IV.
Hazret-i muâviyyenin şemâili hakkında
Râfizî müverrîhlerden ya’kûbînin zannınca hazret-i muâviyye, “asık suratlı, patlak gözlü, gür sakallı, kısa bacaklı” bir kimsedir. Hafız ez-zehebînin rivâyetine göre ise merhûm, “heybetli, iri ve gösterişli, uzun boylu beyaz tenli, yakışıklı, güldüğünde üst dudakları kıvrılan, sakalını âdetâ altun sarısına boyayan” bir kimse idi.15 Hazret-i muâviyye ile râbıta kurmak isteyen bir âhir zemân Müslimânına bu tasvîrlerden hangisine göre zihnini şekllendirmesini tavsiyye edersiniz? Yakın zemânlarda resmî papaz mekteblerinde/ Faculty of theology revâc gören bir ‘usûle göre hakîkat, “ne o ne budur ve hemân dâimâ her ikisinin de arasında bir yerlerdedir”. Böylece hazret-i muâviyye, ne ya’kûbînin rivâyetindeki gibi “asık suratlı, patlak gözlü, kısa bacaklı” bir adamdır ne de zehebînin rivâyetindeki gibi “güleç, yakışıklı, uzun boylu” dur. Orta boylu, yakışıklı ama patlak gözlü, asık suratlı amma güldümü iyi gülen bir zâtdır. Ortayı bulmak içün ne şiâya, ne ehl-i sünnete yaramayan uyduruk bir tasvîr îcâd edilmiş olmasının bu adamların akademik ‘unvânlarını haleldâr edeceğini zann etmiyorum. ‘Acebâ bu derece zıddiyyet ‘arz eden rivâyetlerin ne sûretle halli mümkîndir?
V.
Hazret-i muâviyye radiyAllahu ‘anh ın târîhçe-i hayâtının tedkîkinde ta’kîb edilmesi lâzım gelen ‘usûl hakkında
Ashab-ı kirâmın târîhçe-i hayâtlarının tedkikinde ta’kîb edilecek ‘usûl ile esâtir/ history e dâir bahslerde ta’kîb edilecek ‘usûl arasında fark vardır. Ashâb-ı kirâmın ‘adâlet sıfatı ile muttasıf bulunub bulunmamaları husûsu, bu zevât vâsıtası ile bize intikâl eden rivâyetlerin şâyân-ı i’timâd olub olmaması ile doğrudan ‘alâkadâr görünüyor. Ashâb-ı kirâmın bizim içün en mühimm bir husûsiyyetleri olan ‘âdil kimseler bulunmaları, bunlar vâsıtası ile bize intikâl eden hadîs rivâyetlerinin şâyân-ı i’timâd olmasının esâsını teşkîl ediyor. İmâm buhârî hazretleri de dâhil olmak üzere sayısız muhaddislerin hazret-i muâviyyeden hadîs rivâyet etmeleri de gösteriyor ki hazret-i muâviyye ‘âdil, rivâyetine i’timâd edilir bir kimsedir ve kendisinden hadîs rivâyet edilmesi içün lâzım gelen bütün sıfatları hâizdir. O takdîrde, “Hâfız zehebînin senediyle rivâyet etdiği “heybetli, iri ve gösterişli, uzun boylu beyaz tenli, yakışıklı, güldüğünde üst dudakları kıvrılan, sakalını âdetâ altun sarısına boyayan” tasvîrinemi inanmak lâzım yoksa ya’kûbî râfızîsinin tasvîrinemi?” suâlinin usûlî cevâbı ortaya çıkmış olur. Selâmet, ashâb-ı kirâmın ahvâli hakkında muhaddisîn-i kirâmın usûllerine uymakdadır.
VI.
Râfızîlerin hazret-i muâviyye radiyAllahu ‘anha olan ğarezlerinin tahlîli beyânında
‘Acebâ ya’kûbî ne sebeble hazret-i muâviyyeyi “asık suratlı, patlak gözlü, gür sakallı, kısa bacaklı” bir kimse olarak tasavvur ediyordu? Görmediği bir adam hakkında; senedsiz, etrâfdaki bir takım dedi koducu ğarezkâr râfızîlerin hayâllerinin mahsûlü rivâyetleri nakl etmekden bu adamın eline ne geçecekdi? ‘Abbâsî devri târîhcilerinin, -husûsiyle bunlardan râfızîlikle bed-nâm olanlarının- rivâyetlerine istinâd ederek bir hazret-i muâviyye tasavvûru ihdâsı elbette mümkîndir. Ciğeri lekeli olan kimselerin objektiflik, orta buluculuk, akedemik yalakalık, ekmek parası gibi suflî mülâhazalarla bu mesnedsiz rivâyetlere müşterî çıkarak Müslimânların tasavvûrlarını kirletmek ğayretlerini takdîr etmek lâzım.
Râfızî kafasının işleyişine göre, hazret-i hüseyn radiyAllahu ‘anhı şehîd eden ordunun kumandanının tâbi’ olduğu sultanın babası olması hasebiyle hazret-i muâviyye radiyAllahu ‘anh da mes’ûl sayılır! Vakıâ, hazret-i ‘ali radiyAllahu ‘anhın hilâfeti devrinde i’tirâz etmiş olması, yezidi yerine halef ta’yîn etmesi gibi tasarrûfları da bunların hazret-i muâviyye radiyAllahu ‘anha ‘aleyhdâr olmaları, ya’ni merhûmu “asık suratlı, kısa bacaklı” tasavvûr etmeleri içün kâfîdir.
Hazret-i ‘aliye nisbet etdikleri nehcul belağa isimli uyduruk metnin her tarafında, senedsiz isnâdlarla hazret-i ‘aliye hazret-i muâviyye ‘aleyhinde nisbet edilmiş yalanlar doludur.
Rafızîlerin mezhebleri hakkında düşünürken şu husûs meraklıdır: Bu adamların müşkili bir mes’ele olsa, meselâ hazret-i hüseyn radiyAllahu ‘anhın şehâdeti olsa bir yere kadar anlamak mümkîn olurdu. İşe bakın ki hazreti ebû bekr radiyAllahu ‘anhın hilâfetinden hazret-i muâvîyyenin hilâfetine ve bi’l-âhere hazret-i hüseynin şehâdetine kadar ne kadar “yaralı” mes’ele varsa, bu adamların da o mes’elelerde ‘aleyhde bir mevki’i var. Ehl-i sünnetin hâdîseleri insâf, i’tidâl ile muhâkeme etmesinin yanında bunların kin, fesâd, ihtilâf dolu mezhebleri mevki’ tutuyor. Kısm-ı a’zâmı ehl-i sünnetin [de] imâmları olan zevât-ı kirâmın etrâfında bulunan bir takım proto- râfızîlerin ta’kîbcilerinin bi’l-âhere mu’tezilenin ve daha sonra işrâkiyye ve bulundukları yerde hangi müfsîd akîde varsa onu da akîde portföylerine katmalarının istinâd etdiği enteresan bir rûh hâleti var. Dîn veyâ mezheb sûretinde, her muharremde ve mümkîn olan her vesîle ile temâşâya koyulan trajedyanın, hayâtiyyeti devâm eden en ğarîb bir sosyopatolojik vakıa olarak tahlîli lâzımdır. Ortada yezîd veyâ onun tarafdârı bir kimse veyâ mezheb de yok iken, düşman bir dîger/ the Other îcâd etmek ve marazlı hüviyyetini ona göre şekllendirmek siyâsetinden vahdet-i İslâmiyye siyâseti çıkması mümkîn değildir. Bu mezhebin esâsı kin, bir yerlerde yezid, hazret-i hüseyn kâtili görmek üzere kurulmuş. Îrân inkılâbcılarının “Her yer kerbela her yer aşura” edebiyyatıyla dolduruşa getirdikleri kalabalıklara gâh amerika, gâh ‘ırâk, gâh suûdlar düşmân gösterilmek sûretiyle bâtıl mezheblerinin idâmesi ümmîd olunuyor.
9VII1437/17IV2016
===========================================================
15 Hâfız Muhammed ibn Ahmed ez-Zehebî, “Siyeru A’lâmi’n-Nubelâ”, Beyrut-1417 (1992), er-Risâle neşr.; 3.c., 120.s. : Ahmed ibn Ebî Ya’kûb el-Ya’kûbî, “Târîh”, Beyrut; 2.c., 238.s. ; (Vecdi Akyüz, a.g.e.; 136.s.) den naklen. : İmâm Abdu’r-Rahmân ibn Ebî Bekr es-Suyûtî, “Târîhu’l-Hulefâ’”, İstanbul-1371 (1952), Eser neşr.; KK.s.
(İntişârı: 17.04.2016)
Kaynak: https://hurufi.tumblr.com/post/142957267083/malatya-ve-hazret-i-muaviyye-radyallahu-anh