(1) Şevket Eygi’nin İctihadlarına Göre “1923’de Cumhûriyet, İslâm Cumhuriyeti!” Olarak Başlamış!
29 Nisan 2012
(3) Şevket Eygi’nin İctihadlarına Göre “1923’de Cumhûriyet, İslâm Cumhuriyeti!” Olarak Başlamış!
4 Mayıs 2012

Şevket Eygi Bey’in satırlarına devam edelim: “Akılları yeterse, maddî imkanları varsa onlar: Medreseler açabilir.  Tarikat ve tasavvcuf tekkeleri

ŞEVKET EYGİ’NİN İCTİHADLARINA GÖRE “1923’DE CUMHÛRİYET, İSLÂM CUMHURİYETİ!” OLARAK BAŞLAMIŞ!

(2)

Mehemmed SAFFET

Şevket Eygi Bey’in satırlarına devam edelim:

“Akılları yeterse, maddî imkanları varsa onlar:
Medreseler açabilir. 

Tarikat ve tasavvcuf tekkeleri açabilir.

Sokaklarda sarıkla cüppeyle dolaşabilir.

Kadın ve kızları çarşafla, hattâ peçeyle gezebilir.

Yine isterlerse birleşip başlarına bir İmam-ı Kebir seçebilir.”

Bunları İngiltere müslümanları yapabilirlermiş!

Şerîatın olmadığı yerde, tarikat ve tasavvuf tekkeleri açacaklar…

Zâten Şeyh-i Mübârek Nâzım-ı Kıbrusî Abinin Londra’da havradan muhavvel bir câmi ve tekkesi mevcûd… Hicrî1400’de, dervîşân, “Mehdi Hazretlerini” vahiy gelmişcesine kat’iyyen bekler ve gece gündüz dergâhlarında öğle vakitlerine kadar uyur; ve iri yarı kadana gibi İngiliz mürîdelerle de, şeyhleri huzûrunda ara sıra ictimâlar yapıp sohbetler icrâ ederken, biz de bunlara bizzat şâhid olmuşduk… Ve oralarda misâfir olarak bulunduğumuzda yine tesbit eyledik ki, o zamanlar olmayan “çarşaf ve peçe!” inşaallah şimdilerde geri gelmiş ve eti-budu ortalıkda gezmeyen tesettürlü mürideler de peydahlanmışdır!.

Böyle ise, ne güzel!. Böyle olacaksa, o da güzel, hatta güzelin en güzeli!.. Erkekler arasında, bütün vücud hatları belli olarak onlara mevye, içecek ve çerez, v.s. servisi yapmaya me’mûr  edilmiş garîban İngiliz ve Amerikalı mürîdeler yerine, erkeklerin arasında dolaşmayan, muhtelit yaşamak gibi bir haramın içine mubahmışçasına çekilmeyen ve muhadderât-ı islâmiyyenin bütün iffet endâzelerine bihakkın riâyet eden şeyhler ve mürîdeler görmek, evvelâ, Şerîat’a intibâk ve ittibâın kat’iyyen emridir… Ve bu noktalarda ta’vizkâr ve mübâlâtsız bir hayat tarzını, onlara, İslâmiyyet’e uygunmuş gibi takdim etmek, en doğrusu kakalamak, fevkalâde büyük mes’ûliyyeti muktezîdir; ve Allâh’ın dîni ile aslâ kâbil-te’lîf de edilemez… İğrenç bir “haram bid’at” ve tasdîki ise iğrenç bir küfürdür…

Hangi tarikatdır ki, o, Şeriat’a mutlak tebaıyyeti olmadan kendinde varlık tevehhüm eder ve “binlerce tarikat erkânının bir tek sünnetin ve binlerce sünnetin de bir tek FARZIN yerini tutmadığını” Mektubat’ında yazan İmâm-ı Rabbânî Müceddid-i Elf-i Sânî Ahmed-i Fârûk-i Serhendî Hazretleri’nin bu hakîkat ölçüsünden bîhaberdir, evvelemirde ona, Şerîat önünde hizâya girmek şart ve farzdır… Şu da, 2. Binin müceddidinden:

“-Îmân hakîkatlarından bir mes’elenin inkişâfı, binlerce ezvâk (zevkler), mevâcîd (vecd halleri) ve kerâmâta (kerâmetlere) tercih edilir.”

İngiltere’de yaşayan müslümanlar başlarına “imâm-ı kebîr” seçecek öyle mi?. İngiliz devlet-i hristiyâniyyesi içinde hükûmeti olmayan, o devlete bağlı, onun avuçlarında, onu metbu’ tanıyan ve onunla kuşatılmış “imâm-ı kebîr!”

Hangi ehl-i sünnet muteber kitâbında buna cevâz ve böyle bir hüküm varmış acaba?. Hangi ehl-i sünnet âliminin böyle bir beyânı varmış baylar, ey, ehl-i teşehhî?.

Güldürmeyin kendinize…

Böyle uyduruk ictihadlarla ortalığı bulandırmayın…

Hükûmeti olmayan Abdülmecid Efendi’nin Paşa tarafından Dolmabahçe’de süs tavuğu gibi oturtulub adına da “Halîfe!” denmesine, Şeyhülislâm Mustafa Sabri Efendi Merhûm:

“-Onun hilâfeti şer’an aslâ sahih değildir ve buna şeytan bile güler!.”

Buyuruyor…

Nâfizü’l-hüküm olmayan adamın, İslâm Hukûkunda zerre kadar ne “hilâfetinden!” ne de “imâmet-i kübrâ!” makâmında oluşundan bahsedilebilir… Bunlar, böyle beyanlar, Allâh’ın dîni ile keyfe göre oynamak ma’nâsına gelir; ve “hoşgörü-diyalog ve ilâhiyât müctehidleri!” ile aynı safta bulunmak gibi bir rezâleti ortaya koyar…

Böylesine cıvık perhiz ve tenâkuzlar, adamın encâmını felc eder… Selefe tâbi olunacaksa, adam gibi, ciddiyetle tâbi’ olunur; ve politik hesablara, politik muârızlara, global akıntılara ve sidik yarışlarına göre ayar yapmalar, samîmi bir müslümana aslâ yakışmaz…

ABD, Okyanus Ötesindeki Pensilvanyalarda bir “imam-ı kebir!” hazırlarken, İngiltere de böyle (GÜDÜMLÜ) bir “imam!” hazırlarsa tabii şaşırmayız!. Bunlara “imâm-ı kebîr!” değil, ancak “imâm-ı kabîr!” denilebilir… Birisi ABD’de öteki İngiltere’de oturur, kabalarının altına da Kamal Paşa’nın yapdığı  gibi bir Dolmabahçe sarayı sürülür, sonra da Cuma selâmlığına çıkıp “etek öpen kullarına” temennâlarda bulunurlar!.

Ve “Son halife!” diye millete yutdurulan Abdülmecit İbni Abdülaziz ekselansları gibi işi bitince de, kulağından tutulub (15 ay 15 gün sonra) 3/mart/1924 takvim-i efrencîsinde Avrupa’ya fırlatılır ve kıçına bir tekme kondurulur… Şeytanın kendisine güldüğü “Sâbık Halîfe!” Hazretleri, Freng diyârlarında da uslu durmaz!. Başına gelen musîbetlere yanacakken, tutar Cennetmekân Sultân Vahîdüddîn Hazretleri ile itişir, yalan ve iftirâlara varacak erâcif sıçratmalarla Osmanlı bakiyelerinin ve merhûmun başına belâ olur…

Ne o, “İslâm Halifesi veya İmâm-ı Kebîr!”

Hadi canım ordan!

Ve “Son halife!” diye millete yutdurulan Abdülmecit İbni Abdülaziz ekselansları gibi işi bitince de, kulağından tutulub Avrupa’ya fırlatılır ve kıçına bir tekme kondurulur…

Ne o, “İslâm Halifesi veya İmâm-ı Kebîr!”

İslâmiyyet’i bu kadar sudan ucuz, batan geminin kelepir malları derekesine düşürenlere, ümmet-i merhûme haklarını helâl etmez ve hesabları da çok çetin geçer…

Gerçi bu kabil “ictihadlar!” bazı muârızların ekmeğine yağ sürmüyor da kabûl edilemez. Okyanus Ötesi Pensilvanya dükalığının, Haltettin Haramanî derebeyliğinin ve Kaşar Nârî kantonluğunun, kendileri ile “ictihad müsâbakasına!” kalkışan adamların bu manzaralarından, oldukça keyf alacakları da bir başka hakîkatdır!. Ve daha niceleri… 

Böyle (GÜDÜMLÜ) fırıldaklar, yani “imâm-ı kabîr!” sürüleri, Allâh Rasûlü’nün halîfesi ( hâşâ ve kellâ ) olacak!.  

Bizi bize bırakma Yâ Rabb!. Aklımıza ve îmânımıza mukayyed olmayı nasîb eyle…

Demek ki kafalardaki “imâm-ı kebîr=halîfe” mefhûmu sakat mı sakat!. Allâh Azze ve Rasûlü Aleyhisselam’dan başka hiçbir yere tâbi olmayan adamdan değil de, ipi birilerinin elinde olan güdümlü ve görümlü oyuncaklardan “imam-ı kebîr” olabileceği yeni bir Ş.E. İctihâdı!!!.

Aslında Avrupa ve ABD gibi kabukluların imâm=halîfe tayin etmesini beklemeğe de lüzum yok. Ş.E’nin dediği ve ara sıra yazdığı gibi “asrın imâmı kimse ona GIYÂBINDA bey’at etdim!” dersin, sonra da sırt üstü veya yan gelib yatar; ve böylece öteki dünyaya “boynunda bey’atın olduğu halde!” gider, cennet-i a’lâdaki köşküne yerleşirsin!. Dolayısıyla, hadîsin, “boynunda bey’at olmadan ölenler câhiliyye ölümü ile ölürler!” tehdîdâtına sürülmeden, (hâşâ) yan gelib yatdığın yerden, tereyağından kıl çeker gibi sıyırır gidersin!. Üstelik, “zorlaştırmayın, kolaylaştırın!” emri de var ya hani, o halde???

Bunlar da hangi ehl-i sünnet kitabında yazıyorsa görmek isteriz!. ABD ve İngiliz, yakında, böyle “adı var kendi yok, gıyâbında bey’ata mazhar!” İmâm-ı Kabîrler devri icâd ederse, buna da hazır olmak lâzım, bakarsın akla gelen, başa da gelir mi gelir…

15 asırdır ecdâdımız, bu kolaylık ve rahatlıkları neden görememiş de, “imam-ı kebîr, mücerred Allâh ve Rasûlüne tebean yaşayan ve berhayât ve nâfizü’l-hüküm bir müslüman olacak!” diye tutdurmuş, bu da ayrı bir fasıl!

Herhalde “Keyfimiz böyle istedi!” diye değil…

(Mâba’di var)

 

(İntişârı: 01.05.2012)

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir