-6- Durun Kalabalıklar!
29 Mart 2021
Zamânın Mi’marîye Yüklediği Ma’nâ: Şam’daki Süleymâniyye Cami’i ve Külliyesi
16 Mayıs 2021

DURUN KALABALIKLAR!

(7)

Efe URAL

Resûl-i Ekrem (aleyhisselam) zamanında birçok mucizesine şahit olan Amr bin Hişam, hem her şeyin sahibi Allâh’tır deyip hem de Allâh dünyaya, işlerimize karışmasın diyerek Hazreti Peygamber (Aleyhisselam) tarafından cehâletin zirvesi manası taşıyan ‘’Ebû Cehil’’ künyesi verilmişti. Mekkeli müşrikler de Allâh’ın varlığını kabul ediyor, Peygamberimizi tasdik ediyorlardı. Ancak onlar da, putlarına dokunulmamasını istiyorlardı. Hakîkat şu ki, kainatı kim yaratmışsa tasarrufu ona aittir. Bugün de nice şahıslar “Bizler de Allâh’a inanıyoruz, ammâ Allâh devlete, hükümete, idareye karışmasın” diyorlar. Sonra ‘’Hâkimiyet kayıtsız şartsız milletindir’’ diyerek, Cenâb-ı Hak’ı tanımadan şaşar beşer akıllarıyla memleketi idâreye çalışıyorlar. Müslümanım elhamdülillâh nakaratına devam ederek, zulmü, kanun ve düzen maskesi altında yürütüb, adalet diye yutturuyorlar…

Yurtta sulh cihanda sulh diye diye gelinen nokta meydandadır. Ceddimiz ilim ve adalet ile anılırken, vaziyet tam tersi zulüm ve cehalet halini almıştır. Geçmişte bu diyarlara inancı, ırkı, veya hayat tarzı sebebiyle tefrikaya maruz kalmadan huzur ve emniyet içinde yaşamak için çokça iltica vuku bulmuş iken, şimdi kendi diyarımızda tutsak olmuş haldeyiz… Memlekette DİN, CAN, AKIL, NESİL ve MAL emniyeti diye bir şey kalmamış, her yerde bir hercümerç başını alıp gitmektedir. Zalimlerin haksız hükümlerine adalet tecelli etti diyerek, onlara şefkat göstererek mazlumlara zulm edilmektedir. Ancak o zalimler dönüp dolaşıp, onlara yardım edenlere de kötülük yapar. Zira zulüm, onların cibilliyetlerinde vardır. Ateşin düştüğü yerde İNSANLIK RAHMETE SUSAMIŞ FAKAT SUYUN MEMBAĞINI KAYBETMİŞ vaziyettedir. Ama O öyle bir membağ ki asla şaşmayan mutlak adaletin tecelli etdiği yerdir.

 Her şeyin sahibi, hâkimler hâkimi üstünde birisi yoktur ki şu işi nasıl adalete uymuyor denilebilsin! ÂCİZ ve EKSİK insanoğlunun elbette hükümleri de tam değildir. Cenâb-ı Hak’ın hükümleri ise her türlü acizlik ve noksanlıktan berî olup ADALETİ MUTLAK ve KÂMİLDİR.

Kulun iradesini yaşatmak için antik Yunan aklının ifrâzâtı olan demokrasiyi kullanırlar. Üstâd Necip Fazıl müthiş tabiriyle: ‘’Batı, demokrasi ismini verdiği nizam içinde doğruyu aramak için parti kurarken, onu bize, kendi ezelî ve ebedî doğrumuzu parçalatmak için sokmuştur.’’ şeklinde izâh etmiştir. Dünya hayatı hakkında parlak sözler söyleyip insanları peşlerine düşürürler. Sonra iyi polis kötü polisi oynayarak insanları birbirlerine düşman ederler. Horoz dövüşü yaparken ağıza alınmayacak lafları bile birbirlerinden esirgemezler. MEMLEKETTEKİ BİRLİĞİ BOZARAK SONUCUNDA BİR YERE VARILMAYACAĞININ TABLOSUNU ÇİZERLER!

Her şeyin başında dini unutturdular. Uygulanan inkılaplardan sonra manzaraya bakınca batı ile batılı olma uğruna savaşılmış ve hilâfet kaldırılmıştır. Dini unutturma adına yazıları unutturarak, ideolojik maksatla harf inkılabı yapılmıştır. Asırlar boyu tarihi olan bir millet, (tutup da daha düne kadar savaştığı,) kendini istemeyen insanların harflerini kabul edip onları sevindirir mi hiç?. Gâye, halk kolay okusun diye değil, halkı cahil bırakılarak mazi ile tamamen bağlarını kesmektir.

‘’Âlimler peygamberlerin varisleridir.’’ buyurmuş Muhbir-i Sâdık (aleyhisselam). Âlimlerin değer ve kıymetini bildirmekte bu özlü hadîs-i şerif yeterlidir. Üç kuruşluk şapka için cihan tarihinde eşi görülmedik bir zulümle nice âlimler idâm ettirilmiştir. Bunlardan en acımasız olanlarında biri, büyük âlim merhum İskilipli Âtıf Efendi’nin, 1925 yılı sonlarında çıkan Şapka Hakkındaki Kanun’a muhâlefetten tutuklanmasıdır. Eserinin, kanunun çıkmasından önce kaleme alındığı halde, iddia edilenin aksine bir suç unsuru da bulunmadığına hükmedilip serbest bırakılması beklenirken, 1926 yılında İstiklâl Mahkemesince tekrar yargılanarak idâmına karar verilmişti. (Rahmetullahi Aleyh)

İsmet Paşa, ‘’Hocaları toptan kaldırmadıkça hiçbir iş yapamayız. Bugünkü kudret ve prestijimizle bugün bu inkılâbı yapmazsak hiçbir zaman yapamayız.’’ diyerek inkılâp hamlesi teklif etmişti. [19] Türk tarihçi ve akademisyen Ergün Aybars, doktora ve doçentlik tezlerinde “İstiklâl Mahkemeleri” mevzûunu ele almıştır. Kitabında İstiklâl Mahkemelerini anlatan Aybars şöyle izâh etmektedir:

 ‘’Olağanüstü yetkilerle önceleri üç, sonraları dört üye ve bir savcıdan kurulan İstiklâl Mahkemelerinin kararları katî olup, itiraz ve temyizi yoktu. Kararların uygulanması da mahkemelerin yetkisindeydi. Kararların yürütülmesinde sivil ve asker bütün görevliler sorumluydu.’’

‘’Türk Devrimi’nin gerçekleşmesi ve kökleşmesi için, karşı devrimci güçleri, isyancıları, muhalif basın kuruluşlarını, Osmanlı döneminden kalma eşkiya ve İttihatçılar’ın tasfiyesi yanı sıra suikast suçlularını yargıladılar. 1923 – 1927 yılları, Türkiye yaşamında Türk Devrimi’nin gerçekleştiği ve yerleştiği en önemli yıllar oldu. Öyle ki 1927 yılından sonra artık A……’ün karşısında, onun Türk Devrimi’ni gerçekleştirmek çabasına karşı çıkabilecek hiçbir güç kalmadı.’’ [20]

İstiklâl Mahkemesi cellatlarından Kara Ali, 1931 yılında “Son Posta” gazetesinde yayınlanan hatıralarında sadece kendisinin 5216 kişi astığını söylemektedir. Akıllara durgunluk verecek sayıların bahsedildiği nice mâsum insan bitik zihniyetin kurbanı olarak vefât etmiştir. [21]

Laik sistem, kendi emniyeti için kurduğu ve emniyet sibopluğu yaptırdığı Diyânet’i kurdurup örgütüne elemanlar yetiştirerek dini vicdanlara hapsetmeye çalışmıştır. Mümtaz Soysal Diyânet için: ‘’Diyânet İşleri Başkanlığı, dinin, cumhuriyet ilkelerine uygun olmasını sağlayan bir kurumdur.’’ demiştir.

 Soysal, çok açık bir şekilde, Diyânet İşleri Başkanlığı’nın kuruluş gayesini ortaya koymaktadır. Buna göre, Diyânet’in vazifesi, dünya ve âhiret nizamı olan İslâm nizamının, devletle ve dünya ile ilgili olan kurallarını gizleyerek, onu bir nevi ruhbânlık dini haline getirmeye ve böylece onu vicdanlara hapsetmeye çalışmaktır. Bunun için; müftüler, vaizler ve namaz memurları yetiştirmek, bunların nasıl hareket edecekleriyle ilgili esasları belirlemek, bu esaslar doğrultusunda hareket edip etmediklerini, laik sisteme uygun konuşup konuşmadıklarını kontrol etmek üzere, müfettişler görevlendirmek Diyânet’in temel vazifesidir.

 

Din ve Diyânet’in nasıl mahkum edildiğini, bir de büyük Âlim Merhûm Elmalılı Muhammed Hamdi Efendi’nin eseri  “Hakk Dîni Kur’ân Dili” nam Tefsir’den kısaca bakacak olursak:

 

 ‘’Hâlis muhlis Hakk Dîni olan İslâm ile tedeyyün etmez, şer’-i Hakk ile ameli kabûl eylemezler. Binâenaleyh dinleri bâtıldan, haksızlıkdan sâlim olmadığı gibi, dindarlıkları, dinlerine itaatleri de hakkı ile bir DİYÂNET ve itaat değil; Dîn nâmına bir çok haksızlık, zulüm ve tecâvüz yapmaya sâik bir gulüvv ve taassub veya hakk ve hukûk ile oynayan DİNSİZLİĞE MÜSÂVÎ BİR AHLÂKSIZLIKDIR.”  [22]

 

Ezan-ı Şerîf’i Türkçeleştirdik diyerek yasaklanması sonrasında hoparlör gibi madenî ve mekanik nesnelerden okunması, Ayasofya’nın zincire vurulması, batı aklının düzenlediği kanunların alınması ve daha nice hâk ve hakîkati unutturma adına o kadar çok faâliyet ve zulümler yapılmıştır ki yazmakla bitiremeyiz. Hulâsa olarak İslâm’ın ruhu alınıp cesedi kalmıştır. Şimdi kalan cesedi de İslâm adıyla süsleyip ortadan kaldırma çabasındadırlar. Bana Kur’ân yeter diyenler, mezhepçiliği fitne gibi gösterenler, kendilerini müctehid âlimlerle bir tutan diplomalı, diplomasız hâin ve câhil hacı hoca kılıklılar, merhum Zahidü’l-Kevserî’nin “Mezhepsizlik dinsizliğin köprüsüdür” şeklindeki izâhatın ehemmiyetini unutturarak, her türlü mezhepsizliğin reklamını yapmaktadır.

 

“Dinler arası diyalog ve ılımlı İslâm” diyerek, sadece İslâm’ın hâk din olmadığını akıllara sokabilmek için her yoldan gayret içerisindeler. Böylelikle herkes rahat ederek ve bütün dinlerin hâk olduğu zannedilerek sapkınlıklar başlasın isteniyor. Bunların netîcesinde de dinsizliğin ve son dönemlerde çokça görünen bir nevi ‘’hayali putperestlik’’ olan deizmin yaygınlaştığı meydandadır.

 

Birliğimizi bozdukları gibi aile mefhûmunun da eritilmesi, dünya şeytanlarının projeleri istikâmetinde ilerlemektedir. Lânetlenen ve helâk olan Lût kavminden ibret alamayanlar, “İstanbul Sözleşmesini” imzalayarak ve daha birçok projeler yürüterek, sapkın LGBT hareketlerini destekleyip nesiller çürütülmeye çalışılıyor. Küresel çete de nüfusun azalmasını talep ettiği için bu projeleri destekliyor. Diğer taraftan batının saçmalığı olan kadın erkek eşittir denilerek, yıllardır insanları fıtrat dışı yaşayışa her alanda zemin hazırlanıyor. Hakîkatte EŞİTLİK YOKTUR ADALET VARDIR. Cenâb-ı Hak kadın kullarına da erkek kullarına da her mevzûda âdil olarak muâmele etmiştir. Formül niteliğindeki şu satırlar mevzûyu güzel bir şekilde hulâsa etmiştir:

 ‘’Kadınlar erkeklere nazaran fizîken zaîf ve rûhen nahîf, hassas, hissî ve nârin olmaları hasebiyle, hakları çok vazifeleri azdır. Erkekler ise tam tersine fizîkî kuvvet ve ruhî metânetleri sebebiyle hakları az vazifeleri çokdur… Eşit kabûl edilmeleri hâlinde onların bu fıtrî ve hılkî yaratılışlarını tahrîf, tağyir (değiştirme) ve şiddete ma’rûz bırakmak kaçınılmaz olacaktır. Müsâvât ile, ya erkeğin hakları çoğaltılacak ve kadının hakları azaltılacak; veya kadının vazifeleri çoğaltılıb erkeğinkiler azaltılacakdır ki, eşit bir seviyeye gelmiş olsunlar!.. Bu takdirde kadının haklarından çekilmiş, vazifelerine de yükleme yapılmış olacaktır ki, bu, işte KADINA ZULÜMDÜR…’’

Bu ve benzeri birçok müthiş satırları kaleme alandan Cenâb-ı Hak RÂZI OLSUN!

ÇÂRE VE İNTİHÂ

Evvelâ ilk yapılmasını gerekeni Müfessir Büyük Âlim Merhum Elmalılı Tefsirinden belirtelim:

‘’Allâh’a îmândan evvel küfre tevbe şartdır. Bu tevbenin şartı da tâğûtları aslâ tanımamaya AZMEYLEMEKDİR!’’ [23]

Gönderilen binlerce Peygamberler dahilinde iki Peygamber arasında ihtilâf yokken, politikacı, siyasetçi, felsefeci hulâsa nefsine tâbi olan herkesin arasında ihtilâf olmayanını göremezsiniz. Rahmetli Üstâd partileri:

 ‘’Ne ibret, partilerin partilere bakışı,

Tek doğru gördükleri, birbirinin yanlışı.’’

 Şeklinde kısa ve öz olarak izâh etmiştir.  Mutlak hakîkatin sağlanması ve imânın elde tutulması için bütün beşeri ideolojilerin (particilik, laiklik, demokrasi, .…izm vs.) reddedilmesi şarttır. Bu yapılmadıkça, yani Allâh’a kul olmadıkça, insanlık kula kul ve köle olmaya mahkûmdur. Mutlak hakîkati kabul edemeyen insanların, ya kendi akıllarını veya bir başka kulun aklını benimseyerek onun tanrılığına sığındıkları da bilinen ve görülen bir vâkıadır. Bu da, kulun kula kulluğu gibi bir neticeyi ortaya çıkarmaktadır.

Hz. Mevlânâ tevbeyi:

 ‘’Tevbe bineği, şaşılacak bir binektir. Bir solukta aşağılık dünyadan göğe sıçrayıverir.’’ şeklinde izâh etmiştir.

Bizlerde bu vesîle ile bilerek ve bilmeyerek yaptığımız her türlü günahlardan Cenâb-ı Hak’tan âfv u mağrifet niyaz eder, bizlere bilerek ve isteyerek hâkkı bâtıl, bâtılı da hâk olarak gösterenleri KAHHÂR ism-i şerifiyle kahretmesini dileriz.

Hz. Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmi hazretlerini anmışken…

Tarîkatlar, ahlâkın ve rûhun feyiz membağı olan tekke ve zâviyelerin ilgâsı hakkındaki kanunla yasak edilmiştir. Çünkü bu menbağları ortadan kaldırmadıkça inkılapların yerleşemeyeceğini biliyorlardı. Fâkât Mevlevîlik adı altında sirk varyetecilikleri ve rûhani cambazlıklar yapan birtakım Mevlevilîk dışı teşekküllerin ayinlerine ne hikmetse göz yumulur; hatta bunlar, hümanizm ve mason edebiyatı için istismar da edilirler…

Bilmedikleri şey, bu meclisleri kapatmakla Allâh’ın zikrinin yasaklanması mümkün değildir. Çünkü bütün varlıklar O’nu zikretmektedir. Bu münâsebetle kâinât da, Allâh’ın zikredildiği yerdir… Yani bir nevi her yer, tekkedir, zaviyedir, dergahdır…

Kâinâtın Efendisi Peygamber Efendimiz (aleyhisselam), ‘’Ümmetim, yetmiş üç fırkaya ayrılacaktır. Biri müstesna bu fırkalar cehennemlik olacaktır. Cehennemden kurtulacak olan tek fırka, benim ve Ashabımın yolunda gidenlerdir.’’ (Tirmizi) buyurmuştur.

 Dünyada ve âhirette selâmet bulmak, ebedî saâdete kavuşmak, Cenâb-ı Hak’ın rızasını kazanmak ‘’Fırka-i Naciye’’ denilen Ehl-i sünnet mezhebi içindeki bahtiyarlar zümresine katılabilmek için evvelâ imân edenin itikadını düzeltip, Ehl-i Sünnet ve Cemâat âlimlerinin bildirdiklerine uygun olarak inanması lazımdır. [24] Bu bildirilenler vaz’-ı ilâhi olup kurtulanlar ancak bu itikad üzere olanlardır. Sonrasında fıkıh (İslamiyet’in emir ve yasaklarına dair) bilgilerini öğrenip, hayatta her şeyi bu bilgilere göre yapmalıdır. Ölmemek için yeme içme nasıl lazımsa imanı elde tutmak için de gerekli bilgileri öğrenmek şarttır. Bunları sonraya bırakmamalıdır, çünkü Muhbir-i Sâdık (aleyhisellam) efendimiz: ‘’Sonra yaparım diyenler helak oldu.’’ buyurmaktadır. Olur değil OLDU! buyurmaktadır. Dönüşü olmayan zamanın kıymetini bilerek, zararın neresinden dönülürse kârdır…

Adım adım hakîkatten uzaklaştıkça geldiğimiz nokta meydandadır. Maalesef ki memlekette İslâmiyet anlatılmamaktadır. Neslimize İslâm’ın hakîkati anlatılmıyor, ancak İslâm’ın etrafında meydana getirilen şüpheler, İslâm olarak anlatılıyor. Müslümana çağdışı, gerici, irticacı denilerek aslını inkâr edene, ahlak ve maneviyat tanımayana, edep yoksunu soysuza, ayyaşa, hatta Müslüman olmayan Avrupalıya ilerici, çağdaş deniliyor. Bugün ceddini unutup yallah Arabistan’a diyenlerin ne İslâmiyet’ten ne de Arabistan’da olup bitenlerden haberi vardır. Din câhilleri ve hâinleri, din adamı şekline girip halkın imânını çalıp, kimsenin haberi olmadan İslâmiyet’i yıkmaktadır. Bu sebepten emr-i mâruf ve nehy-i münker yapacak kalmadığı için, sapıklık ve cehâlet yayılarak başımıza türlü belâlar musallat olmaktadır. Mehmed Vehbi Efendi Merhumun beyan ettiği gibi, EFENDİNİN KEYFİ İÇİN HAKÎKATİ ÖRTBAS ETMEKLE ZIDDINI BEYÂN EYLEMEK İSLÂM DÎNİNDE HARAM VE UMÛMÎ BELÂNIN GELMESİNE SEBEPTİR!”  [25]

Cenâb-ı Hak her hastalığın şifâsını yaratmıştır. Yalnız, ölüme çare yoktur. İnsanın insanı aldattığı en tabii hâl olduğu bir dünyada küreselcilerin yalan, korku yaymaktan başka silahları yoktur. İnsanların hastalık hastası olduğu PLANDEMİNİN ŞİFÂSI, KORKMAMAK ve HAKÎKATİ anlatmaktır. Kim zâlimlerle işbirliği halindeyse, hakîkat eşliğinde maskesini düşürüp, onları DOST İTTİHÂZ etmeden hastalığı sonlandırmalıdır. Bugün üzerine toz kondurulamayan şahısların, sonunda üzerine toprak atıldığını ve atılacağını unutmamalıdır. ‘’Kişi sevdiği ile beraberdir.’’ buyurmuş Muhbir-i Sâdık (aleyhisselam). Herkes kimi severse âhirette onunla beraber olacaktır…

İslâmiyet’in hükümleri her zaman ve herkese şifâsı kesin ilaç gibidir. Kim inanarak içerse yani tatbîk ederse iki cihânda faydasını görecektir. Müslüman bu ilacı tüm cihâna ulaştırarak herkesin şifâ bulması için gayret etmelidir. Şifâyı, ERHAMÜRRÂHİMİN (Merhametlilerin en merhametlisi) olan Allâhü teâlâ’nın bildirdiği hükümleri İNÂDLA istemeyenlerin neyi istediğini, Mehmed Zahid Kotku (Rahmetullâhi aleyh) hazretlerinin müthiş izâhıyla bildirelim;

“KUR’ÂNI VE KUR’ÂN HÜKÜMLERİNİ İSTEMEYENLER İYİ BİLMELİDİR Kİ, KIYÂMETİ İSTEMEKTEDİRLER.’’

“Yani huzur ve rahat kalmasın, kuvvetli zayıfı, bilgili olan câhili ezsin, câhil de cehâletini icrâ etsin. İşte o zaman kıyâmet hazırdır, VESSELÂM.” [26]

YÂ RABB! Enbiyâ, ulemâ, evliyâ, şühedâ ve asfiyâ hürmetine…  Sevgilin, Rasûl-i Rusül Aleyhisselâm hürmetine, mü’minîn ve mü’minâtı sen koru!

Hakk, şerleri hayr eyler
Zannetme ki gayr eyler,
Ârif ânı seyr eyler
Mevlâ görelim neyler
Neylerse güzel eyler.

Sen Hakk’a tevekkül kıl
Tefvîz et ve rahat bul,
Sabr eyle ve râzı ol
Mevlâ görelim neyler
Neylerse güzel eyler.

Erzurumlu İbrâhim Hakkı Hazretleri (Kuddise Sirruhu)  MÂRİFETNÂME / TEFVİZ-NÂME

 

KAYNAKLAR

 

[1] https://turkey.un.org/tr/sdgs/3

[2] https://www.tccb.gov.tr/haberler/410/119202/cumhurbaskani-erdogan-koronavirus-kuresel-mukabele-uluslararasi-taahhut-etkinligi-ne-video-mesaj-gonderdi

[3] Konyalı Mehmed Vehbi Efendi – HULÂSAT’ÜL BEYÂN c.3, s. 1245

[4] https://www.wsj.com/articles/SB104907941058746300

[5] Turan Yavuz – ÇUVALLAYAN İTTİFAK (2006) s. 129

[6] https://www.files.ethz.ch/isn/96884/0810Turkey.pdf  s.72

[7] http://www.gif.org.tr/Documents/Faaliyet%20Raporlari/2009-2010.PDF

[8] https://ecfr.eu/council/

[9]https://www.tbmm.gov.tr/develop/owa/tutanak_b_sd.birlesim_baslangic_yazici?P4=701&P5=T&page1=2&page2=2

[10] Bugün Gazetesi, 6 Eylül 1968

[11] Nutuk s.546 – KAYNAK YAYINLARI

[12] https://www.youtube.com/watch?v=-z3hjE1t9wc

[13] https://www.tbmm.gov.tr/tarihce/ataturk_konusma/5d3yy.htm

[14] Atilla Oral, A……’ün Sansürlenen Mektubu, (80 Yıl sonra ilk kez, kendi el yazısıyla, sansürsüz!…), Demkar Yayınevi/Tarih Dizisi, Istanbul 2011, 1. Basım, s. 61 Orijinal el yazısı; s 75

[15] TARİH I – TARİHTENEVELKİ ZAMANLAR VE ESKİ ZAMANLAR – 1931  s. 2 – 3 – 24

TARİH II – ORTA ZAMANLAR – 1931  s. 90 – 91

[16] Kazım Karabekir Anlatıyor, Uğur Mumcu, Tekin Yayınevi 13. Basım 1994

  1. 84-85 / Cumhuriyet Gazetesi 18 Haziran 1990

[17] Kazım Karabekir Anlatıyor, Uğur Mumcu, Tekin Yayınevi 13. Basım 1994

  1. 94 / Cumhuriyet Gazetesi 19 Haziran 1990

[18] Konyalı Mehmed Vehbi Efendi – HULÂSAT’ÜL BEYÂN c.3, s. 1237

[19] Kâzım Karabekir Anlatıyor, Uğur Mumcu, Tekin Yayınevi 13. Basım 1994

  1. 97

[20] Ergün Aybars, İstiklâl Mahkemeleri, (cild 1-2), İleri Kitabevi 1995 s. 156-204

[21] Son Posta Gazetesi, 3 Mart 1931

[22] Hakk Dîni Kur’ân Dili, Muhammed Hamdi, c. 4, s. 2505, 1936 tab’ı

[23] Hakk Dîni Kur’ân Dili, Muhammed Hamdi,  c.2 s. 871, 1936 tab’ı.

[24] Ehl-i Sünnet İ’tikâdı (Câmiu’l-Mütûn)/Ahmed Zıyâüddîn Gümüşhânevî Hazretleri 

[25] Konyalı Mehmed Vehbi Efendi – AHKÂM-I KUR’ÂNİYE s.469

[26] Mehmed Zahid Kotku – CENNET YOLLARI s.351

www.belgelerlegercektarih.com

Bazı fâsıllar gazeteci ve alanında mütehassıs araştırmacı yazarlardan iktibâs yapılmıştır. Paylaşılan tüm malûmâtlar ilgili sitelerde ve neşriyât alanlarında mevcuttur.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir