O, o kadar büyük, biz, o kadar küçüğüz; münkiri o kadar kâfir, muhakkiri o kadar mel’ûn, aşşağılık ve muhalled f’i’n-nâr!
Müslümanları “Mezheb taassubu ve kör taklid” ile karalamak da neyin nesidir? İngiliz, mezhebsiz ve kamalist diliyle konuşmak ve bu dehşetengiz bühtan da yeni çıkdı!
İnanmadıkları halde “Sevgili Peygamberimiz” diyecek ve her mübârek gecede olduğu gibi bu “Velâdet Gecesinde” de câmi kalabalığı milyonları narkozlıyacaklar!
“İnandım” diyen isbâtını ortaya koyar ve ancak şunu der:
“Alâ re’s-i vel-ayn Ey Allâh’ın Sevgilisi! Sen ne demişşen ona (gâibe) îmân etdim! Dünyâya hangi kânûn ve sistemi ve HÜKMÜ getirmişsen, ondan başkasına îmân, itaat ve ittiba’ edemem. Amel ve tatbik edeceğim de mücerred bunlardır; ve işte “Lâ ilâhe” diyerek senin getirdiğin dışındakileri Kıyâmet’e kadar son zerresine kadar reddediyorum! Müfessir Merhûm Muhammed Hamdi Efendi Hazretlerinin tedrîs buyurduğu gibi “Allâh’a îmândan evvel küfre tevbe şartdır, bu tevbenin de şartı, TÂĞÛTLARI aslâ tanımamaya AZMEYLEMEKDİR” diyor ve buna BİLÂ KAYD Ü ŞART ÎMÂN EDİYORUM. Hulâsaten, îmân, fiil-amel ve ahlâk (tasavvuf) istikâmetim de, bütün kusurlarım ve eksikliklerime rağmen, ancak senin işâret buyurduğun edille-i erbaadan ibâret olacakdır!”
Müslüman içün gâvurluğu tepmenin ve ondan sıyrılmanın en asgârî i’tirâfı budur…
Son senelerde din istismârı tavan yapdı; ve “ümmet” kelimesi, haçlıdan idhâl politikanın politikacı esnafı tarafından tepe tepe kullanılır oldu! Politikacılar, dînî ilimler ve i’tikâd hususlarında son derece câhil ve haddini bilmez kalabalıklardır. Zîrâ bunların 24 saatlerinin %70’i iç politikanın son derece hırslı (yalan-dolan ve şeytanlıkları) ile ve dış politikanın da yaranmaları ve düşmanlarına sırıtarak “eşbaşkanlık ve müttefiklik” kataküllileri çekmekle geçer! Ecdâdımızın “idâre-i avam” dediği Haçlıdan idhâl mülevves politikanın mültebis amelelerinin, dînî mevzuları derinliğine ve hele sıhhat şartlarına göre ta’lîm ve taallüme zaman ve imkânları yokdur, olamaz!. Onlar (Bel’amlarının) ne dediğine bakar ve dolayısıyla onların elinde oyuncak olmuşlardır… Buna politik pervasızlık, şirretlik, müctehidlik, allâmelik, ukalâlık ve umursamazlık da eklenince, bu adam ve madamların dilinden dökülmiyen cehâlet ve şirk kalmıyacakdır!
Kamalistliği uydurub, “ümmet” mefhûmunu 96 yıldır düşman i’lân etdiler; “Türkün Yeni Âmentüsü” adıyla kitablar yazacak kadar “ümmete” ve İslâmiyyet’e Allâhsızlık gaseyân edib 500.000 müslümanı katletdiler. Şimdi ise, politika dili taşıyanlar, kayatuzu yalayan keçiler gibi “ümmet” mefhûmunu yalamaya ve âlet olarak da kullanmıya başladılar!
Hılâfet gidince, zaten “ümmet” diye bir varlık da ortada kalmıyacakdır!
“Echel-i cühelâ fışkıracak, toprağı sıksan echel-i cühelâ!”
“Ekfer-i küferâ kaynıyacak, dünyâyı saysan ekfer-i küferâ!” demeden edilemez…
İşte böylesine tepeden tırnağa vıcık vıcık çamur deryâsı bir vasatdayız!
İslâmiyyet’in “Devlet ve hükûmet şekli olan HILÂFET varsa, buna bağlı olarak ÜMMET de vardır”; yoksa, o da yokdur!
*
Bu Velâdet-i Şerîf gecesinde, maaşlı ve sarık-cübbeli me’mûrîn, olmıyan “Ümmete duâ ederek” gözboyayacak, halkı “Allâh’la, hatta tâğûtlar, heykeller, putlarla” aldatacaklardır! “Hılâfetsiz de İslâm ve Ümmet oluyormuş” dedirtmek; ve havanda su dövdürtmek, aldatmak, şaşırtmak, hedef saptırmak, iblis sistemlerinin önünü açmak ve bütün bunlar içün narkozlamak, ancak böyle olur!
Kulakdan duyma “ümmet” mefhûmu, muhtevâsını kaybetmiş olarak dudaklardan bir “hethöt” der gibi çıkacak; kalb ve beyinlere yolu düşmeden lâfızdan ibâret ve beş para etmez hâle inkılab etdirilecekdir! Böylece, zavallı kalabalıklar kendilerini “ümmet” zannedecek; ve “2 milyarız” mavalları ve masalları ile “Velâdet Kandili kutlanmış, mutlanmış, pullanmış, daha doğrusu kendileri de putlanmış ve bozkurtlanmış” olacaklardır!
“Kutsal mekânlar” turistik hücumlara uğrayarak, iğne atsan yere düşmeyecek! Böylece, “Dindar GENÇLİK, DİNÇLİK, belki de HİÇLİK”, tam da zımba gibi ve “Efgânî-Abdûh-Reşid Rızâ-Mûsâ BİGİYEF-Kamâliyye-Fettôşiyye-Diyalogşiniyye ve Haltettiniyye” dîn-i telfîkiyyesi, cinsiyye, cibilliyye ve teslîsiyyesi istikâmetinde matlûba muvâfık olarak yeşertilmiş, yeşillendirilmiş ve filizleri odunlaştırılmış olacakdır!
Belli olmaz, belki de ins ü cin, bugün bazı pilot câmi seçilen yerlerde olduğu gibi o ma’bed-i cümhûriyye ve ılmâniyyelerde top oynıyacak, “spor tesisleri bilmem kaç misline çıkdı” diye politikacılar “lüksün, fuzûliyât veya isrâfın” adını “spor” veya bilmem ne koyarak şakşak toplıyacak; aç ve fakir, hasta ve nâçâr, işsiz, borçlu ve intihârın kapısındaki milyonlara, siyanürizme kaymış vatanî ve yatanî ölmüşdaşlara da:
“Ekmek bulamazsanız pasta yiyin; su bulamazsanız 2’den 18’e çıkan fabrikaların rakısını yudumlayın! İzmir kordon boyunu rahat rakı içmeniz ve zil-zurna “atasal ve yatasal” olmanız içün boşuna mı pırıl pırıl temizleyib hazırladık!”
Denilecekdir!
Artık herşey zıvanasından çıkdı!
Sarıklı-cübbeli, ülülemirli, raisine taparlı, muskalı, yanmaz kefenli, gâibden haberli, KADEH’li ve cinsiyeti belli, yarık sandıklı şu lâyık cumbokrasi SEKTÖRÜ, daha da uçarak, uçurularak, hatta kanatlandırılarak, para, menfaat ve istismâr FAKTÖRÜ hâline döndürüldü! Kurt izi koyun izine, at izi it izine, baş örtüsü ve bezi, şey bezine karışdı vesselâm…
*
Nice resmî ve husûsî ellerle, 776 bin km murabba’ üzerinde kandiller, mübârek gün ve geceler ve ezanlar, 10 kasım siren sesleri ile karıştırılıb (halt edilerek) ses kasırgaları, söz palavraları, öz kadavraları ile ortalığı inim inim inletecek; ve bundan, akdan karaya inkılap etmiş parti-pırtı sektörleri fevkal’âde memnûn, mesrûr ve pürnûr olacak; hatta “Özgüven” içinde bir dünyâ devleti olmakdan şübhemiz de bulunmıyacakdır!
Şahsiyet krizi tavan yapdığı hâlde bunu gören kalmazsa, artık sık sıkabildiğin kadar! Herkes her şeyi yiyecek, en mühim ve zarûrî hakikatlar karşısında bile, şu “ıspanak” korkusu kadar “Allâh Azze ve Celle’den İTTİK” ne akla, ne dile ve ne de kalbe inecek!
Gâvurdan idhâl “lâyık cumbokratik” sistemin getirdiği nokta işte budur; ve bunu, Haçlı Bâtıl Batı, Anadolumuz’a son derece planlı ve projeli bir nesne olarak da Lozan’dan beri zerketmişdir!.
Bu gece, sözde “ümmet” nâraları atılacak, özde ise uyku terapisi yapılacak, sarıklı-cübbeli dekor dünyâsından bir gün sonra da, sirenler çalınacak, matem moduna dalınacak; “mozolelerde tapınma ve ruh çağırma seans ve ritüelleri” ile tam tersi bir proje, 81 yıldır bütün varlığa meydan okuyarak tatbika konulacakdır!. Atasına benzer “adam ve madam” modeller, tıpkısının aynısı, aynısının aslısı, bir takım (taklid ilâçlar ayarında) taklid “organizmalar” zuhûr edecekdir!. İleriki seneler içün “siyanürlü rahatlama terapileri” bile reçete edilebilecekdir!
Bir taraf “Allâh’a” tapar görünürken, öteki taraf da, İbrahim Aleyhisselam’ın “Bu heykeller nedir?” diye babasına ve kavmine sorduğu suallere bugün cevab veremeyecek; sâdece, “Biz atalarımızı bu tapınmalar üzerinde bulduk ve böyle gördük” diyeceklerdir!
