5) “Cumhûriyet fazilet rejimidir” diyen Monteskiyö gibi Freng keferelerinden alıb, bu kabil muzahrafâtı müslümanlara taşımak, sık sık “Ehl-i Sünnet, İmâm-ı kebîr ve Hılâfet” zikri çeken bir adamın samîmiyyetini sadece duman eder!.
Şu yamuk söz de, Eygi Bey’in kaleminde sık sık geçen, bir Haçlı Freng uydurması:
“Arnold Toybee, “Eflatunun Cumhuriyetine realitede en fazla yaklaşan sistem Osmanlı devletidir” demiştir.” (4.4.15 M. GAZ.)
Rezâlet!
Bir Müslümanın, “nass” gibi bu “Osmanlı sistemine hakaret”den ibâret olan zırvaya, bu hezeyâna ikide bir, zırt pırt sarılması, en azından ayıbdır!
Arnold J.Toynbee denen ve Birinci Cihan Harbinde bizi karalıyan yazılar da yazan bu İngiliz, burada vâhid-i kıyâsî (ölçü birimi) olarak “Eflatun’un cumhuriyetini” esas alıyor ve meziyet ile faziletin de “vahye göre” ta’yînini değil; Yunan filozofu Eflatun’un kafasındaki cumhuriyete göre olması icabetdiğini söylüyor!. Bu ne demekdir?.
Bu kabil münkirlerin abuk sabuk ve tamâmen gayr-i islâmî hezeyanlarını “ehl-i sünnet ve’l-cemaat îmânı” ile kabil-i te’lif etmek mümkin midir?. Okuyucularının önüne, bu kabil hezeyanları gaseyân eden kim olursa olsun, onun bu sakatlıkları karşısına dikilmek, her gerçek müslümanın “îmân-ı şer’îye müteallık mes’ûliyyeti” cümlesindendir…
6)Montesquie ve A.J. Toynbee gibi heriflerin felsefelerini “vahyin nasları” gibi ikide bir dünyaya ve husûsan müslümanlara reklâm etmenin altında bir hinlik yoksa, mutlaka çirkin bir gaflet veya korkunç bir cehâlet yatmaktadır. “Osmanlının, ALLÂH Azze’nin şer’-i şerîfine en yakın bir sisteme sâhibi olduğu” söylenebilir; ancak, Toynbee denen İngilizin, “Osmanlının sistemini Eflatun denen filozofun cumhuriyetine en yakın sistem” deyişi, nâmütenâhî hılâf-ı hakîkat bir butlan ve hezeyandır… Bu, (vahiyle, gâvur aklı) arasındaki mesâfe kadardır; ve Toybee’nin hezeyânı, Osmanlı sistemini takdîr etmek değil, tekdîr ve ithâm etmekdir!. Adam, esas olanın, Eflatun’un kellesindeki cumhuriyet olduğunu; ve buna hangi sistem daha yakınsa, onun bir kıymet ve ma’nâ ifade edeceğini; aksi hâlde, onun bir kıymeti bulunamıyacağını söylüyor!. Bu ise, Toynbee denen adamın, kendi batı kültüründeki sistemin üstünlüğünü; ve bizdekinin ise, onun dûnunda (altında) bulunduğunu tokatlamasıdır!.
Hılâfet, “Eflatun cumhuriyetine” yakınlığı derecesinde bir ma’na, ehemmiyet ve kıymet ifâde edecek öyle mi?
Canı cehenneme, öyle bilmem kimin bilmem nesi cumhuriyetin bilmem neresi ve şeyi!.
7)Böyle gavur önündeki “AŞŞAĞILIK DUYGULARININ” hâlâ daha Eygi Bey gibilerde bâriz ve hâkim (dominant) bir karakter oluşu, cidden esefe şâyândır!
Hılâfet, “zarurât-ı dîniyyedendir!”; Dînin olmazsa olmazı, lâzım-ı gayr-ı mufârıkıdır…
Eflatunun cumhuriyeti hangi dinin zarûreti veya neresinin nesidir?. Yerin dibine “Eflatun’un, Toynbee’nin, Frengin, Yahudinin” ve bilmem kimin sokuşturma cumhuriyetleri!
Ey, aşşağılık duyguları altında can çekişenler!
Biz, ne zaman KENDİ KENDİMİZ olacak; ve bütün şahsiyet ve karekterimizi (keyfiyetimizi) mücerret Allâh nizamı İslâmiyyet’in edillesinden telâkkî eder olacağız!? Allâh ve Rasulü Aleyhisselâm’ın nizâmına varmakdaki Ehl-i Sünnet USÛL kânunları (hâşâ) bu hezeyanları mı önünüze koyuyor ki, bunları bir de sünnîlik maskesiyle millete zerk ediyorsunuz!
Garb’dan gelen dünyâ ve metafizik görüşlerin topunun da ALLÂH BELÂSINI versin!
8)Bizi, bizim ulemâmız üzerinden, Muazzez ve Mukaddes DÎNİMİZ alâkadâr eder. Kaç bin sene evvelki Kadîm Yunan’ın Eflatun’u bilmem nesi değil; bizi, daha 61 sene evvel aramızdan ayrılan Şeyhülislâm Mustafa Sabri Efendi Merhum gibi zevât-ı kirâm alâkadâr eder; ve bize ancak bu kabil büyüklerimiz rehber olabilir!. Biz, Âlem-i İslâm olarak ne çekdiysek, canı cehenneme bu garb filozoflarının peydahladığı, tanzimatçı, meşrûtiyetçi ve cumhuriyetçi masonik ve necâset felsefelerden; ve böylece haçlı sürülerinin karanlık yollarına bulaşmakdan çekdik!. Kadîm Yunanın Eflatun’u “cumhûriyet” demişse, benim ulemâm da 15 asırdır “Hılâfet=İmâmet-i Kübrâ” demiş!.
Zerre kadar îmân ve aklı olan, işte o ulemâdan biri bulunan Şeyhülislâm Mustafa Sabri Efendi Merhum’dan şu satırları okusun:
“…..Lâkin şu îzâhâtımdan benim de, bu zemanda hılâfet kalmadığına ve binâenaleyh Ankara hükûmetinin hılâfeti ilgâ kararında isâbet etdiğine kâil olduğum anlaşılmamalıdır. Hılâfeti İLGÂ etmenin Müslümanlığa karşı ne kadar büyük bir CİNÂYET olduğunu anlatmak maksadıyla şu eşeri yazan adamdan öyle bir fikir sudûruna imkân var mıdır?. DAHA DOĞRUSU BEN, HILÂFETİN LÜZÛMUNDA ŞÜBHE VE TEREDDÜD GÖSTEREN İNSANLARIN HEM AKILLI HEM DE MÜSLÜMAN OLMALARINA İHTİMÂL VEREMEM.…………….Müslüman hükûmetinde ahkâm-ı şer’iyyeyi muattal bırakmamak lüzûmu, Müslümanlara hükûmet lâzım olduğu kadar, mutlaka hılâfetin lüzûmunu da intâc eder. Çünki dâimâ İslâm Hükûmeti bulunsun ve onun reisi mümkin olduğu kadar Peygamberimizin yolunda gitsin demenin, “üzerimizde dâimâ mümkin olduğu kadar Cenâb-ı Peygambere hılâfet ve vekâlet edebilecek bir zât, icrâ-yı hükûmet etsin” demekden kıl kadar farkı yokdur. Evet benim, Türkiye Cumhûriyetinin müessisleri gibi Dîn-i İslâm’ın hayâtına kasdeden Allâh ve Peygamber DÜŞMANLARININ bin türlü hîl ve desâis isti’mâliyle hılâfeti ilgâ ederek, “Bundan sonra Türkiye Hükûmeti ve hiçbir hükûmet Peygambere vekâlet ve ahkâm-ı şer’iyyeye tebaıyyet etmiyecek, böyle kayıdlarla mukayyed olmıyacak” demesine aklım erer; lâkin hiçbir vakit de, Mansûre Kâdîsi Abdürrezzak, sâbık mecelle komisyonu reisi ve İzmir meb’usu müteveffâ Seyyid, Kasîde-i Bürde’ye nâzîre söyliyen Mısır’ın emirü’ş-şüerâsı Şevki, Sebilürreşâd muharrirlerinden Ömer Rızâ (Âkifin damadı) gibi Müslümanlık da’vâsında bulunan HERİFLERİN, hılâfet mes’elesinde Ankara hükûmetinin harekâtını tasvîb etmelerine akıl erdiremem. Acebâ bu adamlar da, Şerîat-ı M……diyye’nin İslâm hükûmetlerinde ve İslâm diyârında, mer’iyyetden sâkıt olmasını mı istiyorlar?……… Mustafa Kamal, şimdiki zamanda Peygamberin hılâfetine ehil insan bulunmadığından veyahud Müslümanları bir noktada cem’ ve idare imkânı mevcud olmadığından hılâfeti ilgâ etmedi. Belki, Peygamberi, yeni ta’bîr ile İSTİHLÂFA (1) şâyân görmediğinden ve âyât ve ehâdîse müstenid Şerîat kânunlarının bu asr-ı medeniyyetde kıymet-ı tatbîkıyyesi olamıyacağına kâil olduğundan ilgâ etdi ki, bu da, Müslümanlığın bu asr-ı medeniyyetde kıymeti olamıyacağını söylemekden KAT’İYYEN FARKLI bir şey değildi. Ankara hükûmetinin Türkiye inkilâbı nâmına bütün icraâtı ve o hükûmetin en salâhiyyetdâr ricâlinin nutuklarındaki tasrîhât, bu dediğim şeylere bağıra bağıra şehâdet etmekdedir.”
(1) İSTİHLÂF: Yerine başkasını halef yapmakdan ibâret olarak, sâbıkın sıfatıdır. Şimdiki Türk muharrirlerinin isti’mâl etdiği gibi, lâhikın sıfatı olarak başkasının yerine geçmek değildir.” (Yarın Gazetesi, İslâm’da İmâmet-i Kübrâ, 8. Receb. 1347—21 Kânûn-ı Evvel. 1928)
Tekrâr beyân ederiz ki, bizi, kadîm Yunanın Eflatun’u ve onun cumhuriyeti ırgalamaz; ve biz, cumhuriyetle hılâfeti “TELBÎS” ederek yani Elmalılı Merhûm’un ifâdesiyle “biribirine bulayarak” halt etmeyiz!. Bizi kendi içimizden çıkan soyu südü belli Osmanlı ulemâsı alâkadâr eder. Bırakalım da Eflâtunu, onu, enselerine oturtarak taşıyacak olan gavurlar, onu oralarında taşısın!. Bizim kendi büyüklerimizin isimleri bile bugün telâffuz edilemez olmuşken, bizi, Eflatunun, Toynbee’nin ve bilmem kim gâvurlarının ervâh-ı gayr-i tayyibesinden başlatmayın!. Sokak-meydan, Tv-internet, gavurlarla öyle bir sarıldık ki, “ehl-i sünnet ve imâm-ı kebîr” diye yırtınanların bile, işte böyle, kalemleri cüruf fışkırtır hâle gelmiş!. Harb-i Umûmîde bizi karalama ustası Arnold Toynbee denen İngiliz, ne anlar Osmanlı sisteminden behey gafiller!?
Koskoca Osmanlı Şeyhülislâmı’nın dağa taşa zorla ezberletdirilecek kelâmı işte meydanda: “BEN, HILÂFETİN LÜZÛMUNDA ŞÜBHE VE TEREDDÜD GÖSTEREN İNSANLARIN HEM AKILLI HEM DE MÜSLÜMAN OLMALARINA İHTİMÂL VEREMEM.” (İmâmet-i Kübrâ, Şeyhülislâm Mustafa Sabri, Yarın Gaz. 8.Receb. 1347– 21 Kanun-ı Evvel. 1928)
9)“Asıl cumhuriyetçi benim!” derken, bir de “ehl-i sünnet ve hılâfet” nârası sıkanlar, nasıl bir “telbîs” rezâleti yaşamaktadır, cidden ucûbe bir keyfiyet!. Merhûm Muhammed Zâhid Efendi gibi bir Hocaefendiyi de bâtıllarına (tasdikçi) yapmak üzere, o zâtdan “izinliyim” havalarına girmek, afvedilmiyecek bir istismâr ve “mücâhidlikden müteahhidliğe” balıklama bir dalışdır o kadar!
Bütün bunları da yiyen yiyene!
Bir Allâh kulu da çıkıb “Yahu arkadaş! Sen, “kitaba uymıyan şeyi yazmam, kafadan kelleden atmam!” diye sık sık sıkıyorsun ammâ, bu yazdıkların ve bunca uydurmalar hangi kitabda yazıyor; Allâh aşkına söyle de bilelim ve rahat edelim!” diyemiyor!. O kadar okuyucu da, sanki narkozu yemiş gibi câmit ve ceset!
Bizim telbisciler, Kitab, Sünnet, İcmâ’ ve ulemânın müslüman-kâfir tefrîkini bırakırlar da, haçlı gavurlarının felsefe ve sosyolajisiyle, bir de “sosyolojik müslümanlar” nâmı altında, gavurdan müslüman uydurma gibi ucûbe hallere düşerler!. Ve, “mücâhid-müteahhid müslümanlar” diye de, bir başka hılkat garibeleri uydurur; ve ehl-i sünnet olmayı da kendi inhisarlarına alarak hergün çığırtganlık yaparlar!
Bin esefle beyân edelim ki, “ulemâ” diyerek ulemânın böylesine çiğnenmesi, Kıyâmet alâmetlerinin en necîsi olsa gerekdir!
(Mâba’di var)
(İntişârı: 17.04.2015)