CİM. EFGÂNÎ YILANININ KUYRUKLARI VE İZİNDEKİ KUBUR FÂRELERİ
Son birbuçuk asır içinde âlem-i İslâm, dışdan ziyâde içinden çıkan fitnelerle bölünüb parçalanmışdır. Gerçi bu iç fitnelerin mûcid ve besleyenlerinin, dışda çöreklenmiş bir takım teşkîlât ve devletler olduğu nazara alınacak olursa, içdekilerin birer (tetikçi satılmış hâinler) ve kullanılan (ajan aktivist) tipler olduğu hemen anlaşılacakdır. Hele bugünki manzara, târihde görülmedik derecede mülevves ve kirli bir keyfiyet arzeder…
Kısaca, dış mihrâklar da diyebileceğimiz bu mûcid ve plânlayıp besleyen teşkîlâtların tetikçilerinden en çok adı duyulan birisi de, hiç şübhe yokdur ki (Cemâleddîn Efgânî) denilen, bir bakıma şiî, bir bakıma da mezhebsiz bir masondur…
Bu masonun, bu kadar meşhûr ve tanınır olmasının ana sebebi de,“Türk münevveri!” geçinen bir takım meşhûr ve soy ağacından kopmuş veya kök kanserli veya dinsiz simâların, bu ve bunun gibi adamları, ya (cehâlet ve ahmaklıklarından), yahut da (îmânsızlık ve hâinliklerinden) yahudi-haçlı ağzı ve hesâbıyla, kitlelere birer “kurtarıcı, müncî, müceddid, kahraman, hattâ müctehid v.s” olarak reklâm etmeleridir…
Hatta İngiliz câsusu olarak Osmanlı Hilâfeti içine sokulan bu sahtekâr için, Mim. Pislamoğlu gibi mülevveslerin meczubluğu, o kadar necis noktalara taşınmışdır ki, herif, Cim. Efgâni denen encesin “tuvalet bezini” bile ağzına alıp, salyasını akıta akıta ve evire çevire yalamaya başlamışdır… Bir köpek sadâkatıyla herif, ağzında taşıdığı “tuvalet bezini!”, bakınız dünyâya nasıl bayrak gibi sallandırmada:
“-…buna (mason Efgânî’ye) kara çalan adamlar, bunun tuvalet bezi etmezler..”
Üstad Merhûm’a gelince o, ahmak veya hâin reklâmcıların rağmına, bu kabil (tetikçileri), dâima ehl-i sünnet vel cemâat terâzisinde tartarak bir kıymet hükmüne bağlamışdır… Gerçek ve samîmî bir müslümanın da, bunun dışında yapacağı bir tartıb kıymetlendirişden ve bunun netîcesinde bir hükme varışından zaten bahsedilemez…
Bir müslüman içün dünyâda, îmân ve (îmân öfkesinin) iflâsından daha büyük ve mühim bir iflâsın düşünülemeyeceği hakîkatı, bedâhaten ortada duran biricik keyfiyetdir…
Bazı “Kur’ân Şâiri!” gibi acem palavralarıyla şişirilerek yere göge sığdırılamayan adamların, bu Cim. Efgânî denen mason tetikçisine yağdırdığı gülünç yağlamalara bilâhare temâs edeceksek de, biz, evvelâ Merhûm Üstâd’ın nice yıllar evvel son derece isâbet ve vukûfla ve herşeyden evvel de îmân ve (îmân öfkesi) noktasından aşketdiği teşhîse bakalım; ve Merhûm’un ne kadar haklı olduğunu, O’na minnet, takdîr ve hasret hissiyâtımızla da ta’kîb edelim…
Rahmetli Üstâd’ın, 35 sene evvel beyân buyurduğu o son derece isâbetli teşhîsi dolayısıyla Cim. Efgânî denen adamı da zehirleyen bulanık suyu; ve o suyun zehirli kaynak noktasından itibâren ele alınışını, o müstesnâ satırlarından aynen iktibâs ederek okuyalım:
“-Şimdi bütün bu yolu kaybedişlerin, çamura saplanışların, her şeyi beş hasseden ibâret kuru akıl çerçevesine döküşlerin; ona da nasıl inandıkları ayrı bir mesele teşkil etmek üzere “nass-Kur’ân hükmü” dışında hiçbir şey kabûl etmeyişlerin ve Kur’ân’ı kuru akla göründüğü gibi ele alışların baş temsilcisi İbni Teymiyye’ye sıra geliyor.
Sekizinci hicrî asrın bu kuru kafası, kendisinden birkaç asır ilerideki Vehhâbîliğe, ondan 1 asır sonra da Mısırlı Muhammed Abduh ve Afganlı Cemâleddine (Cemâleddin-i Efgânî) uzakdan ve yakından ana zemîni kurmuş ve İslâmı yıkılmak üzere bir binâ farzedip onu dışından payandalamak isteyen daha sonraki (reform)culara doğrudan doğruya veya dolayısıyla dayanak olmuşdur.
Bir âlim, evet… Fakat… Kuru, hedefini şaşkın, sır âleminin vecde düşürücü müşâhedesini kaybetmiş ve derinliğine hikmet ufuklarını karanlığa boğmuş bir ilim, hiçbir şey bilmemekden daha kötüdür. İbn-i Teymiye bu ikinci sınıfın baş örneğidir; ve mesleği, kısaca, dış çehresiyle ele almak, onu uzunluğuna ve genişliğine ele alırken derinliğinden mahrum ederek hacimden uzaklaştırmak ve satıh haline getirmek ve bu yolda İslâm’a bir nevi maddecilik ve kuru akılcılık getirmeye kalkışmış olmakdır. Yani İbn-i Teymiyye, Şerîatı doğrulayıcı akla, onun gördüğünden ötesini kabûl etmemekle, farkında olmaksızın bir nevi salahiyyet ve hâkimiyyet tanımış oluyor ki, akla böyle bir salâhiyyet ve hâkimiyyet tanımak, hem aklı, hem îmânı anlamamak ve dalâletin en dipsizine düşmek oluyor. Eğer insan “Ben Kur’ân’ı aklımla tefsir ederim!” dese de, tefsîri, Beyzâvî Tefsîrinin aynı olsa, yine küfürdedir… Aynı akılla Allâh’ı inkâr edenler, ters tarafında İbn-i Teymiyye ile aynı dâire içinde mahpusdurlar. Bu bahis gâyet girift ve uzundur ve İbn-i Teymiyye mektebinin bazı ihtilatları, hatta son zamanlarda yurdumuzda talebe kaydetmeye kadar giden sirâyetleri ve kolayca yerleşme avantajı bakımından NE KADAR ÜZERİNDE DURULSA YERİDİR… Akla bahşedilen öyle bir kolaylık ve ucuzluk ki, yarım akıllara ilâhî esrâra karşı bir nevi horozlanma sevdasını veriyor, ilâhî esrarı çözülmüş şifre kağıtları hâlinde sepete attırdığının farkında olmuyor; ve işte bu hâliyle günümüzde İslâm Enstitülerine kadar sızmış ve bazı gruplar arasında modalaşmış bulunuyor.
Tasavvufu inkâr etmek, Rasûller Rasûlünün rûhâniyyet ve bâtınını tanımamaya varır ki, hem de sözde Şerîat’dan yana görünmenin maskesi altında topyekûn ve en hâin şekilde küfre ulaşır. Bu gibilerin (diyalektik) tekerlemeleri ise, (Sokrates)in buluşuyla, flüt çalana inanıp da flüte inanmamak derecesinde hayâlî bir abes ve hamâkat teşkîl eder. Anlaşılmaza inanıyor da, onun tecellîlerindeki sırrîlik ve gizliliğe inanmıyor!!!” (1)
İbn-i Teymiyye hakkındaki bu hakîkatlar anlaşılmadan, O’nun yolu üzerinde bulunanların hamâkat ve dalâletleri, en doğrusu da ihânetleri anlaşılamayacakdır; ve bunun içün de, Cim. Afgânî denilen masonun ve onun içimizdeki kuyruğu hâinlerin hangi maske ile insanları uyuşturduğu; ve topunun da hangi yolun yolcusu olduğunun anlaşılması aslâ mümkin olamayacakdır… İ. Teymiyye denen mahlûksa, bugün on-onbeş kola ayrılan kavşak noktasının tam ortasında ve başında, kâidesine çakılan bir kuru kelle heykelinden başka bir şey de kabul edilemez…
Merhûm Üstad, (Rapor 2’de) ise, “Müctehid taslaklarını üçe ayırır ve ikinci sınıf hakkındaki” teşhisleri ise, en üst dereceli bir kalb ve beyin mütehassısının el atışı ve tedâvî usûlüyle, buyrun noktasına kadar:
“-Bu dehâ ve fikir taslayıcılarının arkasında, onlarla elele, aynı iklim içinde, aynı kaynakdan vücud bulma, müctehid taslakları…
Bunlar, zehirli meyvelerini İslâm’ı içinden yıkmaya memur bir ekfer -İbn-i Teymiyye adında- bir zakkum ağacından devşirirler; ve İbn-i Teymiyye’den vehhâbîliğe ve Mısır’lı Şeyh Muhammed Abduh ve Efganlı Cemaleddin’e dağılan kollar hâlinde, günümüzün sözde İslâm mütefekkirleri Hamidullah (Baidullah) ve Mevdûdî (merdûdî)ye kadar uzanıcı, kuru ve nasibsiz akıl zemini üzerinde, Türkiye kuklaları olarak boy gösterirler… Bir takım örnekleriyle İlâhiyât fakültesi ve bazı Yüksek İslâm Enstitülerinde, bir takımıyla da “Bâbıâlî” ve “Beyazsaray” çerçevelerinde yuvalanan bu tipler, hele sakallı ve cübbeli, ne sattığıyla değil de, ne kadar sattığıyla ilgili, sözümona bir takım İslâmî neşriyat acenteleri elinde -müstesnâları dâima mahfuz- te’lif ve tercüme, yemedikleri herze bırakmazlar… Ve bu nasibsizlik âleminde en küçük (reaksiyon)a çarpmazlar…
Umûmiyetle ya reformcu, yahut inkârcı ve kendi kendilerine tefsircidirler…
Reformcu, İslâm’ı zımnen çürük bir binâ kabûl edip dışından payandalamaya, desteklemeye kalkışan… İnkârcı ve kendi kendisine tefsirci ise, onu idraksiz aklına uydurmaya yeltenen, okyanusu maşrapaya sığdırmaya davranan… Hepsi de dalâletin ve sekâmetin son haddi…” (2)
Rahmetli Üstadın dîn-i Hakk’ın usûlüne de taallûku olan bu can alıcı temaslarından sonra, bir kitabın mukaddimesine tâc edilen müstesna satırlarına da intikâl edelim ki, karşımızdaki zakkum ağaçlarının fışkısı hâlinde dolaşan kriptolarını, birazcık bile olsa, 15 asırlık Şerîat hassâsiyeti noktasından anlamış olabilelim:
“-Günümüzde İslâmiyet’in en büyük belâsı, onu dışdan ve cebheden helâk etmeye yeltenenler değil, içden ve özünden harâb etmeye davrananlardır; ve bu davranışlarını, bir nevi onarma, düzeltme ve yenileme sayanlar…
“Reformcular” ismi altında topladığımız, 7-8 asır öncesindeki kuru ve nasibsiz akıl borazanına (İbn-i Teymiyye) mizacları dayalı bir grup, birkaç asır sonra Vehhâbîlikden dolaşarak, nihâyet Cemaleddin Afgânî, Mısır’lı Şeyh Abduh ve peşindekilerden bir bölük hâlinde öyle bir anlayış veya anlayışsızlık bataklığına uğramışdır ki, İslâm’ı, çökmek üzere bir binâya yapıldığı gibi, dışından payandalar ve kalaslarla tutmayı marifet bilmiş, böylece ruhlarındaki gizli şübheyi ve İslâm’a güvensizlik duygusunu açığa vurmuşdur.
Halbuki İslâm, dışından payandalar ve kalaslarla yıkılmakdan korunacak bir binâ değil, Allâh’ın ezelî ve ebedî bir yapısı olarak, asırlar boyunca üzerine kondurulan küf, pas, pürüz ve lekelerden temizlenip, olduğu gibi, bütün asliyet ve saffetiyle meydana çıkarılması lâzım, sonsuzluk sarayı…
İçden kırmak, eksiltmek, yontmak ve dışdan yapışdırmak, eklemek ve yamamak… İşte reformcuların, varış noktalarıyla olanca ta’biyeleri…
Asrın idrâkine söyletmeliyiz İslâm’ı… değil de, yine aynı vezinle:
İslâm’ın idrâkine söyletmeliyiz asrımızı…” (3)
Buraya kadar Üstad Merhûmun yazdıkları, akâide ve usûlün temelinin de temeline taallûku olan en lâzım keyfiyet…
Şimdi gelelim, Cim. Efgânî denen İngiliz câsusu masonun “tuvalet bezini” ağzına alıp, bunu da bir köppek sadâkatıyla dişleri arasında taşımakdan zerre kadar hayâ etmeyen tıynetsizlere…
Yani, Cim. Efgânî denen îmânsız zibidinin, gene zibidinin de zibidisi, şarlatanı ve ağzını şişire şişire Allâh’ın Dînine, İslâm târihine, Ehl-i sünnet ulemâsına ve Abdülhamîd Cennetmekân gibi nice (Büyüklerin) şahsında şerefli ve aslı nesli besbelli Osmanlı’ya, o ağzına sığmayan bilmem ne diliyle sûret-i hakkdan görünerek dil uzatan; hayâsız, ezher kaçkını, ne oldum delisi heriflere…
Ancak, Renan’ın bile “îmânsız” dediği Cim. Efgânî denen herifin iç yüzünün ortaya çıkarılması karşısında, sömürü çarkının hâk ile yeksân olacağını hesâbeden, bunun içün de krizler geçiren M. Pislamoğlu denen aşşağılığın hezeyanlarına… Cim. Efgânî denen sahtekârın iç yüzünü ortaya koyan tepeden tırnağa herkese, dünyâda yapılabilecek iğrenç hakâret ve edebsizliğin en mülevvesini yapmakdan zerre kadar hayâ etmeyen ve sıkıntı duyamayan bu levs borazanının, çatlak zurnadan bin beter hırıltı ve zırıltılarına… Buyrun, iğrenç mi iğrenç:
“-…buna (yani mason Efgânî’ye) kara çalan adamlar, bunun tuvalet bezi etmezler..”
Ağzında, Cim. Efgânî denen bir sahtekârın, dinsiz ve masonun “TUVALET BEZİNİ”, işte böyle köppek sadâkatıyla taşıyan Ezher kaçkını bir herif… Ve bu herifin “vahyin perceresinden!” adını takdığı sûret-i Hakk’dan görünme maskesini dikizleyerek, Allâh’ın Kitâbı’nı anlatdığını farzedecek bîçâreler… Ve o mülevves ağızdan çıkan, hem dall hem mudill olanlara hass muzahrafâtı da, “tefsir” zannedip, ondan, İslâm’ın Kitâbı’nı öğrendiği zu’mu içindeki zavallılar!!! Şarlatan, hevâ ü heves ve şeytânî dünyâsını, âyetlerin içine sokarak, Allâh Azze ve Celle’nin âyetlerine kendi mülevves dünyâsını söyletmek içün, dış mihrâklardan güdümlü boynu üzerinde taşıdığı aktör kellesiyle, saatler boyu ekran dümbüllülükleri yapacak; ve bunun adı da, zerre kadar alâkası ve ehliyeti olmadığı halde “tefsir dersi!” olacak!. Hakîkî para ile kalb para arasını ayıramayan bu garîbanlara, sâdece acınır; ve hakkı görmeleri içün de, sâdece duâ edilir…
Ne günlere kaldık ey Gâzî Hünkâr,
Eşşek vezîr oldu, katır mühürdâr…
Köppek sadakatıyla ağzında (bilmem kimin tuvalet bezini) taşıyanlara haketdikleri cevabı, aynıyla ve bir mukâbele-i bilmisil ölçüsünde vermek, boynumuza bir vecîbe olmuş; ve bunun bir milim eksik îfâ ve edâsının ise, hakk ve hakîkat adına bir züll teşkîl edeceği, artık apaçık ortaya çıkmış bulunmaktadır…
Burada hemen, târihî bir vesîka üzerinden, Cim. Efgânî denen hâinin manzarasına ve röntgen filmine bir bakalım… Târihçi İsmet Bozdağ’ın elindeki hâtırâtına göre, Halîfe-i Müslimîn Cennetmekân ABDÜLHAMÎD Hân Aleyhirrahmeti ve’l-Gufran Hazretlerinin, adı geçen iblis hakkındaki beyanları, buyrun:
“-Hilâfetin elimde olması, devamlı olarak İngilizleri tedirgin etdi. Blund adlı bir ingilizle Cemâleddin-i Efgânî isimli bir MASKARANIN el birliği ederek, İngiliz hâriciyesinde hazırladıkları bir plân elime geçdi. Bunlar, Hilâfetin, Türkler tarafından zorla alındığını ileri sürüyorlar; ve Mekke Şerîfi Hüseyn’in halîfe i’lân edilmesini ingilizlere teklif ediyorlardı. Cemâleddin-i Efgânî’yi yakından tanırdım. Mısır’da bulunuyordu. Tehlikeli bir adamdı. Bana bir ara (mehdîlik) iddiasıyla bütün Ortaasya Müslümanlarını ayaklandırmayı teklîf etmişdi. Buna muktedir olamadığını biliyordum. Ayrıca İngilizlerin adamı; ve çok muhtemel olarak da, İngilizler beni sınamak içün bu adamı hazırlamışlar idi. Derhal reddetdim. Bu sefer Blund’le işbirliği yapdı. Kendisini İstanbul’a çağırtdım…. Bir daha İstanbul’dan çıkmasına izin vermedim.”(4)
Cim. Efgânî denilen bu kabil adamların üzerinde uzun uzadıya ciddiyyetle tevakkuf edilib, mesâî sarfetmenin ve yazıp çizmenin sebebi acaba ne olabilir?…
Bu, hiç şübhe yok ki, adı geçen heriflerin şahsî herhangi bir kıymet ifâde eden tarafları olduğundan sûret-i kat’iyyede ileri gelemez; tam tersine bu, sebeb oldukları iğrenç ve mülevves fitne fücûr ve küfr ü şirkin ve nice iğrenç fesâdın tahrîbâtından ileri gelmektedir… Nasıl ki, günümüzde de “Hoşgörü-Diyalog” ve “Kur’an Müslümanlığı” v.s. perdesi altında aynı iğrenç fitne fücur ve mülevves küfr ü dalâletler, aynı Cim. Efgânî misillü mel’un ve hâin nice devşirmeler tarafından hayâsızca irtikâb edilmektedir…
Bu ihânetler ve içden yıkma plânları, Hoşfendi Boşfendi, Salamon Ateş, A. Yardakoğlu, Mayraktar Mayraklı, A. Mayındır, S. Çıldırım, Zekeriya İşkembeikebir, Kavruk Beşer, M. Baydın, Haltettin Haramânî, Kaşar Nuri, M. Muri, M. Pislâmoğlu v.s. gibi yüzlerce İbn-i Sebe ve Ebû Cehil kuyrukları marifetiyle ve bunların haçlı ve yahudi parmaklarındaki güdümleriyle yürütülmektedir…
Topyekûn mes’elelerin temelinin temelinde yatan hedeflerinin; ve bu adamların ve son ferdine kadar da bu sürülerin demek istediğinin hulâsası şudur:
“-Artık 15 asırlık İslâmiyyet, bu günün şartlarında geçmez, geçmiyor ve geçmiyecek! Geçecek İslâmiyyet’i de ancak ben bilebilir ve en kâr ve sürüm getiren ambalajları içinde piyasaya ancak ben sürebilirim! Onun içün her “müslümanım!” deyenin, benim icâdım olan dîni dinlemesi şart… O halde bunlardan çıkan bir tek netice, 15 asırlık dîni herkesin terk ederek, benim icâdım olana sarılması, tek çâre ve tek yol!.”
Yalınız dikkatin en dikkate şâyân tarafı da, İslâmiyyet’in en büyük Peygamberi de, bu 15 asrın içindedir!. Ve bugünün şartlarına uygun İslâmiyyet icâdetme piyasasının yukarıda adı geçen nice din piyasası şirketlerinin cür’et etdiği en iğrenç ve aşşağılık manzara, o 15 asrın başlanğıç noktasında olan Peygamberler Peygamberini de, yok saydırmak için çalışdıkları o 15 asırla beraber, keenlemyekün saymak ve saydırmak alçaklığı… Böylece, Kelâm-ı Kadîm’in, “İlâhehû hevâhu=İlâhları hevâlarıdır” buyurduğu tâğût sürülerinin, zakkum ağaçlarının fışkıları hâlinde, sâhibsiz arazîde (dem-bokrasi herc ü mercinde) cirit atma denâeti…
Bu nâmütenâhî alçaklık irtikâbında ise bir kısmı, gaflet içindeki odunun odunu ahmak ve ebleh tipler; ve bir diğer kısmı ise, İbn-i Sebe ve İbn-i Selül’den daha aşşağılık, arkadan hançerleme şenâatindeki hâin necâsetler… İsim isim verdiklerimizin tamâmı ise, ikinci sınıfda yer alan lâ’neti müstahıklar…
İşte fezâları patlatmaya yetecek denâet ve şenâatın en şerefsiz ve nemrutluk manzarası; ve bir müslümana, daha ağırı düşünülemeyecek manzaranın, en ağırı ve aslâ tehammül edilemeyecek keyfiyetde olanı…
Kudurmak derecesinde bir hayâsızlıkla Halîfe-i Müslimîn ABDÜLHAMÎD Cennetmekân’a varıncaya kadar önüne gelene salya sümük saldıran bu mahlûkun, utanmazlıkda ve hakâretde son nokta teşkîl eden hezeyannâme çıkını, bazı kısımlarıyla ve kelimesine kadar ve madde madde aynen aşağıda: (x)
1) “En azından şunu bilmeliyiz, Merhûm Cemaleddîn Efgânî’yi kötüleyenler, Cemaleddin Efgânî’yi sevenler mi? Veya düşmanları mı? Birini düşmanından dinlemek nasıl bir şey? Onun için birini düşmanından dinlemiyeceksiniz. Peşinen önce düşman olmuş, ondan sonra da size aktarıyor onu. Tanımaya çalışmak demişdim değil mi; tanımlamak değil, tanımaya çalışmak, aslolan bu…”
Gözbağcının ve lâf u güzâf cambazının gözküllemesini beğendiniz mi?! Nasıl bir piç mantıkla mes’eleyi ele alıyor; ve kıvırtmanın dansözcesine de nasıl göbek atdırılıyor, görüyorsunuz!. Sanki, İranlı olduğu halde Efganlı ve şiî masonu olduğu halde sünnî geçinerek bütün insanlığın gözünü külleyen Cim. Efgânî denen pespâye, sütten çıkmış ak kaşıkdır; ve ona “düşman” olan yüzlerce İslâm ulemâsı, bu adama mücerred düşman olmak içün düşman olmuşlar ve adama zulmetmişlerdir!.
Efgânî denen İngiliz câsusu bu mason hakkında yazılan yüzlerce reddiye okunursa, adamın (dîn ve îmanla) zerre kadar alâkasının olmadığı; ve İngiliz masonlarından hastirnâme alınca da, soluğu Fransız Allâh’sız locasında aldığı, hakkındaki vesîkaların, sâdece belki yüzde biridir… Ve nice kitablarda, mason locası yazışmalarının fotokopilerine ve oralardaki kayıt, târih ve numaralarına kadar da apaçık görülebilir… İslâmiyyet’i sulandıran ve tamâmen siyâsî entrikalarına âlet eden bir madrabaz olduğu ortaya çıkınca da, başta gerçek müslüman olan her bir ferdi elbetde dost değil; ve fakat düşman kazanacağı apaçık ortadadır… Allâh ve Rasûlü’ne düşman olanları düşman bilmek, her “müslümanım” diyen ferdin (zarûrât-ı dîniyyeden) olan en baş vazîfesidir; ve bunda şübhe ve tereddüdün bile küfre müeddî bir keyfiyet ortaya koyacağı, mezhebsiz zibidiler içün değilse de, 15 asırlık SON ŞERİAT bağlısı müslümanların, en temel kânunlarından birisidir…
Bizzat öz Peder-i muhtereminin hem “dâll hem mudill” olarak vasfedip reddetdiği Mim. Pislamoğlu denen cim. yalakası ve meczubu herifin, hangi ruh seciyesinden ve kaçıncı göbek cibilliyet akrabası oluyorsa, bu Efgânî mahlûkuna gûyâ meccânî muhâmîlik edişi de, fıtratının iktizâsıdır!. Aklı ve îmânı yerinde emekli bir imam-hatib ve fahrî vâiz olan muhterem Ahmed Bey, 2.10.2000 tarihinde bir başka Ehl-i Sünnet hocasına Develi’den yazdığı mektubla, bu herife nasıl yüreği yanan bir baba olduğunu şöyle ifâde eder:
“-Allâh hidâyet ve salâh veresice oğlum M. İ.’na verdiğiniz, “Kur’ân-ı Kerîm’e el sürme” mevzuunda âlimâne, ârifâne ve vâkıfâne cevâbınızdan dolayı, sizi cân u gönülden tebrik eder ve hâlisâne şükranlarımı arzederim….
NOT: M.’nın dâll ve mudilliği, baba olarak bizi çok huzursuz etmektedir ……… milyonları ifsâd ve idlâl etmesin. Cevâbınız, fakîri pek memnûn ve mesrûr etdi..Hakk râzı olsun…”
EVET, MİLYONLARI İFSÂD VE İDLÂL EDEN BİR MÜFSİD VE MUDİLL ADAMIN, YÜREĞİ YANAN VE AHH EDİP İNLEYEN BABASININ GÖZÜNDEKİ MANZARASI DA, İŞTE BUDUR…
Böylesine baba “âhı” alan heriflerin encâmı, daha bu dünyâda beterin beteri olmakdır…
Nitekim, kendisine, Kur’an-ı Kerîm dersi versin diye teslim edilen bir sabîye karşı da, nasıl şenî’ ve denî bir noktaya düşdüğü, cum. Mahkemesi zabıtlarına kadar işlenen bu adamın, o meş’um hâdisesindeki mağdur sabîyi muâyene eden Doktor da, (Dr. Şâhin Türkboyları) adındaki bir zât…
Artık, böyle İslâm Halifesinden ümmete, babasından millete, bunca beddua, lâ’net ve (ahhh) alan ve yüzkızartıcı suçlarla ma’lül bir herifin, hâlâ daha televizyonlara çıkarak insanımızı “ifsâd ve idlâl” etmek üzere boy göstermesi, hayâsızca pişkinliğin de son noktası olsa gerekdir…
İşte, Cim Efgânî denen Hılâfet düşmanı İngiliz câsusu masonun mürîdân ve tirîdânı; ve işte, bu sürülerin şeyhi ve kahramanı olan mahlûk!. “Birine bak ötekini, ötekine bak berikini gör!” denilecek ve her vasfın altındaki ibretlik başaşşağılar tablosu!..
Zerre kadar îman ve hayâsı olan bir mahlûk, bunca cürümlerin mürtekibi olmuşsa, onun yeryüzünde yapacağı birtek iş, ya harakiri yaparcasına pis mecûdiyyetini ortadan kaldırmak; veya, izini kaybedercesine dünyânın yedi kat dibine geçmekden başkası da olamaz…
Cim. Efgânî’yi, “düşmanlarından dinlemeyin!” şeytanlığı ile, kendini dinleyenlerine çatallı kazık da atan bu ekran cambaz ve aktörü mahlûk, aynı hakkı, (dostlarından da dinlemeyin mantığını ortaya koyarak!) karşısındakilere de aynen vermiş olduğunun farkında olamayacak kadar da muhâkeme ve muvâzeden mahrûm, echeliyyet denizi ortasındaki câhile nisbetle allâme megalomanisi illetine mübtelâ, abartıb kabartıcı, marazî bir karakter prototipi…
2) “Fakat Cemaleddiiin, (meşhur kelle titretmesiyle devam eder) o İslâm’ın yiğid evlâdı, o yanlışlarını bile ümmet için yapan adam,ömründe sıcak bir çorba yüzü görmemiş adam, herkes ev, yurd, yuva kurub çoluk çocuğunun arasında vur patlasın çal oynasın vakit geçirirken…”
Bir mahlûk ki, yalanları, masonluğu, îmânsızlığı, sahtekârlığı, mezhebsizliği, halife, İslâm târihi ve 13 asırlık İslâm ulemâsı düşmanlığı tescîl edilmişdir; artık bu adam ve onun kuyruğundakiler hakkında verilecek hüküm, izâha hâcet bırakmayacak kadar apaçık olduğu halde ortadadır…
“Yanlışlarını bile ümmet için yapan adam!” diyebilen cüzzamlı bir kalb, beyin ve mantık sakatâtının sâhibi hakkında verilecek hükmü de, siz tayin ediniz; ve böyle bir beyân fuhşundan bile hazer edemeyen bir şarlatanın, acaba hangi haltı işlemiş olursa olsun, onu, “ümmet için işledim!” dememesi, nerede ve ne zaman ve binde kaç ihtimalle mümkin olabilecekdir, zerre kadar insâf ve vicdânı olan teemmül etsin!!!…
Ve bu adamın, Efgânî, Abduh, Kazanlı Musa Bigiyef, M. Esed, Humeyni, Vehhaboğlu v.s gibi topu da dalâlet öncüleri olan adamlardan derlediği üfürükleri, İslâmiyyet’i öğrenmek adına dinleyen kalabalıkların hâl-i pürmelâlini de, tasavvura tâkatı olanlar, buyurub tasavvur etsinler!
3) “…varlığını ümmete sadaka vermiş adam…”
Ümmete ve halifeye ihânetden başka bir şey bırakmadığı, vesikalar, kitablar, hâtırat ve makâleler dolusu hüccetle ortada olan bir adamın “varlığını, ümmete sadaka!” olarak telâkkî ve iddia eden bir beynin, zerre kadar hayâdan nasîbi olduğunu da, hangi mahlûk ağzına almaya cesâret edebilir, pes!?..
4) “Birgün bakıyorsunuz, Rusya’ya gitmiş Rusya’daki müslümanları ayağa kaldırmaya çalışıyor. Birgün bakıyorsunuz İran şâhının yanına gitmiş, onu Şûrâya iknâ etmeye, İslâmı, yönetdiği ülkeyi İslâm Şûrâsıyla yönetmeye iknâya çalışıyor… Birgün (Birisinin sorusu üzerine): -Evet istişâre- Birgün bakıyorsunuz Abdülhamîd’in yanında, “sana, İslâm ümmetini tekrar ayağa kaldırman şartıyla bey’at ediyorum” diyen (bağırarak elini masaya vuruyor) adam, Efgânî görüyoruz. Birgün bakıyorsunuz Mısır’da mason locasında gitmiş, masonluğa intisâb etmiş, ondan sonra da masonluğun yüzünü görünce de, gerçek yüzünü, ben bunları adam sanmışım demiş. Böyle bir Afgani görüyorsunuz.”
İşte, şeyhinin masonluğunu ve fırıldaklık derecelerini bizzat kendi diliyle apaçık i’tirâf diye de buna denir…
Ve işte, “şecaat arzederken merd-i kıptî sirkatin söyler!” hikmetinin, üzerinde tecellî etdiği merd allâme!…
Yalanıyla ele geçirilip, köşede kendi kendini kıstırıb akrebçe intihâr da ancak böyle olur!. Büyük Halîfenin “maskara” dediği ve İngilizler hesabına Hilâfet-i Osmâniyye’yi yok etmek iblisliği içindeki bir pespâye mason, yehûdîye Filistin’de kurabiye kadar toprak vermemek içün bütün bir şirk dünyasını karşısına almakdan çekinmeyecek kadar şecaat, asâlet, kıyâset, liyâkat ve cesâret sâhibi bir Halîfenin huzuruna çıkacak; ve O’na meydan okumanın en aşşağılık edebsizliği içinde muhâtab olarak da:
“-Sana İslâm ümmetini tekrar ayağa kaldırman şartıyla bey’at ediyorum!”
Diyecek!
Ve o aşşağılık câsus, o ümmet idâresi ve diplomasi hassâsiyetinin zirvesindeki Halifeye zımnen:
“-Senin, ümmeti ayağa kaldırma gibi bir derdin yok!”
Hakâreti ve şerefsizliğiyle muhatab olabilecek; ve o Koca Halîfe de,“ayağımıza bir müşteri geldi kaçırmayalım!” hesâbıyla, o “maskara”mason küspesine:
“-Haa öyle mi, peki, sen öyle istiyorsun mâdem, ümmeti ayağa kaldırmak içün çalışacağıma sana söz! Bana dünyâda ne içün çalışmam icabetdiğini ma’lûmât buyurduğun içün de arz-ı şükranlar Şeyhim Efendim! Bu saatden sonra inan olsun dediğini yapacağım, yeter ki senin bey’atın eksik olmasın!”
Diyecek!!!…
Megalomaninin, bu tür patalojik vak’a hâlinde olanına da, işte bu tip “çağdaş din kâşiflerinde!” ancak rastlanabilir!… Târihe bu derece güldüren bir gabâvetle el atan; ve “ben olsaydım böyle yapardım!” herzelerini, Şeyhinin dilinden ona yakıştırarak senaryolaştıran şarlatanları da, ancak bu din bezirgânları içinde bulabilirsiniz…
Ve O Halîfe ki, İslâm’ın topyekûn devlet, haysiyet, hayâtiyet, vekâlet ve velâyet mes’ûliyyeti altında kemiklerine kadar çatırtılar çıkararak yaşayan Oğuz soyunun en haysiyetine mâlik bir Hâkânıdır; ve böyle bir küçültücü ŞART ile kendisine pespâye bir câsus ve mason tarafından yapılan (bey’atı) kabul derekesine sukût etmekden de tenzîh edileceği, bütün dünyâya ma’lum bir devlet reisidir…
Bu Cim. tâifesinin biri ikisi değil, topu da maskara…
Bir mahlûk, bu kadar mason meczubu kubur fâresi olabilir…
Ve Cim. Efgânî denen hâin câsus, “40 günde şûrâya a’zâ olacak kadar mükemmel Osmanlı Türkçesi öğrenecek!”
Bu kadar fevkal’âde zekâ, hâfıza ve rûhî melekelere sahib (!) bir süpermen olacak; ve fakat aynı bu süpermen, masonluğun gerçek yüzünü hiç bilemeden onların arasına girecek kadar da damıtılmış su, safın safı ve süzmenin süzmesi olacak; ve gerçek yüzlerini öğrenince de,“bunları adam sanmışım!” diyecek; ve bu kadar da salakoğlu salak ve eblehoğlu ebleh ve ahmakoğlu ahmak olacak!!!
Vay, sahtekâr şarlatanlar vay!..
Bu şarlatanları dinleyenler arasında bir tek akıllı adam da çıkıb:
“-Aklı, mantığı, vâkıayı, yaşanmışları ve târîhi bu derece vahşetle çarmıha germeye utanmıyor musun?” diyemiyecek, pes…
5) “Abduh gibi bir âlimi yetiştirmiş bir âlim.”
Kubur fârelerini boğmamızı uzatmamak içün, bu maddeye cevâbı te’hir ediyoruz… Ancak Efgânî denen İblis’in, Abduh’un (îmân bikrini izâle) ederek onu yetişdirdiğine ise, bütün dünya ile birlikde şehâdet edebiliriz…
6) “İstanbul’a geliyor bu koca adam, bir ömrü ümmet yoluna harcıyor..”
Bu maddeyi de şimdilik te’hîr…
7) “Önceki gelişinde Milli Eğitim Şûrâsı üyesi oluyor. Kırk günde İstanbul’da osmanlı türkçesini öğreniyor. Adama bak, adama! Şûrâya üye olacak kadar üstelik.. ve ondan sonra yine kovalamaca, kovalamaca, kovalamaca.. Ümmmet diye yırtdı kendisini.. efendim..(Halife-i Müslimîn hâini şarlatan kaskatı kasılıyor) En sonunda İstanbul’a geliyor, Abdülhamîd’e bey’at ediyor. Abdülhamîd’in o meşhuuur korkuları yine baskın çıkıyor. (Besmelesizin, İslâm Halifesi hakkındaki edeb iflâsını, istihzâsını ve dünyâ önünde dümbüllü sırıtışını bir göreceksiniz!) Adamdan şüpheleniyor. Bir konak tahsis ediyor, bir at tahsis ediyor, dört seyis tahsis ediyor, onsekiz de casus tahsis ediyor!.. efendim.….. buna kara çalan adamlar bunun tuvalet bezi etmezler…”
Bu hezeyanların mütemmim cevâbı da bilâhare…
Ancak ve şimdilik: Allâh bu yalan dolan toptancısı hayâsız sahtekârların topunun da belâsını versin!
O Cim. Efgânî denen sahtekâr mel’una, BU MUVÂZENESİZ VE BABA ÂHI ALTINDA YAMUK YUMUK OLAN AŞŞAĞILIK MAHLÛKUN DİNLİNDE “kara çalanlar”, HAKİKATDE İSE O MASONUN DEREKESİNİ TAM GÖRENLERDİR; VE O BÜYÜK HALİFEYE KADAR HANGİ BÜYÜKLER BÜYÜĞÜ BÜYÜKLERİMİZ BÖYLE DEĞİLDİR?… VE O BÜYÜKLERİMİZİN TOPU DA, MÜLEVVES BİR KUBUR FÂRESİNİN AĞZINDA, o encesin “tuvalet bezi bile ETMEMEK…” seviyesinde!.
Böylece de, bir köppek sadâkatıyla O encesin “tuvalet bezi”ni ağzına alıb bayrak gibi sallayan bir kubur fâresine, cihân târîhinde ilk defa rastlanmış oluyor!
Bu kubur fâreleri, bu kadar hayâsızca yedikleri haltların, atdıkları iftirâların, sıvadıkları hakâretlerin, tezyif, tahfif ve ahlâksızlıkların altından iki cihanda da kalkamayacak; ve O BÜYÜK HALİFENİN, ümmetin ve bizzat kendi öz babalarının ve azâba garketdikleri sıbyanların beddua ve lâ’netlerinden, aslâ yakalarını kurtaramayacaklardır…
Mahlûkun, abartıp kabartmadan ibaret dümbüllü rolündeki pespâyeliğine bakınız ki, herif, dinleyenlerini tam bir salaklar ve enâyiler gürûhu kabul ederek konuşuyor… Cim. Efgânî denen madrabaz ve Renan’ın bile “dinsiz” dediği o sahtekâr, 40 günde “Osmanlı Türkçesi öğrenmiş!!!” “Şeyh uçmaz müridleri uçurur!” hesabı, bu herif de şeyhini işte böylesine dümbüllüce uçuruyor! Buna inanacak bir tek geri zekâlı bile yeryüzünde ya hiç yokdur; veya bu şarlatan, dinleyenlerinin tamamını, gerinin de gerisinde bir zekâlı ve echel kabûl ederek, bu kadar işkembe sıkmalarıyla idârededir!. Mücerred “ADAMA BAK ADAMA! ŞÛRÂYA ÜYE OLACAK KADAR DA ÜSTELİK!” diyebilmek; ve şeyhi olan dinsizi uçurabilmek için, işkembeden sıkmanın bu kadar iğrenci de aslâ olamaz!. Bu herifi ciddiye alarak dinleyip, kâle alanların da, vay ervâh-ı tayyibelerine… Bu noktada nasıl yalan söylediğine tekrar döneceğiz…
Ancak, bu iblisin, Cennetmekân Abdülhamîd Hân Aleyhirrahmeti ve’l-gufrân Hazretleri içün ağzından çıkanlar ise, tam da, (ağzında o dinsizin tuvalet bezini taşıyan bir kubur faresine) yakışan hezeyân ve gaseyanlar… O Büyük Halifeye olan düşmanlığının sebebi de, o Cim. Efgânî denen sahtekârın necâset izini, kendisine din edinişidir, hepsi o kadar…
Büyük Halifenin ve ümmetin beddua ve lâ’netini alan Cim. Efgânî ve mülevves izindekilerin, bu ümmete ve Halîfelerine revâ gördüğü ihânet ve aşşağılıkların binde birini, ne yahudi ve ne de ingiliz gâvurları görmüşdür…
İttihadçı hâinlerin tam yüz sene evvel 1908’de irtikâb etdikleri o mülevves ihtilâl; ve o günden bu güne kadar işlenen topyekûn ihânet, cinâyet, denâet ve şenaatların altında, Renan’ın bile (dinsiz) dediği, Allâh ve Rasûlü’nün baş düşmanı, o Cim. Efgânî gibi mason ve aşşağılık mahlûkların parmağı ve dolapları vardır…
Bu ümmetin, yalınız 1912-18 târihleri arasında tam 10 cebhede ateşe atılarak ve soykırımı denen tenkîle ma’rûz bırakılarak 202.000 genç evlâdının “Hazer Denizindeki Cehennem adasına ve sibiryalara” kadar binbir işkence altında sürülerek ve kurşuna dizilerek ifnâ edilişlerinin; ve Sarıkamış fâcialarına varıncaya kadar da nice fâcialar altında kar gibi erimelerinin müsebbib ve katilleri, O Büyük Halifeyi devletin başından koparmak içün gece gündüz ihânet plânları yapan Cim. Efgânî gibi İngiliz câsusu masonlar, Jön Türk ve İT masonları ve yahudi-haçlı işbirlikçilerinden başkası da aslâ olamaz…
Ve tam yüz senenin en büyük cinâyeti de, bu BAŞ koparılma hâdisesinden başkası aslâ değildir…
Allâh’ın, meleklerin, bütün insanların ve lâ’net etmek şânından olanların lâ’neti, o Cim. Efgânî gibi mason keferelerinin; ve onların izinde oldukları halde mikrop saçan ağızlarında o heriflerin (tuvalet bezini taşıyan kubur fârelerinin) üzerine olsun!…
…………………………………………………………
(1) (Türkiye’nin Manzarası- Temmuz 1973 Toker Matbaası, s. 116-117)
(2) Rapor 2, s. 6, Özkaya Matbaacılık, Ekim 1976.
(3) (Din Tahribçileri, Ahmed Davudoğlu, 1997, s.6-7)
(4) (Cemaleddin Efgani Etrafındaki makâleler, Dr. Muhammed Reşad Malâtî, s. 142, tab’ târihi 1416-1996) Kitâb içün müellifin e-postası: hurufis@aol.com
(X) http://www.youtube.com/watch?v=4fFF-03xkok&feature=related
(İntişârı: 18.02.2010)