14) Eygi Beyi’in bir “Batı hayranlığı” vardır ki, bunun hududları, i’tikâdî tehlikeleri bile içine alacak kadar genişdir. Bunu hem bizzat kendisi i’tirâf eder; ve hem de tam aksini yıllardır söyler durur! Ve böylece de, müthiş bir îmânî (tenâkuz içinde) çırpınmıya devâm eder… Bu şiddetli tenâkuzları ne okuyucuları görür; ve ne de yazılarını neşreden mevkûte mes’ulleri!.
İkide bir, “Osmanlı ve ehl-i sünnet olduğunu” da pek iftiharla söyliyen mumâileyh, bir bakarsınız yükselme devri hayranı olduğunu yazar; bir gün bakarsınız Tanzimât zibidilerinin “Osmanlılığı (!) peşine” düşer!. Nerede nasıl duracağını bir türlü kestiremez veya beceremez…
Hem “Osmanlıyım” der, hem de, Osmanlı târihinde örnek alınıb iftihâr edilecek hiçbir ilim müessesesi yokmuş gibi, ikide bir, (Osmanlının can düşmanı ve yıkıcısı) İngiliz kâfirini zerre kadar insaf tanımadan göklere çıkarır!
Bu yazdıklarımızı kavl-i mücerredde bırakmamak içün aşağıya alacağımız misâlleri, kâriîn-i kirâmdan ma’zur görmelerini de ricâ ederek birkaçıyla buraya dercedeceğiz.
Evvelâ, “Dînî mevzularda yazı yazmak içün Merhum Muhammed Zâhid Hocamızdan İCÂZETİ de olduğunu” cihâna i’lân eden bu zâtın, fetvâsını görelim:
“Küfrü ve kâfirleri beğenmek imanı götürür….Kâfirleri taklit edenler gide gide onlardan olur.” (28.4.15 Vah)
İmdi şu fetvâya taban tabana zıt, fetvâsına sanki küfür eder gibi kaleme alınan şu aşağıdaki satırlara ne denilecek?. İcâzeti kendinden menkûl Eygi Bey’in, bu fetvâsından birkaç gün sonra yazdığı 3-5 bâtılı, hem dâll hem mudill olmıya yetecek şekliyle aşağıya alalım:
a)“Türkiye’de, İngiltere’deki Eton Koleji ayarında güçlü İslam mektepleri ve Harvard ayarında üniversiteler kurulmadıkça beklenen manevî kalkınma gerçekleşmez..” (1.5.15.Vah)
Dikkat: Burada geçen “ayar” yani derecenin, islâmî ölçülere göre olmadığı mutlak!. Aceba hangi gâvur kafasına göredir?
b)“İNTERNETTE resimlerini arayınız, Eton Koleji öğrencilerinin okulda frakla gezdiklerini göreceksiniz. Onlar merasim kıyafetiyle okuyacaklar da, bizim Hz. Geylani İslam mektebimizdeki talebe niçin, dünyanın en büyük modaevinde günümüze uyarlanmış istanbulin kıyafeti giyemeyecek? Hayallerimizin ufuklarını geniş tutalım…………..” (Vah 7.5.15)
“Bu dediklerin Kur’anda yazılı mı diye soran ve kendilerini akıllı sananlara derim ki: Kur’anda lüks ve israflı meskenlerde oturun, lüks binitlerle gezin, lüks otellerde kalın, lüks giysileriniz olsun diye yazıyor mu?..” (8.5.15 VAH)
Bunları nasibse tek tek ele alacağız!
15) Misâlleri daha da çoğaltmak mümkindir. Nerdeyse her yazısında bir Batı özentisi vardır; ve “müteahhid olan eski mücâhidler” diyerek Müslümanlık’la alâkası olmıyan ve fakat aklınca “müslüman” gösterdiği bir takım zibidiler üzerinden “özeleştiri” perdesi altında da çok güzel tribünlere oynar!. Nice müslümanları “rencîde etdiğini” de zerre kadar düşünmez… “Hazır elbise dikiyorum kime uyarsa o giysin!” gibi ecâib terziliklerle hep minder dışını kollar; şahısları tenkîd veya onlara reddiyenin, isim verilerek yapılacağı vâkıasına da hiç yanaşmaz!. Böylece nice insanları (töhmet) altında bırakmakdan da vicdânı sızlamaz!. “Müslümanlar” diyerek birilerine horladıkça, bundan sâdece, bir takım “dinazor laik cumhuriyet haydutları” hoşlanır; ve kendisine sahte “âferinler” ikrâm ederler!. Ve o da, bu ikramlardan pek mütehassis olmuşcasına coşar; ve coşdukça da “özeleştiri (!) dozu” bir hayli kabarır!
Bütün bunlar, pek sık bahsetdiği “İslâm ahlâkı, görgü, İstanbul Efendiliği, kibarlık, mürüvvet, fütüvvet v.s.” gibi memduh hasletlere binde kaç uyar, bu hiç ortada yokdur! O habire çalakalem yazsın! Her mevzuun filozofu gibi “özbek pilavından, Paris moda evlerine” kadar anlamadığı hiçbir nesne de yokdur! Şimdi öğrendiğimize göre, Merhûm M. Zâhid Hocamızdan “İCÂZETİ” de (kendi şâhidliğinde (!) ve hiçbir vesîka olmadan) ortaya çıkdı ki, artık tut tutabilirsen!. Fetvâların bini bir paradan artık piyasadadır!. İşte birini yukarıya aldık! Tekrar edelim:
“Küfrü ve kâfirleri beğenmek imanı götürür. ….Kâfirleri taklit edenler gide gide onlardan olur.”
Onun bu fetvâsı doğrudur, ancak o, bu fetvânın içine, hattâ bazen göbek taşına oturmakdan, hep kendisini müstağnî sayar; ve küçümsediği ve batırmak istediği bütün sevmediklerini, bu “hazır urbaların” içine tıka basa doldurur!. Ancak o, şimdilik 4 madde olarak yukarıya aldığımız Batı hayranlığı tüten satırları yazarken, bu fetvâsının hep dışında kalır ve dört ayak üstüne düşer!. Hiç sırtı yere gelmez ve bir kere de “ben, bunca tenâkuzlarla ne yapıyorum?” diye nefsini “müteahhid” sandalyesine oturtmaz!. Arada bir oturtur gibi yapsa da, ertesi gün, tekrar herkes gene o “hazır elbiselerin” içine doldurulur ve canları çıkarılırcasına dövülür ve sövülür!. Bunlar içün hiçbir gazete mes’ulü veya yazarı da, zât-ı Şevketmeâblarına hiç dokunmaz veya dokunamaz; çünki o, “sarı basın kartı bile olmıyan duâyen” muharrirlerden, şerbetlilerdendir!
16) Artık herkes biribirine (menfaat) halatları ile bağlı olduğu içün bu kabil “duâyenlerin” kılına bile dokunmak, dikkatini çekmek, “biraz şöyle hizâya geliversen nasıl olur” tembihinde bulunmak, “uydum arâziye” felsefesindeki (üç maymuncuların) işi olmakdan çıkmışdır!. Kendisi de, işine geldiği yerde “dolmakalem yerine tükenmez kullanan garîbanları” yerin 7 kat dibine batırırken; “Ehl-i Sünnet Ve’l-Cemaat=Sünnîlik” hakîkatını baraj ateşine tutan (C. Başkanı) ile aynı gazetede köşedaşı olan Sıfil nâm Cumhûriyet Doçentasına, “sünnîlik kahramanı” geçinmesine rağmen iki satır reddiye yazamaz, sanki ortalıkdan firâr etmişcesine kaybolur!
Şu ifâde Saraylı Reis’den:
“Mezhepçilik şu anda İslam dünyasını paramparça ediyor. Ümmeti paramparça ediyor. Bunu bizzat yaşıyoruz. Irak’ta, Suriye’de, Filistin’de, Yemen’de bunu görüyoruz. ve acımasızca şu anda Müslüman Müslüman’ı öldürüyor…… Açık ve net; bizim Sünnilik diye bir dinimiz yoktur, bizim Şia diye bir dinimiz yoktur. Bizim tek dinimiz İslam’dır bunu böyle bilmek lazım.”
Şu aşağıda gelecek satırlar da, Eygi Bey’in aynı gazetedeki köşedaşı Sıfil beyin sefil satırları!. Seçim (intihâb) yaklaşırken, AKP dümen suyuna kendini kaptıran “laik cumhuriyet bilim doçentasının” , Saraylı Reisi aynen kopya etdiği ikiz satırları:
“Asırlar boyunca bu ümmetin tefrika tuzağında birbirini boğazlamasına sebebiyet vermekten başka bir şeye yaramamış olan mezhep, bugün de İslam Coğrafyasının bizzat Müslümanlar eliyle kana bulanmasında başrolde bulunuyor. Ümmet, mezhebi din yerine koyma arızasına bir an önce son vermek zorundadır…”
Sanki bu satırlarda “sünnîlik”, “mezheb” mefhûmunun dışında bırakılmış da baraj ateşinin menzili dışında tutulmuş gibi, o senelerin “sünnî” muhâmîsi (avukatı) Eygi Bey’den çıt çıkmıyor!
Merhûm Müfessîr Muhammed Hamdi Efendi Hazretleri Tefsîrinde, (BELÂYI) umûmileştiren beş husûsa dikkati çeker ve bunlardan birisinin de “emr-i maruf ve nehy-i münkerde MÜDÂHANE” olduğunu beyân buyurur. Bunu, mâfevka değil, mâdûna işletmek… Devletlû Efendilerle çenebaz ve kalemşörlere değil, âciz ve mâcinlere yani zayıf ve gariblere tatbîk etmek!
Müteahhid değil de, “icâzetli mücâhidler”, Ebû Dâvûd ve Tirmizî’de kayıdlı şu hadîs-i şerîfi meâlen de olsa duymuş olmalılardır:
“Muhakkak ki zâlim Sultânın huzûrunda HAKK ve ADÂLETİ müdâfaa etmek, Allâh Azze ve Celle’nin indinde Cihâdın en yücesidir.”
17) Biz, yukarıya aldığımız fetvâ ile onu nakzeden bâtıla dönelim:
“Küfrü ve kâfirleri beğenmek imanı götürür. ….Kâfirleri taklit edenler gide gide onlardan olur.”
Ve, bu hükümle mütenâkız ve “icâzetle” de aslâ kâbil-i te’lîf edilemiyecek ve butlânı da apaçık ortada olan ve (a) şıkkı olarak yukarıya aldığımız “küfrü ve kâfirleri beğenmiye” bâdi ve çok sık zikredilen sakat cümleye bakalım:
a)“Türkiye’de, İngiltere’deki Eton Koleji ayarında güçlü İslam mektepleri ve Harvard ayarında üniversiteler kurulmadıkça beklenen manevî kalkınma gerçekleşmez..” (1.5.15.Vah)
Yahu birâderim! Diye başlıyarak, adamın başdan aşağı giydiresi geliyor!
Fesübhânallah!
15 asırlık İslâm Târihinde Ehl-i Suffeden tutun, dört müctehid imamımızın ders halkalarındaki akıl almaz fevkal’âdeliklere; Gazzâlî merhûmun müessisi olduğu “Nizâmiye medreselerinden” tutun, “Fâtih ve Süleymâniye Medreselerine” ve daha binlerce Şerîat müesseselerine varıncaya kadar nice müslüman mekteb ve medreselerinin bir tekini bile sen görme; git, dünyanın fitne merkezi, Hilâfet-i İslâmiyye’nin azılı düşmanı ve yıkıcısı İngiliz’in bilmem ne koleji ile bilmem ne çukurunu “İslâm Târihini” katledercesine “müslümanların” ve dünyanın gözüne ve beyn-i bâlâsına sokuştur!
Lâ havle velâ kuvvete illâ billâhi’l-aliyyi’l-azîm!
Sonra da gelsin, “sünnîlik ve imâm-ı kebircilik=hılâfetcilik” avukatlığının, her gün kerâmeti kendinden menkûl şeyh efendi gibi köpürtülmesi! “İcâzet” kataküllileri!.
Zıddeynin ictimâını bu kadar muhalden mümkine çeviren bir başka akıl ve mantık yapısına nerede rastlanır, bilemeyiz!!!
Hılâfet-i İslâmiyye’nin en azılı düşmanı İngiliz kâfirinin Eton-Harvırt hattı olmasa, cihan tarihinde örnek alınacak sanki hiçbir maarif müessesesi bulunmıyacak!
“Ma’nevî kalkınma” da, İngiliz kefere ve feceresine “BENZEMEKLE ve ONU TAKLİDLE” tahakkuk edecek! Hani “kâfirleri beğenmek ve onları taklid îmanı götürüyordu!”
Tevbeler Yâ Rabbi!
17) Sonra, daha evvelce yazdığı gibi “İngiltere’de yaşıyan müslümanların, İngiliz kralı” olacak kefereye “itaatlarından” bahsetmek ne demekdir?. Müslümanların “velâyetine” sâdece ve yalınız “müslümanlardan olan ülü’l-emr” mâlik olabilir; hiçbir gayr-i müslimin böyle bir velâyete sâhib olması, İslâm Hukûku nokta-yı nazarından mümkin olamaz. Kütüb-i Şer’iyyemiz, âyetle ve sünnet nassları ve icmâ’ ile sâbit bu noktada, Müslümanların velîsini evvelâ ve ancak Allâh Azze ve Celle olarak ta’yîn ve tesbît etmişdir. Sâniyen, Allâh’a (tebean) da Rasul-i Rusül Aleyhisselam Efendimiz Hazretlerini; üçüncü olarak da, Allâh Rasûlü’ne (tebean) müslümanlar olduğunu kat’iyyen beyân buyurmuşdur… Kur’an ve Sünnet nassları ve mütevâtir icmâ’ ile bunun “zarûrât-ı dîniyyeden” olduğunda da şübhe yokdur!.
Hâl böyle iken, bir müslüman, Anglikan mezhebinde ve İslâm’a göre bir “münkir” olduğu bütün dünyanın ma’lûmu bulunan; ve İslâmiyyet’in de en azılı düşmanı olan İngilizin başındaki adamı, müslümanlar nasıl “velileri” olarak telâkkî ve kabul edib ona “itaat zilletine” düşerler, cidden cinnetlik bir keyfiyet!
Görüldüğü gibi Eygi Bey’i, hiç anlaşılamıyan bir “Batı hayranlığı”, husûsan da İngiliz “muhibliği” sanki esir almışdır… 70’li yıllardan beri, Şam, Kahire, Bağdad ve Ankara gibi nice merkezlerdeki idârecileri “Ülü’l-emr” ilân eden Müteveffâ Nâzım Kubrusî nâmındaki zâtın muhibbanından olmak mı; veya O’nun “tasavvuf büyüğü” kabûl edilişi mi, bu “muhibliğin” temelini teşkîl etmektedir, bilemiyoruz!.
O hakk olan fetvâyı tekrarlamakda fâide var:
“Küfrü ve kâfirleri beğenmek imanı götürür. ….Kâfirleri taklit edenler gide gide onlardan olur.” (28.4.15 Vah)
Ve işte “BEĞENİLEN VE TAKLİD EDİLMEK İSTENİLEN KEFERELER VE BEKLENİLEN MA’NEVÎ KALKINMA” FORMÜLÜ:
“Türkiye’de, İngiltere’deki Eton Koleji ayarında güçlü İslam mektepleri ve Harvard ayarında üniversiteler kurulmadıkça beklenen manevî kalkınma gerçekleşmez..” (1.5.15.Vah)
İslâm’ın ve Hılâfet’in azılı düşmanı İngilizin, Eton’unun da, Harvard’ının da canı cehenneme!
(Mâba’di var)
(İntişârı: 10.05.2015)