MHP Grup Başkanvekîli Halaçoğlu “AKP, dinsiz partiye destek verdiniz der” deyince, sanki CHP’ye “dinsiz parti” demiş kabûl edilerek, ne kadar “din anlayışı yamuk yumuk adam ve madam” varsa, topu da ayağa kalkdı; ve Halaçoğlu’nu neredeyse dembokratik linç ile, Ramazan günü “Dinsiz dedi ŞEHİDİ” ilân edeceklerdi!. Ma’lum, “Şehidler ölmez, vatan bölünmez” ince sırrı iktizâsı, Halaçoğlu’nu böylece “ebedîyyen yaşayan bir şehîd” mertebesine de çıkarmış olurlardı!
Adam ve madam sürülerinin gönül ve zekâ (kalitesi) maatteessüf işte bu kadarcık!
Halaçoğlu’nun partisi de, “Emsâlettin’ci” Bahçeli’nin nasyonalist nazar-ı muhteşemiyle, onu, der’akab Grup Başkan Vekîlliğinden azl etmeğle, cezâ-yı sezâsını cihâna ibret (!) olacakleyin gûyâ verivermiş; ve hamamın nâmûsunu da böylece kurtarıvermiş oldu!.
Halbuki Halaçoğlu, ifâdesiyle “dinsiz CHP” demiyor; “AKP’nin böyle deme ihtimâlini” ortaya koyuyordu!. Fakat, kimin hangi (dilden) anladığı tamâmen güme gitmiş bir kalabalık içinde, bunu anlatmak imkânı da her hâl ü kârda mümkin görünmüyor!. Ancak anlaşılan o ki, bütün parti ve pırtılar, kendilerine “dinsiz” denilmesini, “oy ve i’tibâr” kaybetdireceğini düşündükleri cihetle istemiyor; buna şiddetle karşı çıkıyorlar… O zaman tüzük ve kütüklerine yürekleri yetiyorsa şunu yazsınlar: “Partimizin dini, Din-i İslâmdır. Bundan aslâ vazgeçemeyiz. Dinimizin bütün icablarına îmân ederiz!”
“Dinsiz değil de, dinli” olan o kurusıkıcı çift şahsiyetlilerden ilâç içün bir tanesi çıksın; ve zerre kadar cesâreti varsa bu ibâreyi “tüzük mü kütük mü” ne halt ise oraya, bu ibâreyi hatta sadece birinci cümleyi yazsın!
Laik (dinsiz yani İslâm’sız) mevzûât karşısında, hangi bir tek parti vardır ki, buna cüret edebilsin!. Ödleri kopar, dizlerinin bağı çözülür! Aslâ “dinli” olduklarından değil, oy toplıyamıyacakları içün kendilerine “dinsiz” denilmesini istemezler!. Aslında “dinli-dindâr-müslüman” denilmesinden o kadar sıkılırlar ki, bu sıfatlar onlar içün dünyanın en kara-kuru, hiç i’tibâr edilmemesi şart olan sıfatlarıdır!. Topu da, Müslümanlık’dan utanır, sıkılır, bunalır ve anınçün de, gene topu da üslümanlığa nefislerinin istediği şekil ve vasıfları yapıştırarak, onu kendi görmek istedikleri beşer uydurması bir keyfiyete büründürmenin kataküllisi peşindedirler!
Üstelik, “Partiler Kânûnunu” delebilecek, anayasa denen iblis tuzağını elinin tersiyle itebilecek kuvvet, hangi parti-pırtıda varmış!?
Halbuki T.C., 1928’e kadar “Devletin Dîni, Dîn-i İslâmdır!” ibâresini “Teşkîlât-ı Esâsiye Kânûnunda” gözküllemek ve ehâlinin birden nefretini çekmemek üzere taşımış; sonra bunu kaldırmış ve gûyâ “dinli=İslâm’lı” bir devletken “dinsiz=İslâm’sız” bir devlet olmaya inkılâb etmiş, bunu tercîh etmişdir…
Binâenaleyh, böyle bir devletin, “dinsiz olmıyan PARTİ” teşkîlatlanmasına müsaade etmiyeceği bedâhaten ortadadır. Politikacı kalabalıkları, hâlâ daha gözküllemeyi bütün şiddeti ile sürdürüyorlar da, zerre kadar dürüst ve mertçe ortaya çıkamıyorlar!
Ve bu adam ve madam kalabalıkları, bu milletin velâyetini üzerlerine alan mahlûklar olarak onları idâre edecek; ve bu milletin iki yakası da bir araya gelecek!.
Biz bu mukaddimeden sonra beyân ederiz ki, devlet veya partinin “DİNSİZLİĞİ” mes’elesi, 1)Şer’î akıl, 2)Laik ve şefokratik (dinsiz) akıl ve 3)Üçüncü olarak da dembokratik akıl önünde değişik kıymet hükümlerine sâhibdir.
1) EVVELEN: İslâmî akıl önünde bir devletin pekâlâ (dîni) olabilir. Vâkıada da “dini olan=laik olmıyan” pek çok devlet vardır. İslâmiyyet’in ise, devlet ve hükûmet sahibi olması, onun zâtında mevcuddur; ve, cihad, namaz, oruc, nikâh, teaddüd-i zevcât, hadd cezâları, muhâkemât, asâyiş, verâset ve sâir gibi, hatta ihâtası itibariyle bütün bunların topunu da içine alacak vüs’atde bir dînî (Farz ve Rükün)dür… Devlet ve hükûmetin İslâmiyyet’in lâzım-ı gayr-ı mufârıkı olduğunda (olmazsa olmazı bulunduğunda) şübhe edilemez. Hulâsa islâmî akıl önünde “devletin dîni” ne kadar zarûrî ise, “Dînin de devlet ve hükûmetinin” olması vâkıası, o kadar zarûrîdir…
Meselâ İngiliz aklına göre de “Devletin DÎNİ=Religionu vardır”; ve o da, Angılikan kilisesinin itikâd esasları nelerse odur… İngiliz, kendi devleti içün (dinini) ne kadar zarûrî görüyorsa; Müslüman dünya içün dîni o kadar abes gösterir ve işbirlikçilerini bu istikâmetde zihin kontrolüne tâbi’ tutar…
2) SÂNİYEN: Cumhûriyet’i ve laikliği İngiliz himâye ve desteği ile Anadolu’da tahkîm edenler, işte bu kontrollü tatbiklerle işi yürütdüler. Onların (zihni), sadece “Devletin Dîni Olmaz!” dogmasına göre ayar edildi. Çünki Hılâfet ve İslâmiyyet’in Anadolu’dan tamâmen kaldırılması, “asrî medeniyetin (pozitivizmanın) bir nassı” gibi kabul edildiği ve Lozan’da da bu istikâmetde “SÖZ verildiğinden”, âtî içün bu istikâmetde zorbaca zorlayıcı bir (DİL) uyduruldu; ve bununla memleket ve millet, her köşe ve ferdine kadar mecbûrî bir (zihin kontrolü) karantinasına sokuldu…
Şeyhülislâm, Merhûm Mustafa Sabri Efendi Hazretleri’nin bu hususdaki satırları anlıyarak okunursa, mevzuun fehmedilmesi, çok daha kolaylaşmış olacakdır. Okuyalım:
“ Türkiye Cumhûriyeti, geçen hafta bir muradına daha erdi. Teşkîlât-ı Esâsiye Kânunundan (anayasadan), “Devletin Dîninin, Dîn-i İslâm olduğunu” söyliyen fıkrayı tayy etdi (kaldırdı.)….
….Dört sene mukaddem Türkiye’de muhâkeme-i şer’iyye ve tedrîsât-ı dîniyye ilgâ olunurken ve hele 2 sene evvel de fıkıh ve Şerîat kânunlarını mer’iyyetden iskât ederek yerine İsviçre kânunları konulurken, Yeni Türkiye Devletinin İslâm devleti olmakdan çıkdığını ilân ederek “Devletin Dîni, Dîn-i İslâm olduğu” hakkındaki maddenin de daha o zaman teşkîlât-ı Esâsiye Kanunundan” çıkarılması lâzım gelmişdi. Lâkin Dîn ve devlet hâini hükûmet, belki millet hazmetmez diyerek sahtekârlığı elden bırakmamak üzere lâfz-ı bîmâna’sı kalmış o maddeyi, bir hatt-ı ric’at gibi senelerce, metn-i kânunda ibkâ etdi. Gâfil millet, bu cansız maddenin kânunda mevcûdiyyeti ile hayli müddet kendini avutdu; bazen buna güvenerek dinsizlerle mücâdeleye girenler ve hükûmetin gazâbına uğrayanlar oldu; dinsiz Ankara’yı dinli göstermiye çalışan münâfık avukatlar, bu maddeyi da’vâlarına hüccet makâmında kullandı. En sonra geçenlerde târîhî nutkunu îrâd eden M.Kemal, bu diyânet hüccetinin SAHTE olduğunu i’tirâf etdi. Bâlâdan gelen bu işâretle, metn-i kânundaki o ölü maddenin artık defnine ruhsat verilmiş olarak, emre müheyyâ hizmetkârâne meclisince müttefikan icâbının icrâsına karar verildi. Ankara hükûmeti, saltanatdan tefrîk etmek sûretiyle ibtidâ ma’nâsını öldürdüğü hılâfeti bir müddet cansız ve ma’nâsız olarak İstanbul’da tutdukdan sonra, lâfzını da ma’nâsına ilhâken ilgâ eylediği gibi, devletin dînine dâir olan Kânûn-ı Esâsî Maddesinin işini bitirmeyi de, böylece iki hamleye tâbi’ tutarak birincide ma’nâsını ve ikincide lâfzını ilgâ etmiş oldu.
Şimdi avukatlara yeni vazife terettüb ediyor ve gitdikce onların işi güçleşiyor!. Devletin DÎN ve ÎMANLA alâkası bu derece sarîh bir hareketle kat’olundukdan (kesildikden) sonra, Müslümanlık noktasından Ankara hükûmetini nasıl müdâfaa etmeli?.
Türkiye hesâbına Mısır’da neşrolunan “Muhâdenet” Gazetesi gibi avukatlığı maskaralığa çeviren pek âdî takıma göre gerçi Ankara’nın bu hareketinin de ta’mîr ve te’vîli kolaydır!. Bu gazete: “Devletin Dînini kânunda yazmaya ne lüzûm var? Bedihî olan bir şeyi söylemek ister mi?. DÎN, kâğıtdan ve mürekkepden mi ibâretdir?.” Diyerek mes’elenin müdâfaasını çok kolaylaştırıyor…
Devletin dînini evvelden kânûna yazmamakla, yazılmışını bozmak arasındaki mühim farkı sanki bilmiyor!. Mâşaallâh Türkiye dinsiz oldukdan sonra mı “devletin dîni bedâhet kesbetmiş?” Ve sebebi nedir ki. Kânûn-ı esâsîlerine dinlerini YAZAN devletlerden hiçbirinin dîni Türkiye’ninki kadar “bedihî olamamış!”
Bir de kânundan bu sefer devletin dînini kaldırmışlar, DİLİNİ yazmışlar! Burası yazılmadan ma’lûm değil mi imiş? “Türk Devletinin DİLİ Türkçe’dir” demek, bedihînin, hem de zikri abes nev’ine misâl teşkîl etmez mi?! Eskisi gibi Osmanlı Devleti olsa, belki lisânından bahse lüzûm görülebilirdi. Hem de “Devletin dili, kâğıtdan ve mürekkepden mi ibâretdir” ki, kânûna yazılmakla mahfûziyyeti te’mîn edilmiş addolunuyordu? Maamâfîh, dîninde durmayan Türkiye’nin dilinde duracağı da bence çok şübhelidir. Ma’nâsına riâyet edilmiyen mavâzaalı maddenin yerine konulması bile, Türk lisânı içün bir alâmet-i şeâmetdir.
Kânûn-ı esâsîden dîni çıkarıldıkdan sonra da (Mısır’daki Muhâdenet Gazetesinin) yapdığı gibi hâlâ, bedâhat da’vâları arasında bil’akis bedâhata karşı devletin DİNLİ olduğuna yalancı şâhidliği etmenin fâidesi olmıyacağını İstanbul gazeteleri anlamış olacaklar ki, onlar artık “devletin dinini” müdâfaa etmiyorlar. “Devlet mefhûmunun dîn ve îmânla ne alâkası olabilir? Devlet oruç tutar mı?. Devlet namaz kılar mı?” diyorlar… Binâenaleyh devletin dîninden bahseden eski Kânun-ı Esâsî maddesinin zâten ma’nâsız ve ılmen kiymetsiz olduğunu iddia ederek Müslüman efkâr-ı umûmiyyeyi yeni bir şaşırtma hareketiyle karşılamıya çalışıyorlar ki, maksadları (devletin dinsizliğinden) milletin dînine bir zarar gelmiyeceğini anlatmakdır.” (Yarın Gazetesi-Maskeler Sıyrılıyor Serlevhalı makâle, 6.Zilkâ’de.1347————27.Nisan.1928 Cuma)
Görüldüğü gibi anakânunda eskiden “Dîni İslâm’dır” denirken, artık bu kaldırılmışsa, orada “DÎN” yok demekdir, orası o dînin “dinsizi” demekdir. O, şu “din” ise, artık orası o dini ipka etmiyen, o dinle tedeyyün etmiyen, o dîn ile kendisini mukayyed bilmiyen bir mekân ma’nâsına, orayı, ancak “dinsiz” kelimesi ifâde edebilir… Bir yerde “adâlet kaldırılmışsa”, oraya “adâletsiz” kelimesinden başka neyi yakıştırmak mümkindir?
Dîni, üzerinde taşırken, sonra da artık onu taşımıyan ve onunla kendisini mukayyed bilmeyen ma’nasına, oraya “dinsiz” denmez de ne denilebilir?
Dîni ibkâ edeceğini (Anayasa’sında) beyan ederken, artık bunu kaldırarak dînin kendisi içün hiçbir bağlayıcılığı ve kıymeti kalmadığını ifâde eden bir devlet veya hükumet, veyahut da (parti-pırtıya), “dinsiz” denilmesinden daha tabii ne olabilir?
Dinleri, İslâmiyyet’in dışında bir nesne olabilecekse de, bu dîne îmanları olmadığı yani “İslâmsız” oldukları içün, “dinsiz” kelimesi ile bunu ifâde etmek, neden (yasak veya çok büyük suçmuş) gibi gösterilir; ve bu muhayyel suçla insanlar neden cürm-i meşhût yapılmış gibi köşeye sıkıştırılır?. Bu, düpedüz sahtekârlık ve alçaklıkdır… Halka, bazı kelimeleri meselâ “dinsiz” kelimesini kullanmayı yasaklıyarak, “hayır, o kelimeyi kullanamazsın” diyenler, kendilerini putlaştıran diktatör taslakları değil de ya nedirler?. Biribirlerine, Kılıçdârzâde gibi “diktatör bozuntusu” diye ağıza alınmıyacak salvo atışları yapanlar, muârızlarını gördükleri kadar, kendi dişlek ve iğrenç mâzîlerini de görebilmelidirler…
Dinli devlet varsa, ona “dinli”, İslâm’sız yani dinsiz devlet varsa ona da “dinsiz” denilmesinden daha tabii ne olabilir… “Dembokrasilerde (partiler), o dembokrasinin vazgeçilmez unsurlarıdır” diye barbar bağırıb; sonra da, dîni olmıyan bir devletin, dîni olmıyan bir partisi içün “dinsiz dedin” diyerek (suç) ihdâs etmek, oradaki dembokrasi ve hürriyetin, dünyanın en necâset ve pislik bir keyfiyetdeki şeklini ifâde eder…
“Ben laikim, ben dinsizim” diyen bir devletde, onun “vazgeçilmez unsurları” olan (partilerin) tamâmı da öyledir; orada, “ben dinsiz=İslâmsız bir parti değilim, dinli=İslâmlı bir partiyim” demek aklen muhaldir… Kim böyle söylüyorsa, o, dünyanın en yalancı, en sahtekâr, en üçkâğıtçı, en gözkülleyici ve en münkir, en aşşağılık bir mahlûkudur… Dembokraside parti-pırtının “dinsiz olmıyanı” olmıyacağı gibi; İslâmiyyet’de ise, “parti-pırtının yani bölücü her türlü şeytanlığın zâten bizzât kendi varlığı” muhaldir…
3) SÂLİSEN: Bu üçüncü şıkdakiler ise, dinsiz olub da kendilerine (dinsiz) denilmesinden SON DERECE rahatsız olan; ve bunun içün de “dinsiz değiliz” manzarası çizen, “müslüman görünmek” içün de bin takla atan yalan-riyâ makineleridir… Nasıl ki, cumhûriyetin bidâyetindekiler “evet dinli devlet ve parti olamaz” demiş; ve bunu ısrarla vurgulamışlarsa, bugüne gelen bunların uzantıları, “dinsiz” görünmekden uzakmış havası vermek üzere bir ittifâk ve aldatmaca peşinde bulunuyorlar…
(14.07.2015)