(1) “Atatürk’e Kâfir Denemez” Derken, Allâh Azze’ye: “Âyetin (Kitâbın) Yasak” Demek…
4 Haziran 2021
(3) “Atatürk’e Kâfir Denemez” Derken, Allâh Azze’ye: “Âyetin (Kitâbın) Yasak” Demek…
13 Haziran 2021

“ATATÜRK’E KÂFİR DENEMEZ” DERKEN, ALLÂH AZZE’YE: “ÂYETİN (kitâbın) YASAK” DEMEK…

(2)

Ahmed SEYYİDOĞLU

Biz Akit yazarı Alpay’la devam edelim. Şu sual de onun:

“ATATÜRK İÇİN DUA VE AYETLER Mİ UYDURULSUN?”

Behçet Kamal “Mevlid” uydurduğuna göre bir başka maden mühendisi veya Purof da çıkar (Haydar Baş gibi), başka şeyler uydurabilir! Meselâ Azarbaycan’dan ihâle usûlü Purof Doktor olan büyük Kâdirî Şeyhi Maydar Usta: “Paşa’nın seyyid olduğunu” arz u semâya nidâ eylemişdi!. Paşa ise böyle olsaydı, hiç: “Ne mutlu Türküm gibi, veya Araboğlunun yâveleri” gibi nice “Seyyidsizlik isbâtı” ifâdeleri ağzına alır mıydı?.

 Ammâ 1923 Lozan’ından sonra memleketde İngiliz güdümlü  bir zombi îmâlâthânesi veya ağır sanayii robot te’sîsleri inşâ’ edildi ki, en olmayacak şey konuşulabildiği gibi, onlara inanmak da gâyet tabiî karşılanır oldu!. Paşa’ya herkes kendine göre bir sıfat uydurmadı mı?. “Türkün Peygamberi” diyenden “Çeyrek tanrı, yarım tanrı, tam tanrı” diyenler… Hatta “Peygamber” diyenlere alabildiğine celâllenib: “Ben dünyaya hiç böyle bir peygamber göndermedim ulan, bana iftirâ atma seni gebertirim” diyenlere kadar!…

Bugün memleketde kaç düzine “Atatürk milliyetçiliği, Atatürk diyânetçiliği, Atatürk Süslümanlığı” var… Yalova’lı memleketşinâs vatan evlâdı Maharremle, kuşkonmaz ve çıtkırıldım ve cemevi süzülmüşü Sarıgül’ün Paşa’ya îmân tazelemeleri, Kaftancı madamla, Meral madamın Paşa “Tenzihleri” bile alabildiğince “çetenek-çekecek ve çelişkezek” tarz ve modelleri ile pek farklı!.

DİYÂNETLİ KAMALİZMA, FETÖ’NÜN TÜRKÇE OLİMPİYATLARINA, DEMİREL’İN “236 ÂYET NEYİNİZE YETMİYOR” DEMELERİNE KADAR, UÇKUR LASTİĞİ GİBİ  PEK ELÂSTİKÎDİR!

Diyânetli kamalizmanın bakışı ile, vaazlarında cezbeye gelib (!)  kürsüden Kur’an-ı Azîmüşşân’ı fırlatmalarına şâhid olunan; “Türkçe Olimpiyatlarında” kıvrılıb-dökülen ve “Yeni bir dünyâ kuracağız” diye bağırtılıb öttürülen o müştehât zavallı kız yavrularını bile böyle sermâye gibi kullanabilen Möhderem Hocia’nın, pek derin, pek amîk ve ma’nâlı, göndermeli, mecazlı ve cinaslı ve vatikanik va’z u nasihatlı ruhbâniyet ve ahbâriyet manzaraları gözümüz ve gönülümüzde buhurdan gibi ve buram buram hasretle tütmüyor mu?.

Mehdiyyet makâm-ı muallâsına  hasret kaldığımız, Edirne hududundaki askerliği sırasında “Atatürküne hakâret eden yunan kopilini neredeyse geberteceğini” yazı ve nutukları ile daha sonraki seneler omzu kalabalıkların omuzlarındaki beyinlerine tam onikiden sokan, 1950’lilerde, mason ve CEHAP genel sekreteri Kasım Gülek’in ve 1963 de CİA pusulası Graham Fuller’in kankası, 1975’de locaların cankası,  yahudi ana ve ermeni babadan nur topu gibi tevellüd-i arz u semâ eyliyen Fetö nâm dünyâ HOCİASINA kadar; “Atatürkün aleyhinde konuşmak câiz değildir” diyerek ef’âl-i mükellefînin haram, mekruh ve müfsidâtını şu yalakalık asr-ı evvelinde TECDÎD ü TAHKÎM eyliyen Cübbeli’ler cübbelâsı ve cennetlik tirîdâna kadar; CEHAP üst kadrosundaki her bir politik projeye kadar her bir parti dahî, istisnâsız, resmî veya fahrî, “kamalist-i kâmil ve mükemmil” değil midir?. Veya en azından, kamalizmadan az veya çok, birşeyler, ilke, ülkü, türkü ve tilkiler, besinti ve esintiler, heykeltıraş tozu kadar da olsa “tozuntular” taşımıyor mudur?..

HADEP bile en az, ateizmasında, heykele ve insana tapış noktasında, İslâmiyyet’den kaçış ve daha pek çok hayat tarzında, anti-İslâm ve  tam kamalist değil midir?. Kamalizmanın zâten ekânim-i selâsesi (cumhuriyet-demokrasi ve laiklik) olduğundan, bütün parti-pırtıların alayı da, (bir istisnâsız) bu îmân ve i’tikadda değiller midir?..

Aslında genç adam Alpay’ın dediği gibi “Dua ve âyet uydurmaya” da hiç lüzum yok. Diyânetsiz kamalistler içün “Küfür, şirk, nifak ve zulmü, beşerî sistemleri, heykelleri, rakı, zinâ, kumar, fâiz, adam sömürme, homoluğu-cinsî sapıklığı v.s.’yi” yasaklayıb, bunların fâil ve mürtekiblerini cehennemlik gösteren bütün âyet-i kerîme, ehâdis-i şerîfe, icmâ’ ve müctehid ictihadları, bir takım merâsimlerde, orda burda, hatta bilcümle mescid-i dırâr ve firâr ve melâl mahallerde bile, ele, dile ve kaleme alınmasa, yokmuş farzedilse, bütün sıkıntı ve baş ağrıtan mes’eleler topdan hâllolmuş sayılamazlar mı?!. Şefokrasi devr-i dilârâsının “diyânetsiz kamalizmasında” olduğu gibi… “Allâh ve dinden bahsetmek yasakdır” deyû Matbuat Umum Müdîri Vedat Nedim Tör imzâsıyla bir ta’mîm, neleri hall ü fasl etmez!

AKAP-Bağçeli-Perinçek-BEBEPE-YEREPE-Sarıgül Değişim ve Sarıgülüşüm koalisyon cebhesi, belki bunu ruznâmesine almayı akıl edemiyordur! Biz âcizâne ve acızâde olarak, bunu onlara hâtırlatır ve esenlikler de dileriz!.

Mes’elenin daha da aslına inilirse, Kamalist literatürde “Kâfir” diye bir kelime veya mefhum da olmadığı, bu tamamen İslâmî bir ta’bir olduğu hâlde, bu gürûhun “Falana kâfir dedin, bu onu lâ’netlemek demekdir!” diye muhayyel sıkıntı ve takıntılar uydurub kazan kaldırmaları da, nasıl başka bir beyin felcidir anlamak mümkin değil… Adamlar o kadar gerzek ki, kendi zihin ve tefekkür dünyâlarında OLMIYAN bir mefhûmun Müslümanlık’da var oluşuna takılıb, onun bir nev’i VARLIĞINA tutkallanıb kaynaklanıyorlar; ve kendi yokları, ama başkalarının varları uğruna sancıdan kıvranıyorlar!

Zihin ve rûh iflâsı!

DEMİREL!

Mason cumhurbaşkanı müteveffâ S. Demirel, yukarıdaki mevzuun (âyet-tanrı uydurma)ların bir başka şekilde îzâhını yapmış ve “Demokraside çâre tükenmez” formülüne tatbikle mes’eleyi kendince locavârî hâlletmişdi! İslâm karşısında olub da, İslâm’a karşı vaz’iyyet alma formülleri, İslâm’ın bidâyetinden beri şeytanlar piyasasına pek çeşitli isim, resim ve cisim altında sürülmüşdür. Buna günümüzde “Politika” denilerek, bu, dallara, kollara ayrılmış; ve bilhassa “inâsa taabbüd” üzerinden kadın kollarına, kadın vücudlarına, kadın şiddeti ve hiddetine, bir yandan da kadın fitnesine, kadın haklarına, kadın beyânına, kadın istihdâmına, kadın kullanım ve satışına, kadın-kızlı reklâmlara kadar binbir kılığa sokulmuşdur!.

 Meselâ Ebü’l-HAKEM (Ebû Cehil) ve İbni Selüller v.s.lerin de hep birer formülleri olmuşdu. Mekke’liler “Bir yıl senin tanrına bir yıl bizim tanrılara kulluk edelim” demişlerdi!. Bu da kadîm formüllerden birisiydi. İnşaat mühendisi ve Bilgi locasının Hıram Usta çırağı Demirel de, buna benzer bir formülünü şöyle dile getirmişdi: “236 âyet devlet idâresi ve layıklıkla alâkalı, geçin bunları, geriye 64oo küsur âyet kalıyor, bunlar neyinize yetmiyor!”

Bu kabil sözler nerde söylenir?.

Müslümanlığa beş paralık ciddiyet, ulviyyet, kıymet ve hakikat atfedilmiyen bir (Dâr-ı riddede) yani cumputratik ve lâyık ve şefokratik, masonik bir sistem ve zeminde, bu gevşek, lâübâlî  ve cıvık hakâretler dile alınabilir!. Yeni Asyacılar veya 1971’lerin Hakikat Gazetesi şimdinin Holdingçileri ve sâir havuz-yavuz tâifesi medya gibi, politikacılara dayanmayı ve yaslanmayı dünyâ menfaatları içün elzem gören kesânın bu varlığı, bizim, cumputratik idârecilerden neyin, nasıl ve ne karşılığında beklenilebileceğini iyice tesbîtimize yaramalıdır!. Onlarda, îmân ve ahlâk sistemin istediği ve Allâh ile Rasûlü’nün emretdiği gibi yani sözde değil de ÖZDE istikâmet olsa ve görülse, zâten her şey mükemmel, bambaşka ve bugünkinin tam zıdd-ı kâmili olurdu!

Hatta onlara o zaman “Gölge etme başka ihsân istemeyiz” demeye bile lüzûm görmek abes kaçardı!. Çünki öylesine îmân-amel-ahlâk varsa, orada fazîlet zirve yapar; ve böyle bir insan zâten hiç kimsenin gölgesinde bile durmaz ki, ona “gölge yapma” deme ihtiyâcı doğsun!

Kenan Bey Oğlumuzun, “Atatürk içün dua ve âyetler mi uydurulsun” diye iç sancısı çekerek diyânetsiz kamalistler nezdinde ve onları istihzâ tarîkiyle de olsa işi zora ve yokuşa, en doğrusu muhâle sürmesinin, hiçbir ma’nâsı da olamaz… Bu iş muhâl derecede zor diyoruz. Târih de şâhidimiz dedik. Bazı âyet, nass ve şer’î hükümler ağza alınmadığı zaman, bu, “Allâh’ın ve âyetlerinin” muârızları için tam bir çâredir! Demirel’den ibret alınırsa, hatta yeter de artan bir hâl tarzıdır!

ALBAY HÜSEYN HİLMİ: “DEMİREL İSLÂM MÜCÂHİDİ!”

Bilgi Localı ve İslâmköylü ve bir rivâyetde arnavut Demirel, emekli müteveffâ Albay ve Holdingci Enver-Mücâhid çizgisinin ve ışşıkiye cemâat-i ihlâsiyyesinin pîri Hüseyin Hilmi Bey’in de 1971 târîh-i efrenciyyesinde “İslâm Mücâhidi” idi!

Emekli Albayın Hakîkat Gazetesi’nde 1971’de yazdığı başmakaleye göre, “Demirel’e mason diyenin kendisi kâfir oluyordu!” Aforizma bu kadar askerî ve ciddî işliyordu! Çünki o, “Kur’an okunmadan kahvaltıya oturulmayan” bir hâne-i SEÂDETİN, İslâmköy’deki İslâm tahsîl ve ta’lîminden hatta tedrîsinden geçmiş, tam ve dört dörtlük bir “Müslüman evlâdıydı!”

Bu müthiş ve askerî, cumhûrî, “liberal ve demokratik” ictihâd veya kıyâs-ı ışşîkiyeyi  tanımadan, Üstâd Necib Fâzıl Merhûm’un, Demir’el’in masonluk vesikasını Büyük Doğu ile neşretmesi, yani “İslâm Mücâhidi Demirel’e” mason olduğu hâlde “mason” demesi, emekli Albayın Aristo mantığına göre Süleyman Demirel’e “kâfir” demekle müterâdifdi, aynı ma’nâya geliyordu veya gelmeliydi!…

Öyle ise bu iki asıl (önerme) sonunda ortaya çıkan ışşıkî ictihâda (kıyâsa) göre Merhûm Üstâd’ın hükmü, İslâm Mücâhidi Demirel’e mason demekle kâfir demiş oluyordu, öyle ise, müslümana kâfir dediği içün de Necib Fâzıl’ın kendisi kâfir olmuşdu!”  (Hâşâ ve kellâ)…

Böylece de, Hakîkat varakasıyla, zerre kadar hayâ edilmeden, bu korkunç ma’nâ ve iftirâ, 1971’de Bâbıâdî’nin tam ortasında, ora târîhinin de tam göbeğinde ortaya konulabilmişdi!…

Gûyâ Albayın da, Merhûm Üstâdımın da mürşidleri, üstelik aynı zât, Merhûm Abdülhakîm Efendi Hazretleriydi!.

Hakîkî ve sahteler dünyâsının da mutlak yaradıcısı olan ve Hikmetinden aslâ suâl olunamıyan EL HAKÎM Celle Celâluh Hazretleri, ilm-i ezelîsindekileri kazâ olarak yaratıb önümüze koyar; ve biz de onları “Kader bu imiş” der, seyrederiz!. Rızâsı ile yaratdıklarına hayr, adem-i rızâsıyla yaratdıklarına da şer deriz… Hayra sarfolmıyan irâde-i cüz’iyyelerin de vay hâline derken, hayrı kesbeden irâde-i cüz’iyyeler içün de ne mutlu onlara deriz, vesselâm…

EMEKLİ ALBAY: “İSLÂMİYYET, TAM LİBARAL VE DEMOKRATİK DEVLET KURMAKTADIR.” İCTİHADIYLA PEK MEŞHURDUR!

Albay Hüseyn Hilmi de kapağında aynen şunlar yazan bir kitabın müellifidir: “Peygamberlik Nedir, İst. 1981, 6. Baskı. Yazan: İmâm-ı Rabbânî Müceddid-i Elf-i Sânî AHMED FARÛKÎ SERHENDÎ, Arabçadan Türkçeye çeviren: HÜSEYİN HİLMİ IŞIK”

Bu muhteşem ve hârika gûyâ terceme-i ışşîkiyyenin 58. Sahifesinde de şu müthiş ve Sultânî-Süleymânî; ve aklı ü îmânı, cezbeye sevkedib meczûb ve mecnûn derecât-ı ulyâsında kat’-ı merâtib  de eyletebilen, TAM cumputratik bir ibâre yer almaktadır ki aynen şöyledir:

“İslâmiyyet, ilim, ahlâk, doğruluk, adâlet üzerine dayanan VE TAM LİBARAL VE DEMOKRATİK DEVLET KURMAKTADIR.”

Seâdet-i Ebediyye ve Ukbâ-yı Sermediyye içün demek ki böyle bir devlet lâzımmış!.

Ancak… Âdem Aleyhisselâm’dan, Allâh Sevgilisi, Rasûl-i Rusül, Fahr-i Kâinât, Sebeb-i Mevcûdât, Aleyhi Ekmelittahâyâ Sallâllâhu Aleyhi Ve Sellem Efendimiz Hazretlerine kadar hiçbir Peygamber ve Hâlîfe ve Sultân ve nâibi, vükelâ ve vüzerâ, böyle “Tam liberal ve demokratik DEVLET” kurmak nâiliyyetine (!) mazhâr olamadıklarından, “İslamiyyet’e GÖRE TAM LİBERAL VE DEMOKRATİK DEVLET KURMA” işini becerememiş ve bu beceriksizlik sebebi ile de “Seâdet-i Ebediyye ve Ukbâ-yı Sermediyyeyi” acebâ ebeden kaçırmış mı olmaktadırlar?…

Ve dahî, tekrar bulamaç derecede âlem-i kevn ü fesâd olan; şu Cavid-19 elindeki “Liberal ve demokratik” ve küreselcilerin süngüsü ucunda çukura çakılıb can çekişen; soykırımla yüzyüze kalan dünyâ covitli ve yataklı trenini de kaçırmış mı bulunmaktadırlar?.

Ve “Lehvün ve lâibun” buyrulan hayât-ı dünyâyı yeniden teşrîf etmelerine de imkân ve ihtimâl kalmadığına göre, yani Madam Çiller’in en yakınlarındakiler gibi tenâsuhen (reankarnasyonalismus) usûllerine tevfîkan, yeni dünyâ tekgözlü piramit âdâb-ı muâşeretlerine  göre, (Hâşâ ve Kellâ) cümle enbiyâ (Aleyhimüsselâm Hazerâtı), “TAM liberal ve demokratik devlet kurma” referandumu ve keferandumu ile, buharlı “Seâdet-i Ebediyye” trenini sonsuza kadar mı, yoksa belli bir zemân içün mü kaçırmış olacaklardır?.

Bütün bu mesâil-i îmâniyye, ahkâm-ı sultâniyye ve idâriyye ve fıkhiyye, Holding ehl-i ictihâdından “meleke-i fekâhet, akl-ı selim, ilm-i vehbî” istiyen çok ince ve derin mi derin mes’elelerdir!.. Bütün bunların emekli albay ciddiyet ve disiplini ve askerî nizamları ile bir netîcey-i fıkhıyyeye kavuşturulması iktizâ ederken, ne yazık ki bu cehd ü gayret de, bugün, sıfır kollu madamların pek möhderem zevc-i pâki olan zevât-ı halef-i hâzıra ve kâsıradan beklenecekdir!

Kalbî temennîmiz: Hahambaşı yanlarına sıfır kollu endâm-ı asriyye ve üryâniyyeleri ile vaz’olunan madâmiyenin; ve velisi ve zevci olan  zât-ı Mücâhidin, bu yolda cedd-i Huseynî gibi ziyâde ictihâdât-ı ezmâna kifâyet edecek çok bereketli kavâid-i külliyeye sâhib görünerek, nice kutsanmış ictihadları dahî su arıtma cihazları gibi üreterek, pek ziyâde muvaffak olması ve mürîdân-ı ışşîkiyyenin de rûh-i enverîlerini daha da münevver ve rızâ ü ihlâsiyyeye müyesser eylemesidir!!!

EN UYGUN FORMÜL: “İCTİHÂD KAPISI-BACASINI” AĞIZA ALMADAN, USULCA GÜNCELLEME VE REVİZYON!

Acebâ cihan müselmanları “Güncellemeci yurtdaş ve yandaşlar” olarak bu kaçan trene (!) bugünün siha, iha ve mihalarıyla arkadan koşsalar, onu gene de mi yakalıyamazlar?.

Sıfır kollu zevcesini başhahamın yanına oturtan, Emekli Albay’ın torunu ve Enver’in mahdum-ı ciğerpâresi ve halef-i rûhânîsi Ahmed-i Mücâhid-i Evliyâ ü Asfiyâ Beyefendi, o adı geçen ictihadlar mu’cebince mi TGRT ekranlarında o en boyalı ve en cinsiyet-i cezbeedâ madamları ekranlara çıkarır, seyr ü temâşâ etdirir; ve onları ve o biçim madamlı i’lânları “Tam liberal ve demokratik İslâm Devleti adına” mı istihdâm ve istihlâle sa’y ü gayret GÖSTERİR?.

DİB ve ilhâdiyatçıların pek cüz’î bir kısm-ı asgarı, asrın bu en mühim (!) mes’elelerini bile görmeyib, DİYÂNETLİ KAMALİST enkazları ile, (Bakara 114) çerçevesi içine giren “câmi ve mescidlerde zikrullâhı susturan ve oraları tahrîb edenlerle” mi uğraşacak?. “Paşa’ya kâfir dedin, lâ’netledin” gibi iftirâlar üreterek bir bardak suda fırtınalar koparan ve halkın huzûruna leblebisiz rakı sıkan diyânetsiz kamalistlere, Akit ve onun Kenan Alpay’ı da olmasa, kimse karşı çıkmıyacak ve yarım ağız da olsa hart-hurt edemiyecekdir!

Bağçeli ağzıyla (alayına) yazıklar olsun!.

Cumputratik diyânetsiz kamalistler hâlâ esir ve zavallı Ayasofya’daki konuşmasında hiç adı geçmiyen Paşa’ya “kâfir” dedi, onu “lâ’netledi” diye höykürtüden ağızları yamulanlar, Nişantaşı’nda başında bezi varmış diye bir akademisyen madamı bir harbî-diyânetsiz kamalist veya ateist, kadının kafasına termosla ve yumruklarla vurub: “Böyle gezme, beni rahatsız ediyorsun” diye; Kel Ali-Kılıç Ali, başkesen Ali oluyor, ammâ sayın Türk politikacılarının bilhassa en çok sesi çıkması îcâb eden madamlarının değil şangırtı ve cazgırtısı, bir periyodik sıkıntı kadar bile “gıkı” ve “hıkı” çıkmıyor!. Çünki iyi Müslümandırlar, Ramazan gelince iftâr sofralarında veya musallâ başlarında, başlarında yarım yamalak şeffaf bezleriyle ağlamaklı Hürmüzsel pozlarını görürüz ya hani, bu halka yeter, onlar da vaziyeti böylece telâfî eder giderler!. Tabii “şehid cenâzelerinde” de muttasılan ve mu’tâdı vechile “Ezan-bayrak-silâh-kitâb” mahabbetleri…

Nasılsanız öyle beyim!

Beşyüz kafadan bin sövüş-dövüş ve boğuşmayla çıkan gayr-i sübhânî Para-lamento kânunları değil bunlar, mutlak hakîkât!

Holdingçi taifeye dönersek.. “İctihad Kapusu zinhar açılamaz, açanlar kâfirdir efendim!” diye mangalda kül bırakmıyanlar da, kendilerine çok sert bakan demir parmaklıklı ve çift kilitli “İCTİHAD” kapularını keyifleri isteyince “açıl susam açıl” diyerek öylesine ve böylesine bir kırarak AÇIYORLAR ki, “Tam Liberal demokratik Devlet” bile, (Hâşâ) İslâm’ın emri ile KURULAN bir devlet-i mukaddese olub çıkıyor!… Artık bu mukaddeslere yan bakdın mı, gelsin, koruma, kollama, dallama, sollama, mahpuslama, nafakalama, homolama, madamlama, kakalama,  ne kadar kânun varsa…

Ve artık ictihâd kapusundan da, sellemehüsselâm ve destursuz, içeriye nasıl balıklama  dalmaksa, seyreyleyin şenliği!

“Kapılar bize açık, ammâ sana kapalı!” ciddiyetinin mîzâh ve mûzibliği!.

Diyânetli Kamalizmanın en ihlâslı turûk-ı meşhûresinden  olmak kolay mı?.

“Mektûbât, Seâdet-i Ebediyemiz ve nice eserlerimiz nâehil ve uyduruk hiç kimseye ictihâd yaptırtmaz, “ictihâd kapısı kapanmışdır” der; ammâ bize, sıfır kollu madamlarla sosyal aktivite ve formaliteler; ve her şey, dînî ve lâdînî ictihâdlar, her yerde ve her türlü “liberal ve demokratik devlet” ictihâdları da, evet bize, biz himmet-i rûhâniyye altında korunmuş, kollanmış ve mahfûz kıtmirlere serbest, hatta, Karamanlis’den başka müctehidin kalmadığı şu çölleşmiş vasatda bize üstelik vâcibdir de!”

Bunlar ve niceleri, imtiyazlı ışşîkiye tâifelerinin pek ciddî (!) mîzâh ve şakalarıdır!

Nice Işşîkiye purofu Ramazan’ların bile, Mübârek Ramazan’larda veya sâir zamanlarda, suratının boya ve badanaları ile vücûd münhânileri Avrupa tv’lerindeki spiker madamlarınkilerden bile daha çok sivriltilmiş; ve er kişilerin bel altlarına bangır bangır bağırarak hıtâb eden sunucu madamları karşılarına oturtub, göz göze; ve ellerinden gelse diz dize “irşâdât ve tebliğât” vezâif-i mukaddeselerini büyük bir hudû’ ve huşû’ içre edâ etdiklerini, ışşıkiyye ehâlîsi “nefret suçu da işlemeden kuzu kuzu”  nasıl seyr ü temâşâ edib mest oluyor?!.

En tehlikelisi de, bunca HARAMLARIN mubah olduğu mesajlarını vere vere, hatta yedire yedire programlara çıkışlar, program yapışlar… Ne tahrîfâtdır bu… Küfür ve haramlarda “çığır açanlar, o çığırlarda yürüyenlerin de bütün küfr ü fıskını boyunlarına veya defter-i a’mallerine yazdırdıklarını bile bile bunu yapmıyorlar mı?.

Hocalık, işte bugün bu kadar uçkur seviyesinde seyrediyor; ve bu hâliyle de halk, yarım doktor ve yarım havâcelerin eli ve bilmem nesi ile  dînî hayâtını târîhin hiçbir devrinde görülmedik derecede damak tadı ile yaşayıb (!) her şeyini yoluna koymuş, son güne doğru sihalarla-ihalarla uçarak gidiyor!..

Böyle “füyûzât” fışkıran ve “BÜTÜN Dînî bahislerde aydınlatıcı ve ışıklandırıcı, hatta holdingleştirici tüm tatlı, zevkli ve lâtîf  sohbetlerle” halkın diyânet-i Kamâliyyesine (Diyânetli Kamalistler) olarak pek çok ilâveler ve istifâdeler (!) sunulmuyor mu?!.Ve bunların benzeri nice “hızmetler ve fütûhâtlar” din kisvesi altında icrâ ve irtikâb  edilmiyor mu!?.. Böyle (altın devirler), AKAP iktidârı gibi “güncelleyici, 14-15 asır evvelki hükümler bugün geçmez deyici, cinsiyet eşitleyici, hayâtü’l-hayevânı mal değil can bilici, mafyalarla söyleşici, sözleşmeci-sövleşmeci, madamları mevki’lendirib baş tâcı edici, ümmet liderli” muhteşem ve nâdîde zamanlarda, ancak 1000 yılda bir, o da ancak 15-20 yılcık yaşanır!. Sonra devr-i küsûf (Güneş tutulması) başlar!

Bütün bu hayr u hasenâtdan “İslâm Mücâhidi” Demirel’in süleymânî ve locavî; ve muhterem Albaylarının da ruh-ı tayyibe ve huseynîleri dahî hisseyâb, ferahnâk ve ışıknâk olmıyacak, enverî hâtıralar, âlem-i berzahda bile yolları ışıklandıran fener alaylarına inkılâb eylemiyecek midir?!.

“İctihâd kapısı ve Ehl-i Sünnet, işte böyle bizim inhisârımızdadır; biz onu ışıklı vasatlarda böyle renklendirerek, pek sayın ve cömert mûdîlerimiz olan halkımızın istifâdesine canla başla sunarız” güncellemeleri…

Tekrar dikkat edersek şimdiki başkan da, bazı “Cumhûrî ve lâyık-demokratik ve üstelik yerli ve millî” formüllere sâhib: “14-15 asır evvelki hükümleri kalkıb bugün uygulayamazsın, İslâm GÜNCELLENMELİ!” derken, nice “Tefe koyacak hocfendiler” ortaya çıksın demek istese de, ortaya çıkmak da ne, “Çıt” çıkaran bile kalmamış!. Karamanlis’in ictihadları saltanatında, Efgânî-Abduh-Reşid Rızâ-Ekber Şâh-Mûsâ Cârullâh v.s. gibi zevâtın 15 asrı silmede az mı himmet ve gayretleri oldu! Oryantalist İlhâdiyât çömezlerinin keşf ü îcâd ve dâsitânî gayretleri.. Bunlar ne olacak, boşa mı gidecek?. AKAP gözdesi Akit câmiası, bütün bunlar karşısında “imam-hatibli” inkılâbında Karamanlis mihrâkından çıkarsa, hikmet-i vücudlarını inkâr etmiş olmazlar mı?.

Genç yazarlardan Kenan Bey’in “Yeni dua ve âyetler mi uydurulsun!” diye diyânetsiz kamalistleri tıkamak istemesi, bir nev’i teklif-i mâlâyutakdır… Çünki Meşşâîlik felsefesinin bânîsi ve “İslâm filozofu” dedikleri meşhur Kind bile, 1000 küsûr sene evvelin Abbâsi saltanatında, “Ben Kur’ân’ın benzerini yaparım” nânesi yiyib, bir hafta evine kapaklandı!. Öyle bir uğraşdı ki, Kur’an-ı Mu’cizü’l-Beyân’ın en kısa bir sûresi veya bir âyeti kadar bir kelâm bile uyduramadı!

Kenan Bey oğlumuzun dediği “uydurma” ameliyesi muhâl olduğundan, Demirel, v.s. ile “Ümmetin Lideri ve Türkün Lâyık demokratik Yüce Başkan’ı” bulunan zâtın, “Tefe konulmayı bile göze alarak güncelleme” formülleri daha kolaydır; ve arâzîye uygunluğu i’tibâriyle de muhâl değil mümkînâtdandır!

Küresel çetelerin, masonların, diyânetli ve diyânesiz kamalistlerin, demokratların, cumhuriyetçi ve lâiklerin, ırkçıların, şii-selefî ve vehhâbîlerin, mezhebsizlerin, partici v.s’nin, işlerine gelmiyen ne kadar âyet varsa, bunların topunu da, ağza, dile, kaleme almamak, Ayasofya’da DİB me’mûru Mustafa Demirkan olmamak, bilhassa diyânetçi kamalizma içün, bugün, şişi de kebabı da yakmayacak; ve Bardakoğlu kafasından Görmez ve Erbaş kafalarına kadar en uygun, en olgun ve dolgun ve en mülâyim bir AKAP formüldür!… Mustafa Demirkan gerçi AKAP’a çok yakın bir DİB’çi olmasaydı da, bil farz CEHAP, MEHAP veya İPE fırkaları cebhesinden birisi olarak, eskazâ o konuşmayı yapsaydı, gene aynı linç edilmeye uğrar mıydı, bu ayrı bir fasıl!

“TÜRK MAARİFİNDE (!) PAŞA’YA SADÂKAT YEMİNLERİ MECBÛRİYETİ…”

Akit yazarı genç adamın böyle bir şekvâsı da var:

“Herkes biliyor ki bu dua doğrudan doğruya Bakara Suresi’nin 114. Ayetine işaret ediyor: “Allah’ın mescidlerinde O’nun adının anılmasına engel olan ve onların harap olması için çalışandan daha zalim kim olabilir? Aslında bunların oralara ancak korka korka girmeleri gerekir. Böyleleri için dünyada rezillik var, âhirette de onlar için büyük azap vardır.” Milyonlarca öğrenciyi askeri düzene sokup okul önlerinde seneler boyunca Ulu Önder Atatürk’e sadakat yeminine mecbur kılabildikleri için bütün cami, minber ve mihraplarda da Atatürk için diledikleri gibi dualar okutabileceklerini sanıyorlar.”

Akid yazarı “sanıyorlar” demişse de, bu onların sanması değil; bu, onların kat’iyyen inandıkları hedefleridir… Bugün İttihad-Terakkî uzantısı olan MEHAP ve başındakilerden biri olan Bağçeli’nin de son derece benimseyib taparcasına tarafdârı olduğu “Diyânetsiz Kamalizma”, bu memleketde CEHAP ile başlamış, bugün MEHAP ile yaşatılmakdadır… Hem de, “Muhâliflerine hayat hakkı bile vermemek” çizgisinde diri tutularak yaşatılmak istenmekde… AKAP ve güdücüsü de, iki koluna girmiş Bağçeli ve Perinçek ile, ancak ayakda kalabileceğine inandırıldığı içün, o da onların dümen suyunda iktidâr koltuğunda oturmayı câna minnet bilmektedir…

Akit’in hükümetçi ve demokrat yazarı, kamalistlerin 97 yıldır yapdıklarını ve “dikta otoritelerini” sanki yeni keşfeder gibidir; ve üstü örtülü olarak “sayın ortak Bağçeliye” de “Gûyâ muhafazakarlık, konjonktüre endekslilik, tekebbür ve istiğnâ ve kışkırtıcılık” yükliyerek, oldukça  acemilik içinde şöyle devam ediyor:

“Bütün bir halka mecburi istikamet olarak Atatürk’ün açtığı yolda, kurduğu ülküde ilerlemeyi dahası Atatürk’e her daim şükran ve sadakat duymayı imanın esası, vatandaşlığın şartı olarak dayatıyorlar pişkin pişkin. Sadece ezanı, namazı, orucu değil adımızı, iffetimizi, namusumuzu, imanımızı da Atatürk’e borçlu olduğumuzu yazıp konuşacak kadar büyük bir terbiyesizlik, eşi benzeri bulunmaz bir Firavunluk örneği dikiliyor karşımıza. Tabii ki bu tekebbür ve istiğna tek taraflı işlemiyor. Güya muhafazakar dil ve siyasetin lastikli, müphem ve konjonktüre endeksli literatür ve tarzı da modern Firavunluğa dönüşen bu tekebbür ve istiğnayı iyice kışkırtıyor.”

MÜSLÜMANIN ALÂMET-İ FÂRİKASI, KİM OLURSA OLSUN ZÂLİMİN KARŞISINDA OLMAKDIR!

Halbuki Bağçeli, Ayasofya’da ismi hiçbir şekilde zikredilmediği halde, bulutdan nem kaparcasına ve vehme kapılarak, muhayyel ve mutasavver ağız ve hançerelerce “Atasına kâfir” diyenlere o kadar şiddetli bindiriyor ve savuruyor ki, AŞAĞIDA KALEME ALACAĞIZ, onlara ne hayat hakkı ne TÜRKLÜK ve ne de TÜRKÇÜLÜK tanıyor, ne de vatanseverlik; ve alayına, hâinlik ve azılı TÜRKLÜK ve ATATÜRKÇÜLÜK düşmanlığı isnâd edib, yerin de tam 7 hatta 17 kat dibine geçiriyor!.. Bu kadar ağır bir suçlamayı CEHAP lideri Kılıçdarzâde ondabir nisbetinde bile yapmamış, yapamamış hatta bir Dersimli mağdur olarak becerememişdir!.

Tabii Akit’çi babayiğitler, nazar değmesin, AKAP içinde eridikleri içün, (Ortakları veya koltuk değnekleri olan Bağçel’iye), ancak korka korka, örtülü-kapalı ve tahtında müstetir, kısık sesle bir şeyler göndermenin peşindeler!. Bunları muhâlefet denen akapella korodan birisi ağzına alsaydı, pek şiddetli salvoya geçmezler miydi?.

Bu, hakk ve adâletden yana olamayıb: “Şunlar, benim suçlumdur, öyle ise muhâfaza etmeli, muârız ve muhâliflerime yedirmemeliyim!” şeklindeki zulmânî anlayış, cumputrasinin ta bidâyetinden beri bir asra yakındır, hatta 1909’dan i’tibâren, sâdece hukuksuzluğu ve adâletsizliği yani zulmü getirmiş, memleket çapındaki bütün rezâletlerin de en mühim temelini teşkîl etmişdir. Halbuki Müslümanın en büyük hasleti ve vazgeçilmez ahlâk temellerinden en mühimi, “Her zaman ve mekânda mazlûmun yanında, zâlimin karşısında olmak, en yakınının bile hukuksuzluğunu muhâfaza ve müdâfaaya kalkışmamakdır!”

Müteveffâ Behçet Kamal Çağlar’a da sopa gösteren Akit yazarı Alpay, bu maden mühendisi herifin nasıl bir diyânetsiz Kamalizma tapıcısı olduğunu, ancak o kadar kalemine alabilmiş!.

Kadîm bir devrin kemik yalayanlarına değil, asıl bugünün PUTUNU ve beşerîlik şirkini dikme yarışındaki partilerin iç yüzlerine el atmak lâzım ve şartdır. Yoksa bu işler, Sedâd Peker’lere kalır ve işler daha da çıkmaza girebilir!.. Halk, Pekerlere kurtarıcı gibi kaydırılmanın planları ile nerelere gidecek?. Susmakla bir netîce alınamaz. “Hukuk Devleti” dedikleri bir devletleri varsa, savcısı-mahkemesi kendi akıl kânunlarını olsun bir kerecik ve kendi nâmus ve adâlet anlayışları içinde işletebilseler de bir görsek… Sanki Peker uydurma makinesi… Çıkın karşısına “vesika” koyun! Peker’in dedikleri yalansa, yalan olduğu isbât edilmediği takdirde, beş paralık mantık önünde bile adamın dedikleri doğruluk kazanacak!… Bu takdirde de, seyreyleyin “Hukuk Devleti” şenliğini…

Bizim, hiçbir parti-pırtı mahabbet ve taraftarlığımız yokdur; “Lâ ilâhe” diyerek bir istisnâsız bütün beşerî sistemleri nefy ü reddederiz. Ve gene îmân ederiz ki, bu: “Vazgeçilmez unsurlar, yani vazgeçilmez tefrika, parti-pırtı olma ve bölünme ve fitne ve dedikodu ve netîsindeki şirk, zulüm ve tuğyân” bir gün, nefisden sonra en büyük düşman ve Haçlı Avrupa’dan idhâl sistemlere TAPAN kendilerinin de başını yiyecekdir, çünki mutlak kânûn böyle diyor!

Biz çok iyi biliriz ki, yazdıklarımız, Rabbimizin rızâsına muvâfık olsa da, particilik gayret ve taraftarlığı ile taassubunu her gün bileyen ve ömür sermâyesinin sayılı nefeslerini AKAP’ı v.s.’yi  ayakda tutmaya hasreden ve sanki dîni-îmânı da bu olmuşların; veya dîne-îmâna ancak PARTİ yolu ile gidilirmiş hülyâlarına (ütopilerine) saplanan pek saf yandaş ve havuzdaşların; veya bir kısım diyânetli kamalistlerin ve gene bazı cumputratik yurtdaş ve lâyıkdaşların elbetde işine gelmiyecekdir…

“Müslümanız” palavraları hâlâ âfâkı inletiyor!. Halkın %99’u, cümle demokrasi dîninin partileriyle Müslümanmışlar, ammâ, daha kendilerini kurtaramamışlarken Filistinlere kadar tüm dünyâyı kurtaracaklarmış!. Neymiş, Osmanlı torunlarıymışlar!.

“İslâm Sosyalizmi” diyen Nurettin Topçu gibi, müslüman dede ve nine torunları da bugün, beşerî sistemlere TAPAR hâle geldikden sonra, ‘Müslümanım” demelerin geriye üç paralık Müslümanlık bırakmıyacağını düşünemez hâle getirilmişlerdir!. Beşerî rejim ve sistemleri fâil, İslâmiyyet’i mef’ûl yapan ve Müfessir Elmalılı Mer’hûmun: “Allâh’a az çok inansalar bile aynı zamanda tâğûtlara da inanırlar” dediği, bu vahye tebaiyyetden fırlamış kitleler, Ulûhiyet ve Rubûbiyet makâmına acebâ hangi tanrıyı veya kimin ilâhını oturtacaklardır!?. Kayserili Hacı Abduş’un “İslâm ve demokrasi İKİRCİKLİ değildir” dedirten İngilizin Kraliçe felsefe ve fısıltısı, acebâ varlığı hangi tür YOKLUK olan İslâmiyyet’i kalblere çakacak; ve böyle bir dînin de, dünyâ adâlet ve hukûku ile Ukbâ cenneti de olabilecek midir?!.

Pek çoğu “İngilizin şeyiyim” demekden korkduğu içün bunu diyemiyor!

Kimliği sistem yazar, hem de 1909’dan beri…

Yalan mı, biz yalandan meded ummayızki.. hayâtımız boyunca da ummadık!

Yalnız şu iki madde unutulmasa yetecektir de, akıl ve fikirler rehin alındığı ve vesâyete tapıldığı, dolayısıyla “zihin ve rûh küsûfu, tam güneş tutulmasından” bin beter karaltı getirdiği içün  hiç hatırlanmaz:

1) “Arz ve semâ DEVLETİNİN müstakıllen  mâlik ve sâhibi”, ins ü cin ve parti-pırtılar, başlar, taşlar, betonlar, bronzlar ve heyâkîl değildir;

2) Mevt HAKKDIR…

Herkes bu kadar (basit) iki maddeyi bildiğini zannediyor!

Fakat zann ile yakîn farkını bilen kim?

Yakîn var mı bugün?. Ah bir olsa…
Mecelle üstelik: “Şekk ile YAKÎN zâil olmaz” der…

Gel de “Dil Kurumu” kurbağacasıyla  anla!

Sistem, olmıyan bir Müslümanlığın (varlığını) yalatarak müslümanlara din ve vicdân hürriyeti sunuyor! O demokrat “Müslümanlar” da, düzinelerce partilerin içinden, üzerinde İslâm yazan fakat içinde baldıran zehri bulunan kavanozu dışından yalamanın ve içine doğru dillerini değdirebilmenin yarışındalar…
Hadi geçmiş olsun!

 

(Mâba’di var)tt

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir