Gençliği, bir milletin istikbâli olarak bilmek, inkârı gayr-ı kâbil bir hakîkatdır.. Yaşamak veya yok olmak şıklarından birisi, mutlak olarak (gençliğin) keyfiyetiyle alâkalıdır. Bu i’tibarladır ki, bütün milletler devamlılıkları içün maarife son derece ehemmiyet verirler. Bir milletin yok edilmesi, öyle topla tüfenkle hâlledilecek kolay bir mesele de değildir. Gençlik, selefinin yani âbâ u ecdâdının sâhib olduğu (kıymet HÜKÜMLERİ manzûmesine) sâhib olamıyorsa, yahut bu değerler sisteminin dışında bir kıymet hükümlerini benimsemişse, artık o millet, yepyeni bir “millete inkılâb etmiş”, soy ve aslından sonra ortaya bambaşka bir millet çıkmış demekdir…
Zâhirde, ne kadar babalı, oğullu ve torunlu “aslını inkâr etmeyen!” bir millet manzarası çizilse de, bu son derece aldatıcı bir manzaradır; ve bir milleti içden çürütüb yok etmenin en müessir usûlü de “kıymet hükümlerinin” değiştirilmesidir… Gençliğin sâhib olduğu (kıymet hükümleri), kurbağacasıyla “değer yargıları” ne ise, artık o millet, ecdâdının toprak altına inmesinden sonra, o “değer yargıları” denilen nesnelerin milletidir, o zamana kadar yaşamış olan târihdeki milletle de aslâ alâkası yokdur… Kıymet hükümleri nelerden ibâret ise, ortaya çıkacak olan yeni milletin keyfiyeti, ancak o nesnelerden ibâret kalacakdır… Allâh Rasûlü ve Kâinâtın Ebedî Kurtarıcısı Diliyle:
“- Men teşebbehe bi kavmin fe huve minhum= Kim bir kavme teşebbühde bulunursa (benzerse) o, o benzediği milletdendir…”
Bu, millet varlığının idâmesinde o kadar ehemmü’l-ehem bir ana temel ve esasdır ki, münâfık olmadıkça hiçbir müslüman bunda zerre kadar da şübhe ve tereddüd edemez… Büyük Şehîd ve Allâme İskilibli Merhûm Muhammed Âtıf Efendi Hazretleri bu (millet kalma ve eriyib yok olmama)ana kânûnunu öne çıkardığı ve milletin önüne koyduğu içün de, ipe çekilerek dünyâdan ukbâya göç etmek zorunda bırakılmışdır. Ankara’dan:
“- Afuv niyâz ederse hayatını bağışlarım!”
Teklîfine de:
“- Hakkı söylemenin özrünü dilemek de küfürdür!”
Buyurub, Kâinâta meydan okuyarak…
“Beni Stalin yaratdı!” diye höyküren Polonya yahudisi ve öz oğlunun bile (uçkurculuğundan) şikâyet etdiği Nâzım içün “iâde-i i’tibâr” ve“Kültür Bakanı” olacakların, herifin mezarına “hasret gözyaşları” dökdüğü çukurun dibi bir dünyâda; “BENİ ALLÂH YARATDI!” diyerek Kâinâta meydan okuyan Anadolu yiğidi Oğuz Türkü Muhammed Âtıf Efendi Merhûm gibi bir NÂMUS ve İFFET âbidesi Allâme içün, ne iâde-i i’tibâr ve ne de mezâr-ı şerîfi içün üç-beş damla gözyaşı…
Tam 85 senedir de, Merhûm’un MEZÂR-I ŞERÎFİ’nin ne âkıbeti ve ne de yeri biliniyor!.
Yahudi dünyâsının MÜSLÜMAN OĞUZ soyundan aldığı intikâma bakınız ki, hem ipe çekiyor, hem de mezârına kadar bir de ademe mahkûm ediyor… Mahkûmiyyet değil, mahkûmiyyetin karesi…
Merhûm’un Kerîme-i Muhteremesi Sâlihât-ı Nisvân’dan Merhûme Melâhat Hanımefendi Hazretleri de, 90 yaşlarına yakın vefât buyurdukları âhir ömürlerine kadar, Merhûm Babalarından kalan aylığı almak içün, İskilip’den Adana’ya 3 ayda bir gidip gelmek işkencesine tabi’ tutulmuşlardır… Bu da, mahkûmiyyetin küpü…
ABD ve AB’den güdümlü ve yahudi-haçlıdan kumandalı adamların “Kürt açılımı ve dembokrasi açılımı” soyundan salkım saçak “saçılım ve sapıtımları!” bir kısım zavallı ve garîb gurebâ-zaif zuafâ tarafından yinip yutulsa da, “aslını inkâr” etmeyen MÜSLÜMAN OĞUZ SOYU ve gençliğinin, DEĞİL bunları YİYİP YUTMASI, aslâ afuv etmesi bile düşünülemez…
Anadolu insanının, “kıymet hükümleri” bakımından ne kadar feci’ bir bölücülük içine sokulduğu, aklı olana bu kadar ve apaçık ma’lumdur…
Târihi yakından ta’kîb edecek olursak, işgâlci emperyalizma sarhoşu milletler, harb meydanlarında asırlarca boğuşdukları düşmanlarını, ancak onlara kendi kültür, inanç ve kıymet hükümlerini zerk etmek sûretiyle esâretleri altına almışlardır. “Kültür emperiyalizması” denilen nesne, bir milleti kendi öz (kıymet hükümlerinden) ayırarak, onlara emperyalizmacı gâvurların bizzât kendi “değer yargılarını” dayatmalarından ibâretdir…
Bugün içinde bulunduğumuz dünyâ, “globalizma” denilen bir cereyân ile, bütün dünyâ milletlerini kendi (kıymet hükümlerinden) ayırarak, TOPYEKÛN İNSANLIĞA şâmil olacak ve kendi irâdeleriyle uydurdukları şeytânî ve yine kendi müştereklerinden ibâret bir hayât tarzına cebredib zorlamaktadır… Televizyon, internet ve medya denilen neşriyâtın bütün şûbeleri, “evrensel değerler” adı altında bu dayatmanın propagandasını bütün şiddetiyle devâm etdiriyor.
Netîceten, İslâm coğrafyası, başda (Müslüman Oğuz) soyu başda olmak üzere kendi (kıymet hükümlerinde) aşınma, yenilenme, kurbağacasıyla “değişim ve dönüşüm” ve saçılım vezninde “açılım” gibi ihânetlere ma’rûz bırakılarak yok edilmeye doğru sürüklenmektedir…
Siyâsî ve askerî salâhiyyetleri ellerine geçirenler, bilhassa “Tanzimât-ı Hayriye” denilen, künhü ve hakîkatı i’tibâriyle ise “Terzilât-ı Şerriyye”olan ve bugünün kurbağacasıyla “değişim-dönüşüm-açılım-saçılım!”rezâletlerinden sonra, bu ihânetlerin ardı arkası da aslâ kesilmemişdir. Tam 170 senedir, milletin yok edilmesi içün bu şeytânî tuzaklar binbir gözkülleme, yalan-dolan ve iftirâlarla devâm edib gitmektedir. Yahûdî-Haçlı şebekeler ve bunların içimizdeki ajan aktivist kol ve damarları, bilhassa bu 170 senedir:
“-Anayasacılık, meşrûtiyetçilik, hürriyet – müsavât – uhuvvetçilik, ittihatçı-terakkîcilik (İT’çilik)-kurtçuluk, cumhurlopçuluk, dembokrasicilik, lâyıklık-sayıklık, kadın erkek eşitliği, çağdaşlık-çardaşlık-şarhoşluk, hoşgörü-diyalokçuluk, modernlik-modamlık-madamlık, reformizma-anaforizma, kafatasçılık-katafalkçılık, altıokçuluk-üstü..kçuluk, Teymiyecilik-keyfiyecilik, telfikçilik-mezhebsizlik-tezfitçilik, acemcilik-arapçılık-türkçülük-kürtçülük-kürkçülük….” v.s…
Gibi yüzlerce yamuk dille konuşmayı millete şırınga etmek ıkınışındadırlar. Böylelikle de memleketi tam bir tımarhâneye çevirmişlerdir…
Beyân etdiğimiz üzere yahudi-haçlı dünyâsından ithâl ve kökü dışarda düzinelerce -hâşâ min huzûr- (domuz gribinden) bin beter bu domuzlukların tamâmı da, Âdem Aleyhisselâm’dan beri kazandığımız ve mutlak hakîkatdan ibâret olan binlerce “kıymet hükümlerimizi”, üzerine kezzab dökülmüşçesine eriten düşman projeleridir…
İşte, istikbâlimizi taşıyacak, ona hâkim olacak ve devamlılığımızın te’mînâtı olacak bir gençlik:
Evvelemirde: Bizim insanlık târîhi boyunca uhdemizde bulunan misyon ve “kıymet hükümlerimizin” ne olduğunu çok iyi bilmek zorundadır…
Sâniyen: Yukarıda zikri muharrer ve düşmanlarımızın içimize sokduğu ve “kıymet hükümlerimizi” kezzap gibi eriterek bizi millet olarak“şahsiyet müflisi” yapacak olan ideoloji, doktrin, cereyân ve felsefi sapıklıkların neler olduğunu, mes’ûliyyet içindeki gençliğimiz çok iyi görmelidir…
Sâlisen: Gençliğimiz, “târih muhâsebesi” dediğimiz haslete sâhib kılınmalı ve bunu da en geniş ve derin bir şekliyle nefsinde icrâ eder hâle getirilmelidir. Târihin şehâdetiyle gelen “kıymet hükümlerimiz” bizi biz yapan yegâne vasıflarımız ve husûsiyyetlerimizdir. Bunlar var olduğu müddetçe bizim varlığımızdan bahsedilebilir… Bunlar, bizim olmazsa olmazlarımızdır…
Fakat yahûdî-haçlı şebekelerle onların içimizdeki işbirlikçileri, zamanın geçmesi, zamanın tegayyürü ve ilerlemesi ile bu kıymet hükümlerimizin de değişmesi icâbetdiği propagandası gibi en yıkıcı ve yok edici bir usûl ile hücumlarına devâm etmektedirler. Teknik imkânların dışında, bu milletin“değişim, dönüşüm, dömelişim, açılım, saçılım, sapıtışım ve bilmem ne!” gibi uydurmalarla, îmân, amel, ahlâk, şahsiyet ve asliyetinden zerre fedâ etmesi, intihârı göze almakdan başka aslâ bir ma’nâ da ortaya koyamaz…
Ehemmiyetine binâen tekrâr ederiz ki, teknik imkân ve i’cadların dışında, târih içinde binbir hasâsiyyet ve incelik ve çile ile yoğurulan ve hiçbir milletin aslâ ru’yâsında bile göremiyeceği kadar mutlak hakîkat ve kıymet hükümlerimizden zerre miktarı bir (isrâf ve aşınma), bizim intihârımızdan başka aslâ bir netîce vermez ve vermiyecekdir…
Târihimizdeki büyük sultanların, ulemâ ve meşâyihin, velî ve ma’nâ erlerinin, alperen ve mücâhidlerin “kıymet hükümleri” ne ise, bunlar, mukaddes ve aslâ vazgeçemiyeceğimiz “kıymet hükümlerimiz” olarak bilinmelidir… Bunlara bütün mevcûdiyyetimizle bağlanmadan, kendimizi bulmaya ve hayâtiyyetimizi idâmeye imkân ve ihtimâl kat’iyyen mevcûd değildir…
Binâenaleyh, gençliğin birinci vazifesi, “aşşağılık hisleri” içindeki ve “âslını inkâr” iptizâli çukurundaki köksüzlerin istikâmetinden mutlak olarak ve her ne pahasına olursa olsun ayrılmak; ve bizi biz yapan ve târîhin şehâdet etdiği yüzde yüz bize âid bulunan ve başda ALLÂH Rasûlü Aleyhisselâm’ın tebliğ buyurduğu topyekûn “kıymet hükümlerimizi” bilmek ve onların muhâfazasını, varlığımızın mücerred en ana unsur ve sebebi olarak görmekdir… Bu değerlerimizi, dış mihrakların parmaklarında oynatılıp kullandırılmayı kendine varlık sebebi yaparak bizi de kemirme ve aşındırma peşindeki iç münâfık sürülerini de, son derece iyi teşhis etmek zarûreti vardır… Bunu, onların yaldızlı ve iblisçe ortaya atdıkları gözkülleme ve madrabazlıklara aslâ kanmadan sürdürmek ne kadar vazgeçilemez bir esas ise; i’câbeden tedbirleri alarak ilerlememiz de, o nisbetde zarûrî bir vazîfemiz bilinmelidir…
(İntişârı: 29.10.2009)