Bilhassa ve husûsan son bir buçuk asırda peydahlanmış, el’an dehhâmeleşmiş, semirmiş ve semizlenmiş; matbuat’da, umûmi neşriyâtda, üniversitelerde boy göstermiş ve cemiyeti te’siri altına alabilecek en müessir vasat ve zemin neresi ise kendilerine teslim edilmiş, ya’ni devletin, sevk ü irâde ve idâresi altında hangi yağlı mıntıkası varsa, kendilerine altun tepsi içerisinde takdim edilmiş mezhepsiz, dînî reformist ve deformist sergerdelerin (elebaşların) (üç beş istisnâsı olabilir) tamamına yakını mezhepsizliğe “inandıklarından”, “hakk yol” gördüklerinden veyâ “İslamiyete hizmet” içün sarılmamışlardır! Bunlar “dîn tahripçiliğine” ve dolaylı yoldan Müslümanları, Laik-Dembokratik-Cumbokrasiye ya’ni “rejime yamamak”, en azından rejim içün tehlike teşkîl edemiyecek şekilde kafaları ve îmânları idlâl ve ifsâd ederek birer “ehlîleştrilmiş terbiyeli maymun” kıvamına erdirmek işçiliğine me’mur ve muvazzaf olduklarından ipleri ya İngiliz’in, Mason localarının veyâ “dini mihraplardan halletme” şeytanî İbn-i Sebe usül ve metodunu siyasetini benimsemiş devletlerin veyâ son 37 senedir, Sünnî coğrafyayı ahtapot’un kolları gibi saran Pers emperyalizmasının elindedir!
Birkaç müşahhas misâl verecek olursak; meselâ (yularları Mason localarına bağlı olanlar) Abduh, Cemalettin Efgânî, Reşit Rıza vb. gibi, mevcut mezhepsiz keferelerin me’hâz aldığı ve kılavûz edindiği din tahrifçilerinin habis ve fitne saçan hayatlarını tedkik edin, Abduh keferesinin Ezher Üniversitesine Masonluğu ilk sokanlardan olduğunu, Cemalettin Efgânî denen “maskaranın” Masonluğun “Allâh’sız şu’besine kayıtlı” olduğunu ve Reşit Rıza denen “Mezâhibin Telfikçisinin” su götürmez Mason olduğunu müşahede edeceksiniz! (mezkûr itikat akreplerinin Mason olduğunu taraftarları bile inkâr etmiyor) Ve Pislamoğlu gibilerin “Sûriye İran’a verilmelidir” şuur altını ele verişine, “Hz. Ömer (Radıyallâhu Teâlâ Anh) düşmanlığına” ve Şiâ i’tikâdından “Kader inkârına” ve birtakım İran irtibatlarına da bakacak olursanız, Acemistan-İran şeytanlarının hesabına icrâ-i habâset ve hareket ettiğinin, elle tutulur gözle görülür karinelerine (ipuçlarına) ulaşacaksınız!
Mezhepsiz keferelerin Allâh, İslâm ve Kur’ân DÜŞMANI olduklarına bir müşâhhas delil de, Nisan 1994’de tertib edilen bir sempozyumdur!
Ali Eren Hocaefendinin kaleminden okuyalım:
“Öğrenince dehşete kapıldım…Kur’an’da da hatalar varmış ve bazıları bunu düzeltecekmiş!
Kur’an’a ve onun Allah’ın koruması altında olduğuna inanan bir kimsenin böyle bir şeye kalkışması, bunu söyleyebilmesi, hatta düşünmesi mümkün değil.
Ama maalesef doğru ve şâhitler hayatta.
Nisan 1994…
Bursa-Gönlü Ferah Oteli’nde bir toplantı yapılıyor.
Kur’an Vakfı’nın tertiplediği toplantıda konu şu: Dinde Islâhât Yapılmalı…
Lügatlar, “Islâhât” kelimesi hakkında şunları yazıyor:
ISLÂHÂT: Düzeltme, iyileştirme işleri, reform. Eksik ve kusurlarını giderme, tamamlama. Kötü yönlerini düzelterek mükemmel bir hale getirme.
İlâhiyatçılarımız, İslam ve Kur’an hakkında işte bunu yapmayı düşünüyorlar.
Kur’an’ın ve İslâm’ın eksik ve kusurlarını düzelteceklermiş.
Dikkat!
Yukarıdaki kelimeler içinde “reform” da geçiyor.
Olmasa bile, diğer kelimeler de aynı manayı taşıyor zaten…
Rabbimiz ne buyuruyooor, onlar ne diyor!..
Peygamberimiz’in Veda Haccı’nda, yani hayatının son günlerinde, “Bugün dininizi kemâle erdirdim; size nimetimi tamamladım. Sizin için İslâm’ı din olarak beğenip seçtim” buyuruyor. (Mâide Sûresi, 3)
Bazıları da kalkmış, Allah’ın “tamamladım” buyurduğu dinin, eksiklerini tamamlayacaklarını söylüyorlar.
Kimler?
İlâhiyat profesörleri…
Daha önce de kaç kere demiştik ya… İllallah bu tip ilâhiyatçılardan.
Bu memlekette senelerdir “Dinde reform yapılmalı” teranelerini duyar dururuz.
Ama yapılamaz; yapılmaya kalkışılsa da Müslümanlar hem kabul etmez, hem de itiraz ederler. Yapmak isteyenler bunu çok iyi bilmektedirler.
Bilhassa “dinde reform”a vatandaşlarımızın şiddetli bir allerjisi var.
Onun için bu tipler, “Yeniden Yapılanma” derler, “İslam Gerçeği” derler, “Gerçek İslam” derler de katiyyen “Reform” demezler.
Üstelik, “Hayır! Biz reform yapmak istemiyoruz” derler.
Onlara cevabımız:
İyi de, reform, deforma olan şeyde yapılır. Siz, İslam’ın bozulduğunu, orjinalliğini kaybettiğini ve düzeltmek istediğinizi söylemiyor musunuz?
O halde, yapmak istediğiniz, reform değil de nedir?
Bal gibi, ismi konulmamış bir reform…
Gelelim başta bahsettiğimiz toplantıya…
Gönlü Ferah Oteli’ndeki toplantıyı yöneten, eski Diyanet İşleri Başkanı Süleyman Ateş.
Toplantıda üç mesele ele alınıyor:
1) Kur’an ve Kur’an ilimleri,
2) Sünnet (Hadis) ve ilimleri,
3) Fıkıh ve usul-i fıkıh ilimleri.
Bunlarda ıslâhat yapacaklar. Ama, acaba hangisinden başlasalar.
(Islâhâtın manasını yukarıda verdik; lütfen tekrar hatırlayınız.)
Bir grup, fıkıh ve usûl-i fıkıh ilimlerinde tasfiye ile başlamayı teklif ediyor.
Bir grup, “önce sünneti (hadisleri) halledelim” diyor.
Öyle ya… Hadislerin doğru zannedilenleri bile şüpheli. Akla, maslahata, hatta Kur’an’a uymayanı var. Uyulması gerekenlerle, uyulmayanları da ayırmaları lâzım.
Üçüncü grup ise şöyle diyor:
– İşe Kur’an’dan başlayalım. Çünkü, Kur’an’da hatalar, imlâ bozukluğu var.
(Hani, “Hadislerin Kur’an’a uymayanları bile olduğunu” söylüyordunuz. Hadisler Kur’an’a uysa bile, bu durumda sizin hışmınızdan kurtulamayacak. Çünkü siz Kur’an’ı bile hatasız kabul etmiyorsunuz ki.)
Kur’an’da hatalar ve imlâ bozukluğu var diyen ilâhiyatçı devam ediyor:
– Hatta kısmen tashihe (düzeltmeye) başladım. Çok anlam düzelmeleri oluyor.
Bu kadar ileri gidilince, adaşım olan yazar, bir fırsat “Bul”up, söz “Aç”ıyor. Ve diyor ki:
– Bu kadarına da pes yani. Kur’an, tevâtüren nakledilmiş ilâhî kelamdır. Ondan şüphe kişiyi dinsizliğe götürür.
(Allah bu sözleri onun mizanına koysun)
Süleyman Ateş müdahale ediyor:
– Senin söz hakkın yok. Üstelik ben Kur’an hakkında öyle şeyler biliyorum ki, söylesem yer yerinden oynar.
Keşke konuşsaydı, içindekileri öğrenseydik de tek yer yerinden oynasaydı…
Kur’an’ı düzeltecek olan, Hayri Kırbaşoğlu’ymuş.
Sünneti elemek isteyenler, daha çok Ankara İlâhiyatın öğretim görevlileriymiş.
Ama bu iki konuya sonra el atılacakmış…
Çünkü, toplantıda, “Fıkhı ve fıkıh usulünü ictihatla değiştirmek” fikrinde olanlar çoğunlukta olduğu için önce ona karar verilmiş…
Değerli okuyucular, bu karar uygulanırsa, bütün ibâdetlerin şekilleri değişir.
Geçen sene, Orhan Uğuroğlu’nun “Söz Hakkı” programında konuşan Çorum İlahiyat’ın Dekanı Prof. Hasan Onat, demek ki boşuna konuşmuyormuş.
Hacda, mikat mahallinin ihramsız geçilmeyeceği hakkında diyordu ki:
– Ben, mîkat mahallini ihramsız geçip, ihrama Cidde’de girdim. Fıkıh kitapları, bu durumda bir kurban kesilmesini yazıyor ama ben kesmeyeceğim. Çünkü göreceksiniz, birkaç sene sonra benim söylediğim kabul edilecek. Zaten Hac yeniden dizayn edilmeli…
(Sayın okuyucular, bunların hiçbiri dinde reform falan olmuyor değil mi…)
Toplantıda kimler varmış? Meselâ Hayrettin Karaman orada mıymış?
Evet, oradaymış. Ama bu konuşmalar karşısında hiç sesini çıkarmamış…
Bekir Topaloğlu ise bir laz fıkrası anlatıp geçmiş. (Eli işte dili oynaşta derler ya.)
Eveeet! Durum vaziyeti bu sevgili okuyucular…
Anlaşılıyor ki, icmâ-ı ümmet silinmiş; sünnet/hadisler hakkında şüphe var; Kur’an’sa, hataları(!) düzeltildikten sonra, müracaat edilebilir hale gelecek.
Görüyorsunuz ki, eveleyip gevelemeden, isim vererek açık açık yazdım.
Ben o toplantıda yoktum. Kaynağım, şahitlerin konuşup ve yazdıklarıdır.
Buna rağmen, yazımda isimleri geçen zatların, haklarında yazılanlara itirazları varsa, gönderecekleri açıklamaları samimiyetle bekliyorum.
İsterlerse, “Sükut ikrardan gelir” kâidesine göre, susmak da haklarıdır…
Esselâmü alâ meni’t-tebeal Hüdâ…”
Ali EREN
(3 Aralık 2001 Pt)
Kaynak: http://www.reddiyeler.com/detay.asp?haberID=296
Bizden (nâmütenâhi HÂŞÂ) “Kur’ân’da hatâlar ve imlâ bozukluğu var”, “fıkıh ve usûl-i fıkıh ilimlerinin tasfiye edilmesi”, “önce sünneti (hadisleri) halledelim”, “Üstelik ben Kur’an hakkında öyle şeyler biliyorum ki, söylesem yer yerinden oynar.”, vs. vs. daha birçok aleni Allâh’sızlığın ve bâriz ve hiçbir te’vile imkân vermeyici Kur’ân düşmanlığının irtikâp edildiği konuşmalara bakacak olursanız, Mezhepsiz keferelerin su katılmadık Allah’sız olduğunu ve bâlâda evsaflarını saydığımız, mezhepsizliğe “doğru-hak yol, İslâm’a hizmet” içün sarılmadıklarını, mücerred İslâmiyet’i yıkmak, tahrif ve tahrip etmek içün sarıldıklarını görecek ve bunların İslâmiyet’i bozmak veyâ Hristiyanlık’dan bile daha itibarsız bir dîn derekesine indirmek istediklerini, siz de müşahede edeceksiniz!
Mezhepsiz zındıkların Allâh’sız ve mezhepsizliğe mücerred İslâmiyet’i yıkmak içün cemiyet içine salınmış birer vazifeli casus olduklarına bir delil de, devamlı “i’tikâd değiştirdikleri” ve hemen hepsinin (bir yerlerden ta’limat aldıklarını belli edici) “ortak ağız” kullanmalarıdır! Hatırlayın, bunlar evvelâ “içtihâd kapısı açılsın, eski zaman içtihâdları modern dünyâ Müslümanlarının ihtiyaçlarını karşılamıyor, eski zaman içtihâdlarıyle amel etmek, deve kuşu gibi başını kuma gömmektir” vb. gibi ağız kullanırlardı! Zamanla bu ağzı terketdiler ve “sâdece Kur’an ve Sünnet” diyerek; 4 Hakk Mezheple beraber, Merhûm Büyük Şeyhülislâm Mustafa Sabri Efendi’nin ta’biriyle: “Edille-i Şer’iyye’nin en kuvvetli delili İcmâ-ı Ümmet delilini de” inkârla yok saydılar! Ve “Kur’ân Sünnet” tekerlemesini, “Edille-i Erbaâ Dört’dür ve Kitab, Sünnet, İcmâ-ı Ümmet ve Kıyâs-ı Fukâhâ’dan ibaretdir” demeyi, sanki ayıpmış gibi birçok SÜNNÎ GEÇİNEN gerzek ve ucûbelerin ağızlarına bile pelesenk etme hin oğlu hinliğinde de muvaffakıyetle, epeyce mesafe katetdiler! İcmâ ve Kıyâs’ı inkâr ederek bayağı taraftar toplayan Mezhepsizler, bilhassa son beş-on senedir, Hadis-i Şerifleri de (Kütüb-i Sitte dahil) kâh “kadın haklarına uymuyor”, kâh “Kur’ân’la çelişiyor” vs. vs. İblisin bile aklına gelmeyecek fırıldaklar çevirerek, AB müktesebatı hesabına, Feliks Koerner gibi Cizvit Papazların önderliğinde AYIKLAMA cihetine, hıyânet ve cinâyetine bile gittiler! Dikkat edin Mezhepsiz keferelerin şuan en çok taarruz ettiklerinin başında, yukarıda temas ettiğim gibi “bir yerlerden talimat aldıklarını belli edercesine ortak ağızla” Hadis-i Şerif’ler gelmektedir! Mezhepsizlerin Allahsız ve yamuk yumuk da olsa Kur’ân’a bile îmân etmeyen birer sahtekâr olduklarına dâir bir delilde şudur:
Koyu bir Kamalist, azılı bir tesettür düşmanı, “namaz bu ümmetin başına belâ edilmiştir” diyebilen, bilhassa 28 Şubat Allah’sızlığına ve Allâh’sızlarına verdiği destekle maruf ve en nihayetinde Kur’an’ı da kökten inkâr ederek DEİST (VAHYİ VE DİNLERİ TANIMAYAN) olduğunu ilân eden geberik Kaşar Nâri’nin arkasından (methedici, rahmetle yâdedici) yazdıkları ve konuştukları ve yukarıda naklettiğimiz sempozyumda geçen aleni Kur’an düşmanlarına aksül-amel olarak menfî mânâda tek kelâm etmeyişleridir!
Topyekün Ehl-i Sünneti, “uydurulan din” müntesibi olarak göstererek tekfir edenler, Allâh’sız (Deist) olduğu kendi ağzından tüm cihâna nümâyan ve Kur’an-ı Kerim’e bu kadar hakâret edenleri Müslüman göstermek, ALLÂH’SIZLIK VE İSLÂM DÜŞMANLIĞI değil midir?!
MÜSTEBİDD SÜNNÎ
İntişârı: 11.09.2017 / 12:54