(2) Millî Görüşçü Oya Hanımdan, 2. Atatürk Denktaş Paşa!
23 Ocak 2012
(3) Millî Görüşçü Oya Hanımdan, 2. Atatürk Denktaş Paşa!
26 Ocak 2012

Oyalı-boyalı Denktaşnâmeye buyrun devam edelim: “Denktaş'ın ailesi (çocukları, torunları) perişan ama vakur, mümkün olduğu kadar, her gelenin elini

MİLLÎ GÖRÜŞÇÜ OYA HANIMDAN, 2. ATATÜRK DENKTAŞ PAŞA!

(4)

Ahmed SEYYİDOĞLU

Oyalı-boyalı Denktaşnâmeye buyrun devam edelim:

“Denktaş’ın ailesi (çocukları, torunları) perişan ama vakur, mümkün olduğu kadar, her gelenin elini sıkmaya, teşekkür etmeye gayret ediyorlar ve Rauf beye yakışır bir vakarla olayları karşılıyorlardı. 62 yıllık eşi kelimenin tam anlamı ile perişandı, ayakta duracak takati kalmamış, dünyasının merkezindeki eşinin kaybı ile tam anlamıyla yıkılmıştı. Kendisine ve tüm aileye Allah’tan(cc) sabır ve metanet dileriz.Tam kırk sıra asker, mükemmel bir ahenk ve kararlılık içinde Sn. Denktaş’ı omuzlayıp, top arabasına götürmeye başladıkları zaman, Cumhurbaşkanlığı sarayında ki kalabalık da derin bir sessizlik ama büyük bir düzen içinde arkasından yürümeye başladı. Top arabasına yerleştirilen tabut, askerler tarafından ağır ağır çekilerek Selimiye Camii’ne doğru yola çıktı….Arkasından Kıbrıs halkı ile Türkiye’den ve dünyadan gelen çok kalabalık bir grup…”

Tâbût askerler tarafından omuzlandı, top arabasına yerleştirildi ve çekildi çekilmesine de.. hatta “arkasında T.C.den ve DÜNYADAN gelen çok kalabalık da bir grup..” Bunların hepsi tamam da, lâkin bir Allâh kulu çıkıp:

“- Yâhu ey Kıbrıs’ı dinden imandan soyanlar! Ulan cenâze, müslümanlıkda baş tarafı önde olduğu halde taşınır ve kabre öyle gider; ulan bu hristiyanlarınki gibi ayak tarafından gidiyor, haaaayyyyt ulan durun, çevirin adamı 180 derece!”

Diyemedi!.

Ve öylece de ayak tarafından gitdi gider…

Millî Görüşün oyalı ve boyalı ablası da, bunu böyle seyretdi zâhir!. Ne diyelim, sağken Kur’an Kurslarına, imama, müezzine, ezana ve dîne-şerîata öyle bakanın cenâzesi de, herşeye inad,  böyle ters tarafdan gidiyor işte…

Tevâfuk efendim, tevâfuk!. Herkes sevdiğiyle berâberdir, onca kalabalık da, demek ki Denktaşı böylesine sevenlerin kalabalığıymış!. Dembokrasi, beyinlerinin kıvrımlarına öyle bir oturdu ki, şer’î bir ölçüye orada yer bulmak, artık yeniden ve adam akıllı bir hidâyet mes’elesi oldu… Seyhülislâm Merhûm Mustafa Sabri Efendi Hazretleri, “Hakk ve hakîkat aded-i ârâ (oyların çokluğu) ile ölçülmez; ve dâimâ ekseriyet tarafında da olmaz” buyururlar. Ammâ bunu, gözü ihtiraslarından başka bir şey görmeyenlere anlatamazsınız; ve onların nasırlanmış vicdanlarını, müslümanların sesine kulak verme istikâmetinde bir mikron bile hakka çeviremezsiniz… Kalabalık olsun da, ne tür kelle kalabalığı olursa olsun; ve yeter ki, o kuru, icabederse kupkuru kalabalık olsun!. İster çerden, ister çöpden, ister bilmem ne oy ve soy takımlarından!. Bugüne intikal eden oyalı ve boyalı çizgileri de, hâlâ (kalabalık) edebiyatı köpürtmekde…

Merhûm Üstad ise, iki mısrâ’ı ile hakîkatın nasıl yanındadır; ve yıllarca kendisine hakâret eden sürülere, kalp ve sahte ile hakîkînin fârık çizgisini, bakınız nasıl beyan buyurmaktadır:

“Son gün olmasın dostum, çelengim toparabam,
Alıp beni götürsün, tam dört inanmış adam…”

Okuyalım:

“Birden bahçe boşaldı, Cumhurbaşkanı sarayı bomboş kaldı. Gerçek- ölümün getirdiği yalnızlık ve sonsuzluk- ortalığa hakim oldu. Hava da soğudu, çok soğudu. Her tarafa iliklere işleyen bir ayaz hakim oldu. Cenaze namazından sonra aynı yoldan kortej Cumhuriyet parkına doğru yola çıktı. İlk defa oğlunun yanına gömülmesi düşünülen Rauf Denktaş’ın çok daha özel bir mekana ve büyük bir alana defnedilmesi gece yarısı kararlaştırılmış. İleride şanına ve yaptıklarına yaraşır bir anıt mezar inşasının da düşünülmesi bu kararı pekiştirmiş. Aile de razı olunca, böylece uygulandı.”

Erbakan’ın ileri politikacılarından oyalı ve boyalı ablaları,  müteveffâ içün, “ileride şanına ve yaptıklarına yaraşır bir ANIT MEZAR inşasının düşünüldüğünden” bahsediyor… Anavatan’daki plan ve projelere göre yapılacaksa, aynen (Yunan Tapınakları) gibi devâsâ yani “görkemli!” bir şey olacak demekdir!!!. Bu, belki RUM tarafının da hoşuna gidib “beğenisini” kazanır; ve onlar da artık kadîm Yunan tapınaklarını görmek içün Atina ve Sparta gibi yerlere gitmek zahmetinden kurtulur, hemen yanıbaşlarındaki Denktaş “Anıt Mezarına” gelirler… Böylece yavru vatan bir turist patlaması bile yapabilir. Ancak bu, noelci ve kültürcü Anavatan Ertuğrul Günay’ının kıskançlığını celbedebilir!

Hiç belli olmaz, belki de, bu anıt mezarı RUM tarafı kopya edip, Denktaş’la aynı locanın biraderi Klarides’i, aynısının tıpkısı böyle bir “Anıt Mezara!” aziz yapar, bol bol mum yakarlar…

Kıbrıs Devlet-i Aliyyesi ve Hükûmât-ı cümhuriyyesinin erkân-ı siyâsiyye ve askeriyyesi, artık “Türbe!” ziyâreti ihtiyaçlarını gidermek içün, tâ Ankara’ya  zahmet buyurmayacaklar, Lefkoşa’daki “anıt mezara” zırt pırt taşınarak bunu halledebileceklerdir. Her türlü şikâyet, temennî, dua, istek, niyet, ihtiyac, muâvenet, şefaat, imdâd, istimdâd, yardım ve “kutsamalar” içün, Yavru vatanda da, anasının tıpkısının aynısı bir “Anıt Mezâr!” trafiği veya seyr ü seferi başlayacak ve ata ruhlarına tapınmak şeklinde, orada da yeni bir din icâd edilecek demekdir…

Bir de tapınak defteri tedârik edilir ve oraya, yapılan münâcaatlar, istiğfarlar not edilir; ve Afyonlu Şâhâne layık Necdet Bey’in sünneti olarak da, yazılanlar cehren kıraat edilerek bir Fâtiha yerine geçercesine okunup üflenirse, pek de eksik gedik kalmamış olacakdır…

Bir de, senelik ziyâretçi sayısının istatistikiyyesini tutan bir zâbit vazifelendirilir, o da, Anavatandaki usûl üzere ziyaretçi sayılarını 5’e 10’a katlayarak orada zapta geçerse; bu işler böylece, “ata ruhlarına taparlık” dini olarak, Kıbrıs ehâli-i cümhûriyyesini âfât-ı semâvîyye ve araziyyenin cümlesinden hıfz u emân altına alır gider…

Buradan aşağısı da aynı minval üzre AKP denen partiye buğz, adâvet, kin, hırs ve nefretde birleşen iki dostun, birisi ölünce ötekisi ne diyecekse, öylece, ve düşman çatlatır cinsinden ve Erbakan çizgisinde devam edip gidiyor… Tabii abartmaların, aşırılıkların ve bazen de saptırmaların elinde tam bir laik dembokratik politika karekterine uygun olarak… Dileyen ve tehammülü olan okumak isterse okusun, şöyle:

“Cenaze namazında Türkiye ve Kıbrıst’an akla gelen bütün isimler mevcuttu. Evet, ölümünde bile Denktaş görevini yapmış, anlaşmazlıkları aşmış, herkesi birleştirmişti.Dalgalar karşısında Eğilmeyen BaşRauf Denktaş, bilgi ve azmin birleştiği, güzel konuşma yeteneğinin çok güçlü olduğu bir kişiydi. Eğitimini Londra’da tamamlamış olan Denktaş, çok donanımlı bir avukat olarak Kıbrıs’a dönmüş ve Kıbrıs Türkünün “var olma davasına” kendini adamıştır.Denktaş, konusuna çok hâkim, hafızası güçlü ve mantığı çok hızlı ve net çalışan bir kişi olarak temayüz etmiştir. Denktaş, uzun münakaşaların sonunda yorulup, dağılmak yerine, hedefe odaklanmak ve çok hızlı çözüm üretmek gibi nadir bir kabiliyete ve beyin gücüne sahip bulunmaktaydı. Rauf Denktaş hayatı boyunca hedefini daima açık ve net tutmuştur. Hiç bir baskı altında hedeften sapmamış ve yalpalamamıştır. Düşmanını veya rakibini ( yani Kıbrıs Rum’unu ve Yunanı) çok iyi tanıyan, onları çok iyi anlayan ve tahlil edebilen bir kişiydi. Daima konusunda hazırlıklı olan Denktaş, haklı olduğu davada taviz vermeye yanaşmamış ve diplomasi uğruna gereksiz yumuşamalar göstermemiştir.Gün gelmiş, İngilizlerin “siz adayı esir aldınız, şimdi de ada sizin siyasetinizi esir alacak” sözlerini metanetle dinlemiş; gün gelmiş, ABD temsilcisinin, Denktaş’ın gözünün içine baka, baka, “sizleri hiç tanımayacağız” sözlerine karşı, “ama, bu tavırlar bizim davamızın haklı ve doğru olduğu gerçeğini asla değiştirmez..” diyebilecek cesareti göstermiştir. Gün gelmiş, Türkiye’de değişen iktidarlar ve dıştan gelen (AB) müdahaleler sonucunda Türk siyasilerle bile ihtilafa düşmüş ama asla yılmamış ve ümitsizliğe kapılmamıştır. Davasının büyüklüğü ve haklılığına öylesine inanmıştır ki, onun büyüklüğü daima Denktaş’ın heyecan ve inanç kaynağı olmuştur. Sonunda da haklı çıkmıştır. Dönüp bakıldığında bu tutumun zorluğu takdirle karşılanmaktadır. Ama bu güçlüklerin yaşandığı günlerde “bu yalnız kaya’nın” ne kadar stress altında olduğunu anlamak veya onun “yalnızlığını” tasavvur etmek bile güç. İşte bu büyük zorluklar ve onları aşabilme yeteneği ve gücüdür, Denktaş’ı büyük yapan.2004 yılı belki de en zor yıllardan biridir Kuzey Kıbrıs ve Denktaş için. O yıl Annan Planı denen “sözde adada barış ve uzlaşma planı” referandum oylamasına sunulmuştur. AB fonları yardımı ve o sıradaki Türk hükümetinin de teşviki ile ada Türklerinden bu plana “evet” demeleri istenmiştir. Buradaki maksat dünyaya, AB devletlerine ve ABD’ye, Türklerin uyumlu kişiler olduğunu ve “hayır diyen taraf” olmadığını ispat etmekti. Rauf Denktaş buna karşı çıkmış tır. Bu girişimin çok tehlikeli bir oyun olduğunu ve karşı tarafın ne olursa oldun asla Türk tarafına sempati duyan bir karar vermeyeceğini ifade etmiştir.Sonuçta, Türkiye’nin de bastırması ile Türkler, Referandum da % 65 “Evet” oyu vermişlerdir. Rumlar ise buna karşılık, Annan Planını kendileri için kâfi derecede yararlı bulmadıklarından u “Hayır” oyu ile reddetmişlerdir. Ne var ki, bu red oyları sebebi ile KKTC kurtulmuştur. Rumlar da plana ” Evet” deseydi bugün bir KKTC mevcut olmayacak ve 35 değil 70 yıllık gayret ve çalışma boşa gitmiş olacaktı. 2004’ün en zor günlerinde Sn. Erbakan’ın isteği üzerine adaya 30 kişilik bir grupla gidip, hızlı ve programlı bir çalışma gerçekleştirmiş olan bu yazar, Rauf Denktaş beyin o günlerde nasıl bir azim, sabır ve gayret gösterdiğini birinci elden gözlemleme ve o sıkıntıları birinci elden yaşama imkanı bulmuştur. Yapılan çalışmaların faydası olmuş ve en azından diğer bütün etkiler karşısında oylar belli bir sınırda tutulmuştur.Sn. Denktaş, bunca mücadeleden sonra haksız bir şekilde desteklenen Mehmet Ali Talat’a yerini terk etmiş ama hiçbir zaman kimseye karşı bir küslük veya kırgınlık taslamamıştır. Onun için davası ve hedefi, kişisel kırılmaların çok ötesinde kalan bir olaydır. Dentaş büyük bir vizyonun adamıydı. İşte Rauf Denktaş’ı da büyük yapan da buydu.Türk tarihinin yetiştirdiği büyük devlet adamları ve kahramanlarından biri olan Rauf Raif Denktaş’ ı her zaman saygı, hayranlık ve hayırla anacağız. Ruhu şad olsun.”

Denktaşnâme veya bir Millî Görüş Klasiği okudunuz, şen ve esen kalınız!

Erbakan Âhıret’e gidince böyle bir Erbakannâme okuduğumuzu da zannetmiyorum. “Bayram değil seyran değil, yengem beni neye öpdü ki!” diyenler, beklesinler ileri de ayân ve beyân olunacakdır efendim!

 

(İntişârı: 26.01.2012)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir