Bu “dinlerarası diyalog” denen fitneye, adı geçen cemaat tarafından ne derece sıdk u sadâkatla; ve bir değil, bin kuvvetinde bir (dinmiş) gibi îmân edildiğine de, F.Gülen’in şu satırları şehâdet edecekdir:
“Dolayısıyla, dünya 50 defa hallac olsa, 100 defa değişse de biz hep aynı düşünceleri ifade etmeli ve DİYALOG demeliyiz; demeliyiz, zira temel kaynaklarımız farklı düşünmemize müsaade etmiyor. Zaten aksini düşünmek ve bu işi terk etmek, harakiriden ve intihardan farksız olur. Zirâ bugüne kadar terörle, canlı bombalarla,uyuşturucuyla baskı altına alınarak robotlaştırılmış insanlarla karartılan İslâm’ın çehresini kendi güzelliğine yakışır bir tarzda göstermenin yegâne yolu diyalogdur; Allâh’ın izniyle bu yolda epey mesâfe kat’ edilmişdir ve bu süreç aslâ inkıtâa uğratılmamalıdır.” (Diyaloğun D ve T Temelleri 2006, s:42)
Hele, “diyalog iman ve aşkının, böylesine, papa meczubu bir kardinalde bile rastlanamaz!” dedirten satırları ise, mübalağa ve abartının evc-i bâlâsında ve âleme ibret olacak şekilde de gözler önündedir:
“Dünya 50 defa hallac olsa, 100 defa değişse de, biz, hep aynı düşünceleri ifade etmeli ve DİYALOG demeliyiz; demeliyiz, zira temel kaynaklarımız farklı düşünmemize müsaade etmiyor. Zaten aksini düşünmek ve bu işi terk etmek, harakiriden ve intihardan farksız olur.” Demek, Türkçe’de hiç raslanmamış bir abartı ve mübâlâğaya delâlet etmektedir. Üstelik de bu kabil ifâdeler, ütopik bir takım zihin ihtilâcları olarak da görülebilir!.
“Dünyâ’nın 50 defa hallac olması” gibi bir manzarayı normal bir zihin nasıl tasavvur edebilir; ve bu, dünyanın önünde nasıl kitablara geçirilib gelecek nesillere (vesîka) olarak bırakılabilir?. Dünya hallac olacak ve kendi kendisini 50 kere, hallac pamuğu gibi atacak demekki!
Sonra “dünya 100 defa değişse de biz hep aynı düşünceleri ifâde etmeli ve diyalog demeliyiz” diyen bir zihinde, müthiş bir fikr-i sâbit donması var demekdir. Dünya bir defa bile değişse, altından ne gibi bir keyfiyet çıkar, bunu evvelden kestirmek aslâ mümkin de olamaz. Böyle olunca da, “dünya 100 defa değişse” de, yine aynı yerde, aynı bırakılan yerde otlamanın kime ne fâidesi olabilir?. Bu, en basit akla bile mülâyim gelebilir mi?
“Dinlerarası Diyalog Demek”, Allâh Azze’nin değil, nihâyet muharref dîn mensublarının, kendilerince yüksek bir makamdaki adamlarının ortaya atdığı bir misyonerlik usûlüdür. Bunun böyle olduğunda bütün dünyâ da müttefikdir… Bu usûl, “müslüman hocası bilinen” bir kişiyi, neden bu kadar aşırı derecede alâkadar edib bu derece kendisine bağlıyor ve herşeyin fevkinde, o adamın mücerred (olmazsa olmazı) olub çıkıyor, cidden esrârengiz bir mes’ele!.
Dünyâ, 100 defa değil, bir defa ve o da öylesine köklü bir değişikliğe uğrayabilir ki, artık değil “Dinlerarası Diyalog” demeyi, bu fitnenin ilk harfi olar “dâl” harfini bile ağzınıza alamaz hâle gelebilirsiniz!. O zaman hâlâ, “dünya 50 kere hallaç olsa ve 100 kere değişse biz hep aynı düşünceleri ifâde etmeli ve hep DİYALOG demeliyiz!” demek, normal bir akıl ve muhâkeme olarak görünemez…
Dünyâ’nın, öyle “hallac” mesleğinde bir usta olmasına da lüzum yok! Cenâb-ı Hakk büyük bir âfet vererek, yalınız “Diyaloğun” değil, papalığın 77 sülâlesini bile, hesaba katmıyacağı bir hâle tahavvül etdirebilir!. Cenâb-ı Hakk öyle bir âfet verir ki, Vatikan da dâhil, İtalya yarımadası Akdeniz’de batar ve sulara garkolur!. Sodom, Gomore ve Pompei gibi yerler ne olduysa, bütün İtalya da, bin kere daha beter olabilir!. Bunlar içün “dünyanın 50 kere hallaç olub” hallaçlık mesleğinde ustalaşarak, dünyâyı hallac pamuğu gibi atması lâzım gelmez!!! Hallâk-ı Cihân “kün” demekle, bu işleri kimsenin tasavvur edemiyeceği kadar değiştirir, tersine veya zıddına kalbedebilir… Bunları böyle yapmak içün, “dünyanın hallaclık mesleğini talim ve tahsil etmesine” hiç lüzum yok! Bunları, Sâhib-i Cihan Azze ve Celle, Samed ism-i şerîfi mu’cebince kimseye muhtac olmadan, o çok (sayın hoşgörü-diyalog-ibrâhimî dinler dünyâsının) hallac olmasına zerre kadar lüzum görülmeden, bir lâhzada halkeder ve yaratır…Hatta dünyadaki iki ayaklı iblisler de, bunun ne olduğunu anlıyamadan, ya taş kesilirler ya hallac pamuğu!.
Şâir güzel inşâd etmiş:
“Hakk tecellî eyleyince her işi âsân ider,
Halkeder esbâbını, bir lâhzada ihsân ider…”
Dünyâ’nın öyle 100 kere değişmesi gibi uçuk beyânlara muhtâc olmadan, Mehdi ve İsâ Aleyhimesselâm Hazerâtının bir kere teşrifleri ile de değişeceği; ve öyle 50 kere hallac ve pullac olmadan değişmesi, istikbâle âid kat’î bir vâkıadır!. O zaman, bu, (tipi dümbelek) dünya, “durun, ben, 50 kere hallac olmadan bir halt edemezsiniz!” diyemiyecek ve kuzu kuzu boyun eğecekdir!. İrâde-i sübhâniyye, öyle 50 kere hallac ve pullac olacak, 100 kere değişecek dünyaya, “hele yavaş olun, ne olursanız da olun; ve ne kadar değişirseniz değişin, möhderem bir vâiz efendinin diyalog aşkı var, onu aslâ değiştiremezsiniz!” mi diyecek? Hâşâ! Kâdir-i Mutlak onu, öyle bir döndürüverir ki, o zaman ne papalık, ne patriklik, ne hocalık, ne diyalog fitnesi, ne hoşgörü çetesi, ne cemaat ve cemadât câmiası, ne gezi zekâlılar, ne intikam operasyonları, ne haçlı, ne maçlı topçular, ne hökûmât-ı cümhuriyyeler, ne devlet-i ılmâniyyeler kalır! Topu da, münâsib yerlerini muhafazanın derdine düşerler; ve lâkin, zerre kadar elleri oralarına bile gidecek vakit ve imkan bulamaz!…
Hâl ü keyfiyet bundan ibâretdir Efendiler…
Dünyâ denen fırıldak, 50 kere hallac, 500 kere bulamac, 1000 kere topaç olsa ve fırrıldak gibi de dönse, o mutlak irâde önünde hiçbir halt edemez, dönemez, fırıldaklaşamaz! Tamam mı?
Böyle ütopik hayâl ve muhayyelâtın peşine düşerek, gaybdan haber veren müneccimler gibi ruhbâniyyet âlemlerine dalan ve nice hayâlâtı vâkıa gibi zikreden hayâletvârî akılların peşine takılanlar, hakikatla karşılaşınca, uyansalar bile iş işden geçmiş olur!. Çünki artık, ortada “Papalık misyonu” da, onun misyonerliği de, “Kelime-i Tevhid’e onu tahrîf ederek yeni ma’nâ vermeler” de; 3 dini karıştırıb bulaştırarak, ortaya yepyeni “ibrâhimî dinler uyarlamak” da; ona, “hizmet hareketleri”, diyalog fitneleri, “diyalog âyeti” deme iblislikleri de, Türkçe Olimpiyatlarında müştehad kızlara göğüs-göbet ve kalça çalkalattırma gibi “hizmet hareketleri” de, bunlar gibi yüzlerce “hizmet bilmem neleri” de, kökünden top atmış, nalları dikmiş olacakdır, o kadar…
Dünyâ denen yuvarlak fırıldak, “50 kere hallac olmadan ve 100 kere değişmeden” BİR kerede öyle bir hallac pamuğu gibi atılır ki, orada mezarlarında uyuyanlar bile don gömlek aramadan ortalığa fırlatılırlar! Ancak o zaman, (oy) hesabları ve dembokrasi fırıldakları ve fitneleri içün degil; o zaman, 2010 cumhurbaşkanlığı referandumundan evvel, “İmkân olsa mezardakileri bile kaldırarak referandumda ‘Evet’ oyu kullandırmak lazım. Ben zannediyorum kalkarlar da” diyen hocfendileri “kutsamak” içün de değil, dünya denen fırıldak, bir kerecik değiştiği, Sâhibi tarafından evet, bir kerecik değiştirildiği içün olan olur… Referanduma hani mezarından kalkıb kefenini sırtlanan yarık sandığa koşacakdı da “evet” oyu kullanacakdı, ne oldu? Ne gelen var ne giden!. Ne türse, o tür hayâl âlemlerinde gezinib, bunları da “vâkıa” diye kapışan cemaatlere “mesir macunu” gibi saçan adamların bu ütopyalarına, acımak mı, yoksa gülmek mi icâb eder, ey cemaat-i müslimîn ve ey cemaat-ı Pensilvaniyyûn muhayyersiniz!
F tipi bir akıl, “sandığa marş marş dedi!” diye, hiç kimse mezarını terkedemez!
Adamın “ZANNI” fâsit ve ütopik bir zan… Kolay mı öyle, F tipi kafa Pensilvanya’dan “ey ehl-i kubûr, kalkın ve doğru referandumda oy vermek içün sandığa, marş marş dedi!” diye, bir tek adam veya madam, kılını bile oynatsın!. Mezardakiler, Gülen’e gülecek hâlleri olsa, kasıklarını tuta tuta gülerlerdi ammâ, ehl-i kubûrun derdi başından aşmış, hepsi müthiş can ve hesab derdine düşmüşken, onların binbir sıkıntısını ve feryâd ü figânını F tipi ütopistler ne anlar!. Sanki ehl-i kubûrun derdi, Kelime-i Tevhid ile oyun oynamak, diyalog âyeti okumak,Tayyib Paşayı devirmek, dersane ticareti, Koçgillere destek atışları, Vatikan ayarlı Türk Okulları reklamı, Türkçe Olimpiyatlarında müştehad kızlara göğüs-göbek ve kalça çalkalatdırmak ve bilmem ne!
“Ben zannediyorum kalkarlar da” imiş!
Hani bir tek adam, mezarından kalkdı mı?!
“Zan etmeler” de fos çıkdı! Hiçbir âdem içün, “mezarından çıkmış, sandığa gelmiş, oy kullanmış!” diye duyuldu mu?!. Belki de “Böyyük F. G. Merkezinin emridir” deyû da’vete icâbetle geldiler; ve baktılar ki “seçmen listelerinde” isimleri yok, adamcağızlar “boşuna geldik, şimdi mezarımızı da birisi kapar ve açıkda kalırsak!” diye, bin pişman geri dönmüşlerdir! Döndükleri zaman da, kendi mezarları içine girmeyi bırak, başlarını sokacak öylesine sıradan bir mezar bile bulamazlarsa, gecekondu bir mezar yapma imkânları da kalmamışsa; hadi kalmış olsun, belediyenin “yıkım ve döküm ekipleri” gelib onları yıkarlarsa, şimdi ne olacak, bunun vebâli kimin boynuna veya kalın ensesine asılacak?!!!
“Mezarlarınızdan kalkıb gelin (oy) verin!” demek kolay, ama garibanların oradaki hâlleri Pensilvanyalı Emekli arkadaşa ma’lum mu aceba?. Bu hususda da, Bengaldeş’de idâm edilen mazlumlar içün olduğu gibi, Herkül merkezinden bir açıklama yapıldığını “zannetmiyoruz!”
İyi ki, kimse böyle ütopik akıllara uyarak mezarını terkedib gelmedi veAllâh’dan, daha da perişân olmadı!
Bunun içün mezarlardaki (oy) sahibleri müsterih olsunlar, bir kayıpları olmuş sayılmaz! Daha olmadı, “ille de yarık sandığın yarığından aşağı oy zarfını sallamak istiyoruz, mezarlık müdürlüğünden bize izin çıkdı!” derlerse, Mart sonu seçimleri gibi çok renkli geçeceğe benziyen dembokratik intihâba iştirâk içün, “hizmet hareketi” tavsiyeleri istikâmetinde hareketle, sinyal verilen partiküle oy sokuşturmak üzre yollara düşebilirler!. Ancak, dünyâ hayatındaki Alevî Kamal gibi, seçmen listesine adlarını yazdırmayı unutmamaları, bizden bir ufak hatırlatma olsun!
Kıyâmet’in kopmasına yakın ortaya çıkacak alâmetlerden birisi de, belki “mezarlardakilerin de kalkıb oy vermek üzere sandıklara akın akın gidib, reyleme fıskına iştirâk!” olabilir… “Hoşgörü Diyalog ve İbrâhimî dinler” akâidinde (!) rûhânî ve ruhbânî bir kâide bulunuyor da olabilir!
Gerçi geçmiş senelerde “Hoşgörü-Diyalog ve ibrâhimî dinlerin” böyyük üstâdı F.G, Kıyâmet koparken de ilâhına, ütopik bir dua ve temennîde bulunmuş ve bunu, dibi derinlerdeki dünyâya beyan etmişdi. Demişdi ki:
“- Kıyameti koparacağın zaman beni bir yerde tut!. Azametli tasarrufatını bir de öyle temaşa edeyim! Kıyâmet gelse ne olur! İsterse şimdi gelsin!”
Her ne ise, böylesine derin hizmet hareketlerinin, “Kıyâmeti Temâşâ” projeleri de olabilir, bunlar ince işlerdir; ve “İbrâhimî Dinlerin” sırlarına vâkıf olmadıkça, böyle ince ve esrarlı mevzulara akıl erdirmek zordur!
Son aylarda “Kızılca Kıyâmet”, evvelâ “gezi parkı” patlamalarıyla Tayyib Paşanın iktidârı başında patladı; sonra dersâneler gürültüsüyle “ibrâhimîlerin ve Pensilvanyanın” tepesinde, şimdi de, “operayşın” gümbürtüsüyle tekrar Tayyib Paşa’nın tepesinde kopdu!. Bir ona bir buna gidiyor… Bakalım nihâî patlama kimi alıb götürecek?
Emekli vâiz, gene aynı lâfı, Cenâb-ı Hakk’a karşı şöylece tekrarlıyabilecek mi:
“- Kıyâmeti koparacağın zaman beni bir yerde tut!. Azametli tasarrufatını bir de öyle temâşâ edeyim! Kıyâmet gelse ne olur! İsterse şimdi gelsin!”
Kıyâmet yolda gibi… Bakalım, kimin tepesinde kopacak; ve tepesinde Kıyâmet kopanın “kolu kanadı” yerinde kalabilecek mi?
Dembokrasi mantığına göre, yıllardır biribirine tam âhengdâr Cemaat ve Hükûmet, boğuşmayı (küçük kıyâmetçiklerini!) nasıl sonlandıracak?.
Yahudi devletini “otorite” diyerek “kutsayan” taraf, “Ankara’yı otorite ve motorite” tanımadığına ve arkasına da ABD, AB, Londra, Vatikan ve İsrail otoritelerini aldığına; ve bu kabuklu dünyasının okşamaları altında bulunduğuna göre, Möhderem Tayyib Başkanın işi zor görünüyor!. Ancak, Tayyib Reisin de “otorite ve motorite”den biraz anlar oluşu, bu sefer de “karşı cebheyi” zora sokacak demekdir!
Pes etmiyen taraf, hangi “otorite ve motorite” tarafı ise, onların 1-0 gâlib geleceği umulur…
Bu saatden sonra “besle kargayı olsun gözünü!” nasihatlarının da bir fâidesi olamaz!
Çünki atı alan Üsküdar’ı değil, “AKP Ankara Otorite” duvarlarından bile geçib, “Telaviv yehûd otoritesine” kavuşmak üzere!
F tipi strataji, çok noktada avantaj yüklü… Tayyib Paşa da “ihânete uğrama” mazlumluğunu ne kadar güzel kullanabilirse, o kadar puan toplar!!!,,,
Eğer iki tarafdan bir “otorite veya motorite” ipi göğüsliyemezse, kimse üzülmesin, kazanan ” dembokrasi” olur; bu da az kazanç mı yani!
“Dembokrasi” adına, değer mi değer hani!.
(İntişârı: 19.12.2013)