STV’de şimdi de Azrâil skandalı!
“Şefkat Tepe” dizisinde Hazret-i Peygamberimiz Aleyhisselâm’ı “ışık huzmesi” içerisinde gökten indirip bir kamyonete bindiren Samanyolu TV, bir başka skandala daha imzâ attı. Kanal, bu sefer de “Küçük Kıyâmet” dizisinde Azrâil Aleyhisselâm’ı erkek bir insan gibi tasvir etti!. 17 Aralık “operasyonuna” yapılan komik göndermeler de gözden kaçmadı.”
http://www.sabah.com.tr/webtv/turkiye/stvde-si775mdi775-de-azrai775l-skandali
Bu haberi (sabah.com.tr), bu şekilde görmüş, biz de haberde bahsi geçen videoyu izlemişdik. İlk izlemede dikkatimizi çeken fakat bir ma’nâ veremediğimiz bir “ayrıntı=tafsîlât” ikinci izlemeyle netleşdi.
Meleklerde erkeklik ve dişilik olmadığını müslüman çocukları bile bilirken… Onlara cinsiyet izâfe etmenin, meleklere îmân etmemek ile aynı ma’nâya geldiği; ve bunun da, İslâmiyyet’den tard yemeye sebeb teşkîl etdiği ma’lûm. Ehl-i salîb (hıristiyan) teolojisinde meleklerin erkek mi dişi mi olduğu hâlâ münâkaşa mevzuudur. Cennetmekân Sultân Fâtih Hazretleri İstanbul’u muhâsara etdiği zaman, papazlar, içeride “erkek mi dişi mi” münâkaşası ile religion ve memleketlerine hizmet ediyorlardı!. Bir kısmı, “melekler tanrının kızlarıdır!” diye bastırırken… Şimdiki “hizmet hareketi” de onların izinde bir “hizmet” anlayışına sâhib görünüyor!
Ma’lûm zümreye âid kanalın, zebânî olarak cehennemde vazîfeli melekleri de oldukça garip bir şekilde karikatürize eden dizisinde, “17 Aralık “operasyonuna” yapılan komik göndermeler de gözden kaçmadı.” Melekleri -ki zebânîler de melekdir- en küçük küçümseme ve tahkir de, İslâm dîninin dışına fırlatılmıya sebebdir.
“Küçük Kıyamet” dizisinde neşredilen bu sahnelerde; rüşvet alan bir şahsın, öldükden sonra cehenneme atılıb “cezâsını çekdiği” gösteriliyor!
Her hâliyle İslâm’a saldırılan bu sahnelerde, rüşvet alan bu şahsın evvela ölüm ânı, can çekişmesi, rûhunun çıkması, oğlu, damadı ve kendisinin hesablaşması, “Allâh Yâ Cebbâr Yâ Allâh Yâ Kahhâr” esmâsının zikri refâkatinde hemen cehennem çukuruna atıldığı, orada zebânîler tarafından azâb gördüğü ve nihâyetinde pişmanlık duyduğu gösteriliyor!
“Azrâil aleyhisselamın”, “rûh çıkmasının”, “Zebânî meleğinin”, “cehennemin” bu şekilde tasvîr edilmesinin nasârâ=haçlı âdeti olduğu artık hepimizin ma’lûmu. Buradaki tasvîrler her cihetden eğri ve uydurma olduğundan, neresinden tutsak elimizde kalacağına inanıyoruz!. İnternete düşen ses kayıtlarından, bu sapık sahnelere âid senaryoların, Pensilvanya ana merkezine okunub oradan misyon tasdîki alındıkdan sonra filimleştirildiğini de anlamış bulunuyoruz!
Fakat biz, bir başka noktaya daha dikkat çekmek istiyoruz:
Televizyon ekranında resim, dizi, film, reklâm ve bunun gibi vâsıtalarla seyirciye farketdirmeden gösterilen anlık (çoğunlukla sâniyelik) sahnelerle, zihin ve şuur altına zerkedilen mesajlar var!. İnsan beyni gördüğünü kaydediyor ve şuur altına yerleşdiriyor. O mesaj, kendisi dahî farketmeden onda bir idrâk meydâna getiriyor. Artık gördüğü o sahnede verilen mesaj gibi düşünmeye başlıyor, fakat bunu, kendi fikri zannediyor! Halbuki o fikir kendisinin değil, sinsice, ikinci şahıs veya şahıslar tarafından şuur altına ve zihnine sokulmuşdur… Bu şekilde, seyirciyi veya izleyiciyi, ürkütmeden yönetmek isteyenler, istedikleri çarpık i’tikâdı, düşünceyi ve hayât tarzını kendisine zerkediyorlar… Bu şuûraltı ve zihin saldırısına, “subliminal mesaj” veya “25. Ekran” da deniyor…
Yukarıda bahsetdiğim ayrıntı, işte bu subliminal mesaj idi. Normalde bunu daha kısa ve farkatdirmeden yapmaları gerekirken, sâniyesini biraz uzatmalarından mıdır bilinmez, adamın ölmeden evvelki sahnelerinin çekildiği odanın duvarlarındaki OSMANLI ARMASI tablosu dikkat çekiyor!.. Orada, bu tablodan başka hiçbir tablo yokdur!. Sahne, tam 10 saniye sürüyor. Adam bu arada can çekişiyor!. Adam can çekişiyor ve bu arada OSMANLI ARMASI sahne içindedir…
Daha sonra acâib bir tasvîr ile, hâşâ “Âzrâil Aleyhisselâm Hazretleri” gelir. Ölüm ânında, O Melek Peygamberi, İslâm’ın getirdiği i’tikâdı iptâl edib müşahhaslaştırarak, aynı hıristiyan inançları istikâmetinde “Adamın ayağına dokunur ve rûhunu çeker alır” olarak ekranda temsîl ediyorlar!. Ne kadar çirkin bir tahrif. Rûh yükselirken, adı geçen tablo bir kere daha ekrana gelir!.. Bu sefer 4 dakika kadar ekranda net bir şekilde gösterilir… Daha sonraki sahneler, yukarıda yazdığım gibi gelişir…
Burada bir de hesablaşma sahnesi vardır ki, şahsın damadı ve oğlu ile yapdığı rüşvet diyalogları mevzû edilmişdir. Bu sahneler de elbetdeki subliminal mesaj ile doludur. Apaçık bir şekilde, gerçek hayatdaki muârızlarını hedef almışlar… Hükûmetin yolsuzluklarını o adamın şahsında gösteriyor; ve onu, neticede hemen çok aceleleri varmış gibi paldır küldür cehenneme atıyorlar!.
Halbuki cehennem kademesine gelinceye kadarki safhaları zihinlerden kazımak için nice tahrîfât yapıldığını görüyoruz:
1) İslâmiyyet’de, ölen kim olursa olsun hemen cennet ve cehenneme gitmez; “berzâh âlemine” gider.
2) Sonra İsrâfil Aleyhisselâm’ın nefha-yı evvel ile Kıyâmet’i koparması; ve nefha-yı sânî ile de, ins ü cin ve zîrûhun yeniden diriltilişi gelecekdir.
3) Ardından Mahşer yerine sevk…
4) Herkesin mükellef olduğu dakikadan son nefesine kadar, “ikra’ kitâbek” emr-i ilâhîsi üzerine, her sâniye hayâtı içinde gösteren “amel defterlerinin” okunuşu…
5) Pensilvanya öyle bir “yargısız infâz” peşine düşmüşdür ki, hiç muhâkeme falan yapmadan, soyguncuyu karga tulumba cehenneme fırlatmak peşindedir!. Halbuki o herkesin dilindeki “MAHKEME-İ KÜBR”, tam da bu sırada herkesi muhâkeme eder ve hüküm verilir!.
6) Daha cehennemin dumanı bile görülmez ve Hazret-i Allâh’ın irâdesiyle “şefaat-ı uzmâ” (makâm-ı Mahmûd) devreye girer.
7) Sonra, sâir peygamberân-ı ızâm Hazerâtının, sıddîklerin, şühedânın, velîlerin, şefaat etme hakkı verilenlerin şefaatları ile de, ancak günâhkâr müslümanların ne kadarsa o kadar günahları silinir ve onlar afva mazhâr olurlar… Bu şefaatdan ehl-i kitab denilen yehûd ve nasâra, sâbiîler ve şamanist, brahmanist budist, dembokrat, ateist, faşist, kapitalist, militarist, reformist, modernist, revizyonist, diyalog ve hoşgörü diyerek İslâm dışına çıkan bilumum küffâr aslâ istifâde edemezler.
8) Ecevit’e “şefaat” hayalleri peşindeki Pensilvanya müdüriyeti değil başkasını, bunca çarpık inançlarıyla orada kendisini bile kurtaramıyacakdır.
9) Cehenneme gidiş yolunu bin kilometreden 3 metreye indiren senarist ve hık deyicileri, o kadar “çarçabuk yargısız infaz” peşine düşmüşlerdir ki, hıristiyan teolojisindeki çarpıklık, butlân ve uydurmalar, ancak bu kadar iktibâs ve taklîd edilebilir!
10) Şefaat kademesinden sonra Rahmân ve Rahîm olan Allâh’ın programda “Sırat’dan geçiş” vardır. Oradan da herkesin geçiş, sürünüş veya geçemeyiş ve cehenneme kok kömürü, odun, kütük, çıra olarak veya oranın ateşini nasıl tavlamak vazifesi varsa, o da o şekilde mahrûkat olarak, kıldan ince kılıçdan keskin bu “Sırat” köprüsünden aşağı, balıklama veya İnönü’nün çivilemesi gibi, artık nasıl münâsibse öyle, irâde-i sübhâniyye mu’cebince yüksek fırının içine atılır gibi atılacakdır.
“Paralel religioncular” bunları hiç hesâba katmadan, bu gibi Âhıret hâlleri hiç olmıyacakmış imajı da vererek, soyguncu muârızlarını yangından mal kaçırır gibi değil de, bir an evvel yangına adam atarcasına haçlı teolojisiyle hareket etmişlerdir.
Senaryo icâbı tanrı, Hıristiyan mitolojisinde olduğu gibi, mücerred “intikâm” peşinde ve çok da acelesi varmış gibi belirmektedir. Ve o tanrı, suçlu kulunu, mü’min-i fâsık veya kitâbî kâfir olduğuna bakmadan, kuluna amel defterini (ömür kitabını) okutmadan, muhâkeme etmeden, “yargısız infâz” yaparak, darbeci general ve hocalara özenmişcesine yaka paça hemen cehennem ateşine atıb “ohh” çekerek keyfine bakmaktadır!.
Tarih boyu papaların aforoz etdiği nice suçluları, ehl-i salîb denilen hıristiyanlar böyle bir ateş ve cehennem tanrısına inanarak pek çok canlara kıydılar. Hatta onları diri diri yakdılar. Endülüsde canlı canlı yakılan müslümanların adedi yüzbinleri bulur.
Keyfiyeti aslâ dünyâda bilinemiyen cehennemi de, müşahhaslaştırarak tasvîr etmek, bu da apayrı bir hezeyân… O tanrı olarak zihinlere çakmak istedikeri varlık da, işte böylece, belli bir dünyâ çetesinin tarafını tutan, adâletsiz, zâlim bir tanrıdan ibâret!. İnsanın tâbi’ olacağı değil, insana tâbi’ ve sanki kuluna itaat eden; ve o ne derse onu yapan, son derece acele ateşe atma meraklısı bir ilâh…
Halbuki Allâh, bütün peygamberleri ile, haçlı teolojilerinde yer alan böyle insan icâdı tanrı tasavvurlarının kökünü kurutmak istiyen bir Rabbülâlemîn’dir. Ve bunu, insanlara ilk ve baş emir olarak buyuran Rahmân ve Rahîm olandır.
Dînimizin “cisimlendirmediği” ve mu’teber kaynaklarda nasıl oldukları sa’dece ve mücerred ta’rîf edilen böyle nice islâmî mefhûmların, bu şekilde basite ve haçlı teolojisine ircâ’ edilmesi, müslümanlara ve İslâmiyyet’e pek büyük bir saldırıdır. İslâm’ı yozlaşdırıp (tahrîf ederek), nasârâya (haçlılara=ehl-i salîbe) benzetme çalışmalarıdır.
Bunu zaten çeşitli yollarla yıllardır yapıyorlar. Bunların bilhassa dizilerini izleyenlerin gözünden kaçmayan, daha birçok sinsi mesajları olduğuna da inanıyoruz. Yahudi ve Nasârâya karşı hoşgörülü olunmasını, onlarla diyalog yapılmasını, onların da religionlarının hakk olduğunu, onların ölenlerinin de şu anda cennetden dünyadakileri görebildikleri, hırıstiyanlarla evlenilmesi v.s. gibi idlâl edici fâsid ve bâtıl yüzlerce sapık i’tikâd zerkediliyor.
Bu sahnelerde dikkatimizi çeken bir diğer husus ise, bu saldırılarına OSMANLIYI da dâhil etmeleri!
Sahnelerin çekildiği odayı biraz inceleyelim:
Odanın duvarlarında başka tablo yok, seyircinin bütün dikkati, sahnenin tam ortasına isâbet eden tabloda toplanıyor. Tabloda OSMANLI ARMASI var…
Buradan anlıyoruz ki:
Odada can çekişen şahıs Osmanlı hayrânıdır… Osmanlı’ya muhabbeti olmayan, odasına onun armasını asar mı?
Şahsın karakteri ise şöyle analiz edilebilir:
Makâm ve koltuk sâhibi oldukdan sonra şahsiyeti değişmiş, başka birisi, haramzâde olmuş, rüşvet alıyor, haraç topluyor, ortaklarına torpil yapıyor, vicdansız… Uyarılmış ama, uyaranlara kulak vermemiş, bunun için “cehennemi görünce” çok pişmân: “Pişmânım, çok pişmânım. Keşke size kulak verseydim!” diyor! Ayrıca, unutmayalım, Osmanlı’yı seviyor ve “dindâr” bir adam!!!
Peki buradan ne anlamalıyız?
Osmanlı muhibbânı olan torpil yapar, rüşvet alır ve haraç toplar mı deniyor?
Yoksa, Osmanlıyı sevenler vicdansız ve haramzâdedir mesajı mı veriliyor?
Veya, Osmanlıya hayrân olanların sonu pişmanlıkdır mı deniyor?
Yâhud Osmanlıya muhabbet edenlerin sonu cehennemlik olmakdır mesajı mı veriliyor?
Buna lütfen sizler karar verin…
“Bunların hiçbirisi değildir, fesadlık yapma, kalbin ne kadar da kirlenmiş senin!” diyenler varsa, onlara şöyle sorarız:
Madem bunun arkasında “Osmanlı düşmanlığı” olduğuna inanmıyorsunuz, o halde ma’lûm medya dizilerinde; entrikalı, karışık, huzursuz, fitne ve fesadlı sahnelerde neden mütemâdiyen duvarlarda OSMANLI ARMASI kullanılıyor?
Farketmediniz mi???
Bundan sonra daha dikkatli izleyin, mutlaka göreceksiniz!
Veya en iyisi hiç izlemeyin. Bir ipucu daha vereyim:
Bir zenginin konağında, ortalıkda çocuk kılığında dolanan şeytan, türlü entrikalarla aile ferdlerinin arasını açarken, duvarda hangi tablo asılıdır???
Evet, yine son derece dikkat çekici bir şekilde “OSMANLI ARMASI” kullanılmışdır…
“Muhteşem Yüzyıl” rezâletinin açıkdan açığa yapdığını, bunlar sinsice ve gizlice yapmış olmuyorlar mı? Böylece, tertemiz dimağlara, çirkin karakterli şahsiyetlerin, hep “Osmanlı” hayrânlarından çıkacağı mesajı verilmiş olmuyor mu?
Sorarım sizlere, hangisi daha tehlikelidir?!
Osmanlı, aslımızdır, O’nu Allâh ve Rasûlü sevgisinden, onların yolunda 6 asır can verib kan dökdüklerinden dolayı sevdik ve seveceğiz, onu rahmetle yâdedib duâ edeceğiz…
Haçlılar hesâbına, yıllardır Allâh Rasûlüne azılı düşmanlık peşinde olan; ve “Aslını inkâr edenlere!” ne denir, artık dünyâda, onu da bilmiyen yokdur!.
(İlk intişârı: 21.02.2014)