Akp Ve Onun Dib’i İle Bunların Koalisyon Ortağı Fettokülli Takımı, Ateşle Değil, Şimdi De Cehennemle Oynamaya Başladı!.
10 Mart 2010
İslâm Coğrafyasında Haçlı-Yehûdî-Siyon İşbirlikçiler Ve Hedefleri…
31 Mart 2010

İSLÂM COĞRAFYASINDA HAÇLI-YEHÛDÎ-SİYON İŞBİRLİKÇİLER VE HEDEFLERİ…

Ahmed SEYYİDOĞLU

 

Kelâm-ı Kadîm’in ikinci Sûre-i Celîlesi olan Bakara Sûresi, topyekûn insanları üç sınıfa ayırmakla başlıyor. 2 âyet ile mü’minlerin, 4 âyetle kâfirlerin ve tam 13 âyetle de münâfıkların vasıfları beyân buyurulmaktadır.

Üstâd-ı Azîz Necib Fâzıl Bey Merhûm da çok kıymetli bir makâlesinde, kâfirleri “hafif, orta, ileri ve azgın!” olmak üzere dört kategoriye ayırmışlardı. Bunlar içinde en çukur ve şeni’ tabakada ve en insaf ve vicdan tanımaz kademede olup da, işi gücü Müslümanlık ve müslümanlarla uğraşmak ve onları ademe mahkûm etmek ve onlara hayât hakkı tanımamak olanların, dördüncü tabakadaki “azgın ve mütecâviz” grup olduğu, merhûm ve mağfur Üstâd-ı Azîzimizin BEYÂNLARI arasındadır.

Tanzîmat soysuzluğundan itibâren meşrûtiyet, ittihad-terakkî (İT) ve daha sonraları da biribirini ta’kîbeden darbeler zincirleri ile; ve bunlara muvâzî devâm eden ve ma’nâ ve medlûlü aslâ ortaya konulamayan (laiklik) ve (irticâ’) gibi iki ana lâfız ile, bu memleketde iki asra yakın bir zamandır müthiş bir psikolojik harb sürdürülmektedir. Bu harbin bir tarafında o dördüncü grup azgın küfürbaz ve şirkâlûd mütecâviz tabaka, karşısında da topyekûn Anadolu insanları, husûsan Oğuz Müslümanları…

Mü’min-kâfir çatışması Âdem Aleyhisselâm’dan Kıyâmet kopuncaya kadar devâm edecekse de, bunun en harâretli boğuşmasının memâlik-i Osmâniyye denilen coğrafyada cereyân etdiği; ve bundan sonra da adı geçen mekânda vâki olacağı, asırların hâdisâtı ve nice hikemiyyât erbâbının işâretleriyle de apaçık ortadadır… Mutlak Hakk Dîn İslâmiyyet ile, butlânı kat’î yehûdiyyet ve nasrâniyyetin rahm-i mâderini teşkîl eden adı geçen coğrafya, bütün dünyânın hassâsiyetlerini üzerinde toplayışıyla da ehemmiyetini her an tâze tutmaktadır…

Birinci Cihân Harbi’nden sonra Osmanlı Hılâfetinin ortadan kaldırılışı, yalınız adı geçen bölgede değil, bütün dünyâdaki dengeleri altüst etmişdir. İslâm’a âid coğrafyaların bundan sonra haçlı avrupa ve yehudi siyonizması tarafından işgâl edilib hâkimiyyetin Osmanlı Hılâfeti’nden onlara geçişi; ve bunun da “halka, ve bazı ırkî ulus ve unsurlara” geçmiş gibi gösterilmesi, sürdürülen psikolojik harbin tamâmen tatbik ve taktik şeklinden ibâretdir… Halkdan yana görünmenin bir gözküllemesi demek olan “hâkimiyyetin bilâ kayd ü şart halkda” olduğu şeklindeki tamâmen düzmece lâf ve gözbağcılıklar, 19. Asır ateizma ve pozitivizmasının, İslâm coğrafyasındaki siyâsî bir tezâhürüdür…

Âdem Aleyhisselâm’dan günümüze,“Hâkimiyyetin bilâ kayd ü şart HAKK’da” oluşuna bu coğrafya kadar îmân eden; ve bu îmânı istikâmetinde yaşayan bir yeryüzü kıt’asına da aslâ rastlanılamaz…

Bu i’tibarladır ki, bu coğrafyaya hâkim olduğu vehmi içindeki haçlı-siyon ortaklığı ve onların bölgedeki işbirlikçileri, bu bölgeyi dünyâ küfrünün hücum ve tecâvüz mihrâkı hâlinde tutmanın en aşşağılık politikası peşindedirler… Üstâd-ı Azîzimiz Merhûmun işâret buyurduğu 4. Derecedeki “mütecâviz küfür ehli”, batı tarafından, müslümanların içindeki işbirlikçilerden meydana getirilmektedir. Avrupalı “anti-İslâm”şebekelerin, adı geçen bölgeyi, bu işbirlikçi yerlilerin eline teslim ederek, buradaki Mutlak Dîn İslâmiyyet’i tamâmen ortadan kaldırılmak üzere plân ve programlar yürütdükleri, bedâhaten ve iki asra yakın ortadadır.

MEFHÛMLAR ÜZERİNDEN SÜRDÜRÜLEN İDEOLOJİK DESPOTİMA…

Hedef, Müslümanlığın adı geçen coğrafyadan kaldırılması olunca da, üzerinden insanlara te’sîr edilecek mefhûmlar: 1) Hakk hâkimiyyeti (HILÂFET) yerine, halk hâkimiyyeti… 2) Bunun içün şiddetle ve durub dinlenmeden EVVEL CUMHÛRİYYET, SONRA DEMOKRASİ vurgu ve propagandası… 3) Yine bütün dinlere te’mînât(!) onlara eşit mesâfede durmak(!) ve onlara tarafsızlık(!) sahtekârlıkları ile, seküler bir dünyâ inşâ’ etmek hesâbına; ve bilhassa İslâmiyyet’i metrûk hâle getirerek unutdurma adına, ATEİZM terörünü LAİKLİK lâfzı ve maskesi üzerinden her yerde jakobence ortaya çıkarma… 4) İslâmî bütün tezâhürleri, îmânî, ibâdî, siyâsî, iktisâdî, hukûkî ve ictimâî topyekûn temel nizamları ile her nerede görülürse, yine ATEİZM terörü HESÂBINA “İRTİC” lâfzı ile aşağılama, çirkin ve geçmez hatta “çağdışı” bir nesne gösterme azgın saldırısı…

İşte ateist felsefe ve dünyâ görüşü, cümhûriyet devrinde o kadar azgınlaşmışdır ki, Müslümanlık bütün müesseseleriyle resmen “irticâ” kelimesiyle ifâde edilerek, Müslümanlığın müterâdifi (sinonimi) olarak kullanılır olmuşdur… Zaman zaman da, matbuatın her türlüsü ile “dinden bahsetmek!” dahî, yasaklanmak derecesinde ateist diktatörlük ihtilâcları içine girilmişdir…

Dolayısıyla, İslâm coğrafyasında tanzîmatçı hâinliğinden i’tibâren tam 170 yıldır, bilhassa da ikinci meşrûtiyetden bu yana 102 senedir, hele hele Lozan andlaşmasından i’tibâren 87 yıldır ta’kîb edilen (anti-islâm)psikolojik harbin ve zaman zaman da darbeli ve mevziî iç tenkîl (soykırım) harekâtlarının temelinde, dâima bu adı geçen laik ateizm yatmaktadır…

Anti-emperial “Anadolu mücâdele-i milliyyesi”, bir takım gizli müzâkereler netîcesinde ve birkaç yıl içinde, (Anti-İslâm) bir darbe hâline inkilâb etdirilmişdir. 40 yıldır devâm eden harblerle bîtâb düşen Anadolu insanı, bu darbeler karşısında hiçbir direniş gösteremeden, ateist ideolojiye nâçâr mağlûb olmuşdur. Bundan sonrası, Lozan Andlaşması ile haçlılara verilen SÖZ gereği, Müslümanlığı Anadolu’dan tamâmen söküb atmak istikâmetinde şekillenmişdir. Cumhûriyetçilik ve laiklik gibi iki temel üzerine oturtulan resmî (ateist ideoloji), sanki memleketde “hılâfetçi ve mürteci avına” çıkmış; ve insanlar kesinkes ikiye bölünerek “bizden olmayana ölüm!” diyen böyle bir ideoloji elinde, topdan tenkîl edilmek den“soykırımına tâbi’ tutulmakdan” uzak kalamamışlardır.

Bu noktada, yehûdî-haçlı ittifakı emrine giren Ankara siyâsetini, şu târîhi hâtırât ile ta’kîb etmekde, genç ve gelecek nesiller içün vesîka mâhiyyetinde ibretler vardır…

TÂRÎHÎ MÜHİM BİR HÂTIRÂ…

5 nisan 2005 tarihli yazısında hukukçu Süleyman Arif Emre, “Layiklik slogan hâline getiriliyor” serlevhasıyla şu câlib-i dikkat satırları kaydetmektedir:

“-Laiklik denilince, Ankara hukuk fakültesinde Lozan dersi veren Prof. Süheyb Derbil’i hatırlarım. Hoca, Lozan muâhedesinin gizli müzâkere safhalarını anlatırken, “Biz Lozan’da, batılılara, zamânla bu millete İslâm’ı unutduracağız diye söz verdik… Bu söz üzerine, sert tartışmalar bitdi ve böylece muâhede imzâlandı” demişdir… “

Süleyman Arif’in yazısı, Çankaya’yı da içine alan bir hâtıratla daha da câlib-i dikkat olarak şöyle devâm ediyor:

“-Bu gizli anlaşma hâdisesini, Eski cumhûrreislerinden C. Bayar da te’yîd etmişdir. 1965 devresinde Gümüşhâne meb’ûsu olan arkadaşım Ali İhsan Çelikkan anlatmışdı. Ali İhsan Çelikkan, hukuk fakültesi talebesi iken, Millî Türk Talebe Birliği teşkîlâtını temsîlen bir hey’et hâlinde Celal Bayar’ı ziyâret ediyorlar. Söz, LAYİKLİĞİN ESAS GÂYESİNİN NE OLDUĞU MEVZÛUNA GETİRİLİYOR. Bayar onlara: “ÇOCUKLAR BİZ BATILILARA LOZAN’DA SÖZ VERDİK, İSLÂMİYYET’İ BİR ZAMAN SÜRECİ SONUNDA HALKA UNUTDURACAĞIZ. BEN, BU SÖZÜN BEKÇİSİYİM. BENDEN SONRAKİLER DE BU VAZÎFEYE DEVAM EDECEKLER.” Diye beyânda bulunduğunu Ali İhsan Bey bana nakletmişdi…”

İşte “Türkiye’de layiklik” denildiği zaman, bu hakîkatler mutlakâ nazar-ı i’tibâre alınmadan yazılıp söylenecek her şey, sâdece abesle iştigâldir; ve bunun, hiçbir ma’nâ ifâde edemiyeceği de apaçık ortadadır… Yani haçlı ve siyonist cenâh VE BUNLARIN İŞBİRLİKÇİLERİ, “Lozan Zaferi!” diye millete dayatılan gözküllemenin, bâlâda zikri geçen gizli maddesi ile, Türkiye’de bin yıldır huzûr ve sükûn içinde yaşayan kavimlerin ikiye bölünmesine sebeb olmuşlardır. Bir tarafda “İslâm yok edilemez!”diyen Müslümânlar; diğer yanda da “İslâm yok edilecek” diyen ateist laiklerden ibâret, batılılarla sözleşmeli işbirlikçi takımlar…

90 seneye yakın bir zamandan beri milletin üzerine “bölücüler, mürteci’ler!” diye durub dinlenmeden her mekân ve fırsatda, devlet silâh ve imkânları ile yürüyenler; ve her 10-15 yılda bir (darbe ve ihtilâl) ihtilâcları ile Anadolu halkını ve bilhassa Oğuz Müslümanlarını sabataist (dönme) cenâh adına ortadan kaldırma hesabları yapanlar, inkârı gayr-i kâbil bir vâkıa olarak karşımızdadır…

İşte, batı denen mimsiz medenîler ittifâkı, İslâm Ülkesini ikiye ayırarak, milleti de, “biribirine kırdırma” usûlü ile onlara “soykırım” tatbik etmişdir…

ŞEYHÜLİSLÂM M. SABRİ EFENDİ VE BÜYÜK ÜSTÂD NECİB FÂZIL MERHÛMLARIN KALEMİYLE HAKÎKAT…

Fecaatin hududları o kadar devâsâdır ki, Büyük Şeyhülislâm Mustafa Sabri Efendi Merhûm bunu, “Andaç Lozan”dan 7 yıl sonra şu muhalled satırlarıyla dile getirir:

“-Harb-i Umûmî mütârekesinden sonra 150.000 ermeni Sûriye’ye, 100.000’e yakın yehûdî Filistin’e yerleştirildi. Bunun yüzde biri kadar müslüman muhâcirin bir İslâm muhîtına yerleşdiği işitilmedi… HALBUKİ TÜRKİYE DÂR-I İSLÂM OLMAKDAN ÇIKDIKDAN SONRA, ne ermeniler ve ne de yehûdîler, müslümanlar derecesinde yersiz ve yurtsuz bilhassa sâhibsiz kalmamışlardı.”

 (25.Temmuz.1930 tarih ve 67 sayılı Yarın Gazetesi)

İşte bu satırlar, yehûdî-haçlı dünyâsının, Müslümanlık ve müslümanlardan aldığı intikâmın hangi derecede olduğunu resmeder…

Şimdi de Büyük Şeyhülislâm Mustafa Sabri Efendi Merhûm’un bu satırları yazışından 37 sene sonra, Üstâd-ı Muazzez Necib Fazıl Bey Merhûm’un, yüzde yüz hakîkatı aksetdiren ve tâ ciğerinden kopub gelen (9.8.967)deki feryâdı:

“-Bizi bu hâle getiren, adı ve sanıyla Cumhuriyet Halk Partisidir!

His idrâkiyle millî nefretin mutlak hedefi olmasına rağmen, hâlâ içyüzü şuurlarda billurlaştırılmamış, tam bir tahlil süzgecinden geçirilib kalıplaştırılmamış olan bu parti, TÜRK MİLLETİNE HAÇLILAR VE EMPERYALİSTLERİN YAPAMADIĞINI YAPMIŞDIR. HAÇLILAR VE EMPERYALİSTLERİN, YAHUDİLER VE KOZMOPOLİTLERİN BİLE NEFRET ETMEYİB SADECE DEHŞET DUYDUKLARI İSLÂMİYYET’DEN TİKSİNME VAZİFESİNİ BUNLAR ÜZERLERİNE ALMIŞ; VE BÜTÜN BU OCAKLARIN DÜNYADAN VE KENDİSİNDEN HABERSİZ KUKLASI SIFATIYLA, TÜRK MİLLETİNİ VURMAYA MEMUR EDİLMİŞDİR…..

CEDLERİMİZİN, İÇ VE DIŞ MÎMÂRÎSİYLE HAYATA VE (AGORA)YA HÂKİM OLARAK YAPDIKLARI CÂMİLERİN VE ONLARIN İÇİNDEKİ İBÂDETİN RÛHUNU KAVRAR GİBİ OLDUĞUMUZ GÜN, ESİRLİĞİMİZİN ŞEKİL VE DERECESİNİ ANLAYACAK VE KABÛLÜ MUHTEMEL NAMAZA, İŞTE O GÜN BAŞLAMIŞ OLACAĞIZ!” (Başmakâlelerim, 1995 tab’ı, s:198)

İKİNCİ VE KİNCİ ŞEF’İN DE, BAYAR GİBİ ALLÂH’IN MUTLAK DÎNİNDEN NEFRETİ…

Müslüman bir millete tatbik edilen tenkîl (soykırım) hareketini bir vampir şehvet ve şekâvetiyle sürdürenler, yıllar da geçse, bu millet üzerindeki (soykırımlarının) bir dedektif iziyle sürdürücüsü olmakdan bile aslâ vazgeçmemişlerdir.

Hattâ bu “soykırımın”, hangi noktalara vardığının zaman zaman test edildiğine bile şâhid olunmuşdur!.. Bir misâl vermek icâb ederse, 1970 yılında gazeteciler, Müteveffâ İkinci ve kinci şef’e sormuşlardı:

“-Dînî temâyülleri olan bir parti kuruldu, bunu nasıl karşılıyorsunuz?”

İkinci ve kinci şefin cevâbına bakınız:

“-İyi karşıladım. Hiç olmazsa geçen zamân içinde, onların nisbetlerinin yüzde kaça düşdüğünü anlamış oluruz…”

Dembokrasi sandığı içün müslümanları bilhassa 40 senedir oynatan ve onların enerjilerini meydan ve salonlarda tüketen düzen düzenbazları, neleri ve kimleri, ne içün ve nasıl oynatmaktadırlar, bütün bunların tam bir muhâsebesi yapılmadıkça; ve bir takım mefhumların iç yüzü tam idrâk edilmedikçe; ve mutlak hakîkata bilâ kayd ü şart boyun eğiş yoluna girilmedikçe, bu milletin ayağa kalkması aslâ mümkin olamıyacakdır…

(İlk intişârı: 31.03.2010)

 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir