(2) Şevket Eygi Bey’in İcâzeti Yoksa Da, (İzni) Varmış! Üstelik, Tasavvuf Mistik Boyutmuş!
13 Şubat 2015
(4) Şevket Eygi Bey’in İcâzeti Yoksa Da, (İzni) Varmış! Üstelik Tasavvuf, Mistik Boyutmuş!
17 Şubat 2015

Merhûm MZK Hocaefendi de dâhil, ZIYÂİYYE-HÂLİDİYYE-MÜCEDDİDİYYE ve NAKŞİYYE veya sâir turûk-ı aliyye silsileleri üzerinden Rasûl-i Rusül

ŞEVKET EYGİ BEY’İN İCÂZETİ YOKSA DA, (İZNİ) VARMIŞ!
ÜSTELİK TASAVVUF, MİSTİK BOYUTMUŞ!

(3)

Mehemmed SAFFET

Merhûm MZK Hocaefendi de dâhil, ZIYÂİYYE-HÂLİDİYYE-MÜCEDDİDİYYE ve NAKŞİYYE veya sâir turûk-ı aliyye silsileleri üzerinden Rasûl-i Rusül Aleyhisselâm’a müntehî olan mutasavvife içinde, bir tek zât-ı şerîf’den, “Tasavvuf, İslâm’ın MİSTİK boyutudur!” gibi (hâşâ ve kellâ) bir hezeyan, kavlen veya tahrîren duyan veya okuyan bir tek adam gösterilebilir mi?.

“Dinî konularda kendi  re’y  ve  hevâm ile yazı yazmaktan hayâ ederim.”

 Demek, bu (hayâ)yı zîr ü zeber eden zırvalardan uzak durulabiliyorsa bir ma’nâ ifâde eder. Yoksa adama sormaz, sîgâya çekerek derler ki: “15 asırdır zerre kadar (hakîkatı) olmıyan böyle cenabet bir Lâtin kelimesi ile sen tasavvuf gibi (HAKÎKATI) olan bir İslâm mefhûmunu müterâdif (sinonim) gibi göstermiye utanmıyor musun?”

Senin tasavvuf anlayışın bu ise, İslâmiyet mefhûmu yerine de utanmadan “religion” mefhûmunu oturtur ve “İslâmiyet, dinin religion boyutudur” diyebilirsin!

Allâh, ilâhların “Dieu veya Gott yahud YAHVE boyutudur” da demek gibi…

Misâller bu kabil hezeyanlarla yüzleri bulur; ve ortaya İslâmiyyet değil, Hıristiyanlık çıkar! Yahud da, Pensilvanyalı emekli Vâizin, religionların hatta ateisliğin de katılacağı o “diyalogsal uzlaşmanın”, binbir kimyâdan mürekkeb halitası!

O zaman da, Pensilvanyalının yapmak istediği ne ise, işte onun Eygicesi inşâ’ edilmiş olur!

Diyalog DİLİ denen iblis dilinin, bu Lâtince veya haçlıca mefhumlar dilinden ne farkı kalacak; ve İslâm dili gibi 15 asırlık dil de, artık nerede kullanılıb neyi ifâdede 5 paralık hâkimiyyet te’mîn edecekdir?

Birkaç sene evvel de “şer’î yemin” içün “dînî ritüel” diyen aynı Lâtinize mantık, bugün ise tasavvufu, gâvurun “mistik” felsefesiyle aynîleştirirse, bunu reddetmek ve “haddini bil köşe kadısı!” demek, boynumuza borç olur!.

“İmâm-ı Kebîr ve Halîfe” mefhumları da yakında, o marazî mantık elinde kim bilir ne palyaço kıyafetleri giyerek ortada arz-ı endâm edecekdir!. Zaten Eygi Bey, Büyük Akâid imamlarından Şeyhülislam Merhûm Mustafa Sabri Efendi Hazretlerinin, Abdülaziz oğlu “Abdülmecid Efendi” denen “alafranga herifin hılâfeti şer’an CÂİZ DEĞİLDİR, O’nun hılâfetine şeytan bile güler, Mustafa Kamal’ın ta’yîn etdiği adamdan halîfe mi olur!” diye ve bir Şerîat mütehassısı (otoritesi) olarak apaçık bunları dünyâya i’lânları karşısında, Eygi Bey ise, bu hakîkatları da yıllardır tersine yamultarak, adı geçen “alafranga herifi” bütün dünyânın gözü önünde “meşrû’ halîfe” olarak takdim etmesi, acebâ “hayâ etmeye medâr bir keyfiyet” değil midir!. Hani:

“Dinî konularda kendi  re’y  ve  hevâm ile yazı yazmaktan hayâ ederim.”

Şecaati arzediliyordu?!

“Devrin Büyük Hocasından iznim var! Ben Dînin her nokasında yazıb çizmiye sâhib-i salâhiyyet bir yazarım!” demelere kadar varan i’lânâtıyla, çok yükseklerde uçuş izni almış gibi süzülen bir adam, böyle mi yere çakılmalıydı?

Kim olursa olsun, herşeyden evvel, derece-i ilmiyye ve i’tikâdiyyesini süzekden geçirib “EDEB ve HADDİ BİLME” denen cevherin ne olduğunu çok iyi bilmelidir!. 10.000 tane abes “izin veya izinnâme”, bir tek EBEB ve HADDİ BİLME’nin yanında 1000 kere kıç atar!

Tasavvufsa, işte tasavvuf budur!

İşte (tasavvuf), bunun ta’lîm ve terbiyesini vermek içün mektebleşen müessise…

Tasavvuf, Lâtin gâvurunun dilindeki “mistisizmden de, mistiklikden de, pisliklikden de” MÜNEZZEH, Allâh Sevgilisi Rasûl-i Rusül Aleyhisselâm Efendimiz Hazretlerinden, Sıddîk-i Ekber ve Aliyyü’l-Mürtezâ (Radıyallâhu anhüma) Hazerâtının alıb, kendilerinden sonrakilere verdiği; ve Şerîat-ı Ğarrâ-yı Ahmediyye mîmârîsiyle müzeyyen şerefli müslümanın, kalb ve kalıbını, en ince noktasına kadar bir kere daha teftiş süzgecinden geçirerek, onu, mükemmelleştirme nizâmı…

Büyüklerimizin o kadar çok ta’rîf ve îzâhı var ki, kütübhâneler dolusu yazmış; ve “okuyun, mu’cebince de ihlâsla amel edin ve adam olun!” deyib gitmişler!. Ve bunların içinde “Tasavvuf, İslâmın mistik boyutudur!” gibi bir rezâlete (hâşâ) rastlanılamaz!

 Nazariyâtı, (kâl) ile bir dereye kadar yapılabilse de, ameliyyâtı (hâl) ile ortaya konulabilen, şerefli müslümanı en mükemmel yapan; ve herşeyde olduğu gibi bunda da, (başmuallimi) Rasûl-i Rusül Aleyhisselâm olan ve böylece de Şerîatı en üst derecede tatbik disiplini…

Dilini (lisânını) hele şer’î ıstılahlarını muhâfaza etmiyen milletler (ümmetler), bugün olduğu gibi sâdece sürünürler…

Tasavvuf, hakîkatı olan; ve hakîkatı, Rasûl-i Rusül (Peygamberler Peygamberi) Aleyhisselâm gibi yüzü suyu hürmetine Kâinât Yaratılan ve âlemlere RAHMET olarak gönderilen O Allâh SEVGİLİSİNE istinâdından gelen, islâmî ve mukaddes bir mefhûmdur dedik!. “Mistiklik” denen ve Lâtin dilindeki o mefhûm ise, aslâ hakîkatı olmıyan, hiçbir peygamberden neş’et etmiyen, tamâmen (beşer aklından) kaynaklanan, yüzde yüz felsefî, Haçlı Batı mefhûmu…

Tasavvuf, yüzde yüz bu kabil beşerîliklerden münezzehdir; ve onunla (mistiklikle), zerre kadar müşterek tarafı da olamaz… Dâr-ı Harbe inkilâb etdirilen İslâm memleketleri, Şeyhülislâm Merhûm M. Sabri Efendi dilinde “Dârü’l-azâb”, Müfessir Merhûm Muhammed Hamdi Efendi dilindeyse “Dârü’l-İkrâh” olduğuna nazaran, 90, hele 107 senedir ateis ve haçlı taşeronları elinde esirdir; ve resmî bütün “din mektebi” denilen yerlerde yetişen adamlar, (istisnâlar kâideyi bozmaz) İslâmiyyeti sulandırmak içün şer’î ıstılahlar yerine yahudi-haçlı dünyâsının dilini hâkim kılmak ile muvazzaf tutulmuşlardır… Bu kabil mefhumlardan birisi de, işte bu (mistik) kelimesi ve ondan iştikâk eden (mistisizm) kelimesidir. Bu cereyân, insan irâdesinin nefse hâkimiyyetini, iç hayatın mükemmelleştirilmesini veya ruh ve kalb dünyâsını tasaffî etdirme gibi yüksek ideallere sâhib olunmasını istihdâf edinse de, bunların dayandığı kaynak, tamâmen “beşerî akıl, zekâ ve sezgi (tahaddüs) gibi” kuvveler olub, nebevî bir ilîhîlik ve dolayısıyla (hakîkat olma) hâli ve keyfiyeti taşıyamazlar, bu muhaldir… Bu i’tibarla, içimizde iki asra yaklaşan bu cereyân, İslâm’daki nebe vî tasavvuf keyfiyetini “beşerîleştirerek”, onu, sıradan felsefî bir cereyân derekesine tenzîl etmek istemişdir…

Ayrıca da bu, tasavvufda olduğu gibi Şerîat’a tam muvâfat ile ortaya çıkan bir “cemaat” yaşayışına değil; “infirâdî” bir hayat tarzına sâhib oluşu hedefler… İslâm dünyâsına tasavvuf yerine “mistisizm” ile girmenin altındaki hedefler, tasavvufun, nebevî cebhe ve vechesini, beşerîleştirmekdir.

 Tasavvufun, Kitâb, Sünnet, İcmâ’ ve Kıyâs-ı Fukaha dışında bir varlığından bahsedilemez; bunlarla zerre kadar mukayyed olmıyan aslâ tasavvuf değil; “mistisizm” denilen felsefî cereyândır. Binâenaleyh, bu ikisi arasındaki fark ve ayrılığın nâmütenâhî oluşunda, islâmî bir akıl ve mantığın aslâ şübhesi de olamaz!. Beşerîliğin eline verilerek (bozuk ve gayr-i meşrû’) tasavvuf manzarası çizen cereyanlara bakarak, islâmî tasavvufun “mistik” bir keyfiyetle tavsîfi, mutlak bir dalâletdir; ve İSLÂM, böyle bir (tasavvuf ucûbesinden) de mutlaka münezzehdir…

Tasavvuf münkiri bir takım dalâlet fırkalarının, husûsan selefîlik ve vehhâbîlik gibi bâtıl cereyanların mesnetsiz ve yıkıcı saldırıları, bu “tasavvuf kılığına giren ucûbeleri de sakız yaparak”; veya nebevî hakîkatı olan islâmî tasavvufa, felsefî “mistisizm” ma’nâsı yükliyerek yürütülmektedir…

(Mâba’di var)

 

(İntişârı: 15.02.2015)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir