Vatikan, Alevîliği İslâm’ın Yerine Oturtma İblisliğinde…
24 Şubat 2008
“Kutlu Doğum Haftası” Münâsebetiyle Îmân Tâzelemeli…
10 Mart 2008

“Ilımlı İslâm” adı altında Allâh Azze ve Celle’nin Dîni nasıl yok edilmek isteniyor, bunun içün hangi “hoşfendi ve şürekâsı” nasıl sûret-i hakkdan

İSLÂM’I TAHRÎF YAHÛDÎ HAÇLI PROJESİDİR!

KELÂM-I KADÎM’İ TAHRÎF, TAĞYÎR VE SANSÜR EDEREK, ALLÂH’IN DÎNİNİ ILIMLI KILMA (SULANDIRMA) DENÂETİ, LAÎN “YEHÛD-HAÇLI” VE “HOŞGÖRÜ-DİYALOGÇU” CİBİLLETSİZLİĞİDİR…

(4)

Ahmed SEYYİDOĞLU

 

“Ilımlı İslâm” adı altında Allâh Azze ve Celle’nin Dîni nasıl yok edilmek isteniyor, bunun içün hangi “hoşfendi ve şürekâsı” nasıl sûret-i hakkdan gösterilerek ileri karakol olarak kullanılıyor ve Allâh’ın Dini içeriden nasıl berhavâ edilmek sûikastına ma’ruzdur, bütün bunlar, “müslümanım” diyenlerin evleviyyetle ruznâmeye alması icâbeden ehemmü’l-ehem hususlardır. İslâmiyyet’i 15 asırdır (haçlı seferleri) denen terör, kıtâl, çapul ve barbar sürülerinin hücumları ile yok edemeyen yehûdî-haçlı dünyâsı, sovyetlerin yıkılmasından sonra meydanı boş bulup, bırakdığı yerden yeniden İslam dünyâsını hedefe oturtmuşdur. Üstelik bunu da, İngiliz sâbık başvekîlesi kadının ve ABD başındaki adamın ağzından bütün dünyâya da resmen ve alenen duyurmuşlardır…

İslâmiyyet’in “ılımlılaştırılması” plânı gibi büyük ve vahîm bir tehlikenin, mülevves piyasa politikaları adına hareket eden adamlar tarafından anlaşılması ve bu tehlike karşısında tedbir almayı düşünmeleri de aslâ beklenemez. Adı geçen iğrenç plânlar, mücerred, Allâh Azze ve Celle’nin Din-i Celîlini muhâfaza ve müdâfaa gayretiyle hareket eden muvahhid müslümanlar tarafından akâmete ve hezîmete uğratılabilir. Bunda da birinci adım, tehlikenin vehâmetini idrâk etmiş bulunan topyekûn müslümanların, başda münevverler olmak üzere bir müdâfaa ve direniş cebhesi meydana getirmeleridir. Bazı kolaycı ve saftirik grup ve cemaatların dediği gibi bu işi gâvur güdümlü resmî devâirden beklemek, mes’elenin binde bir bile ciddiyyetinin anlaşılamadığını gösterir… Mevcûd gayr-i muktedir ve aceze iktidârdan bu istikâmetde bir teşebbüs ümîd etmek ise, sürüye, kurdu çoban yapmakdan da beter bir keyfiyet bilinmelidir. Bugün bütün dünyâya ma’lumdur ki, adı geçen iktidâr(!) “ılımlılaştırma” dolaplarının tam göbek taşı üzerindeki “hoşfendi diyasporası” başda olmak üzere “vatikan-ABD-AB-Telaviv” şebekesinin emrinde bulunmaktadır… Binâenaleyh, parti gayretinden başka hedefi olmayanların da, bu işdeki çâre arayıcılıkları (!) cidden gülünçdür… Çünki bugün gelinen “ılımlılaştırma” ihâneti ile varılmak istenen hedefler, Allâh Azze ve Celle’nin dînine tam tecâvüz ve taarruzun son kertesi olub, parti pırtılı uydurma reçetelerle de aslâ hâlledilemezler…

ILIMLILAŞTIRMA İHÂNETİNDEN, TAM 100 SENENİN POLİTİKACI İNSAN TÂCİRLERİ MES’ÛL…

Bu noktaya, birdenbire gelinemediği de bedâhet derecesinde ortadadır. 1908 İT ihtilâl-i hâinânesinden i’tibâren tam 100 sene içerisinde, bütün ideoloji, doktrin, inkılâb, darbe, “sanal” bilmem nelerle, “çağdaşlaşma”, layıklaşma, lakırdılaşma, fıkırdaşma, “özgürleşme”, karıları kartlaştırıb katırlaştırma ve hünsâlaştırma ve bir çoğunu da orangotanlaştırma, parti pırtılı dem-bokrasi yaygaralarıyla müslüman oğuz türklerini haçlılaştırıb sabataistleştirme, hattâ milletin dînini resmen değiştirerek nasrâniyyeti ilân etme gibi korkunç plânların en tepelerde ciddiyyetle ele alınıb bazı paşaların mümânaatı üzerine de, “şaka yapdım” diyerek  küllemeler gibi tevâlî eden bir asırlık ve bin haçlı seferinden bin beter zulüm, kıtâl, itlâf ve tenkîl hareketleri, bu “ılımlılık” denilen iğrenç devreye müncer olmuşdur… İstisnâsız bütün politikacıların bu meş’um noktaya gelişde hisseleri vardır; ve bunun vebâlinden kurtulmaları da aslâ mümkin olamayacakdır…

Son 40 sene zarfında da bazı politika madrabazlarının suçdan sıyrılmak içün dillerine pelesenk etdikleri:

“-Canım görmüyor musunuz, iş mi yaptırıyorlar, engellemelerin haddi hesâbı yok!”

Soyundan bahâneler uydurmalarına, sâdece “bînemaz özrü” denir; ve bunun, aklı başında bir insan yanında beş paralık da kıymeti olamaz… Bu takdirde ise denir ki:

“-İş yaptırmadıklarını, neden hükûmet olmadan ve olunca değil de, hükümetden düşünce cıyaklıyor; ve her hükûmetin böyle bir mânia ile karşılaşdığını ve karşılaşacağını bile bile, neden hükûmet olmak içün can atıyorsunuz!? Hem bu bilinecek, hem de seçim evvellerinde va’d etmedik hiçbir şey bırakılmayacak… Bre insan tâcirleri! Bu üç kağıtçılığa hangi iffet, nâmus, şeref, haysiyet, hulâsa hangi îmân ve ahlâk kırıntısıyla cür’et ediyorsunuz!?..”

Tam bir asırlık devrin politika sahnesinde yer alan bu oyunbazların tamâmı, koltuk ve makâm sevdâlarına esir oldukları içün, meşrûtiyyet, cum. ve dembokrasi tanrıları ile onların vekilleri (yarı tanrılara) tâviz üstüne tâviz vererek, bu koltuk ve makamlarda bir saat daha fazla kalabilmeyi, nefs denen düşmanları dili ve binbir cerbeze ve gözboyama ile kitlelere “hizmet!” adına dayatıb, onları hipnoz edercesine partikolik uyur-gezerler hâline getirmişlerdir…

Artık bu uyur gezerler de, başlarına yular geçirilmiş ehlî büyükbaşlar gibi“modernizmin” hormonlarıyla beslene beslene, “reformizmin” semiz ve sağmal malları olarak kolayca satın alınmış; ve buradan da “lightizmin, ılımlı, sulu sulak” ağıllarına sevkiyatları yapılarak, “hoşgörü ve dialog” ve “medeniyetler ittifâkı” soyundan böğürmeleri te’mîn edilmişdir… Bu savt-ı kelb-i kebîre ve kerîhelerin ses kirliliği ve necâsetleri de, işte bugün,kulakları sağır eder hâle gelmişdir… Artık isteniyor ki, kulaklar sâdece bunu duysun ve bunu duyan kulaklardan beyne de bunlar dolsun; ve bütün bunların netîcesinde ise, şartlanmış sürüler, aynı fabrikanın standart tariflere uygun ma’mülleri ya’ni“sayın vatandaşları!” cümlesinden olsun!.

 İyi, güzel ve terör düşmanı, neye terör diye ta’lîm etdirilmişlerse ancak ona kilitlenmiş dumanaltılı uysal vatandaşlar, kurşun askerler cümlesinden!!!

Evet, “sayın vatandaşları!” böylece “canbaza bak canbaza!” vasatının mübârek ve ılımlılaştırılmış seyircileri olarak istenilen kalıba dökülünce de,“dembokrasi” devr-i dilârâsının çarkı işletilmiş olacak; ve sirk patronları da, saltanatları inkıtaa uğramadan “yaşamlarını” istedikleri gibi sürdürmüş olacaklardır…

MEĞER HAÇLI KABUKLULARA LOZAN’DA SÖZ VERİLMİŞ…

Kitâb nassları, mütevâtir hadîs ve mütevâtir icma’ ile sübut bulmuş hüküm ve haberlere cezm ve yakîn derecesinde inanan, bunların tamâmını, bir teki bile müstesnâ olamadığı halde tasdîk ve tahsîn eden; mücerred Allâh Azze ve Celle’nin kulu bulunması hasebiyle de, mutlak hürriyet îmânına sâhib bir müslüman içün ise, insî şeytanların istediği böyle uydurulmuş, hormonlu, sun’î ilkahla peydahlanmış bir “vatandaş” kılığına girmek, bedâhaten ortada bir hakîkatdır ki, aslâ mümkin olamaz…

O halde, bâlâda beyân etdiğimiz vechile insî şeytanların yapabileceği bir tek iş kalıyor ki, o da, “pek sevgili vatandaşlarını”, hem onların istediği gibi“vatandaş” kılacak; hem de, onların modelini “çizdiği” ya’ni uydurduğu bir dîni,bir nesneyi, müslümanlık kabûl ederek,  kendilerini müslüman zanneden bir“ulus=İbrânîcesi sürü” te’mîn edecek lâ’netli bir formül yakalamak!.. Nisyân ile ma’lûl olmayan hâfızalar hatırlayacaklardır ki, “ılımlılaştırma” inşaat ustalarından Yardakoğlu veznindeki sarıklı başpolitikos Bardakoğlu nâm birâderleri, bu uyduruk nesneyi kelime kelime şöyle formüle bağlamışdı:

“-Artık dîni ve dindârlığı, geçmiş dönemlerde yazılmış kitabların satırları ve formatları içinde değil, dünyâya bakarak inşâ’ etmek ve ona göre çizmek istiyoruz…”

Bugün yehûdî-haçlı “hoşgörü ve diyalog” globalizmi önünde eğilmiş bulunan başda “hoşfendi diyasporası” ve sarıklı başpolitikos Bardakzâde üst sınıfları olmak üzere, topunun da iç yüzlerini aksetdiren en açık ve sarih i’tirâf vesîkası, işte bu satırlardır…

Biz şimdilik, Allâh Azze ve Celle’nin Dîni’ni ortadan kaldırıb atmak içün kimlerin kimlerle tam bir işbirlikçilik içinde olduğuna dikkati çekib geçelim… Nasibse ileride şundan da bahsedeceğiz ki, müteveffâ masonlardan bir zamanların “Gâlib Hocası” C. Bayar:

“-Biz Türkiye’den İslâmiyyet’i kaldırıb atmak içün Lozan’da Avrupalı dostlarımıza söz verdik!..”

Diye nerelerde nasıl konuşmuşdur?.. Yoksa bugün başörtüsünü bahâne ederek azıp kuduran ve F. Altaylı nâm ma’lûma varıncaya kadar nicelerinin, televizyon kanalizasyonlarında “delirecêm, çıldıracâm!” deyû, mıntıka-yı memnû’asına nişadır sürülmüş gibi cıyak-vıyak köpürmesi boşuna mıdır?!..

Bugün, sarıklı sarıksız, suratlı suratsız, yularlı yularsız, sakallı sakalsız, dumanlı dumansız, hilâlli hilâlsiz, türbanlı türbansız, partili partisiz, dindâr kindâr, topyekûn sistem politik cambaz, dansöz ve donsuzlarının iç yüzü işde budur…

Büyük Akâid İmamı Şeyhülislâm Merhûm Mustafa Sabri Efendi Hazretlerinin buyurduğu üzere “politikacılar insan tâcirleridir!.” Bu tâcirlerin ikbâl hesabları uğruna yemiyecekleri halt da tasavvur edilemez. “Dembokrasi” denilen ve politik şeytanların uydurduğu hayat tarzı, yani “dîn-i dalâl” de, bu “insan tâcirlerinin” insanları sömürüb sağmal inek gibi sağmalarının ve kendi ilâhlıklarını bu insanların tepesinde hâkim kılmalarının bir vâsıtasıdır…

İslâmiyyet ise, Âdem Aleyhisselâm’dan bugüne kadar gelen binlerce peygamberi (Aleyhimüsselâm) ile, insanları mücerred Allâh Azze ve Celle’ye KUL yaparak, bu sömürücü şeytanların elinden kurtarıb mutlak hürriyete kavuşturmanın çâre-i yegânesi olarak âdemiyyetin önündedir… Bu i’tibarladır ki, dünyâyı sömürmek isteyen şeytanlar cebhesi, İslâmiyyet’in bu en birinci vazîfesi karşısında, o Hakk nizâma kaskatı ve azılı birer düşman kesilmek sapıklığına düşüyorlar… Dünyâda bu gün estirilen İslâm düşmanlığı ile, “layıklık, dembokrasi, globalizm, hoşgörü-diyalog, medeniyetler ittifâkı, İbrâhimî dinler, teslisciler de tevhidçidir, vs.” gibi küffâr u füccâr uydurması daha nice iblisliklerle, bilhassa Anadolu yaylasını baraj ateşi ve bombardımanlarla durub dinlenmeden dövmenin berâber yürütülmesi, çok mânîdâr ve câlib-i dikkatdir!..

VAHİY, ŞİRKİN HER TÜRLÜSÜ GİBİ DEMBOKRASİYİ DE ŞİRK SAYDIĞINDAN ONU DA REDDEDER…

Dembokrasi cebhe-i şeytânîsinin gizli ve açık yürütdüğü pek çok taktikden birisi ve irisi de, hiç şübhesiz, İslâm ile dembokrasinin bir arada beraberce yürütülebileceği ya’ni kâbil-i te’lif edilebileceği kuyruklu yalanıdır. Bu yalan ile varılmak istenen hedef ise, İslâmiyyet’i, dembokrasiye îmân etdirerek, dolayısıyla da, dîni, dembokrasinin hâkimiyyeti altına alarak, günden güne onu eritmek üzere, tebdîl, tağyîr ve tahrîf etmekdir… Binnetîce, lâ teşbih ve lâ temsil, lazer şuaı ile prostat buharlaştırır gibi buharlaştırıb ortadan kaldırmak… Bu hedefe varmak işinde de, bu gün kullanılan en moda usûller, “hoşgörü-diyalog” ve“medeniyyetler ittifâkı” gibi usûllerdir. Bu usûlleri dembokrasi vasatında yürütüyor olmak içün de, durub dinlenmeden, politikacı denilen bütün “insan tâcirlerinin” eline ve diline kondurulan mecbûriyyet ve dayatma,  bu dembokrasi denilen dîn-i bâtıldır…

Dikkat edilirse, irili ufaklı bütün partili pırtılı, dedeli babalı, cemci demci, semahlı sema’lı, hoşfendi boşfendi coşfendi diasporalı, kuvvâcı mukavvacı kurtarıcı kurtlanıcı, localı bacalı lotaryacı, meyhâneci kerhâneci, diyânetci denâetci, sarıklı sırıklı, layıkçı kayıkçı, ne kadar resmî ve husûsî teşekküller varsa, hepsi de, “dembokrasi” zikriyle yahud da “cumburlobiyet” cayırtısıyla kendinden geçirilmenin dumanaltısı…

Zerre kadar beyni ve insanlık haysiyeti olan bir insan, bu noktada durur; ve kocaman bir “acaba” çekmeden ve bu “acaba”nın cevâbını bulmadan da bir adım atamaz…

“-Her türlü halt, bu perdelerin, bu maskelerin, bu örtülerin ve bu yorganların altında işlenecek!”

Deyû, yıllardır cumhûrî ve yahûdî-haçlı güdümlü bir jakobenizm, bütün huşûnetiyle müslüman memleketleri ve bilhassa da Anadolu yaylasını biribirine katmaktadır…

Kim karşısındakinin sırtına çıkıb da zulüm ve eşkıyâlığını devlet ve hükûmete taşırsa, onun idâresi (dembokrasi) olarak halkı dumanaltı etmek üzere, ona geçirilen bir morfin şırıngası… Bunu yıllarca yehûdî-haçlı güdümünde başda CHP olmak üzere istisnâsız bütün partiler ve hükûmetleri yapdı, darbeciler yapdı, masonu bilmem nesi yapdı, şimdi de “hoşfendi diyasporası ile AKP ma’lûmları” denemekde… Hem de sarık cübbe altında ve salya-sümük gözyaşları akıtarak… Allâh ve Rasûlü Aleyhisselâm’a katıksız ve pazarlıksız îmânı olan haysiyetli bir insanın, bu derekelerde seyretmesi elbetde ve aslâ mümkin olamaz.

 Allâh Azze ve Celle’nin 15 asırdır mutlak hakîkâtı olan son Şerîatı’na karşı, bâtıl yehûdiyyet ve nasrâniyyeti hakk dinler (!) kategorisine terfi etdirmek; ve bunun zarûrî netîcesi olarak da Hakk Dîni, derece tenzîli ile o bâtıllar derekesine indirmek, ihânetin en dip noktasıdır… Bir insan hem müslüman olsun, hem de böyle bir denâeti irtikâba cür’et etsin; irtidâd etmedikce bu aslâ mümkin de değildir…

ŞERÎAT MÜTEHASSISI ŞEYHÜLİSLÂM KALEMİYLE

ALLÂH’IN İPTAL ETDİĞİ DİNLERE HİSSE ÇIKARMAK…

Büyük Şeyhülislâm Merhûm Mustafa Sabri Efendi Hazretleri, mevzûa şu satırlarıyla ışık tutuyor:

“- İnsan, Allâh’ı nâmına taşıdığı ve Allâh’ının teblîğât-ı kat’ıyyesine tevfîkan kabûl etdiği fikir ve i’tikâdını elbetde değiştiremez, hiç bir şey’e fedâ edemez. Hele âlemin dalâli yüzünden dalâletde kalmak veyahud âleme yaranacağım diye kendi dîninin hakîkatından Allâh’ın iptâl etdiği dinlere de hisse çıkarmak, hulâsa halka mümâşât edüb Hâlık’ın merdîsi hılâfında söz söylemek kadar şaşkınlık olamaz.” (3)

Tabii merhûmun burada bahis mevzuu etdiği “insan”, dînini istismâr eden münâfıklar değil; hakîki müslümanlardır ki, bunların, “âleme yaranmak içün Allâh’ın iptâl etdiği dinlere hıssa çıkarmak gibi bir şaşkınlığa” düşmeleri, 15 asırdır, şu son asra ve bilhassa şu son senelere kadar da aslâ görülmüş bir rezâlet, hıyânet ve dalâlet değildir…

Merhûm Şeyhülislâm Hazretlerinin, “Yeni İslâm Müctehidlerinin Kıymet-i Ilmiyyesi” nâm eserlerinde, Qıyâmete kadar gelecek sahte müctehidlere ya’ni müctehid taslağı aşşağılık zibidilere verdiği, fevkal’âde kıymetli, perişân ve müzmahil edici cevablarını, birkaç cümlesiyle de olsa ber-vechi âtî iktibâs edeceğiz.  Bugünün, her dîni hakk kabûl edip hür müşrikliğe mavi boncuk dağıtan ve mazhebi genişliğin evc-i bâlâsına taht kurmuş bulunan “hoşgörü-diyalog” başfitnesi de dâhil, ne kadar (vahyi) yamultan çarpıklık ve sapıklık varsa, mezhebsizliğinden modernizmine; reformizm, milenyumculuk, târihsellikcilik ve telfikçilikden, fırâk-ı dâllenin tamâmına varıncaya kadar topuna da, merhûm, meşhûr sapıklardan Kazan’lı Mûsâ Cârullah Bigiyef denen mel’unun şahsında, şu muhalled satırlarını okkalı bir Osmanlı tokadı olarak aşketmektedir:

“- Kütüb-i Kelâmiyyedeki i’tikadları süpürüp taşlıyorsun öyle mi?. Müşriğin i’tikâdına varıncaya kadar her i’tikâdı savab (doğru) ve muhterem addetdiğin halde, bilemem hangi girdibâd (kasırga gibi) adâvetle dumanlanmış gözlerine, yalınız kütüb-i kelâmiyyedeki akâid mi batıyor? Kütüb-i kelâmiyyeden ne istiyorsun? Müslümanların akâidini hâvî olduğu içün mü onlara bu kadar düşman oldun?. İstediğin bir mes’ele-i kelâmiyyeyi, üslûb-ı ılmî ve âdâb-ı münâzara dâiresinde intiqâd (tenkîd) ve münâqaşa etmeğe me’zunsun; ve bu babda tamâmen hürsün. Fakat qânûn-ı edebi çiğneyen bu ğilzetin (galizliğin, kabalığın, kuduruşun) sebebi nedir, anlamıyorum?. Ulemâ-yı kelâm ne yapsınlar?”

Merhûm, devamla şöyle buyuruyorlar:

“Kütüb-i kelâmiyyedeki aqâidi süpürüp taşlayarak aqâid-i islâmiyyeyi zâyi’ ve munqariz bir hâle getirmeğe pek ziyâde havâhişker (arzulu) olduğunuz anlaşılıyorsa da, inşâallâh buna muqtedir olamayacaksınız. Hele Qur’ân-ı Kerîm’e, bihamdihî Teâlâ dest-i tahrîb tahrîfinizin yetişemeyecek derecede olan mahfûziyyeti sâyesinde, Dîn-i İslâm’a hiç bir şey yapamayacaksınız. O sizin bid’ıyyâtınızın foyasını meydâna çıkarmak üzere dâimâ kâfî gelecek, ve hizmetlerini ketm ve inkâr etmek istediğiniz ulemâ-yı şerîatı dâimâ te’yîd edecekdir. Esâsât-ı İslâmiyye’nin muharrib mikroplardan muhâfazası husûsunda son istinadgâh olarak Qur’ân-ı Kerîme güveniyorum ve cidden mütesellî oluyorum. (4)

Merhûm Şeyhülislam Hazretleri kendi zamanındaki Kazanlı Mûsâ Bigiyef gibi “mikroplara” işte böyle tokatlar aşkederken, aynı zamanda bugünün“hoşgörü-diyalogcu” yani “Kur’ân tahrifçisi mikroplarına” da haketdikleri tokatları aşketmiş oluyordu. Zîrâ bugünki yehûdî-haçlı beslemesi mikroplar da, dünki Kazanlı Bigiyef misillü mahlûkların nesilleri olarak aynı yoldadırlar; ve onun gibi kitâbî küffâr u füccârın muhalled finnâr olduklarını, Qur’ân, hadîs ve icmâ’a rağmen inkâr etmek dalâletindedirler. Ancak ne var ki, bugünkiler, daha da cibilletsizce ve azgınca hareket edib, tam bir kudurmuşlukla gemi azıya almışa benziyorlar…

……………………………………………………………………………………………………………

DİPNOTLAR:

(1) 16. 2. 2007 M. G.

(2) Hakk Dini Kur’an Dili, Merhûm M. Hamdi Efendi, c. 2, sh. 1007.

(3) Yeni İslâm Müctehidlerinin Kıymet-i Ilmiyyesi, s.92, Dârü’l-Hılâfeti’l-İslâmiyye, Evkâf-ı İslâmiyye Matbaası, 1335/1337.

(4) Zikredilen eser, s.105-106

 

(İntişârı: 01.03.2008)

 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir