Mehemmed SAFFET
Bu cum fırkası, İngiliz projesi olduğundan mı nedir, İslâm Dîni ile oldum olası bir türlü geçinemez!
Vücûd hikmeti bu olsa gerek!
Gerçi 94 yıldır bütün parti ve pırtılar da onun rahm-i mâderinden tevellüd etdiklerinden, onun pek çok irsiyet âmillerini mutlaka taşırlar! Bu i’tibarla, zaten bu rejim “Ateist (Lâyık) Felsefe” üzerine binâ edildiğinden, hiçbir politikacının “Müslüman” olma mecbûriyyeti olmadığı gibi, olanın da, bu vasatda “İslâmiyyet’den başka bir dîn tanımadan kalması” fevkal’âdenin de fevkinde zor!.. Çünki, durmadan “Laik demokratik cumhûriyete” îmân tâzeledikleri, ötekine ise böyle bir îmân tâzeleme içinde bulunmadıkları, bütün cihânın ma’lûmu…
Aslında hiç kimsenin, hele politikacı ve idârecilerin, böyle ateist (Lâyık) bir rejimde “Müslüman olma mecbûriyyeti olmadığı” cihânın ma’lûmu olsa da; politikacı ve idâreci mevkiinde bulunan adam ve madam kalabalıklarının, “BU DÎNİN MUKADDESLERİNE DİL UZATMAMA MECBÛRİYYETİ VARDIR!”
Bu rejimde isteyen politikacı veya idâreci, dağ gibi kâfir, müşrik veya münâfık olabilir!. Haçlı İtalya’dan mütercem cezâ kânûnunda “Bunlar suçdur!” diye bir madde veya fıkra, bend yokdur ve bu imkânsızdır!. Tam tersine DÎNİ sınırlayıb tahdîd ve tenkîs edici maddeler vardır; ve bunun Mussolini İtalya’sından terceme edilmesinin vücud hikmeti de budur…
Hâl böyle olduğu hâlde, adam veya madam politikacı veya idâreciler, “Kâfir, müşrik veya münâfık” olduğunu nice beyân ve fiilleri ile ve yırtına yırtına cihânın gözüne sokar; ammâ gel gör ki, o adam veya madam tâifelerine “Sen kâfirsin, müşriksin veya münâfıksın” demek, İtalya’dan mütercem Cezâ bilmem nesinde suç olarak da gösterilmediği hâlde, bugünün “Hukuk veya guguk rejiminde suç!” imiş gibi hemen bir yerler ayağa kaldırılır, “Cumhûriyet tehlikede!” zurnası öttürülür, İngiliz piçleri sokaklara dökülür ve zulüm çarkı hemen işletilir!
Böyle “Adâleti sıfır bir ateist rejim”, 94 yıldır ehâl-i etrâk ve ekrâdın ensesinde boza pişirir, bin dereden getirdiği su, bahâne ve uyuşturucularla halkın gözünü küller durur… Tabii “Adâlet olmayınca da Devletin (Mülkün esası) temeli” hangi koni üstüne oturur varın siz hesâb edin!. Sonra da binbir cinâyet, soygun, vurgun, yolsuzluk, terör, darbe, felâket ve Haçlı Seferine maruz kalış…
Baykal’a gelince…
CB’nı zâta verilen salâhiyetler bâbında:
“Böyle bir yetkiyi Peygamber’e versen Peygamberi BOZARSIN!”
Demişdi…
Baykal’ın veya bir başka politikacının, bu ateist (Lâyık) rejimde, “Allâh’a, Kitâb’a, Kader’e, Âhıret Gününe, Meleklere” inanma mecbûriyeti olmadığı kadar, Peygamberlere Aleyhimüsselâm’a da inanma mecbûriyeti, mükellefiyet, me’mûriyet ve mahkûmiyeti bahis mevzuu değildir!.
Ancak…
Evet, ancak, 1000 yıllık Müslüman Yurdu Anadolu’daki toprakaltı da dâhil milyarlarca müslümanın DÎNÎ mukaddeslerine sataşma veya onu aşağılama “Hakkı”, sonsuz kere yokdur, nâmütenâhî kere olamaz!.
Çünki Peygamberlerden (Aleyhimüsselâm) kim olursa olsun, İslâm Dînine göre “BOZULMAKDAN” münezzehdir…
Onların İSMET SIFATI vardır, günah işlemeleri yani “Bozulmaları” muhaldir…
Allâh Azze’nin Peygamberân-ı Izam Aleyhimüsselâm Hazerâtına verdiği salâhiyyet ve kuvvet ü kudret ile; insan denen mahlûkun, diğer insan denen mahlûka vereceği “YETKİ DENEN SÜFLÎ VE ŞEYTÂNÎ OYUNCAK”, mukâyese edilemiyecek kadar (Sonsuzda bir) gibi bir şey, bir hiç mesâbesindedir…
Son Peygamber Aleyhisselâm’a, Cenâb-ı Hakk Tâif müşriklerinin revâ gördüğü muâmeleler karşısında “İstersen şu dağı Müşriklerin başına geçirir onları helâk ederim” gibi nasıl akıl almaz büyüklükde kuvve ve kudretle donatmış; ve Elmalılı Büyük Müfessir, Merhûm Muhammed Hamdi Efendi Hazretlerinin ta’bîriyle “Mekke Cumhûriyetini” hâk ile yeksân etmiş; O’na “Makâm-ı Mahmûd’u=Şefaat-ı Uzmâyı” vererek kendisine SEVGİLİ kılmış; bütün yaratılanların en ŞEREFLİ ve YÜCESİ ve DUÂ ALANI yapmış, kezâ ve kezâ…..
Süleyman Aleyhisselâm Hazretlerine, cinleri, hayvânâtı ve rüzgâra kadar nice kuvveleri musahhar kılıb; Saba Melîkesi Belkıs Vâlidemizi birkaç sâniyede biiznihî Teâlâ nasıl Kuds-i Şerîfe getirmiş…..
Bunlar düşünülünce, dünyâdaki bütün devlet ve rejimlerin topu bir araya gelse, insan denen mahlûkun diğer insana vereceği “Yetki denen ütopi”, sonsuzda bir gibi kalır; veya ankebut (örümcek) ağı gibi, zerre miskal kıymetde bir halt bile olamaz…
Peygamberlere verilen mu’cizelerin ve velîlere verilen kerâmetlerin, tabiatdaki Allâh kânunlarının bile işlemediği vak’alar ve vâkıalar olduğu düşünülürse, ins ü cin denen üç paralık mahlûkât “Yetkisinin” adı bile olamaz!..
Cihâna ne (Şefler ve Şefokratlar) geldi, asıb kestiler, yakıb yıkdılar… Rasûl-i Rusül (Peygamberler Peygamberi) Aleyhisselam’a “Arab oğlu, donsuz bedevî, Kitâbına yâve” mi demediler!. Hırka-i Şerif Camiinde, Hırka-i Şerîf-i Rasulü asâsı ile dürtüb aşağılayarak, “Buna tapıyorsunuz!” der demez sendeleyib yere kapaklanan, sonra da bir daha yatakdan ve yatalaklıkdan kurtulamayan, oradan da cesedi müzelerde gezen o Şefler, şimdi neredeler?
Ebedî, millî, cinsî, cinnî, resmî şefler ve şefokratlar şimdi ne oldular?
Ebedî Şef’i tarafından öldürülme emri verilen Millî Şef’i, “İsmet Paşa Vuruldu!” manşetiyle bir tek gazete nüshası basıb, bunu da Şeflerinin önüne koyarak “Emriniz üzerine infâz etdik Paşam!” diyen; ve tapdıkları totemlerini (Aldatan) o etekçi takımları şimdi ne oldular?
1950 seçimleri sırasında Taksimde:
“Dîn, medenî bir cemiyet olarak yaşamamıza mâni’ bir zehirdir!”
Diyen Kinci ve İkinci Şef, “Anjina Pectoris” illeti kalbine çökünce, Azrâil Aleyhisselâm’a kaç sâlise direnebildi!!??
“Lozan andlaşması mucibince ve Batılılara verdiğimiz SÖZ üzerine İslâmiyeti Türkiye’den kaldıracağız bunu da Mihrabdan hâlledeceğiz!”
Diyen; “Atam seni sevmek millî bir ibâdetdir!” diye vecîzeler yumurtlayan Mason Bayar, şimdi Umurbey’de hangi âlem içre boğuşuyor?
27 mayıs darbesiyle CB yapılan Gürsel, Kinci ve İkinci Şef İnönü içün:
“Paşam, senin emrin Peygamber buyruğudur!”
Demedi mi? O, Org. Cemal Gürsel, bir seneye yakın “Nebâtî Hayât, koma hâli” yaşamadı mı?
Daha neler, kimler, nasıllar ve niceler!….
Zavallı Baykal!
18-20 yaşlarında, “Hürriyet istiyoruz!” diye Menderes’in yakasına sarılıb, ondan:
“Başbakanın yakasını tutabiliyorsun bundan a’lâ hürriyet mi olur!”
Cevabını aldığı zaman, bugün böylesine bir encamla karşılaşacağını hiç hayâl bile edebiliyor muydu?
Allâh’a, Peygamberlere, Âhıret Gününe, Kadere, Meleklere, Kitablara inanmasalar da, şu politikacılar, toprak altı ve toprak üstü milyarlarca müslümanın DÎNÎ mukaddeslerine dil uzatıb aşağılamasalar; arkalarından, dua bile alamasalar, hiç değilse (Beddua) etdirmeseler ne olur!?..
Kıyâmet mi kopar?
Hele ebediyyen kaybetmeseler!
Son pişmanlık kime fâide vermiş???
Yazık!
İntişârı: 19.10.2017 / 00:06:04
1 Comment
Nice İslam muarızları bu dar-ı dünyadan gittiler ve muhakkak şu anda elim bir azab içerisindeler, ölümün kendilerine gelmiyeceği zannı içerisindeydiler, onun için zehirlerini kusarak gittiler ve de gidecekler, ne yazık ki aldandılar. AMA İLAHİ KANUN BÖYLE ne kaçış var ne kurtuluş.