*
“Ümmet?”
Bunun, menfaat hülyâlarıyla halkı 2023’e doğru sürükliyecek ne kadar popolitikacı ve kafa hamûlesi “materyalist k..hânesine” dönmüş kimesne varsa, onlara, hiç duymadıkları ÜMMET ta’rîfini, Büyük Müfessir Merhûm Muhammed Hamdi Efendi Hazretlerine yaptıralım:
“ÜMMET: ÖNE DÜŞEN, FIRÂK-I MUHTELİFEYİ TOPLIYAN, METBÛ’ BİR CEMAAT DEMEKDİR Kİ, HEPSİNİN ÖNÜNDE DE İ M A M BULUNUR. Cemaatle kılınan namazlar, bu muntazam ve hayırhah tertîb-i ictimâînin tecelliyâtını ifâde eden sûret-i mahsûsesidir. Bu sûretle hayra da’vet ve emr-i ma’rûf ve nehy-i ani’l-münker yapacak bir ÜMMET VE İMÂMET TEŞKÎLİ, BA’DEL ÎMÂN MÜSLÜMANLARIN İLK F A R Î Z A-İ D Î N İ Y Y E L E R İ D İ R. Bu farizayı edâ edebilen Müslümanlardır ki “VE ÜLÂİKE HÜMÜ’L-MÜFLİHÛN” hükm-i celîli mu’cebince FELÂH-I KÂMİLE MAZHAR OLURLAR. Aksi halde “VELÂ TEMÛTÜNNE İLLÂ VE ENTÜM MÜSLİMÛN” müeddâsı müşgil ve belki MÜTEAZZÎR olur.” (Elmalılı Tefsîri, tab’-ı evvel, c. 2, s. 1154-55)
55 yıldır yazıyorsak da, birilerine ve irilerine okutamadığımız bu altın satırlardaki mutlak hakîkatları, 5-10 kişi okusa da kalbine indirse ve şunları dese ne büyük kârdır:
“İmâmet-i Kübrâ (Hılâfet) ne imiş de bizim haberimiz yokmuş! Lozan’da “Hılâfeti ver, şunları al ve tepe tepe kullan” pazarlığı, demek ki bu müthiş alış-verişin ta kendisiymiş… Meğer bizim hergün kıldığımız namazlar, TA’LÎM meydanında her gün 5 kere ictimâ’ ederek yapdığımız askerî TA’LİMMİŞ! Bunca müslimîn ve gayr-i müslim milel-i sâireyi, Allâh Azze ve Celle’nin İRÂDE VE HÂKİMİYYETİ ALTINDA toplıyan; ve o kendine tâbi’ kılan metbû cemaatin adı “ÜMMETMİŞ!” Başındaki BAŞKANA da “İMÂM-I KEBÎR=HALÎFE” denirmiş!”
Şeyhülislâm Merhûm Mustafa Sabri Efendi Hazretleri de HILÂFETE şu ana vasfı eklemiş; ve zarûrât-ı dîniyyeden olduğunu, yani reddedilerek îmân edilmemesinin, küfre müeddî bir keyfiyet olacağını şöyle kaleme almışdır:
“Hılâfetin lüzûmunda şübhe ve tereddüd gösteren insanların hem akıllı hem de MÜSLÜMAN olmalarına İHTİMÂL VEREMEM.” (Yarın, 8. Receb. 1347—21. K.Evvel. 1928)
Müfessir Merhûm’un satırları isbât ediyor ki:
“Cemaatle kılınan namazlar, bu muntazam ve hayırhah tertîb-i ictimâînin (İmâmet-i Kübrânın=Hılâfetin) tecelliyâtını ifâde eden suret-i mahsûsesidir.”
Demek ki, “Allâh Azze ve Celle’nin irâde ve hâkimiyetine îmân edenlerin”, neyin (tecelliyâtını) ne içün görmek üzere ve hangi kuvvet ve kudret önünde her gün 5 kere TA’LÎM’den geçdikleri, burada apaçık görülmektedir. Artık bugün, kaç kişinin nasıl namaz kıldığı ile, sistemin yatır-kaldır me’murları arkasında kimlerin yat-kalk yapdığı da, son derece sarîh, açık ve vazıh idrâk edilebilmelidir! İstatistiklere göre bir takım namaz kılma yüzdelerinin medya şeytanlarınca yazılır olması da, politika canbazlığı, müşrikliği ve itliği iktizâsıdır!
“Kral çıplak” demeden, dalaksız ve başı kuma sokarak yaşamanın da, ecele çâresi henüz keşfedilemedi!
5 vakit kıldığımız namazlar, o “İMÂMET-i KÜBRÂNIN tecelliyâtını” yüzmilyonda kaç nisbetinde İFÂDE ediyor dersiniz?
O beş vakitde, öyle “muntazam ve hayırhah” bir askerî kıt’a olunacak ki, bu, “İmâmet-i Kübrâ” ordusunun bir timi veya mangası veya takımı veya bölüğü veya taburu veya alayı….. olarak varlık ortaya koyabilsin!
“Cennet vatanımızda Din, vicdân ve fikir-zikir hürriyetinin” milyarda kaçı varmış acebâ şimdi?. “Câmiler ardına kadar açık”, yat-kalk, al sana “Dîn, vicdân, fikir, mekir ve bilmem ne hürriyeti!” Mason Demirel: “236 âyet devlet idâresi ile alâkalı, lâyıklığa ters, bırakın bunları, geride 6400 küsûr âyet va, bunlar neyinize yetmiyo!” demiş; ve “Din hürriyeti” denilenin “Dinsizlik hürriyeti” olduğunu, cihâna pek güzel ünlemişdi!
Politikacı sihirbazlığı!
Lâyık politikacıların, namazı (sudan ucuz) yani “enflasyondan müberrâ” hâle getirmesi, “İLÂHÎ RIZÂ ve CENNETİN” de (ucuzlıyacağı) ma’nâsına gelemez! Politikacı sihirbazlar “Güncelleme ve 14-15 asır evvelki hükümler bugün uygulanamaz” diye ucuzculuğa destanlar da düzseler ve Haltettiniyye dîn-i ılmâniyyesinin dört koldan ne kadar misyonerliğini de yapsalar, Allâh Azze ve Celle’ye karşı bu “ucuzlatma terörü” bir halta yarayamaz, yaramıyacakdır! Çünki Merhûm Muhammed Hamdi Efendi Hazretlerinin buyurduğu gibi “Cihan Devlet ve hükûmetinin müstakillen MÂLİKİ”, Hâlik-ı Külli Şey’ olandır! Hâlık-ı Mutlak.. Hâlık-ı Kahhâr-ı Zü’l-Celâl.. Hâlık-ı Lemyezel..
İşte Cihâna kıyasla bugünün iğne ucu kadarcık dünyâsındaki 200’e yakın düvel-i şeyâtîn, o CİHAN DEVLETİ karşısında (terör) estireceğini zannedib, gerzekçe ve boş yere ıkınıb sıkınıyor ve havanda su dövüyor! “Mutabakât, ittifak, eşbaşkanlık, yarı baştanlık, tam baştaparlık” bilmem ne diye çocukdan bin beter oyun içinde oyunlar oynayıb, durmadan “Dembokrasi” de diyerek kan döküyorlar! Ve “kâtillikleri ile terörleri” de hiç dile getirilmeden, yollarına devam ile işin cılkını çıkarıyor ve yüzlerine gözlerine bulaştırıb gene de Âdemoğlunun tepesinde fink atıyorlar! Narkozlanmış milyarlar da bunların peşinde, bunlara (oy) vererek “Bizim irâde ve hâkimiyyetimiz” nâraları atıyor; ve aldanmalarının, kazıklanmalarının ve (bakar kör oluşlarının) faturasını, it gibi çalışıb didinerek gene onlar uğruna hayatlarını hebâ ederek ödüyorlar! Halbuki Cihan DEVLETİNİN MÂLİKİ:
“BENİM NAMAZIM, HAYATIM VE MEMÂTIM ALLÂH İÇÜNDÜR!”
Demelerini, bütün ins ü cinne emrediyor! Böyle iken, onlar tam tersini söyliyerek, “Terörün Püsküllüsünü” Cihânın YARATICISINA karşı; O, “Mahkeme-i Kübrâsı” olana, cenneti ve cehennemi bulunana karşı nasıl nemrutça sürdürmekteler ki, hayret ve dehşet!
Üstelik, ne kadar acınası veya ne kadar da gülünç!
Birilerinin “ümmet” dediği şey (kuru kalabalık), eğer câmileri aşındırmak yerine, namazı, tefsir sâhibinin beyan etdiği hikmeti içinde namaz gibi kılsaydı, 2 milyarlık dehhâmeleşmiş bir nüfûs, dünyâyı, Mektubçu Sarızevzeğin, Katerina p……ginin, İsrail yahudisinin, İngiliz madamının, Makron mikronunun, bilmem neredeki çin ucûbesinin ve inek sidiği içen kenefâne farelerinin eline ve binbir zulmüne bırakır da, kendisi de sürüm sürüm sürünür müydü?..
“Ben, İslâmiyyet’i, istediğim plastik çocuk oyuncağı gibi her partimin iktidârına göre o partinin felsefesi ve hevesâtına tapar hâle getirir ve istihâle etdiririm; ve beşerî sistemi, onun tepesine, tapacağı TANRI olarak dikerim; ve bir asra yakın “İmâmet-i Kübrâ’ya” söver-sayar ve sövdürür-saydırırım” diyen bir sistemde, “İslâm” denen mutlak hakîkatın yaşadığı veya yaşatılacağı, oranın (Dâr-ı İslâm) olduğu ve orada “İslâm (DÎN) hürriyetinin, vicdan ve fikir ve bilmem neyin bilmem nesinin, zerresinin bile bulunduğu” düşünülebilir mi?
*
Ammâ, Haltettiniyye mezhebinin pîri Karamanlis gibi İslâmiyyet’in altını oyanlara göre İslâmiyyet her yerde yaşanır! Tâğûtlara ta’zîm bile edilebilir, düşük fâiz mubahdır-kredi çekilebilir ve bu parayla ev alınıb içinde zikir-fikir herşey “Kitab-Sünnet” denilerek AKP lâyikliği içinde “İslamcı olarak ve mezheb taassubu ve kör taklide bulaşmadan, Osmanlı torun-torbası olarak son derece huzur içinde” edâ edilebilir! Şarap dışındaki içkiler birazcık içilebilir, kadın eli sıkılabilir, başını örtdün mü diğer taraflar kıvır kıvır olsa da üstünde şeffaf veya bedene sımsıkı sarılmış kılıfı varsa zarar vermez, harem-selâmlık v.s. eskidenmiş; karılar sokaklar ve iş yerleri dolusu patron emrine girib KOCA VELÂYETİNİ hastirlemişse, bu da ekonomik zarûretin netîcesi olarak meşrû’dur! Patronların eli ayağı Allâh korkusundan hiçbir dişi işçinin orasına burasına hiç uzanmaz, şimdi herkesin kalbi temiz ve pirille yıkanıb pırıl pırıl olmuşdur!
Mahrem-nâmahrem görüşmesi, konuşması, samimiyyeti ve beraberliği olmazsa, kadın-kızın “iş gücünü” sıyırmak ve onları kullanıb köleleştirmek mümkin olmaz ve netîceten fâiz ve sömürü sistemi yürütülemez, dolayısıyla kapitalist dünyâ eşkıyâlığının ekonomisi çöker! Anınçün karı-kız eşşek gibi her yerde herkesle çalışmalıdır, kadının birçok mahremiyeti nice iş arkadaşı aygırın da ortak bilineni olmalı ve âile inzıbâtı “anonimleştirilerek” gevşetilmeli ve bunun netîcesinde de (millet) kıvâmı sulandırılarak mukâvemeti giderilmelidir! Böylece Global çeteler, karısının istediği yerde çalışmasına izin vermiyen kocalar, madamlarına “ŞİDDET tatbik etmekden” evlerine bile sokulmamalı, 1-6 ay arası evler babasız bırakılalarak karı-koca biribirine düşman edilmelidir!
İslâmcı sosyete karıları veya madamları, “İstanbul sözleşmesine ve KADEH’çi karılar kosülünün gidişâtına göre Manukyan’ın ke.hânesinde çalışacağım” diye zangır zangır ihtizâza gelib zırlasa, bu bile “Madama şiddet suçudur” ve adamları, evden (1-6 ay) tard çezâsı alabilir!
Hulâsa bunun adı “Lâyık cumbokratik sistemdir”, din-vicdan-fikir-fakir-hakir-münker-münkir ve bilmem ne “hürriyetleri” her yerde gırtlağa kadar bol bulamaç tevzi’ edilmektedir!. Anınçün, “Lâyik cumbokratik sistem veya düzende her müslüman hâline bin şükredib, vahye müstenid “UYGULANAMAZ” hükûmet-i İslâmiyye hayâllerinden kat’iyyen vazgeçmelidir!.” Daha da rahatsız olub vazgeçmiyenler, böyyük müctehid ve şeştepelere ve nice zirvelere kadar akıl hocası ve “dayanışman ve sıvaşman” da olan Haltettin Karemanlis’in “Lâik Düzende DİNİ yaşamak” isimli kitabını günde 5 vakit kıraat eylemelidir! Böylece, i’tikâdiyyâtını da Haltetttiniyye ekolüne veya mezhebine göre tashîh edib, “dembokratik haklarını” her zaman en iyi kullanan ve Haçlı Avrupa ve loca standartlarına göre de son derece mûnis ve uysal koyun olub, mükemmel bir yurtdaş veya vatandaş kimliği çizmiye bakmalıdır! Binâenaleyh me’mûr ise, emekliliğine kadar da, sicili pirille yıkanmış pırıl pırıl bir me’mur olarak, hayatını cumbokrasi, parti, sandık ve oy “râbiası” peşinde ve vatan aşkıyla ve son derece “yerli ve millî bir ma’mûl olarak” ve üstlerinden de bol âferinler alarak huzûr ve sükûn içinde idâme etdirmelidir!
Sonra da ölüsüne, “İSLÂMCI, mezheb taassubu ve kör taklidçilik dışında kalan” Haltettinî DİB’iş ruhban sınıfları, onu, Yıldız Kenter gibi “ölüsünün yakılmasını vasiyet etse bile”, cennetlik tam bir müselman kabûl ederek, “İslâmcı Haltettiniyye Mezheb-i Telfîkiyyesi iktizâsına tevfîken” nasıl olsa çıra gibi yakmıyacaklar; ve musallâ taşına “yatay” olarak bir güzel vaz’edib namazını kılacaklardır! Ve ma’lûm mezheb uluları ile icâzetli politika başları ve ekâbiri de, ta’ziyeler ve “Allâh’dan RAHMET dilemeler” eşliğinde, mevtânın “sırma saçları ve badem gözlerini” en içden duygularla yâdedeceklerdir! Sırma saçlar ve badem gözler hayalhânelerden bir an bile düşmeden, meselâ “Âşiyân’daki” ateist Fikret’e komşu edilmek üzere, “Berzah’daki mekânına”, o upuzun yolculuğa yolcu edivereceklerdir!
Eğer mevtâ, denk gelir veya cumhuriyet müctehidlerinin tombala torbasından piyangoyu kazanırsa, kitâbına uydurulub “ŞEHİD” olarak bile dar-ı bekâya rıhlet etdirilir; ve tâbûtu da, en yükseklerdeki ülülemirlerin omuzlarında seyyahata bile çıkarılıverirmiş! Dünyâda böyle böyyük mazhariyyetlere nâil olundu mu, adı geçen mezheb-i haltettiniyyeye göre “Böylelerine cehennemin dibindeki zebânî denen melekrû melekler” çok böyyük karşılama merâsimleri yaparak, onları erbakanvârî “Hörmetle ve mahabbetle bağırlarına basar” ve ebediyyen değil de, birazcık kalacakları mekânlarına pek nezâket ve nezâhetle sevkediverirlermiş!
Mezheb-i Haltettiniyye’nin “Laik Düzende Dîni Yaşamak” isimli kitabından ilhamlar böyle gelse de, Vahye dayalı edille-i erbaaya göre lâyık “DÜZENDE ve DÜZLEMDE” nasıl kolay yaşanır, bu hiç mümkin midir? O “düzen ve düzlemin” sarıklı-cübbeli-maaşlı-emir kullarının elinde, nasıl zevkli ve keyifli yaşanacağı, Haltettiniyye mezhebine göre çok kolay ve zevkli ve şevkli ve şevketli bir “YAŞAM” olsa da, bu, İslâmiyyet’e göre gayr-i mümkin midir, YOKSA MUHAL MİDİR!?! Bunu nasîbi olanlar çok iyi bileceklerdir…
Sonra da gelsin “Fethün min Allâhi ve fethün QARÎB!” narkozlama seansları!
Ne yazık ki, şeytan, kasıklarını tuta tuta gülüyor!
*
15 asırdır gelen (USÛL ÇİZGİSİ) yok sayılırsa, bundan İslâm coğrafyası gavurlaşasıya kaybeder ki, bugüne kadar yaşanan rezilliklerin temelinde, bu usûlsüzlük irtidâdı da yatmaktadır… Usûlsüz vusül olamıyacağını akledemiyenler, sonunda “Kâinât İmamı Fettoşun” âkıbetine uğrarlar ki, bu da kaçınılmaz bir sondur!. “Gülen Fıkhı” diye kitablar yazan ve “Mezhebler Dîn değildir” diyerek müctehid imamlarımızı sıfırlamıya kalkan ve ekranlarda horozlanmakdan başı dönen Haltettiniyye familyasından F. Beşer-Şaşarlar; ve Abant sofralarının başköşe hocası Karemanlisler, v.s.’ler, “15 Temmuz 2016 Haçlı Seferi”nden sonra, tepelerdeki birileri ve irilerinin şefaatıyla çadırları yırtarak 4 ayakları üzerine düşmeyi becerseler de, bir hesab günü vardır ki, orada hiç kimse kıvırtamıyacakdır…
Oraya inanmıyanların küfrü de, bu mutlak hakîkatı yok edemez!..
Efgânî-Abduh-R.Rıza masonları gibi Baîdullah ve Bigiyef’lere kadar nice İslâm muârızı müsteşrikleri DELİRMİŞÇESİNE ve TAASSUBLA TAKLÎD ETDİKLERİ hâlde, bunlar, onların ağzı ve zehirli dilleri ile Ehl-i Sünnet Ve’l-Cemaat müslümanlarına zerre kadar utanmadan “Mezhebçilik, mezheb taassubu ve kör taklid, v.s. gibi” iftirâlar atarak (bölücülük ve aşşağılayıcılık) çukurlarına düşebilmektedirler! İlk 3 asırda (ilm-i vehbî, meleke-i fekâhet ve akl-ı selim) gibi hakîkî müctehidler içün şart bulunan mevhîbe-i ilâhiyyeye nâil olmuş fukahâyı beğenmemek ve küçümsemek, eslâf-ı kirâm Hazerâtına en sunturlu ve ahlâksız bir ihânetdir; ve Peygamberân-ı Izâm Aleyhimüsselâm Hazerâtının yolunda ve onların silsile-i merâtibi üzerinde olmakla da kat’iyyen kâbil-i te’lîf edilemez… Müslüman devlet adamlarına bile kendilerini tırnak ucu kadar kullandırmakdan ve onların davulunu çalmakdan, hele hele masonik kafalılara dönüb bakmakdan bile MÜNEZZEH bulunan selefimizin yolunda olmıya ihtiyâc, her asırdan daha çok günümüzde en mühim bir zarûretdir…
Şimdikilerin, ele geçirmek içün can atdıkları, hatta binbir katakülli çevirdikleri makamları, o “veresetü’l-enbiyâ” olan müctehid imamlarımız, emir kulu derekesine düşmemek içün reddetmiş, zorla kabûl etdirmek istiyenlere karşı da, kabûl etmemekde akıl almaz salâbet ve kahramanlıklarla direnmişlerdir. Bu uğurda zındanlarda kırbaçlanmalara, işkencelere, zehirlenmelere ve ŞEHÂDET şerbetini içmelere kadar bedel ödemiş ve insanlığın yüz akları olmuşlardır! Onları küçümseyen sonraki asırların ve günümüzün tufeylîleri (çanak yalayıcıları), bu eşsiz kahramanlarla mukâyese bile edilemiyecek kadar beş para etmez zehirli mahlûkâtdır o kadar!
Kıyâmet’e kadar yaşatılacak ve izleri, irşadları, eserleri ve “vaz’-ı ilâhî” olan ictihadları aslâ yok edilemiyecek o BÜYÜK MÜCTEHİD İMAMLARIMIZI (Rahmetullâhi Aleyhim Ecmaîn Hazerâtını) müdâfaa eden ehl-i dîni ve Rasûl-i Rusül Aleyhsselâm Efendimiz’e kadar 15 asırdır toprak altındaki milyarlarca Müslümanı (TAASSUB VE KÖR TAKLİDLE KARALAMANIN ve AŞŞAĞILAMANIN) yanlarına kâr kalacağını hedefliyenler, bu İBNİ SELÜLLÜK veya E. Cehillik fotoğraflarıyla da, hâlâ “Müslüman” bilinecek, öyle mi?
Yiyenlere iyi hazımlar!
İslâmiyyet’in temellerine dinamit yerleşdir, sonra da Müslüman geçin! Üstelik müctehid kılığına bürün! Hem de 15 asırlık müslümanların dînini sıfırlamak üzere, 4 amelde ve 2 i’tikadda gerçek müctehide bağlılığı aşağıla ve kendini onların yerine oturtmak içün de binbir dolap ve katakülli çevir!
Bu adam ve madamlar, Şefokrasi devr-i şekâvetinde olduğu gibi bu halkın önüne ne konursa yenileceği zu’mu ile; ve, o şekâvet ve decâcile, cebâbire ve zaleme devrinin kendi uhdelerine geçdiği zannı, azgınlığı ve şımarıklığı ile; ve o zamanlardaki karanlığın devam etmesi lâzım geldiği hülyâlarıyla, Müslüman görünerek İslâm’ın kuyusunu kazmaktadırlar… Ancak, kuru kalabalık ve ekseriyyet echeliyyetde de olsa, efdaliyyet safında olanlar son bulmamış; ve bunların biri, onların yüzbinine bedeldir… Allâh Azze ve Celle, Câhiliyyet-i ûlâ’dakiler gibi bugünün Câhiliyyet-i uhrâ’sındakilerin de, ağızlarıyla nûrunu söndürmek istemelerine rağmen, nûrunu (Dînini) tamamlıyacak; ve onu HER DÎNİN ÜZERİNE çıkaracakdır ki, bunu, kâfirler ve müşrikler hele cühelâya müselman görünen fitneci ve ehl-i nifak ve politika şeytanları istemeseler de…
Ve bu, Kıyâmet’e kadar böyledir!
*
15 asırdır, müslümanların içinde, “Mezhebçiler ve İslâmcılar” gibi bir bölücülük ve fitne uyduranlara, 40-50 yıl içindekiler gibi hiç rastlanmamışdır. Ehl-i Sünnet mezheblerini gözden düşürmek içün onlar arasında târihde harbler yapıldığı yalan ve iftirâsı da bu aşağılık yıkıcıların bir diğer malzemesidir. Koskoca târihde 4 mezheb arasında harbler yapıldığını bu utanmazlar kadar diline dolayan cür’etkâr “oryantalist gâvurlar” bile görülemez! Fırak-ı dâlle (hâricîler, mu’tezile, şîa, vehhâbiyye, lâ mezhebiyye, asriyye, denâetiyye, ilhâdiyye, zındıkiyye, kamaliyye, ılmâniyye, tâğûtiyye, bel’âmiyye, şeytâniyye, nusayriye, gulât v.s. gibi) İslâmiyyet’den çıkmış nice dalâlet fırkalarıyla (EHL-İ SÜNNET) şûbelerinin yapdığı MEŞRÛ’ muhârebeleri, “Mezheb Savaşları” diyerek umûmîleştiren ve bunları Ehl-i Sünnet Ve’l-Cemaat içinde de OLMUŞ GİBİ GÖSTEREN ve hakîkatları tersyüz eden iç fitneye, bu kadar utanmazca ve azgınca, ilk defa rastlanmaktadır!. Müslümanları, oryantalist çömezleri olarak bu kadar iftirâlarla aşağılayan, mason Efgânî ve Abduh misillü mülhidlerin ağzı ile onları karalamıya çalışan; ve İslâmiyyet’i haçlı batı ve yehûd arzuları istikâmetinde kalıba dökmek istiyen, bu proje mahlûkâtın “Müslümanlığından” bahsetmek mümkin olamaz!
Edille-i erbaa bu dinde usûlün de usulü, temelin de temeli iken, icmâ’ ve kıyâs-ı müctehidin yok olunca, Kitab ve Sünnet’in de mutlaka “ORTADAN KALKACAĞINI” akledemiyenlere nasıl Müslüman denilebilir? Bir takım fıkıhçı ve müctehid karikatürü köstebekler ve onların kuyrukları ve nice politikacı ve haçlı parmağındaki Fettoşist diyalogçular, Kitab ve Sünneti sulandırarak ortadan kaldırmanın, “icmâ’ ve kıyâs-ı müctehidîni ve sünnî mezhebleri yok etmekden geçeceğini son derece iyi bilirler” ki, bundan, hangi aklı başında bir müslüman şübhe edebilir?.
“İcmâ’ ve müctehid ictihadlarına” her fırsatda ve her nutukda, Karemanlis’in bütün kitablarında olduğu gibi “MEZHEB TAASSUBU” diye hücumlara kalkışarak karalamak ve onları gözden düşürmek üzere aşındırmak; ve geride KİTÂB ve SÜNNET varmış veya kalırmış da, bunlara istinâden İslâm mevcûd olurmuş havası vermek, “İslâm’ın, kendinden görünen kâtilleri eliyle katlinden” başka bir ma’nâ ortaya koyamaz… İcmâ’ ve Kıyâs-ı müctehidîne kat’iyyen gönderen ve DÎNİ, bu keyfiyeti içinde “Dîninizi size bugün, “ekmel”, en kâmil, en mükemmel olarak tamamladım” buyuran, bizzat Kelâm-ı Kadîm âyetleridir; ve Ekmel-i Mahlûkât Aleyhisselâm Hazretleri de bunu, nice hadîs-i şerifleriyle kat’iyyen tasdîk ve te’yîd ile tebliğ buyurmuşlardır…
15 asırdır İslâmiyyet, bu en ana usûl ve düstûru ile bugüne gelmiş ve 15 asrın bütün ehl-i Sünnet ulemâsı da bunu hiçbir şübheye mahal bırakmadan kabûl ile devam etdirmişse, bu temelin temeli ana esasları altüst ederek ve dînin omurgasını kavururcasına 180 derece döndürmek, onu mahvedib yok etmekden, zerre kadar başka bir ma’nâ da ortaya koyamaz… Sûret-i Hakk’dan görünerek irtikâb edilen binbir kataküllinin arkasında yatan da, işte mücerred budur… Kâinâtı titretecek derecede korkunç bu cürüm, Bu, Allâh Azze ve Celle’nin “irâde ve hâkimiyyetini” insan denilen mahlûkâta “Kanalize etmek, döndürmek” de demekdir ki, bunun nasıl bir şirk projesi olduğunda aslâ şübhe edilemez…
Ehl-i sünnet indinde “Mütevâtir icmâ’ ile sâbit HÜKÜM ve HABERLERDE” değil inkâr, şübhe dahî KÜFÜRDÜR!. Münkirleri, bütün bu 15 asırlık temel esas ve düsturları yok kabûl ederek, İslâmiyyet’de de Luter benzeri bir “Reform-Deform” cinâyeti işlemekde; ve böylece dînin, “vahy ile alâkasını” keserek hıristiyanlık benzeri, beşerîleştirilmiş, nefse tâbi’ şeytânî aklın inşâ etdiği, “Çok beter ve menfî bir nesne olduğu içün devlet işlerine aslâ burnunu sokmaması lâzım gelen”, amma devletin kendisine her noktada el ve tekme atabileceği, ehlîleştirilmiş, hormonlanmış, şamaroğlanı yapılmış, “lâyik cumhûriyet ilkeleri doğrultusunda görev yapan ve ancak nefes alabilen”, böylece asliyeti ve sâfiyeti bırakılmamış, hademe-i hayrâtı “Din görevlisi” adı altında “ruhban ve ahbâr sınıfına” benzetilmiş, sun’î bir din uydurmanın peşindedirler ki, işte nihâî hedefleri budur!
“Dört HAKK DİN vardır; 14-15 asır evvelki hükümler artık bugün uygulanamaz, İslâmiyyet güncellenmeli, ictihadlar değişmeli” denildi mi, artık siz “vaz’-ı ilâhî” olan bir dinden değil; “vaz’-ı beşerî” olan bir uydurmadan, veya, “Lâyık cumbokrasiye uygun, uygulanabilir” bir uydurmadan bahsedebilirsiniz!. Hem bir yandan,“4 hakk din vardır” denilecek, onların üçü, en sonuncusundan yüzlerce-binlerce sene evvel temeli atılan, sonra da kitabları ve herşeyleri TAHRÎF, TAĞYİR ve TEBDÎL edilmiş dinler olarak uygulanabilecek; ammâ, ne garâbetdir ki, Kitâbı, “Kendisinde REYB olmıyan bir KİTAB” olduğu hâlde zamanımıza en yakın temeli atılan DÎN de İslâmiyyet olacak, üstelik Kitâb’ının MU’CİZE oluşu gözler önünde Kıyâmet’e kadar apaçık duracak; Peygamberinin ve ta’kibçilerinin, âyetleri ve hadisleri zabtı akıllara durgunluk verecek bir şekilde ve eşi-benzeri görülmemiş derecede hârika ve mükemmel olacak.. sonra da, bütün bunlara rağmen o son Şeriat, dışındaki üç temelsiz ve beşerîleştirilmiş din “uygulanır olurken”, evet bu SON ŞERÎAT “UYGULANAMAZ olacak, GÜNCELLENMELİ, İCTİHDLARI DEĞİŞTİRİLMELİ” olacak!. Üstelik de, Mutlak Hakk ve Hakîkat olan içün müntesiblerinden çıkan gayr-i müntesibler böyle netâmeli sözler ederken; öteki üç beşerîleştirilmiş ve Allâh Azze ve Celle ile alâkası kalmamış mensûh dinlerin içinden bir papaz, bir haham ve bir bilmem ne çıkıb, “Bizim din uygulanamaz, güncellenmeli ve değiştirilmeli” demek gibi, “Dînine, modern, mezhebsizce ve diyalogsal ve Fettosal bir terör” estirmiyor!!!
Ve mine’l-garâib!
Aslâ unutulmamalıdır ki, hiç kimse, “Ben Müslümanım” demekle müslüman olamaz, hele dârü’r-riddede… İbni Selül de “Müslümanlık” rolü oynamış, Ekmel-i Kâinât Aleyhisselâm Hazretlerinin arkasında namaz kılıyor, câmi inşâ’ ediyor, Sıddîk-ı Ekber Radıyallâhu Anh Hazretlerine övgülerin bini bir paradan havalarda uçuşuyordu! Dâhî Müfessir Merhûm Muhammed Hamdi Efendi Hazretlerinin buyurduğu gibi:
“Hakk ve Hakîkata mahabbetin derecesi, şerr ü bâtıla buğz ve adâvetin derecesi ile mütenâsibdir!”
Günümüzdeki İbni Selüller’in ise, “Şerr ü bâtıla, gayr-i meşrû’ kânûn ve sistemlere MAHABBETLERİ” onların “Hakk ve Hakîkata buğz ve adâvetlerinin” derecesini ortaya koyar! Ve binâenaleyh, aklı başında bir müslümanın böyle vezn ü tartı yapmadan, adı, “Hoca, fıkıhçı, sıvacı, müctehid ve bilmem neye; Kahramana, Karaman’ın Koyununa, kurtarıcıya, lidere, başkana, mücâhide, ilhâdiyyatçıya, sarıklı-cübbeliye, cüb’belâ ve cüb’bel’âma ve bilmem neye ve neye; ve hangi zirvenin zırvasına tırmanmışa” çıkmış olursa olsun, evet, aklı muhtell olmıyan bir müslümanın böyle adam ve madamlara kuyruk olması kat’iyyen düşünülememelidir!
“Biz İslâmcıyız, siz mezhebçisiniz, hem de mezheb taassubu ve kör taklîd içindesiniz” diyerek yavuz hırsız rolü ile ev sâhibini sindireceğini zanneden ve ehâliyi kamplara ayıran ve böylece 15 asırlık müslümanlara, hatta Allâh ve Rasûlüne kadar, hatta Âdem Aleyhisselâm’dan günümüze bütün müslümanlara dil uzatan mahûd gözü dönmüşlere sormazlar mı:
“Kovadis!? Ne zamandan beri müselmansınız da bizim haberimiz olmadı?!”
Tekrar ederiz ki, o üç beşerîlik karması dînin sâlikleri bile, sağlam ve sahih ve gayr-i muharref kitabları olmadığını BİLDİKLERİ, sırf KÜFR-İ İNÂDÎDEN dolayı HAKK olanı kabul etmedikleri hâlde, ellerindeki o beşerîlik katıklanmış ve yüzdeyüz sulandırılmış dinlerini “UYGULANAMAZ, GÜNCELLENMELİ, ŞURASI BURASI DEĞİŞMELİ” diyerek “RESMEN VE ALENEN” maskaraya çevirmek denaat ve şenaatından UZAK kalabiliyorlar…
Toprak altındakiler de dâhil, milyarların aklı, fikri ve mantığıyla oynamak bu kadar kolay mı çorbacılar?
Encâmınızı hiç mi hesab etmez, “Dünyâ Sultan Süleymana (Aleyhisselâm’a) kalmadı, bana mı kalacak” demez, diyemezsiniz; bu kadar da mı nasibsizsiniz? Yüzbin küsûr peygamberin ve yüzmilyonları bulan ulemâ, evliyâ, şühedâ, fukahâ, müctehidîn, müceddidîn ve onmilyarları bulan gelmiş geçmiş ve gelecek müslimîn ve müslimâtın “ÂHINI, BEDDUASINI, BUĞZ ve ADÂVETİNİ, HAKKA HAVÂLESİNİ” almakdan korkmuyorsanız, İŞTE HİSSENİZE DÜŞEN:
“….Feterabbesû hatta ye’tiyallâhu bi emrih!”
*
Evet, Elmalılı merhûm dâhil bütün ehl-i sünnet ulemâmızın buyurduğu gibi, ilk üç-dört asrın müctehidlerine âid “vaz’-ı ilâhî” olan ictihadlarını, bugünün hormonlu ve ilim ve îmân nâmusu ve ırzı pâyimâl olmuş müctehid palyaçolarının “teşehhîleri” ile bir görüb ictihâd zannederek yiyib yutmak, ancak, bu yoldaki (echel-i cühelâ ve ekfer-i küferâ) tâifelerini neş’eyâb ve zevkiyâb eyler!.
Mücerred gözboyamak içün “Kitab Sünnet” diyerek “Peygamber-i Kibriyâ’nın Yolunda Olmak!” mümkin olsaydı, bunu, her şeyden evvel Kitab ve Sünnet söyler, 2019’un sarıklı ve sarıksız, sinsi ve (derin yüzücü) politikacılarına bırakmazdı!
Tekrar ederiz ki, Rasûl-i Rusül Aleyhisselâm Efendimiz Hazretlerinin gününden bugüne, “Ümmeti”, “İcmâ’ ve Müctehidlere” gönderen, doğrudan doğruya bizzat âyât ve ehâdîs-i şerîfelerdir! Makâlemizin hacmini daha da aşmamak içün tafsîlâta girmiyor ve bunu “şerefli ve keremli ehl-i sünnet usûl-i fıkıh” müdevvenâtımıza bırakıyoruz…
*
Karamanlis gibi dayışman, yapışkan ve tapışmanlar, her yazdıkları kitaba “Mezheb taassubu, kör taklid” lâflarını sokuşturarak, Müslümanlarla müctehid imamları biribirlerinden ne kadar ayırma şeytanlığı irtikâb etseler; ve o büyük İMAMLAR yerine kendi necis gövdelerini sokmak içün ıkınıb sıkınsalar da, buna muvaffak olamıyacaklardır. Çünki, Müslümanları İcmâ ve Kıyâs-ı müctehidine gönderen âyet ve hadîs-i şerîfleri ortadan kaldırmadıkça bu mümkin değildir!. Buna da hiçbir Donkişot veya “donuşort adam veya madam” tâkat getiremez, bir yerleri cihâna sırıtır; ve Kâdir-i Mutlak Azze ve Celle’nin yahudîleri uğratdığı gibi gadabına uğrar ve nasâra gibi de dalâletde bırakılarak rezîl olurlar!
Bu tip adamlar “KILAVUZ” yapıldığı müddetçe de, kimsenin “burnu rahat yüzü göremez” ve başı derdden kurtulamaz! Bizlerin, hiç kimsenin haçlıdan müdevver ve idhâl “şeytânî politikası” ile alâkamız yokdur ve olamaz. İttihadçı eşkıyâların “Hılâfet tarafdârıdır” diyerek i’dâma mahkûm edib 8-9 ay sonra da ipe çekemeyib üzerini çizdikleri Cedd-i Azîzimiz Bartın Müftüsü Merhûm Muhammed Rif’at Efendi Hazretleri’nin, 1909 alçaklık ve katliâmından sonra zürriyyetine emretdiği VASİYET ve îmânımızın gösterdiği istikâmet iktizâsı, bizim, hiçbir beşerî sisteme veya onun sandık ve dandik parti-pırtıları ve oylamalarına bir alâkamız düşünülemez… Cedd-i Azîzimiz de, Rasûl-i Rusül Aleyhissalâtü Vesselâm Efendimiz Hazretlerinden ve aradaki mürşidlerinden, “Benim namazım, hayâtım ve memâtım da Allâh içündür” emrini emânet ve vasiyet olarak almışdır ki, bu necâset dünyâ ile ve ondaki yalan ve iftirâ ve binbir ahlâksızlık temeline oturtulmuş ALLÂH TANIMAZ zihniyetlerle; ve hangi cins ve cibilliyetde olursa olsun herhangi bir beşerî “politika” ile oynaşan, ona tapınan ve onunla elleşib aşna-fişne olanların da, bizim dünyâmızda iğne ucu kadar yeri, hatta gölgesi bile olamaz…
Bunun adına biz, “LÂ İLÂHE” demek diyoruz. Büyük Müfessirimizin kalemiyle:
“Mü’min-i Muvahhid olmak içün, Allâh’a îmândan evvel küfre tevbe etmek şartdır. Bu tevbenin ŞARTI da tâğûtları aslâ tanımamaya azmeylemekdir!” (Tab’-ı Evvel, c.2, s.871)
Diyebilmek…
*
xBugünün ilâhiyât fak. müfredât programları ki, biz de 4 sene bunları bizzat görüb yaşadık; bunlar, İslâmiyyet’i usûlü çerçevesinde ta’lim ve terbiyeden geçirmekde sefâlet derekesinin de on kere altında bir ucûbeliktedirler! Hatta, yalınız echel-i cühelâdan olmak istiyen değil, îmânını kaybetmek istiyen de, bu programlardan geçib âkıbetine yürüyebilir!
Gadab-ı ilâhîyi celbeden sözler, 15 asırlık Müslümanlara ve SELEFE hakâret ve sövmek ma’nâsını da tazammun eder ki, bunu hiç kimse göze alamaz zannedenler, adı geçen yerlerde ders kitâbı olarak okutulan, o “kitab adı altındaki şirk kutularını” tedkîk ederlerse, bu dediklerimizi anelyakîn görebileceklerdir…
*
Tekrar “İmâmet-i Kübrâ” bahsine dönersek, HILÂFET, imâmet-i suğrânın (Dâr-ı İslâm câmilerindeki imamların da), kendisine bağlı olduğu imâmetdir. Câmilerdeki cemaat, “uydum imâma” dediği zaman, o imâmın iki-üç kademe âmirleri üzerinden “İmâmet-i Kübrâ makâmındaki İmâm-ı Kebîr’e” yani ülil’emr olan Halîfeye bağlanırlar. Hılâfet ise Risâlete, bu da Ulûhiyyet ve Rubûbiyyet makamının sâhibi ALLÂH AZZE ve CELLE HAZRETLERİNE bağlıdır… Binâenaleyh, câmide imâmet-i suğrâ makâmında bulunan imama ittiba’ eden bir Müslüman, bu silsile-i merâtib (hiyerarşi) içinde Allâh Azze ve Celle’ye müntehî olur…
Hılâfet sistemi dışında ise, İmâmet-i suğrâ makâmında “imam” bulunmaz; adı imam olsa da keyfiyeti i’tibâriyle lâyik cumbokrasinin herhangi bir me’mûruna muâdil, sıradan ve “Din görevlisi” denen maaşlı hizmetçi bulunur! Binlerce ve en başda ŞİRKHÂNE, heykelhâne, puthâne; sonra fâizhâne, müskîrâthâne, umumhâne, kumarhâne, v.s. çalışanları, hangi idârî sistemde hangi statüde bulunuyorlarsa, hangi “hiyerarşi” içindi iseler, hangi ideoloji ve felsefeye inanmışlarsa, hangi devlet ve sistemin müdîriyet ve âmiriyyetine bağlı iseler, “din görevlisi” denen “Ruhban ve ahbâr sınıfları dahî,” İslâm’a nisbeti adına bile aksetdirilmiyen sistem hizmetlileri olarak, onlar da aynı “düzenin-sistemin” aynı emir kullarıdır…
Bunlar, o lâdînî, lâyık ve ateist sistemdeki âmirlere tıpatıp müsâvî ve muâdil bir müdîriyyete bağlı olub, bütün devlet me’mûrlarında olduğu gibi beşerî ve lâyık (ateist) kânunlarla kuşatılmış ve bağlanmışlardır; devlet ve sistemin diğer me’mûrlarından zerre kadar farkları bırakılmamış, hiçbir noktada nisbî muhtâriyyetleri bile olmadığı hâlde onun me’mûrudurlar. Adlarının “Müftü veya püftü, vâiz, imam, v.s.” olması, keyfiyeti kat’iyyen değiştirmez; bu, sâdece idrâklerin istikâmetini değiştirmek, gözküllemek içündür…
Silsile-i merâtib i’tibâriyle de, bu müdür-lerin (müfdür-lerin) üstünde ise, DİB’iş Başkanlığı makâmı vardır. Onun üzerinde de parti iktidarlarına göre sahısları değişen “Bakan, veya Başvekîl veya Cumhurbaşı” olabilmektedir. Bunların üzerinde ise, İslâmiyyet’deki Kur’anı inzâl buyuran RUBÛBİYYET makâmının muâdili ve nazîri (!) olarak, “ANAYASA YAPAN, ONU DEĞİŞTİREN ve KÂNÛN TEŞRÎ’ eden “ruhbân veya ahbâr sınıfı” yani Rubûbiyyet makâmında oturanlar vardır! Bazı animist (ruhlara tapan) memleketlerde, iş bunu da aşar ve en üst makâm olarak yani tanrıların da üzerinde olarak, “İlkeler-Ülküler” menbaı mozole, yani animizmin tapınağı ve onda da en zirve kademe yani tanrıların da tanrısı, son ve en üst kademe olarak en büyük ilâh-rûh, her an kontrolör yani “tekmil alma” makâmı olarak bulunmaktadır!…
İşte meşhûr Lozan muâhedenâmesi ile “İslâmiyet’den ve O’nun hükûmet şekli Hılâfet’den Kurtaran Kurtuluş Savaşı Planı,” yani Anadolu’ya biçilen “religion” projesi budur! 96 yıldır bu memleket, adı geçen istikâmetde bir keyfiyet içinde ve “hürriyet ve istiklâl” mefhumları da, “Türkün Yeni Âmentüsü” nâmındaki kitabların da vesîkaladığı gibi “Kamalizma” denilen religion içinde böyle bir dogmalar terkîbidir!. Bütün “Devrimlerin, hürriyet ve istiklâlin, kurtuluşun, ateizmanın, bayramların, beşerî münâsebetlerin, idârî prensiplerin” bütün felsefesi, Kamalizmanın lûgatına göre beyinlere çakılmakda ve milletden “ulusa” aktarılan ehâlinin tam manzarasını, işte bu tabloda görmekteyiz… Bu, 1000 yıllık Mülüman bir milletin (SOYKIRIMI) ve imhâsı, yerine ateist bir (ulusun) ihyâsı projesinin tatbik manzarasıdır… 15 Temmuz 2016’dan sonra da, AKP iktidârının, denize düşmüşcesine buna sarılarak, bu religionu daha da diriltmek üzere politika değişikliğine gitdiği, inkârı gayr-i kâbil bir vâkıadır…
Hulâsa, beşerî dinlerdeki silsile, görüldüğü gibi 3 kademeli bir “TANRI SİLSİLE-İ MERÂTİBİ” ortaya koymaktadır! İmam denen me’mûrların üzerindeki 2-3 kademe de “yarı tanrı” sayılacak olursa, beşerî sistemlerin, nasıl “Kulun Kula Kulluğu” esâsına oturduğu apaçık anlaşılacakdır…
Müfessir, Merhûm Muhammed Hamdi Efendi Hazretleri bunun içün tefsirlerinde şöyle kitâbet buyururlar:
“İMTİYÂZI RUBÛBİYYET, SINIF-I RUHBANDAN PARLÖMANLARA GEÇMİŞDİR.” (Tab’-ı Evvel, c. 4, s. 2515)
Binâenaleyh, İMÂMET-İ KÜBRÂ sisteminin câmiideki cemaatın silsile-i merâtibi (hiyerarşisi) onu Rubûbiyyet makâmına çıkarır ve Allâh Azze’ye bağlarken; sâir sistemlerdeki ibâdethânelerde bulunan insanların silsile-i merâtibi, onları, “kânun teşrî’ etme=yasama” imtiyâzına sâhib yüzlerce “Parlömana ve onları da mozole’ye ve oradan da ATARÛH’a” çıkarıb, “Politeist=Çok Tanrılı” bir i’tikâd ile, silsile üzerindeki bütün tanrıları “RUBÛBİYYET” makâmında görmeye bağlamaktadır!.
İmâmet-i Suğrâ makâmında bulunan bir (imamın) arkasında, namazı namaz yapan; ve namazı, yat-kalk olmakdan kurtararak islâmî bir ibâdet hâline getiren, silsile-i merâtibin Allâh Azze ve Celle’ye müntehî olmasıdır! Bu temel esas, hiçbir lâyik cumbokrasinin veya krallığın veya Hanlığın veya İmparatorluğun karakterinde aslâ yokdur ve aslâ da olamaz…
İmâmet-i Kübrâ sistemi, namazın “oyuncak”, mihrab ve kıblenin, minber ve kürsünün, politikaya âlet edildiği bir üçkâğıtçılık ve katakülli sistemi değildir, olamaz! Onun mihrâb, minber ve kürsüsünde, “imâmet-i Kübrâya” mutlak bağlı “imamlardan” başkalarına, ölmüş politikacılara, sirenlere, serenlere, serserilere “Tapınmak, en büyük ŞİRK olarak aslâ afvedilmiyecek en BÜYÜK HARAMDIR…” Bu ilâhî dinde (sistemde), Beşerî bütün düzenlere, cumbokrasilere; lâyıklık, kayıklık ve gayr-i ayıklıklara; câmisizlik, ibâdetsizlik, îmânsızlık, ezansızlıklara; mekanik ve mâdenî sesli ezan bağırtı, horultu, gurultu, cayırtı ve çağırtılarına; İslâm’sızlık, îmânsızlık, ahlâksızlık, kulataparlık, partizanlık, kalpazanlık, dangalaklık, avanaklık ve münafıklıklara medhiye, fahriye ve “kibâriyelik” düzmelere kat’iyyen yer olamaz! Çünki o, Allâh Azze ve Celle’nin sonsuz ve mutlak ilim, kudret, irâdet, kelâm gibi sıfatlarına taallûk etmektedir… Bedâhaten ortadadır ki, abdiyyet, mücerred Ehadiyyet ve Samediyyet makâmında bulunan Rubûbiyyete ubûdiyyet edebilir; aksi halde insâniyyet içinde bulunmak muhâl, en şerefsiz mahlûkiyyet içinde yer almak zârûrî bir netîce olarak vücûd bulacakdır…
Ne diyor Merhûm Müfessir?
İşte şu sıfatları üzerinde taşıyan, “Hayra da’vet edecek bir ümmet ve (İMÂMET=HILÂFET) teşkili, Müslümanlar içün İLK FARÎZA-İ DÎNİYYEDİR.”
İbâre aynen yukarıdadır ve beşerî bir sistemin “İslâm” diye dayatılışını, “Allâh ve Rasûlü’nün DÎNİ” diye yiyib-yutacak mahlûk varsa; asliyeti ve hikmeti dışına çıkarılarak “güncellenen” KANDİLLER, BAYRAMLAR, CUM’ALAR ve daha ne kadar binlerce uydurma lâyik cumbokratik ritüel varsa, bunların topunu da, üstelik “SALKIMI ve TALKINIYLA” bile yer ve yutar, içer ve kafaya bile diker!
Dahası da var, o da ne mi imiş?
“İmâmet ve Hılâfet ve ÜMMETİN hikmet-i vücûdu, emr-i bilma’rûf ve nehy-i ani’l-münker de yapmakmış!”
Yani, “İslâmiyyet’in anasını bellemek” içün, onu gece gündüz tahrîf etmek değilmiş! Onu bozmak, sulandırmak, güncelleyib tahrîb, tahrîf, tağyîr ve tebdîl etmek, “müctehidim” diyen tasmalıların önüne İslâmiyyet’i kemik atar gibi atmak aslâ değilmiş! “İctihadlar değişmelidir, 4 hakk din vardır, 14-15 asır evvelki hükümleri kalkıb bugün UYGULAYAMAZSIN” demek hiç mi hiç değilmiş, aslâ bu değilmiş!
İslâmiyet hakkında, onun 15 asra varan selefimizin ve onların izindeki mütehassısların değil de, falan filan telfikçi ve modernist bir fıkıhçı karikatürünün kafasındaki din anlayışını, bir ülkeye veya İslâm Coğrafyasına dayatmıya kalkan politikacılar konuşmıya başlarlarsa, o memleketin de iflâh olması mutlaka ortadan kalkar! Orada “Allâh Azze ve Celle Hazretleri’ni beğenmemek ve O’nun adına dîn uydurmak” ruznâmeye getirilmiş demekdir…
Fevkal’âde ehemmiyetine binâen tekrar ederiz ki, İcmâ ve kıyâs-ı fukahâyı kaldırmak demek, Kitâb ve Sünnet’i işlemez (muattal hâle getirmek) demekdir. Rasûl-i Rusül Aleyhisselâm’ı SEVMEK iddiasında bulunanlar, O’nun, Kitab ile berâber bizzat işâret ve emir buyurudukları (İcmâ’ ve Kıyâs-ı müctehidîni) yok sayamaz, buna kayıtsız şartsız teslim olurlar. Aksi halde mi, alâmelennâs şunları demiş; ve cihânı, Allâh Azze ve Celle ile Rasûl-i Rusül Aleyhisselâm aleyhine şöyle terörize etmiş olurlar:
“Ey, Kitab ve Sünnet! Siz bizi “İcmâ’ ve Kıyâs-ı müctehidîne (günümüzdeki ruh ve aklı muhtell şeytânî megalomanların teşehhîlerine değil), ilk 3-4 asır müctehidlerine göndermekle, sakata düşüyorsunuz! Biz, bugünün dembokratik lâyik dayatmalı yahudi-haçlı dünyâsında kusûra ve küsûra bakmayın, size değil, bizi durmadan aldatan ve kazıklayan müttefik ve eşbaşkanlarımıza i’tibâr edib onların tarafında yer alacağız! Müsbet ilimler asrında ve nükleer silahlar ve internet devrinde 14-15 asır evvelki hükümlerle yaşamıya kalkar ve hele bir de “12-14 asır evvelki icmâ ve o zaman müctehidlerinin ictihadları” ile hareket edersek, Kitâb ve Sünneti hiç esnetib güncelleyemeyiz! Bu işi en üst perdeden Fettoş Diyalogçuluğu yapacakdı amma, herif pohpohlandıkça koltuk sevdâsına düşdü bu menfaat hırsı yollarımızı ayırdı! Halbuki günümüzde öyle ictihadlar yapılabilmelidir ki, “MEVRİD-İ NASSDA BİLE” ictihâd yapıb muhkem âyetler ve mütevâtir hadîslerle sâbit hüküm ve haberleri bile günümüze “uyarlayıb ayarlayabilmeliyiz!”
Mezhebçilerden CübBELÂ veya CübBELÂM tipli yamuklar bile, artık “UYARLAMA” lâfını yuvarlamaya çalışıyorlar; ve “Telfik lâfzını dillerine almadan telfîk şeytanlığına fiilen bulaşma” periyoduna girmeyi de ta’lime heveslenmişler! Hulleye kılıf geçirmek içün mezhebler arasıda “tele’ub” salıncakları kurmuş sallanmıya bile başlamışlar!
Mecelle’nin Ahmed Cevdet Paşası zamanında da değiliz! Onlar “Mevrîd-i nassda ictihâda mesağ yokdur” demiş olsalar, bizler Osmanlı torun ve torbası olsak da, asıl cumhuriyet çocuğuyuz; Mecelle-Ecelle bizi bağlamaz! Bizi bugün cumbokrasi müctehidi “fıkıhçılarımız ve köşe-bucak fıkracılarımız” bağlar!
Bizim Haltettiniyye mezhebimize göre “İslâm Hukûkunda İctihâd” kitabının 1975 tab’ı, 13. sahîfesinde aynen şöyle yazıyor:
“Mecele, mevrîd-i nassda ictihada mesağ yokdur (md 15) derken, şübhesiz İCTİHÂDI ÇOK DAR BİR ÇERÇEVE İÇİNDE MÜTÂLÂA ETMİŞ OLMAKTADIR.”
Dolayısıyla biz bugün öyle bir ictihad yapmalıyız ki, cümle âlem “Çok DAR ÇERÇEVELİ” değil, “ÇOK GENİŞ MEZHEBLİ” olduğumuzu ünlesin! Daha doğrusu “ÇOOOK GENİŞ DİNLİLERDİR” deyû bizi şakşaklasın! Genişletme ve uyarlama ve yuvarlama ve esnetme ve esnekletmelerimiz “GÜNCELLEME” derecesine ve değiştirme, dönüştürme, altüst ve tepetaklak etmelere kadar tecrîc usûlü ile yavaş yavaş varabilmelidir!
Paralamentoda babayasalar, “deldirtmem” diyen Kâtil Kenan’ın Postalyasası şeyin şeyi gibi “susturunlar eşliğinde” nasıl delik deşik ediliyorsa, muhkemmiş, mütevâtirmiş demeden, her delil-i şer’î de, böyle delinib delik deşik edilebilmelidir!. “İctihad kapısını kilit üstüne kilit atarak kapatan” ve Allâh’ın irâde ve hâkimiyyeti dışına iğne ucu kadar bir nokta bırakmıyan rahmetli ve nûr içinde yatıb yuvarlanası ecdâdımız, hep Allâh’ı ve Hesâb Günü’nü düşünmüş, Allâhsız günlerin de gelib çatacağına ihtimâl bile vermemiş! İşte geniş açıdan ve geviş perspektivinden bakılmazsa, encâmımız böyle olur!
“Mecelle, Ecelle” der de, Kur’ân’ın ve Sünnetin her birine “ictihada mesağ” noktasından el-ayak sallıyamaz ve tutamazsak, güncelleme ve uyarlama ve yularlama yapamazsak; ve heykelsiz, tanrısız, fâizsiz, rakısız, tapısız, haçsız ve haccsız, avrat pazarlamasız, millî piyango ve kumarsız, cinsî eşitliksiz, KADEH’sel avratsız, hergün onlarca cana ve ırza dokunmadan nasıl yaşanır? Mecelle, Ecelle ve Edille-i Erbaa diye tutdurma devri çokdan geçdi, şimdi RÂBİA devr-i dilârâ-yı cümhûriyye günündeyiz!
Aksi halde azîz ve yüce dînimizi yaşayamayız, başörtüsü veya başbezi takamadan doğrudan doğruya bizi “tesettür” denen dinciliğin içine çekib hapsederler, dört duvar arasında karılarımız kafayı yer hatta asra uygun tapınamaz hâle gelirler! Âile yuvalarını kafes gibi görünce de, “Cinsiyet eşitliğinden mahrum kalınca kudururuz” diyerek, hânelerinde başbaşa kaldıkları çocuklarımızı bile akreb olub yemeye başlarlar!
Bu i’tibarla Aziz ve Yüce Dînimizin her noktasında GÜNCELLEME, UYARLAMA yapmalıyız ki,”UYGULANMA ve UYUTGULANMA şansı ve dansı ortadan kalkmasın! Böylece, yüce dînimizi yaşayan “Dindar Gençlik” projemiz işlerlik ve işe yararlık kazansın! Yani ataruhları ve globalruhlarla mutâbakatımız da, Sarızevzek ve Katerina çocuğu …..venk ile olanlar gibi cıvıklığa doğru gitmesin! Halbuki biz, el atdık mı, Hakk rızâsıyçün ciddî ve hasbî el atıb şut çekebilmeliyiz! Millî ve yerli olduğumuza inanmıyan hiç kimse kalmamalı, localar bile bundan, en az Hacı Abduş, Anacan ve Davuloğlu kadar sıkıntıya kapılmalıdır!!!”
*
İMÂMET bahsine tekrar dönersek, Merhûm Muhammed Hamdi Efendi Hazretleri gibi bir allâme bakınız ne buyuruyor:
“Böyle bir İMÂMET-İ KÜBRÂ=HILÂFET-İ İSLÂMİYYE, BA’DE’L-ÎMÂN MÜSLÜMANLARIN İLK D Î N Î F A R Î Z A S I D I R.”
İbâre yukarıda olub, sarıklı cübbeli nice soytarı ve maskaraya kadar bütün cihan, 24 saatin her 60 dakikasında bu satırları okuyub, “Aydınlanma ve günaydınlanma ÇAĞI” yaşayıb tatlı serâb ve hülyâlarından zıplıyabilir!
96 yıldır “İslâm” diye millete içirilenin, “Baldıran Zehri” olduğunu artık saklıyamazsınız!
Cami, mescid, vakıf, türbe, mihrab, minber ve kürsülerin “fuzûlî şağilleri” artık daha fazla “Sûret-i Hakkdan görünme” tiyatroları oynamamalı; Mübârek “Velâdet Kandili” gibi İslâm’ın mukaddesleri üzerinde münâfıkça tepinmemelidirler!
Ne buyuruyor Merhûm Müfessir:
“Cehennemin esfelinden halâs olacaklar, onun dibini boylamıyacaklar, İLK DÎNÎ FARZ OLAN İMÂMET-İ KÜBRÂYI=HILÂFETİ TEŞKÎL EDENLERDİR.”
96 YILDIR MÜSLÜMANLARIN BU İLK FARZINA SÖVÜB SAYDIRANLAR, MİLLETİ, BİR YANDAN “MEZHEB TAASSUBU, KÖR TAKLİD” DİYEREK 15 ASIRLIK DİNLERİNDEN DOLAYI KARALARKEN, BİR YANDAN DA VELÂDET KANDİLİNİ TES’ÎD EDECEK! DAHA?.. CAMİLERDE “NAMAZ” KILACAK VE ORALARA “GÖREVLİ VE GÖZETLEMELİ” ME’MURLAR TA’YÎN EDECEK! KEYFİ ÇEKERSE 10 KASIMDA MİNÂRELERDEN SİREN SESLERİ ÇIĞLIĞI ATDIRACAK, MÂDENÎ VE MEKANİK BORU SESLERİ EZÂN-I ŞERÎF OLACAK, SONRA DA HERŞEYLERİ MEŞRÛ’ BİLİNECEK, ÖYLE Mİ?
Ne diyor Merhûm Müfessir:
“Bu İLK FARÎZAYI teşkil etmiyenler “felâh-ı kâmile mazhar olamaz!”
Ne demekdir bu? Şu demekdir:
“Cehennemin dibini veya esfelini boylamakdan kurtulamazlar! Onları, kandil geceleri Mevlid-i Şerîfin derin ve muhteşem ma’nâsını değil de; lâfzını ve her bahrini, sabâ, rast, sûzinâk, uşşak, hicaz ve hüzzam makamları ile kovalayan hânende ve sâzendeleri IRGALAR! Onları, narkozlu gözlerle “cinsiyet eşitliğindekiler” gibi ve konser salonunda sahne homongolos ve heterongoloslarını dinler gibi dinleyib, bu çukur manzaralara gömülerek Müslümanlık taslamaları ve böylece kendilerini avutmaları alâkadâr ediyor! Nice mescid-i dırarlarda sistemin sarık-cübbeli hafiyeleri arkasında yatıb kalkmaları, bunlar “ibâdet” zannederler! Bu ritüel kabilinden modalaşmış gulguleler, sâdece, politikakoliklerin politikaları önünde hipnotize olarak, “DEMBOKRATİK oy depoları” hâline gelmiye ve sandık-dandik netîceleri içün (tapınmıya) yarar!”
Ne buyuruyor Merhûm Müfessir:
“Eğer bu İLK FARÎZA TEŞKÎL edilmezse, Allâh Azze ve Celle’nin, “Benim huzûruma ancak, Azrâil Aleyhisselâm canınızı çıkarırken mücerred Müslüman olarak gelin” âyetinin müeddası, emri ve hükmü yerine getirilmeyeceğinden; bu, müteazzir, pek zor yahud imkânsız olur! Böylelikle de, cehennemin dibi veya esfeline gidiş yolları ardına kadar açılmış bulunur! Can, pamuk balyasından çekilen dikenli tel gibi cıyak vıyak öttürülerek çıkar; qabir veya qubûr, SARAY GİBİ “GÖR-KEMLİ” bile olsa, oralar (qubur) olur! Cehennemin dibi veya esfelinden fışkıran lâvlar, içilecek irinler ve kaynar sular, işte böyle bir çukur ve kaynakdan gelecekdir!”
İslâm’ın ictihâda mesağ olmıyan mevrid-i nasslarında (kat’i emir ve haberlerinde), yani muhkem âyet, mütevâtir hadîs ve mütevâtir icmâ’ ile sâbit hüküm ve haberlerinde bile “ictihad kapısı açılsın” içün o kapıya boynuzları ile 50 yıldır kelle atan müctehid taslağı ve İslam bozucusu bazı “saraysal dayışman, yapışman, tapışman” veya haltettin veznindekilerin; ve Baîdullah, Efgânî, Abduh ve Bigiyef, v.s. gibi masonları “müctehid” i’lân etmekden bile âr u hayâ etmiyen adamların fitneleri, “Gadab-ı ilâhîyi” celbedecek ve belâlar bütün memleketi tehdîd edecektir!
Fettoşizma felâketinden sonra hâlâ akıllanmıyan “Güncellemeci, İslâm uygulanamazcı, reformist, revizyonist, DİB’iş âmir ve me’murları ile, nice ilhâdiyyatçılar, fıkıhçı geçinen telfikçi ve 15 asırlık müslümanlara “Mezheb taassubu ve kör taklid” iftirâları ile saldırıcılar ve onların (âmirleri) mevkiindeki noktalar”, eğer 15 asırlık ulemâmızın “BÂTIL” dedikleri sapıklık yollarından dönmez; ve toprak altındaki milyarlarca, enbiyâ, müctehid, müceddid, evliyâ, ulemâ, şühedâ, asfiyâ ve vükelâ ile, toprak üstündeki mü’minîn ve mü’minâtı “mezhebçiler” diyerek karalamıya, küçük düşürmiye, tahkir etmiye ve kendilerini de “İslâmcılar” olarak “ğurûr heykelleri” hâlinde gûyâ cilâlanmış putlar ve mallar göstermiye devam ederlerse, tekrar ederiz ki bunun neticesi, Allâh Azze ve Celle’nin (yehûd) gibi “ğadabına” ve dayanılmaz nice belâlarına ve (nasârâ) gibi de “dalâlde bıkakmasına” bâdî ve müstahık olacaklardır!
Allâh Azze ve Celle’nin irâde ve hâkimiyyeti ile oynıyanlar, TARİH boyunca perişan olmuş, binbir âfet ve felâketlerden kurtulamamışlardır!
Bâlâda zikretdiğimiz hakîkatları, selefimizin 15 ASIRLIK (SÜNNÎ BAKIŞI) ile İSLÂM ÎMÂNI ÇERÇEVESİNDE TAHRÎR ETDİK…
Mason Efgânî, Abduh ve onların çömezi R. Rızâ dilini “Mezheb Taassubu ve kör taklid” diyerek günümüze taşıyan mezhebi geniş ve işleri GEVİŞ olanları; 15 asırdır ilk defa “İslâmcılar ve Mezhebçiler” diyerek İslâm Coğrafyasına “BÖLÜCÜLÜK ve FİTNE FESAD” tohumları ekenleri; muhayyel bir tehlike uydurarak müslümanları (tehdîd ve karalama) yoluna girenleri, 15 asırlık usûl ve disiplini bozma peşindeki müfsidler ve diyalogcu haçlı piyonları olarak telâkkî etmek, en tabiî hakkımız ve onları teşhir edib önlerini kesmek de en mühim vazîfemizdir…
*
Allâh Azze ve Celle Hazretlerine hamd ve Rasûlüne Salât ü Selâm ve ihtiramlarımızı arzederken; onlara tebean, 15 asırdır Mutlak Hakîkatı bizlere taşıyıb EMÂNET eden muvahhid, mücâhid, müteşerri’, şerefli, asîl, kahraman ve sebeb-i seâdet-i dâreynimiz bulunan selefimize de, arz-ı ihtirâm, duâ, minnet ve şükranlarımızı takdîm ile, bütün Kâriîn-i Kiramımızın da, Velâdet Kandil-i Şerîflerini, tebrik ve tes’îd ederiz efendim…
HÂŞİYE: Yukarıdaki makâlemizi, “Velâdet Kandili” gecesi sitemize koyarken zuhur eden teknik bir ârıza sebebiyle 7 gün sonra bugün neşretmek zorunda kaldık. Kâriîn-i Kirâmımıza keyfiyeti arzederken, (TAKDÎR’e) rızâmızı tâzeler ve ârızanın zâil olmasında ciddî ve fedakârca yardımlarını lutfeden ıhvân-ı dînimiz Muhammed GÜRBÜZ, Muhammed DAĞDANE ve Ahmed Uğur CANBAKIŞ beyefendilere şükranlarımızı takdîm ederiz.
(HAKKIN VE SABRIN TÜRKÇESİ)