(1) (Hâşâ Min Huzûr) O Mahlûkun Adını 16 Kere Zikretmek Ve Koşer Reklâmı, Mide Bulandırıyor!
14 Aralık 2011
(7) Şevket Eygi’nin İctihadlarına Göre “1923’de Cumhûriyet, İslâm Cumhuriyeti!” Olarak Başlamış!
26 Ocak 2012

Bir evvelki yazımızda arkadaşımızın şu satırlarını iktibas etmişdik: “D…zun yaygın olduğu bir Hıristiyan ülkesinde ve şehrinde yaşasam, Yahudilere

(HÂŞÂ MİN HUZÛR) O MAHLÛKUN ADINI
16 KERE ZİKRETMEK VE KOŞER REKLÂMI, MİDE BULANDIRIYOR!

(2)

 

Mehemmed SAFFET

 

Bir evvelki yazımızda arkadaşımızın şu satırlarını iktibas etmişdik:

“D…zun yaygın olduğu bir Hıristiyan ülkesinde ve şehrinde yaşasam, Yahudilere mahsus koşer etler ve gıdalar satın alarak ve tüketerek d…zdan korunabilirim. Türkiye’de ise maalesef yapacak bir şeyim yoktur.”

İşte bu cümle, her berbatlığın üzerine tüy dikdi!

Yâ Rabb, sen bize sabır-ı cemîl ihsân eyle!

Buraya kadar olan kısma ilâvemizle devam edelim…

1)    O mahlûkdan korunma çâresi, yahudinin koşerine sığınmak öyle mi?. Yahu bir müslüman bu hâllere düşer mi?. Geberir, gene de “et yiyeceğim!” diye yahudinin kasabına veya lokantasına gidip o mahlûklara muhtaclık resmetmez ve onların satacakları etler ile aslâ zıkkımlanamaz…

2)    Hıristiyan ülkesinde ve şehrinde yaşayan bir müslüman, neden hiçbir müslümanın yaşamadığı bir dâr-ı harbe gider, zoru nedir, diyelim ki bir tek müslümanın bile olmadığı böyle bir yerde yaşamasının esrârı nedir? Orada ölse, çenesini bağlayacak adam bulunmaz! Cesedi ortada kalır! Hangi fetvâ kitabı, “gâvur içinde böyle tek başınıza (ferd-i vâhid) olarak yaşayın, câizdir!” diyor acaba?. Kitaba müracaatsa, hadi müracaat edelim!

Aksi halde bir yandan “kitaba bakmadan yazmam!” deyib, bir yandan da börkenek ana hattından savrulursa, bunun adına ne dememiz iktizâ eder?!

3)    Yok o hıristiyan ülkesinde 1-3-5…. müslüman varsa, o müslümanları bulub onlarla “cemaat olma farzından” neden uzak yaşanacakmış!? Üstâd-ı Muazzez Necib Fazıl Bey Merhûm’un tabiriyle hangi müslümanın “infirâd çukurunda” tek başına yaşama “muhayyerliği” varmış? Böyle bir salahiyyet, mezuniyyet ve istediği gibi yaşama serbestisi kimin varmış? Bu muhayyerlik nerede yazıyormuş? Peygamberân-ı ızâm Hazerâtının bile, “müslümanlar siz şurda durun, ben burda!” deyip tek başına yaşamak içün böyle bir “muhayyerliği” var mıymış? Hangi “ehl-i sünnet” fıkıh kitabı bu “infirâd çukurunda eşek hürriyetine sarılarak yaşama ipsizliğini” ortaya koymuş? Hâşâ ve kellâ… Bunun fetvasını kim, nereden almış?.

Yoksa, Okyanus Ötesi Mehdiyyet Makâm-ı Muâllâsına beyâtlı bilmem ne vakfının seneler evvel “ödül!” verdiği, şimdilerde ise o ödül sâhibi uçkuru düşüğün o mehdiyyet makâmına verip veriştirdiği ve “çıplak müjdecilikden!” zaman zaman “çırılçıplak müstehcenlik!” hallerine cis-trans (!) eyleyen ve şu cum müctehidi (İslâm Lüteri!) Haltettinin çırağı ve Moon tarikatı bilmem nesi herifin fetvâlarına mı müracaat edeceğiz? Hani o bile, ne kadar uçkur kafalı kokana ve (.okana) varsa,  onlarla lâ teşbih cemaat! En doğrusu kıçıkırıklar  mafyası…

Bilelim…

4)   Müslüman, cemaatını bulub onların içine girmek, onlarla beraber olmak, onların güç ve kuvvetini tezyîd etmek farzını yerine getiren adam demekdir. Et dişlemek bir kere lâzımsa, ondan evvel cemaat hâline gelmek on milyar kere lâzımdır! (Bkz: Elmalılı Tefsîri, 1. Tab’- c:1, sh: 110- c: 2, sh: 1153-1155… Yûsüf Nebhânî, Hadîs-i Erbâîn, Fazîlet Neşriyat) Cemaat içinde olanlar, helâl et yemek içün hazır bir vasat ve nimete, zâten konmuş demekdir!. (Cemâdâtdan bahsetmiyorum! Kendisini müslüman zanneden ve gâvur marketlerinden evine et diye leş taşıyan 20 parmaklı ve iki ayaklı organizmalardan da bahsetmiyorum…)  

5)    Yahudi, “o mahlûku!” yemiyorsa, kestiği diğer eti yenen hayvanların, Mûsâ Aleyhisselâm zamanındaki Tevrât-ı Şerîf’e göre değil de sonradan yazdıkları Tora’ya göre ve kendi Şeriatlarına ve kendilerine göre mu’teber olduğuna inansalar bile; Kur’an, Sünnet ve icmâ’ şeriatına göre de helâl olacağının garantisini veriyorlar mıymış?! Bizi bu nokta alâkadâr eder ve bunun dışındaki “koşer-monşer!” tarafların sinek tersi kadar kıymet ve ehemmiyeti olamaz… 

6)    “Kitâbî” olanın kestiğini müslümanların yemesi haram değilse de, Şevket Bey’in yaşadığı o Hıristiyan ülkesindeki “koşer” denen yahûdî etlerinin, müşrik olmayan “kitâbî” bir yehûdî kasap tarafından kesildiğinin delîlini kimden isteyeceğiz? Haham olmak da “kitâbî!”olmanın aslâ isbâtı olamayacağına göre… Haham ve bilmem neyin kontrolü, (Son Şerîat’a göre) değil, kendilerine göre bir mu’teberlik kontrolü ortaya koyar!

Sapla samanı ve şapla şekeri karıştırırsak, ortaya işte böyle nâneler çıkar; ve bunları otlayacak mahlûk bulunsa da, aklı başında bir müslüman bunlara üç paralık i’tibâr biçemez!

İslâmiyyet’in SON Şeriatına göre Kitâbîleri üçe ayırmak mümkindir:

  1. A)   Kendilerini Mûsâ ve Îsâ Aleyhimesselam’a nisbet eden insanların, Son Nebî Aleyhisselâm zamanında ve O’ndan sonra da Kıyâmet kopuncaya kadar, kendi beşerîlik karışığı dinlerini terkedib Müslümanlığageçmeleri zarûrîdir, mutlakdır… Evvelki Kitab ve şeriatlar neshedildiği içün bu kat’ıyyen böyle… Yeni ve son Şeriata, yeni ve son Kitab Kur’ana ve Peygamberler Peygamberi SON Rasûl ve Nebî Aleyhisselâm tarafına îmân ederek geçenler, evvelki halleriyle“kitabî” olarak bilindiklerinden, onlara eski isim ve sıfatlarından dolayı gene “kitâbî” denilmiş… Adı“kitâbî” olanların bu birinci kısmı, Son Peygambere ve Kur’an’a da iman etmişler ve müslümanlar gibi müslüman olmuşlardır… “Kitâbî” olarak tesmiye edilişleri, müslüman olmadan evvelki kitâbîliklerine nisbetledir. Bunlar yüzdeyüz Müslümandır. Meselâ Abdullah İbni Selâm (radıyallahu anh) Efendimiz Hazretleri, müslüman olmadan evvel, yehûdiyyet dininde olub “kitâbî” bir yehûdî idi. Müslüman olunca da, ashab derecesini ihrâz eyledi;  ve Kıyâmet’e kadar gelecek bütün müslîmînin, ulemânın  ve evliyânın fevkinde bir mevki kazandı…
  2. B)   Musâ ve Îsâ Aleyhimesselâm’a nisbet iddiası taşıdıkları halde müslüman olmayan yehûdî ve hıristiyanlar… Bunlar, Üzeyir ve Îsâ Aleyhimesselâm’a “ibnullah!”demezler; ve bunun gibi insanı müşrikyapan i’tikadlardan uzak bulunan kimselerdir. Bunlar müslüman değildir, yani Son Peygamber Aleyhisselâm’ı ve Kur’ânı kabul, tasdîk ve tahsîn etmemişlerdir. Dört dörtlük kâfir olduklarından da aslâ şübhe yokdur. Ammâ Müslümanların Allâh’a i’tikadları gibi doğru, tam ve mükemmel bir Allâh îmân ve i’tikâdına sâhib olmadıkları apaçık ortada olmasına rağmen, “Allâh adına hayvan boğazladıkları!” şıkkı kabûl edildiğinden, bunların kestiklerinin yeneceği câiz görülmüşdür. Kadın ve kızlarının müslümanlarca tezvic edilmeleri de “maalkerâhe câiz”denilmişdir… Bu sınıf “kitâbîlerin!” müşrik olmamaları, onların kâfir de olmadıklarının aslâ delîli olamaz… Zebîhalarının (kestiklerinin) müslümanlar tarafından yenilmesinin ve kız ve kadınlarının müslümanlar tarafından tezvic edilir olmaları, gene bunların müslümanlığına bir delîl kabûl edilemez… Fıkıh ve tefsîr düşmanı bazı “hoşgörü ve diyalog” meczûbu çeyrek akıllı hoca, diyanetçi ve ilahyapyatçı heriflerin kendi işkembelerinden fetvâ ve ictihatlar gaseyân ederek, bu kâfir kategorilerini müslüman gösterme ıkınışları, onların îmanlarındaki kanlı ve necis bâsur illetinden ileri gelmektedir…
  3. C)   Bu üçüncü sınıfdaki adamlar da, kendilerini Musâ ve Îsâ Aleyhimesselâm’a nisbet eder ve “kitâbî!”gibi görünürler! Ancak Üzeyir ve Îsâ Aleyhimesselâm’a “ibnullâh= hâşâ Allâh’ın oğlu!”derler veya buna benzer açıkdan bazı şirk kabûl edilen i’tikadlar içindedirler. Kılıkları“kitâbî!”, hakîkatları “müşriktir!” Bunların zebihaları (kestikleri) aslâ yenmez ve kadın ve kızları da müslümanlar tarafından tezvic edilemezler. Bunlar, ehl-i sünnet ve’l-cemaat (SÜNNÎ) edille-i şer’iyyesi ile sabit 15 asırlık kat’î hükümlerdir… İslâmiyyet yerine koyarak herhangi beşerî bir  ideolojji veya doktrine ve onların bânî ve kurucularına ve onların heykel ve büstlerine ve onların türlü şekil ve resimlerine ta’zimde bulunarak tapanlar veya ritüeller icad edenler de, ne kadar dışarıya karşı“müslümanız!” deseler, bunlar da müşrik sınıfında olan mahlûklar olub, kestikleri yenmez ve kadın ve kızlarını tezvîc etmek müslümanlara aslâ câiz olamaz!

7) “Koşer!” denen yahudi yiyeceği etlerin veya zıkkımların, hangi cins kitâbî tarafından nasıl kesildiğini ve bu kesimin İslâmiyyet’in SON Şeriatının yenmesine cevaz verdiği cinsden olduğunu, acaba vitrine astıkları tabelâdan mı (!) öğreneceğiz; yoksa, “koşer” denen yahûdî etini satan tezgâhtâra i’timâden ve onun nâsiye-i kerîhesine bakarak ve gene onun fetvâsıyla mı (!) bileceğiz?!

8)Yoksa biz, “Çağırın hahamı, hayvanı boğazlayan kasabı!” diyeceğiz, onlar da derhal “emriniz olur efendim!” diyerek fırlayıb herifleri çağıracaklar; ve biz de onları zımmîlerimizdenmiş gibi ve bir Osmanlı kadısıymışız gibi bir güzel muhâkeme ve istintak edib “koşer!” denen yahûdî etinin yeneceğine karar mı vereceğiz?!

Farazâ herifler bizim sıkı istintâkımız netîcesinde “kitâbî” görünenmüşriklerden, ateislerden, agnostiklerden, putperestlerden, heykellere pereştiş edenlerden, veseniye ve bilmem nelerden çıkarlarsa ne halt edeceğiz?. Merhûm Muhammed Hamdi ve Muhammed Vehbi Efendilerin son asrın kitâbî ve müşriklerine, laik, kapitalist, liberalist, komünist, cumhurcu, dembokrat ve ateistlerine son derece vâkıf olarak yazdıkları (tefsir satırlarına) bakacak olursak, bugün kestiği yenecek “kitâbî!”bulmak, son derece kimyadır efendim kimyâ!. (Not: Ayrıca bakınız, Kur’an’da Ehl-i Kitab, Veli Ulutürk, 1996, İnsan yayınları)

Kulakdan dolma, “kitâbînin kestiği yenir!” nânesi nice müslüman kalabalıklarına öyle bir otlatılmış ki, “ibrâhimî dinler!” nânesi önünde hop oturub hop kalkanlar bile, “kitâbî!” nânesi önünde süt dökmüş VAN kedisi!. Haçlı kabukluları (müslümanlara) sevdirme ve hoş gösterme peşindeki DİB takımları ile Okyanus Ötesi bulanık su balık avcıları, bu işde sarıklı-cübbeli-züppeli ve hem dall ve hem mudill pişdârlardır!

9)    Hattâ bugün, tevhid ehli gerçek (amma yüzde yüz hakîkî, yüzde yüz“lâ ilâhe” deyib küfür ve şirki, bütün bâtıl dinleri, ideoloji ve doktrinleri, tam ma’nâsıyla nefy ü redd eden, sonra da “illâllah” diyerek isbat noktasında sâbit kadem olan) müslüman bulmak bile fevkal’âde zorken!.

10)  “Ben, müşrik olduğu halde birkaç traş, rötuş ve makyajdan sonra, herifi, kestiği yenen “kitâbî” hâline getirmek içün (kitabına) uydururum!” denecekse, onu bilmeyiz!.. O, Bizim ihtisâsımız dahilinde olmayan bir “hoşgörü-diyalogçu” papaküllisi ve san’atıdır!

11)  Şevket beg, “bir hıristiyan memleketinde yaşasa yahudi koşer etlerinden satın alır ve tüketirim” derken, yahudilerin meccânî reklâmını da yapmış olmuyor mu? O hıristiyan ülkesinde yahudiler varmış da, neden ilâc içün de olsa müslümanlar yokmuş acaba? Neden,“helâl et satan bir müslüman dükkanı var mı?” diye evvelâ bunu araştırıb taharrî etmeden yahûdî koşerhânesine koşarmış!?

12)  O mahlûkdan korunmanın tek çaresi, yahudi koşerhânesine mi sığınmakdır?. Araştırılırsa, belki bir yer altı sığınağı bulunabilir!. Neden ilk hamlede yahûdî koşerhânesine “koşar adım marş marş!”deniyor?.

13) Böyle yapılınca, yani “koşer!” dişleme aşkına koşar adım koşerhâneye marş marş çekilince, Okyanus Ötesindeki Pensilvanya Hocasının “koşar adım ibrahimî dinlere (!!!) marş marş!” deyişinden, istikâmet göstermek bakımından büyük bir fark görülebilecek veya düşünülebilecek midir???.

14) Arkadaşımız, bir tek (ferd-i vâhid) müslüman bulunmayan bir hristiyan ülkesinde ne arar, oraya ne halt etmeye gider? Öyle bir haçlı ve kabuklu diyârına hadi ukûbet içün gökden atıldı veya indirildi diyelim! Helâl et buluncaya kadar hiç sabredemeden, ille de ekletmek üzre koşeriçün yahûdî dükkânına koşmazsa, açlıkdan veya kebabsızlıkdan veya cızbızsızlıkdan veya dönersizlikden veya kavurmasızlıkdan veya mangalsızlıkdan veya külbastısızlıkdan ve protein alamamakdan yatalak olup yataklara düşer mi!?

Her halde düşmez, bakdı ki iş sarpa saracak balık yer!

Hem onda Omega-3 var, üstelik onda beyin ve kafa nahiyeleri içün çok faydalı fosfor da vardır! Aslında en iyisi keçi eti yemek! Çünki keçiler hormonlu yemleri yemedikleri içün çok faideli bir hayvan cinsi. Ancak çok ve sık yenince, belki “keçi inadı!” bakımından insanların keçileşmesi ruznâmeye gelebilir!.

Hulâsa bu suallerimiz cevablanmadan ve mu’teber fetvâ mecelleleri taranmadan, aman hiç kimse, “Şevket Beg koşer reklâmı yapıyor, kafalara yahûdînin koşerini kazıyor!” diyerek ve “ille de yahudi koşeri!” diye, koşar adım o koşerhânelere koşmasın!. Her şeyleri tam tekmil olsa,  tahâreti kim bilir nasıl heriflerin?!.

Benim midem çok fenâ oluyor dostlar!

Lavabo denen tekne nerde?. (Özür dilerim!)

Ben olsam, Kelâm-ı Kadîm’in “en büyük düşmanınız!” dediği heriflerin etine buduna geberirim de, gene elimi sürmem; ve gene o tahâretsiz heriflerin dükkânına ve onların “koşerine!” göz ucuyla bile bakmam… Bakamam!

Kestiği yenen “kitâbî!”yi bulma ve tanıma imkân ve ihtisâsı olmayanlar,“şübhelilerden kaçınınız!” emr ü fermânına ittiba’ ve itaat edecek! Tek çâre bu, midesine et inmeyen hiç kimse gebermez!

Biz, hükûmât-ı cümhûriyyesi başında, başı takkeli adamların bulunduğu ülkelerde bile “müslümanım” diyen nice kesicilerin “kitâbî”olduklarından emin olamıyoruz! Biraz eşeledin mi altından ya bir put çıkıyor, ya heykel!.

“Çok hâcıların çıkdı haçı zîr-i beğalde!”

Denmiş, tâa bir asır evvel! Şimdi haçlar koltuk altlarında saklanmıyor, alınlarının tam ortalarında “papalık misyonu!” nâneleri otlanarak taşınıyor!

Herif, nice zarûrât-ı dîniyye içün “bu zamanda olur mu yaaa!” diyerek pişmiş kelle gibi de sırıtıyor üstelik… Rezil ve kepâzece…

Bunlar, “ben müslümanım!” derken, bir yandan da “günümüzde faizsiz ekonomi düşünülemez!” diyerek Allâh Azze’nin irâdesini beğenmeyen nice hükûmât-ı milliyye başlarının öz “vatandaşları!”

 Onlara rey vererek bey’at eden ve bütün dînî ve dünyevî umurlarını bu kabil dembokrasi dini kardinal ve başkardinallerine tefviz eden ehâli-i müslime!!!

Yerin dibine geçsin “koşer!” de “monşer!” de…

Tek çâre “vejeteryan” olmak sanırım!. Âhıretde adama, “dünyada neden et yemedin, yahudi koşerine neden koşmadın!” diye bir sual geleceğini de hiçbir kitabda okumadık!.

Ammâ, “neden haram etlere iki el ve on parmakla saldırıb dişledin!”diye sorulacağı mutlak…

En iyisi balık yeriz, balıkçıyla ahbab oldun mu, balığın ciğerlerini de ayırıp küçük bir poşete koyuveriyor. Bunların lezzetine de diyecek yok hani! Balık ciğeri cennet taamlarındandır diye de okumuşluğu olan zevât-ı kirâm, aramızda herhalde berhayâtdır!

“Diyanet’in, Müslümanlara d…z ve eşek eti yedirilmesi konusunda harekete geçmesi zamanı gelmiş ve geçmiştir.”

Şevket Bey hâlâ Üstad Merhumun “denaat işleri!” dediği yerleri millete ıslâhât ve ve hâlletme merkezleri gibi takdimde!. Ateist ve kamalist Prof. Mümtaz Yoldaş, kaç sene evvel Yalovalı kuyumcunun damadı olan Hollandalı kabuklu ve Avrupa meclisi a’zâsı Lagendijk ile televizyonda kapışınca, noktasına kadar şöyle diyerek bir hakikatı ortaya koymuşdu:

“- Diyanet İş. Başkanlığı, Dinin, cumhuriyet ilkelerine uygun olmasını sağlayan bir kurumdur!”

Şevket Bey, Ömer Nasuhi Merhum riyâsetindeki Diyânet’de mütercimlikde bulunduğu evvel zaman kalbur saman nostaljisiyle yaşamasa ne iyi olacak!

Hahambaşılık Yahudileri koruyor da, Diyanet niçin Müslümanları korumuyor?

Al bir egzantirik haber daha! Sanki Denaat iş. Başk’lığı (DİB), müslümanları korumak içün vücûd hikmetine sahib!.

(Nerdesin Mümtaz, çabuk koş, Lagendijk kabuklusuna dediklerinin ne olur bir şerhini yap?)

Arkadaşımız, daha son bir aylık zaman içinde, “bu nasıl diyanet, Ramazan’da erkekleri Hacı Bayram’a sokmadı, orayı kadın kızla doldurdu, pirinç ayıklar gibi hadis mi ayıklanır, AB’nin gönlü olacak diye hadisler tırpanlanıyor, fazlurrahmancılar DİB’in dibinde ve tepesinde cirit atıyor, höt diyen yok, yardakoğlu neler dememişdi, bu millet onları da unutdu, DİB’in bastığı tefsirde ne sakatlıklar var, böyle DİB olmaz, olmaz olsun, başınıza çalın!” gibilerde sızlanıyordu…

Gâliben bu bir kalem sırrıdır!

“Fazla pahalı olmamak şartıyla d…z eti tahlili yapacak bir kurum bilenler varsa lütfen aşağıdaki adrese e-mail ile bildirsinler, ben de elimden geldiği kadar bu konuda (ücretini ödeyerek bazı tahliller yaptırmak ve neticelerini halkımıza bildirmek suretiyle) hizmet edeyim. (bediryayinevi@gmail.com)”

Doğrusu çok iyi, çok yerinde, çok vatanperverâne, çok ihlâslı, çok fâideli, çok yerinde, çok isâbetli ve çok mübârek bir hizmet olur!

Bizler de muvaffakıyyetler temenni eder, netice alındığında ümmet-i merhûmeye ma’lûmât lutfetmek de unutulmazsa, bizler dahî minnetdâr kalırız efendim!

(İntişârı: 15.12.2011)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir