ve Hazret-i Muâviye hılâfetinden beri müslümanlar, yüzlerce sahâbîsine varıncaya kadar 800 yıl ve 29 defa Kostantıniyye’yi fethetmek ve sırf “HADÎS-İ ŞERÎFDEKİ O MUKADDES MEDH Ü SENÂ VE TAKDÎRE MÂSADAK OLMAK İÇÜN” binbir çile ile ve üç-dörtbin kilometre öteden ve at sırtında seferlere çıkacak, sonra da o hadîs “yok âhadmış, yok sahih değilmiş, yok meğer uydurma imiş” denilecek!
Bu hadîs düşmanlarına “Hadîs düşmanı” demek bile, onlara bir iltifât sayılır! Bunlar, azılı, yazılı ve en alçak, Allâh, Rasûl, İslâm ve Müslüman düşmanı; zerre kadar insanlığı değil, hayvanlığı bile olmıyan, kubur fâreleri ve iblis bozuntularıdır… İçlerindeki ilhâdiyyatçı, DİBİŞ’çi, sarık cübbeli, bilmem ne cemaat başı ve neler ve nelerine ve oryantalist çömezlerine kadar, bunların tamâmı da böyledir…
MASON, ATEİST VE CHP KELLESİYLE “SULTANAHMED DE MÜZE YAPILMALI” DEMEK, “MEMLEKETDE HER MEKÂN, İBÂDETHÂNE OLMAKDAN ÇIKARILSIN” DEMEKDİR!
Geçdiğimiz hafta, Ayasofya’yı, ibâdete yasaklıyan CHP’nin Paralamenteri (yasama tanrısı) İbrahim Kaboğlu, “Dembokrasi mabedi paralamentoda” şöyle bir duâ da okumuş, amma gökden zırnık kadar kemik yağmamışdır: “Hatta Sultanahmed de müze olmalıdır!”
Tabii bu memleketde, laik ve ateist dembokrasi irâdesine bağlı işletilmeleri sebebiyle, bütün câmilerin zâten mücerred planda “câmisel müze” olmadığı iddia edilebilir mi?.
Hadi edin!
Ancak İslâm’ın azılı düşmanlarının asıl hedefi, câmilerin müze yapılması değil, (İBÂDETHÂNE OLMAKDAN ÇIKARILMASIDIR!)
Çünki onları, câmilerin “Lâyık-dembokratik cumbokrasi irâde ve hâkimiyyetinde sarıklı- cübbeli, saçlı-sakallı adamların müzesi” olması kesmiyor, tatmin etmiyor!. İstiyorlar ki, bu adamlardan oralar temizlensin, oralar, yerli ve ecnebî baldırı çıplak (tristlerin) müzeleri yani girib çıkdıkları dembokratik mekânlar olsun! Onların kapılarında “MÜŞAHHAS” planda da “MÜZE” yazmasını istemektedirler!. Ne kadar çok turist, bazı puştlar içün galoş giydirirken o kadar dembokratik turist baydırı okşama!
Amma CHP’li paralamenter, gene de, münâfıklık yapmayıb müşrikliğini bu derekede açıkça ve dembokratça söylemiş! Bunlar, iki ve üç, hatta onüç yüzlü politik dembokratlardan daha az zararlıdır ki, bunu da hiç unutmamak lâzım…
Meselâ dembokrasi dîninde olan “ittifakçı, ittihadçı, iltisakçı ve iftirakçı” bilcümle Bağçeli-Bağçesiz parti-pırtılar, “Dembokrasi Ahlâkına” geçdikden sonra, “Dembokrasi ilim, îmân ve ameline” de hâliyle geçmişlerdir! Bunun dembokratik netîcesi olarak, bütün câmilerin kapısına da “Dembokratik Sultanahmed Müze ve Câmisi” tabelâsı bile asabilir; bu dembokratik devrimi, Türkiya’daki yüzbinlerce câmiye de teşmîl edebilirler! Hatta Tunus, Libya ve Mısır yeniden dolaşılıb, “Dembokrasi Müze ve Câmisi” temelinde yeni mutasyon yemiş bir (layık-ateist dembokrasi) misyonerliği, tekrar “tecrûûûbe” edilebilir!…
Nasıl olsa dembokrasinin “musakkasına” kadar her şekli yemek bile yapılıb kahraman “Türk Milletine” üç öğün yediriliyor, bunlar da neden yedirilib (Bağışıklık=Muâfiyet) sistemleri kuvvetlendirilmesin?. Hele zencefil, zerdaçal ve ebegümeci gibi üç şifâ kaynağı da buna ilâve edilirse, dünyâyı saran CORONA Antidembokrasella ve Fettokriptobella virüsleri bile, dembokratik ülkelerden Peri-çek-çin ve cin diyârlarına sür’atle kaçışacaklardır! Üstelik oralarda, kuluçkaya bile yatacak yatak ve döşek, hatta sığınacak FBI ve Pensil bodrumu bile bulamıyacaklardır!
Bağçeli-Bağçesiz bilumum ittifâk dünyâsının, müstakbel aşı ve şaşılardan, antikor ve atakorlardan çok daha müessir ilaçları, “Dembokratik reçete ve peçeteler”dir!
DEMBOKRASİ NERDE BAŞLAR NERDE BİTER, ÎMAN ŞARTLARI NELERDİR? BUNLARSIZ BEŞERÎ BİR DÎN!
Sonra.. “Dembokrasi Şehidi, ma’bedi, ahlâkı, askeri, kışlası, ordusu, otogarı, köprüsü, meydanı, bilmem nesi ve nesi ile v.s.’si” olmuşsa ve oluyorsa, “Dembokrasi cihâdı, dembokrasi namazı, dembokrasi orucu, dembokrasi umre ve haccı, dembokrasi kandil ve bayramı” neden olmasın? Bayramı da var üstelik! Musakkasına kadar olan şeyin mukaddesâtı da, kutsalı ve putsalı da olmaz mı?.
“Dembokrasi şehidi olunca dembokrasi Mezarlığı” da yolda demekdir! “Dembokrasi Cenâze arabası, Dembokrasi imamı, Dembokrasi püftüsü, vâizi, câizi, hatibi, kayyumu ve bilmem nesine” kadar, artık olmuşken tam olsun deyib, her yere milim milim dembokrasi sıvanabilir!
Dembokrasi öyle bir meret ki, kendisi de işe yarıyor, kendisi olmıyanı da!
Sonra, Bağçeli Başbuğ’un dilinde dembokrasinin “ahlâkı” olacaksa, bunu doğuracak “ilim-îmân- amel” temeli de olmalı ki bunlar üzerinde bir ahlâk teşekkül etsin! Her şeyin, üzerinde yetişdiği bir (flora) zemin, besleyici bir rahm-i mâder olduğu inkâr edilemez!… Meselâ ecdâdımız, “İslâm dininin binâsı 4’dür” diye talebelerine öğretmişdir: İlim-îmân-amel-ahlâk…
Antik Yunan aklının icad etdiği din olan Dembokrasinin de, böyle birşeyleri her halde vardır ki, ahlâkı olmuş!. Onlar olmasaydı, ahlâkı da olmazdı!
Beşerî dîn olmak o kadar kolay mı?
Bizim politikacıların yüksekliği, kabiliyyet ve dehâlarına bakın ki, dünyâdaki pek çoğunun bir tek dîni yokken, bizimkilerin iki dîni vardır: Câmide ve musalla başında Müslümanlık, onun dışında dembokrasi!.
Dembokrasi, 24 saat her yerde her zaman esas dîn, Müslümanlık ise yedek ve ihtiyâc hissedildikçe halka gösterilen, halkdan gelecek yıldırımlara karşı paratöner, yeri geldiğinde ticâreti yapılan, beğenilmediği zaman güncellenen, reformize, deformize, revizyonize, dembokratize, atomize, iyonize ve her şeyize edilen orta malı SANAL ve bugün “uygulanması olmıyan ölü, bitmiş, tükenmiş ve atalar geleneğinden ibâret teberrüken dile alınan, Ramazâniyelik ve iftâriyelik” dîn!
Denk getirib, bazı mekânlarda Kitâb, silah ve bayrağı üç kere öp başına değdir, bu da senin “Müslümanlığın” olsun! Hem de “Milliyetçi ve Türkçü Müslümanlık!”
Bayrak ve silâhla, aynı seviyede, aynı değerde, üçün birinden ibâret bir din!. Her milletin veya ulusun, kabilenin “Bayrak ve silâhı, sadağı, baltası,v.s.si” değişik olduğuna göre, “Tevhid dîniyim” diyen İslâmiyyeti kabileler sayısınca bölük börçük et, sonra da “Dembokrasi ahlâkı” de, “İslâm Ahlâkı” görünmez ve duyulmaz olsun, çöpe gitsin! Antik Yunan aklının ifrâzâtı olan dembokrasiyi kutsa ve kurtsa ve putsa… Ne güzel dinler garnitürü ve karikatürü! Geç karşısına her derde devâ niyetiyle seyret!
Nasıl?
Yiyene!
Anlatabiliyor muyuz efendim?
Ecdâdın mîzâh san’atını hatırlayıb “nostalji” yaparak, gocungaçları (allerji) yapacak bir hat üzerinde olmak da, insana, ayrı bir “şutluluk ve mutluluk” bahşediyor!
Acebâ?
Mâba’di var