Bay Başkan Çiçek ile alâkalı haber ve beyanlar şöyle devam ediyor:
“Çözüm yeni anayasa idi. Bu, olmadı. Bugün yapılamamış olsa bile bu ilişkiler olması gerektiği şekliyle düzenlenmelidir. Aksi halde sistemin işleyişi fedakârlık anlayışı, yetenek gibi meziyetlere bağlı olur.”
Bay Çiçek “anayasa” diyor başka bir şey demiyor. “Allâh’ın irâde ve hâkimiyyeti” yerine, O Allâh’ın yaratdığı kul denen mahlûkun “irâde ve hâkimiyyetini” esas almak ve Kelime-i Tevhîd’i tepesi üstünde tutma cambazlığıyla Kâinâta bakmak…
Dembokratik, hür ve serbest, ferdî irâde!
“Allâh irâde ve hâkimiyyeti” yerine, “anayasa-babayasa-oğulyasa” v.s. diye düzinelerce kânun, “halk irâde ve hâkimiyyeti” diyerek bazı iri tanrıların “irâde ve hâkimiyyetleri” konursa, fâsit dâireye girilerek hiçbir mes’elenin halledilemediği, Tanzimat’dan ve hele 1876’dan beri, sanki apaçık ortada değil!. Çünki izâfîlikden kurtulub (mutlak) adâlet ve nizâma ulaşmak (kul kafasıyla) muhâl… 1789 Fransız ihtilâlini yapan yahudi kafası, bu “izâfîliği” tanrılaştırdı; ve dünyaya da ihrâc ederek, milletlerarası “evrensel hukûk” adı altında iri mi iri bir şeytanlık icâd etdi… Ve arkasından da bunu, bütün dünyâya, olmazsa olmaz bir mutlaklık havası vererek, damardan içirdi… İşte bu dünyevîlik veya Allâh irâde ve hâkimiyyetini tanımamak, “laiklik” umdesi adıyla “sekülarizmin” bir şûbesi olarak beşeriyetin beynine vidalandı!. Ve Allâh irâde ve hâkimiyyeti demek olan DÎN=İslâm, ma’bede itilib, “laik devlet” esâreti, velâyeti ve vesâyetine verilerek, cemiyet hayâtından, ateist ve kamalist ağzıyla “kamusal alandan” tard edildi… Artık DÎN, kullar tarafından tahdîd, tecrîd ve tasarruf edilebilen, mutlak hakîkat değil; izâfî bir değerler mecmuası derekesine indirildi; ve binnetîce, bir oyuncak olarak keyfiyet kazandı… Buna, “devlete tâbi’ DÎN devri” de diyebiliriz ki, “irâde ve hâkimiyyet” Allâh’a âid olmakdan çıkmış, kullara âid olmak üzere ma’nâ kazanmışdır… Dolayısı ile Allâh’a âid “irâde ve hâkimiyyet,” zarûrî olarak kullara âid olana tâbi’ olmak mevkiine itilmiş, hatta buna mahkûm ve mecbûr edilmişdir… Bugün ne kadar “dindar (!) politikacı, bürokrat, hukukçu, ekonomist, maarifçi, sanatçı, medyacı, ticâretçi, ruhbân sınıfı, ilâhiyât tüccarı, (tıbbî sü.ük), ekranda sürtük, v.s.” bilinen adam ve madamlar varsa, istisnâlar hâric, her “okumuş” meslek gruplarını da dâhil ederek söylemeliyiz ki, bunların DİN anlayışı, yukarıda beyan etdiğimiz çerçeve içinde bırakılmışdır… Ve İslâmiyyet’in “tecezzî kabul etmez bir bütün oluşu,” bunlarda ortadan kalkmışdır. Bunun neticesinde de, Allâh’a âid olanla, beşere âid olanın ORTAKLIĞI veya koalisyonu vücud bulmuş; ve bu keyfiyet, “modern din anlayışı” olarak insanlara şırınga edilmişdir. Dînin, îmânî, ameli, ahlâkî, siyasî, iktisadî, ictimâî, hukûki, askerî, idârî, bütün esasları, kendi bütününden sökülerek koalisyon ortağı olan (akla) devredilmiş; dînin (mutlak hakîkat) oluşu ile, ortağının izâfîliği, aynı derecede bile değerlendirilmemişdir… Ortağın bu esasları, Din’dekilerden çok daha üstün ve mutlakmış gibi telakkî edilir olmuşdur. Bunun netîcesinde de, Din’in, dine bırakılan esasları da, diğer yarısının itibardan düşmesi ile, aynı izâfîliğe mahkûm edilmiş; ve dolayısıyla DÎN, böylece ortadan kaldırılarak, “var gösterilmesine” rağmen, iblisçe “YOK” edilmişdir!..
İşte “anayasacılığın” Fransız ihtilâlindeki yahudi kafasıyla DİN=İslâm dediğimiz mutlak hakîkata da kazdığı tuzak budur…
Üzerinde herkesin anlaşacağı ve ittifâk edeceği bir anayasanın yapılamamış oluşu; ve ne kadar referandum sahtekârlıkları ile halka tasdîk etdirme gözboyamaları yaygara edilib durursa da, hakîkatda böyle bir ittifâk aslâ mümkin olamamış ve olamıyacakdır… Ayrıca, ne kadar “mükemmel” diyerek bidâyetde kendisine tapılsa da, hiçbir anayasa devamlı ayakda kalamamış, orasından burasından değiştirilerek izâfîliği ve kul acziyetinin eseri olduğu aslâ gizlenememişdir… Bir müslüman indinde Allâh Azze ne kadar noksanlıklardan MÜNEZZEH ise, O’nun Kelâmı veya KÂNUNLARI da o kadar münezzehdir; ve kulların ortaya koyacakları “yasa ve nizamlar” da, o kadar tenzihden mahrum, noksanlıklara mahkûmdur…
Bu kadar BEDÂHÂT karşısında, beşeriyet, hâlâ kendi “irâde ve hâkimiyyetini” tanrılaştırarak, ALLÂH Azze’nin ulûhiyyet ve rubûbiyyetine at mahmuzlamakda; ve binnetîce, ŞİRKİN içinde kahrolub boğulmaktadır…
Teknikmiş, keşiflermiş, buluşlarmış, internet asrıymış, bilmem neymiş gibi oyuncak ve zıplama hoplamalar, MUTLAK HAKÎKATIN yanında bir toplu iğne başı kadar irtifâ ve kıymet sâhibi olamaz… Beşerin seâdeti sâdece ve yalınız, “mutlak hakîkat ve O’nun adâletiyle” mümkin olabilecekdir…
Tabii sözümüz, hakîkat mefhûmunu idrâkden nasibi olanlaradır…
Bay Çiçek, “en mükemmel anayasa yapma” ütopisi üzerinden, kendisine göre çâreler üretib zikretmekde ve şöyle devamdadır:
“Konumum itibariyle düzenleme ihtiyacına dikkat çekiyorum. Herkes bir özeleştiri yapmalı. Demokratik tövbeye ihtiyaç var. Siyaset hukukunu yeni baştan düzenlemeliyiz. Siyasi Partiler Kanunu, Seçim Kanunu, Siyasetin Finansmanı, Etik Kurul.. bu konular bir an önce tamamlanmalı. Zaman hiçbir zaman bitmez. Zaman darlığı yoktur, kötüye kullanılmış zaman vardır.”
Bay Çiçek, o ütopik anayasasına kavuşmıya mâni’ olan “tanrılık imtiyâzı” içindeki zevâtı da suçlamakda; ve onları, bu yeni ve mükemmel anayasayı yapmakda muvaffak olamamaları sebebiyle “DEMOKRATİK TEVBEYE İHTİYAC” içinde resmetmektedir…
“Dembokratik Tevbe!!!”
Bu da, ortakdan aşırılma bir mefhûm!
“Allâh irâde ve hâkimiyyetinden,” ortağın “beşer irâde ve hâkimiyyetine” aşırdığı ve orada işe yarayacağını vehmetdiği; ve varlığı, İslâm bütünü içinde bir ma’nâ ifâde eden ve bu bütün dışındaki herhangi beşerî bir sistemde, (çakma kazık) gibi duran bir tevbe şekli!
Bay Çiçek demek istiyor ki:
“Dembokrasiyi doğuran kadîm Yunan aklına tapmanın bedeli olarak nice kânunlar yapdıksa da, bunlardan aslâ memnûn olamadık. Bunları, “yeni başdan düzmeli ve düzenlemeliyiz.” Tapılan kânunlar, bizi hiç mutlu, kutlu ve şutlu edemedi; ama sâdece putlu kıldı! Çok pişmanız, “DEMOKRATİK TEVBEYE İHTİYAÇ VAR…” Bin pişman olub yeni religionumuz “Yarı başkanlık” sistemi ve onun “halk irâde ve hâkimiyyetinden” ibâret tanrısı, bizi afv etsin diye çok yalvar yakar olmalı ve gece yarıları kalkıb, duâlar etmeliyiz ki afv olalım… Paralel dersânelerindeki garîbân çocuklar bile gece yarıları kalkıb gözyaşları içinde çığlık çığlığa gerekli yerlere dua veya beddualar gönderirken; bizler gibi yaşını başını almış koskoca adam ve madamların, gece yarıları horul horul uyuması ve kalkıb dua, niyaz ve tadarru’da bulunmaması ve hele “dembokratik tevbelere” garkolarak “fâiz ve vâiz lobilerinin” Möhderem Locafendileri gibi salya sümük ağlayıb çığlık çığlığa ortalığı ayağa kaldırmaması, son derece yakışıksız ve kapışıksız bir keyfiyet olsa gerekdir vesselâm!”
(İntişârı:14.04.2014)