18 Mart 1918’de, müttefik haçlı kuvvetleri Çanakkale’yi geçselerdi de, İstanbul ve Anadolu’yu işgâl etselerdi, acebâ ne yapacaklardı?. Gâyet basit, kendi hayat tarzlarını, yani “dinlerini,” yani dünyâ, metafizik, devlet, hükûmet, cemiyet, iktisâd, hukûk, siyâset ve topyekûn varlık telâkkîlerini bu coğrafyaya evvelâ zerk, sonra da tatbik ederek, işgâl etdikleri toprakları kendilerine yoldaş, milletdaş ve dindaş kılacaklardı!. Çünki Müslümanların elindeki mutlak hakîkat Kitâb’ı, “Onların dinlerine (milletlerine) ittibâ edib (dâhil oluncaya) kadar, yahudi ve haçlıların müslümanlardan râzı olmıyacağı” vâkıasını, apaçık beyan buyurmaktadır.
İkinci olarak, dünki yazımızda, Müfessir Merhûm’un içimizdeki haçlı işbirlikçileri içün şöyle buyurduğunu iktibâs etmişdik: “DUYMAK İSTEMİYEN KALBSİZLER, SAĞIRLAR VE KÖRLER, İSLÂM’IN ARTIK BÜTÜN VAADLERİ OLMUŞ BİTMİŞ, İSTİKBÂL İÇÜN VAZİFESİ KALMAMIŞ OLDUĞUNU İDDİA EDEREK, MÜSLÜMANLIĞI KÖRLETMEK, ALLÂH’I UNUTUB ŞİRK YOLLARINA GİTMEK İSTİYORLAR.”
Bu iki hakikat nazar-ı i’tibâre alınınca, ortaya çıkan netîce şu olacakdır ki, Çanakkale’yi geçemiyen haçlı gâvurlarına vekâleten, içdeki işbirlikçi haçlı “paraleller,” onların yapacaklarını en az yüz katı bir gâvurluk ve zâlimlikle yapacaklardır…
Ve bu yapacaklarını, “Allâh demeyi ve DÎNDEN bahsetmeyi resmen yasaklama” derekesine kadar, en iğrenç kâfirlik ve şekillerde de yapmışlardır…
Bunun gibi daha nicelerini, en büyük ihânet ve alçaklıkla da, bu milleti Allâh’sız yapmak üzere tatbik etdiler; ve bütün mukaddesatını, ezanları bile 18 sene yasaklıyarak silip süpürdüler… Halbuki ALLÂH AZZE’nin hâkimiyyeti içün asırlarca can veren, buna mukâbil de Allâhın can (devlet) verdiği bu millet, en baş can damarından koparılmış; ve hiçbir milletin târihinde görülmiyen bir hâinlikle minârenin tepesinden, kuyunun dibine yuvarlanmışdır… 1915’in haçlı gâvurları, eğer bütün İslâm coğrafyasını işgâl etselerdi, en fazla, bu yapılanların ancak yüzde birini belki yapabilirlerdi…
99 senedir bu milletin başına ne felâket ve sıkıntılar gelmişse, bunların tamâmında da, haçlı gâvurların adına bu milleti felç etmenin peşine düşen haçlı işbirlikçilerin fâil olduğu mutlakdır…
Aşağıda, Bahadıroğlu’nun 19 Mart tarihli yazısından şu iktibâsı yaparsak, bunu, belki daha iyi görmek ve anlamak mümkin olacakdır:
“….. Çanakkale Müstahkem Mevki Komutanı Cevat Bey (Paşa), o ruhu çoktan çözmüştü. Çözdüğü içindir ki, kendisine, Nusret Mayın Gemisi’nin sahile paralel olarak Karanlık Liman’a döktüğü derme-çatma 26 yerli mayının tamamının patladığı ve düşman zırhlılarına büyük zararlar verdiği bildirildiğinde, gülümsemiş, “O mayınları yapan Çanakkale’li ustalar, belli ki, kara baruta bir miktar da besmele katmışlar” demişti.
Çünkü Anadolu insanını çok iyi tanıyordu. Yalnızca gözlemleyerek değil, bizzat içlerinde yaşayarak onları çözmüştü.
Anlattığına göre, Çanakkale Kuvvetleri Komutanı Alman Mareşal Otto Liman Von Sanders (biliyorsunuz Birinci Dünya Savaşı’nda Almanlarla beraberdik) bir gün cepheyi denetlemeye çıkıyor… Cevat Paşa da yanında…
Önünde sıralanan Mehmedciklerden birine damdan düşer gibi soruyor:
“Niçin savaşıyorsun?”
Cevap, mert Anadolu delikanlısının temel amacını haykırır gibidir: “Allah için!”
Alman Mareşal Liman Von Sanders, çarpılıyor âdetâ…
Bir yandan da meraklanmıştır: Acaba askerde fikir birliği var mı?..
Başka birliklere geçiyor. Farklı birliklerde savaşan birkaç Mehmedciğe daha aynı soruyu yöneltiyor:
“Niçin savaşıyorsun?”
Hayret!.. Cevap aynıdır:
“Allah için!”
Alman Mareşal, önce Cevat Bey’e, sonra diğer Türk subaylara bakıyor:
“Bravo beyler!..” diyor, “yaptığı işi Allah için yapan evlatları olan bir millet mahvolmaz.”
Bugün aynı inanç, aynı kararlılıkla, aynı şeyi söyleyebiliyorsak, korkacak bir şey yok demektir.”
Bugün aynı şeyi, aynı kararlılıkla söyliyebilmek!
Burmabıyık Yazar Bey, “bugün aynı şeyleri aynı kararlılıkla söyliyebilen” bir millet olduğuna acaba inanıyor mu?. Çünki şarta bağlı olarak “söyliyebiliyorsak, korkacak bir şey yok!” diyor… Mefhûm-ı muhâlifiyle söylersek, bu: “Söyliyemiyorsak korkacağız!” demekdir!
Ne “kararlılık ve ne netlik!” böyle bu?! Tam da, “dembokrasi misyoneri” gibi yazı yazan târihçiye, böyle lâstikli cümlelerle idâre-i merâm ve rüşvet-i kelâm etmek, ne de güzel yakışıyor!
“Bugün aynı inanç ve kararlılıkla aynı şeyi söyliyebiliyor muyuz” suâlinin cevâbını bile verebilmekden kaçınan, ürken, korkan, buna cesâreti olmıyan “dembokrat yazarların-entellerin-aydın ve günaydınların” bulunduğu bir memleketde, hiç şekinmeden şu keyfiyet bedâhat derecesinde ortadadır ki, “BUGÜN AYNI İNANÇ (BİZDEN: İnanç, bir halt ifâde etmez; 1915 askerinin inancı yokdu, îmân-ı şerîsi vardı) AYNI KARARLILIKLA AYNI ŞEYİ SÖYLEMEK İMKÂNSIZDIR!”
İşte 99 yıl evvelki îmân-ı şer’î; ve işte, bugünki “inanç” denen nesne!.
Daha ağız, burun ve kalemden dökülen kelimeler çapında bile, o söylenmesinden korkulan hakîkat, apaçık ortadadır!
“Hürüm, vatandaşım, cumhuriyetçiyim ve demokratım” diye mangalda kül bırakmıyanlar, daha, “dün böyleydi, bugün ise böyle..” deme cesâretine bile sâhib değillerse; veya, bunu görebilmekden alabildiğine uzaklarsa, siz, bugünün hangi “o aynı îmânından” bahsedebilirsiniz?
Bütün müslüman târihini, en büyük hılâf-ı hakîkât olarak dembokrat ve cumhûrî göster; ve sonra da bugünki nesillerin, 1915’deki Çanakkale kahramanları ile (aynı îmân bile diyemeden, “inanç” diyerek aynı kararlılığı yaşadıklarını) îmâ eden lastikli cümlelerle söyler gibi yap; ve merd adam kılığıyla da çok yakışıklı bıyıklarını bur!
Yemezler!
1915’e kadar “Allâh” diyerek cebheden cebheye koşan millet, 99, hele 92 ve hele hele 90 yıldır, “Allâh diyemezsin, Allâh’ın Dîni ve Şerîat’ı diyemezsin” denilerek, dünyada eşi menendi görülmiyen bir haçlı gavur ve işbirlikçileri presinden veya cenderesinden geçirilecek; ve sonra da, 1915 askerinin söylediğini, bugün aynı inanç (inanç değil îmân) ve aynı kararlılıkla söylediklerinden bahsedeceksin!. Veya, bahsedemiyecek; ve mütereddid, mütehayyir ve müzebzeb bir manzara çizerek, kendini “inzivâ ehli” gibi gizlemiye çalışacaksın!. Sütre arkasından karavana salla; ama, “at martini Debreli Hasan, dağlar inlesin!” diye şakşaklıyanın bol olsun!
Düne kadar ciamaat şakşakçılığı yapanlar arasından mı; yoksa, o adam ve madamlar arasından mı, “aynı inanç, aynı kararlılıkla aynı şeyi söyliyebilen” hılâfet askerleri çıkacak???
Asırlarca ECDÂDA KAN kusturan yahudi ve haçlı gâvurların kıçını öpecek kadar âdî ve mülevves ve kendini onlara satmayı meziyet bilecek kadar hâin; ve bu hâin sürülere 30-40 yıldır destek ve şakşak veren ahmaklar arasından mı, o kahramanlar çıkacak???
Yoksa, gâvurdan müdevver dembokrasi SANDIĞI yarığına atılan zarfların içinden mi, böyle 1915’in binbir çile ile yoğurulmuş, kanı ve canı alnının tam ortasında gezen, Anadolu merkezli coğrafyanın evlâdı çıkacak???
“Bedr’in aslanlarının” ayak parmağı seviyesinde (îmân) sâhibi ve ŞAN mâliki askeri, bugün, şirkden münezzeh îmânıyle anlıyabilecek idrâkde adam bile bulamazken; o askerin de kıl kökü olabilecek bir gençliği nerede hayâl edebileceksek, o hayâl bile bize yeter!
Bugün, fitne ahtapotunun gebertdiği cesedlerde “ölü yüzü pudralamayı,” şehidlerin rûhunu ta’ziz etme derecesine çıkarmakdan el hayâ el edeb!. İşte memleketin hâli!. Kendi kendisi olmakdan çıkarılıb, haçlı dembokrasisinin kölesi yapılan ve bataklığa çevrilen bir mekân… Şîrâze ve endâzesinden fırlamıyan bir tek nokta kalmamışken, Çanakkale askerinin yırtık çarıkları seviyesinde bir keyfiyet bile hani nerede?
Bırak, “aynı îmânı aynı kararlılıkla söyliyecek” adamı; Alaman gâvuru Liman Von Sanders’in takdîr ve tahsîn ifâdelerini yüzde yüz samîmiyyetle söyliyecek kadar bir devlet adamı bul, o Almandan söküb, maraşal rütbesini sana takalım!!!
(İntişârı: 21.03.2014)