Lâik Devlet Ve Lâik Olmayan Ferd?
6 Kasım 2011
Bedir – Uhud – Hendek
9 Kasım 2018

SAHTEKÂR DÎN ÂLİMLERİ

Dâvud EMÎROĞLU

 

Hayrettin Karaman makalesinde suret-i haktan görünerek Müslümanların zihinlerini bulandırıp sulandırarak, asırlardan beri muhkem ehl-i sünnet akidemizi tahribe devam ederek şöyle yazıyor:

“-Müslümanlara en büyük zararı verecek, onların azim ve çabalarını olumsuz etkileyecek beklenti “Mehdi beklentisi”dir.

Bir kere bu beklentinin islâmî meşruiyeti ve gerçekliği İslam alimleri arasında tartışmalıdır. Görüşler arasında, “Mehdi diye belli bir şahsın gelmeyeceği, uyarıcı mürşidlerin ve liderlerin mehdiler oldukları ve bunların da zaman zaman ortaya çıkacağı…” gibi olanları da vardır.” Yeni Şafak 09.03.2012

Mehdi beklentisinin, islâmî meşrûiyyeti ve gerçekliği İslâm âlimleri arasında tartışılmalıymış! Kim bu tartışan, itişen, höyküren âlimler!

Bunların hangisi ehl-i sünnet ulemasından. Hangisi reddiye yememiş, hangisi mutezile değil, hangisi haricî değil, hangisi İbn-i Teymiye, Abdülvehhab, M. Abduh, Reşid Rıza ve Afkanî kuyrukları değil. Hangisi ve hanginiz asrımızın dîni tahrip atolyeleri olan ve asla icâzet veremeyen ilahiyat mekteplerinin tedrisatından geçmediniz? Ve yine hanginiz bu atolyelerde doçent, doktor, profesör namiyle bilim (!) adı altında yalakalanmadınız.

“-İslâm âlimleri arasında tartışmalıdır.”

Derken bu âlimlerin kim olduklarını da yazsanız. Aksi halde kendi inkar, tereddüd ve şüphelerinizi “İslam âlimleri arasında tartışmalıdır” diyerek Ümmet-i Mu…d’in müttefik akidesini sinsice tahrif, tağyîr ve tebdîl etme mel’unluğunu ortaya koyuyorsunuz.

Beyaz – Öztürk – Abdulaziz – Bayraktar – Karaman gibi daha nice merdud asrî profesörler kendi aralarında tartışırlar – itişirler – dalaşırlar – höykürürler de bunun adı “İslam âlimleri arasında tartışma” olur, öyle mi?

“-Mehdî beklentisi islâmî meşruiyeti ve gerçekliği Hayrettin Karaman’a göre tartışılmalıymış. Yani şüpheliymiş. Yani vuku’ bulup bulmayacağı belli değilmiş. Şüpheli olan bir şeymiş. Yani birileri uydurmuş veya biri böyle bir yalan söylemiş.

“Mehdi beklentisi”ni hakîkî ulemâdan nakledelim:

“-MEHDÎ: Âl-i Rasûlullâh’dan ve Hazret-i Fâtıma neslinden Muhammed isminde bir arab melîki olub Dîn-i Celîl-i İslâm’a nusret (yardım) için halk olunacak ve yedi sene gâyet derece-i  adâlet üzere hükûmet edecekdir. Çünki İbn-i Abbas’dan rivâyet olunan bir Hadîs-i Şerîf’de Cenâb-ı Rasûl-i Ekrem efendimiz buyurmuşlardır ki:

“-İsmi ismime muvâfık benim neslimden bir kimse bütün araba mâlik ve hâkim olmadıkca dünya mahv ve munkarız olmaz. (kıyamet kopmaz) 

Ve Said ibn-i Hudrî hazretlerinden rivayet olunan Hadîs-i Şerîf’de Nebî-i Ekrem Efendimiz buyurmuşlardır ki:

“-Mehdî benden, benim neslimden alnı genişce, burnu ince bir zatdır ki yeryüzünü adâletle doldurur; nitekim andan evvel yeryüzü zulum ve cevr ile dolduğu gibi yedi sene adâlet ve hakkaniyet üzere hükumet icrâ eder.” (İskilipli Merhûm M. Atıf Hoca Efendi, Mir’atu’l-İslâm, sh: 56-57) 

Hayrettin Karaman aynı makalesinin devamında ifsadına sinsice devam ediyor:

“-Diyelim ki, Mehdi diye “olağanüstü nitelikleri olan” bir zat gelecek ve bozulanı düzeltecek…”

“Diyelim ki” ibaresiyle (=olmayacak şey ama; söz gelişi; öyle kabul edelim ki; farz-ı muhal; farz edelim ki manalarını ifade eden) hakikatin inkârı ve okuyanları da şüpheye düşürme taktiği güdüyor.

Evvela “ulema arasında ihtilaf var” diyor. Müteakiben “diyelim ki” diyerek “mehdi beklentisi”nde inkârcılar tarafında yer alıyor.

Aynı makalede bahis mevzuu edilen hilafet meselesine gelince:

İğrabda mahalli olmayan sahte ve sapkın âlimlerin bu mevzuda da asla söz söylemeye, tartışmaya itişmeye ve höykürmeye hakları yoktur.

Hem “kaba softa ham yobaz” ve hem de kendisine tağûtî rejimler tarafından verilen bir takım prof. gibi sahte ünvanlı hokkabazların kavil ve fiilleri, gerçek ehl-i sünnet Müslümanları için keenlem yekündür.

Gerçek ehl-i sünnet uleması; değil mehdi beklemek hilafeti imandan sonra ilk fariza-i diniye olarak ilan etmişlerdir.

İşte buyurun:

“-… beyan olunduğu üzere ümmet öne düşen, fırâk-ı muhtelifeyi toplayan metbu’ bir cemaat demekdir ki, hepsinin önünde imam bulunur. Cemaatla kılınan namazlar, bu muntazam ve hayırhah tertib-i ictimaînin tecelliyatını ifade eden suret-i mahsusesidir. Bu suretle hayra davet ve emr-i bilma’ruf ve nehy-i anil münker yapacak bir ümmet ve imamet teşkili, ba’del iman Müslümanların ilk farîza-yı dîniyyeleridir. Bu farîzayı edâ edebilen Müslümanlardır ki (ve ulâike hümul müflihûn) hukm-i celîli mu’cibince felâh-ı kâmile mazhar olurlar. Aksi halde, (velâ temûtünne illâ entum müslimûn) müeddâsı müşkil ve belki muteazzir olur.” (Elmalılı Merhûm M. Hamdi Efendi, Hak Dîni Kur’ân Dili, c.2, sh: 1154-55)

İKTİBÂSLAR:

  1. “-… sahtekâr din âlimlerinin mel’anetkârâne hareketleri Müslümanlara dalâletde kalmak için hüccet-i berâet ve tesliyet olamaz. Çünki dîn-i İslâm kendilerinin de dinidir; ve mesûliyyeti ulemâya mahsus ve münhasır değildir. Şeytanın vücûdu ehl-i dalâlet ve ma’sıyette nasıl medâr-ı ma’zeret olmazsa böyle münâfık ve müdâhin hocaların şaşırtıcı sözleri de Müslümanlara huzîr-ı Hakk ve hakîkatde mes’ûliyyetden necât te’mîn etmez. Çünki âkıl ve bâliğ olan her insan, bizâtihî mükellefdir. Dünyâ kânunlarına muhâlif hareket edenlerin cehâleti kendilerini cezâdan ve mahkûmiyetden kurtarmadığı gibi, âhiret kânunları hakkında da cehâlet özrü para etmez. Câhiller yevm-i kıyâmetde böyle âlimleri göstererek… (Ey Rabbimiz! İşte bunlar bizi şaşırtdı. Binâenaleyh bizim cürmümüzü de onlara yükleterek azablarını muzâaf ve müşedded kılmakla iktifa buyur) dedikleri zaman, cevâbında… yani (hepinizin azâbı muzaaf olacakdır. Sizin kabahatinizin de ne kadar büyük olduğunu gerçi siz anlayamıyorsunuz) buyrulacakdır.” (Merhûm Şeyhulislâm Mustafa Sabri Efendi, Türkçesi Mecmuası sayı:1, sahife:11)
  2. “-Şimdi ise, vazîfeleri asrî dinsizlerin çalışmalarına karşı seyircilik derekesine düşen ve mesleğinin inkırâzını beklemekden başka hayatda nasîbi kalmadığına kâni’ olan ulemâ, dînî mücâhedeyi dinsizler gibi yadırgamağa başladıkdan sonra, bunun cezâ-i ma’nevîsi olarak emir ve nehiy altında yürütdüreceği hükûmetlerin değil; biraz nüfûz ve kudret hissetdikleri avam ve nâsın bile hevâ ve hevesine kendileri tâbi’ olmak gibi tufeylî (dalkavuk, çanakyalayıcı) bir vaz’-ı mezellete (alçaklığa) râzı olmuşlardır…” (Merhûm Şeyhulislâm Mustafa Sabri Efendi, Türkçesi Mecmuası sayı:6, sahife:16)
  3. “-Müslüman dînine sû-i kasd eden yeni çıkma düşmanlar, dîni öyle bir hâle getirmek istiyorlar ki, onu bilen de bilmeyen de müsâvî olsun! Biz dâimâ, dinsiz kalemlerin ulûm-ı dîniyyede ulemâ-yı dîne nevbet-i kelâm vermemek istediklerini görüyoruz.” (Merhûm Şeyhulislâm Mustafa Sabri Efendi, Türkçesi Mecmuası sayı:9, sahife:16)

 

(İlk intişârı: 09.04.2012)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir