Kavakçı’ya Göre (Tesettür Değil De), “Başörtüsü” Hakk; Ve Bunun Karşısında Olmak Bâtıl!
2 Kasım 2013
(2) Diyalog Aşk Ve Tutkusunun Bâtıl Ve Haçlı Temeli!
8 Aralık 2013

Bir müslümanın, hem, İslâmiyet’de, hem de ve aynı zamanda başka bir dinde kalması elbetdeki muhaldir; ve  bunu mümkin görecek bir kafanın, müslüman

DİYALOG AŞK VE TUTKUSUNUN BÂTIL VE HAÇLI TEMELİ!

(1)

Ahmed SEYYİDOĞLU

 

Bir müslümanın, hem, İslâmiyet’de, hem de ve aynı zamanda başka bir dinde kalması elbetdeki muhaldir; ve  bunu mümkin görecek bir kafanın, müslüman kafası olması müstahildir…

“Diyalog ve hoşgörü felsefesine” kayan adam ve madamlar, kim olursa olsun, onları, biribiri ile mütenâkız iki din içinde görmek, bozulmıyan bir akıl ve ruh elinde aslâ mümkin olamaz…

İslâmiyyet’in, bütün insanları,  kendi İlâh, Rasûl ve Kitâb’ına da’veti, en küçük bir pazarlık ortaya koymadan, mutlak bir tenzih taşır… Ve kendisinden başka hiçbir dîn içün “HAKK olma” vasfını, zerre kadar da olsa kabûl edemez, buna imkân tanıyamaz… İslâm, kendisine zıd herhangi bir din, ideoloji ve doktrini, “HAKK” tanıdığı takdirde, bizzat kendi içinde tenâkuza düşmüş; ve böylece de, kendisini ademe mahkûm etmiş sayılır ki, O, bundan mutlak ma’nâda münezzeh ve müberrâdır!

Binâenaleyh, normal ve sıhhatli bir akıl ve ruh içün, hem müslüman, hem de başka bir dinde ve meselâ “ibrâhimî dinler” içinde olmak, müstahildir, mümteni’dir, muhaldir…

Bu i’tibarla, hem Müslümanlık ve hem de bir başka dîn ve sâirenin içinde olmak iddiasında bulunanlar içün, iki ihtimâlden birisi dışında, üçüncü bir ihtimâl bulunamaz:

1) Ya, akıl ve rûh cevherleri iflâs etmişdir; ve bunun netîcesi olarak ferd, aynı zamanda biribiriyle mütenâkız iki, üç, beş, onbeş dinin de içinde olmayı, o marazî akıl ve rûh hâline giriftâr olma sebebiyle mümkin görür ve mümkin gösterir!

2) Veya, ferd, bu muhâli bilir, ancak, şu veya bu sebeble onu mümkin göstererek, ins ü cinni aldatır; veya, belli bir hedefe insanları kanalize etmek içün, sistemleştirdiği böyle bir bâtılın misyonerliğin  yapar…

Haftalardır Anadolu ruznâmesine çöreklenen ve neredeyle gezi hadiselerinin kan kardeşi olmıya doğru giden şeytânî “dersâne” kavgasının altında, asıl ve hakîkî temel ma’nâyı yakalamak ve asıl izahları, buna göre yapmak zarûreti vardır… Temele tam inilemediği takdirde, o temelin taşıyacağı keyfiyeti ona yükleme imkânı da olamaz!..

Bütün beşeriyete ma’lûmdur ki, Vatikan tarafından 60’lı yıllarda başlatılan “dinlerarası diyalog” projesi, Vatikan’ın misyonerlik faaliyetinin bir başka kalıba sokularak devam etdirilmesinden başka bir ma’nâ da ifâde edemez; ve bu hakîkât, bütün dünyânın da gözleri önündedir…

Papa 5. Paul’ün konsüldeki şu ifâdesini, hiç kimse inkâra mecâl bulamaz: “Misyonerlik içün yeni yollar hazırlamak ve yeni vasıtaları gözden geçirmek ve yeni enerjiler meydana getirmek gerekir.” (Mehmet Aydın, Hıristiyan Genel Konsilleri ve 2. Vatikan konsili,80)

2.John Paul’ün ise, (6.Ocak 2001’de) neşretdiği mektubunda, “Diyalog faaliyetlerinin sürdürüleceğini ve bunun, yeni bin yılın (milenyumun) Mesih’in ışığında yeni bir açılım olacağını” ifâde edişi de, bütün dünyânın ma’lûmudur…

Papa 2. John Paul’e göre “dinlerarası diyalog, kilisenin hıristiyanlaştırıcı vazifesinin bir parçasıdır. Diyalog, böyle bir vazife ile tenâkuz teşkil etmez. Çünki kurtuluş Mesih’den gelir; ve bu diyalog, hıristiyanlaştırma işinden ayrı düşünülemez.” (Diyalog İhâneti, Yümnü Sezen, s. 44)

Hıristiyan olmayan dinler sekreteryası, Papa 2. John Paul’ün de tasdikiyle 1984’de (20. Kuruluş yıldönümünde) neşretdiği “Katolik Kilisesinin Öteki Dinlerin Takibçilerine Tavrı: Diyalog ve Misyon üzerine Görüşler ve Yönelişler” adlı vesîkada, açıkça, Diyaloğu, kilisenin hıristiyanlaştırma misyonu içine yerleştirmişdir. 

Diyalog, misyonun bir parçasıdır. Diyalog, dinlerarasında bir konuşmadan ibâret değildir. Diyalog ve hıristiyanlaştırma şeklinde bir ayırım kesinlikle kabûl edilemez. Bu vesikaya göre, “diyalog, kilisenin vazifesi içinde kendi büyük dinamizmine kavuşacak yeri bulacak” bir yoldur. Bu diyaloğun içinde, herşeye nüfuz edebilen birlikde yaşama diyaloğu, ilim adamlarının görüşlerini anlatdıkları entelektüel diyalog, nihayet rûhânî sâhaya hıtâb eden bir diyalog türü vardır. Bütün bu diyalog vasatları, hıristiyan taraf için, kültürlerin İncil’e doğru değişimi üzerinde çalışma yapmıya yarayacak yollar demekdir.” (Yümnü Sezen, s. 45)

“İncil’e doğru değişim!”

“Diyalog” denen yeni misyoner usûlünün, işte üreme mihrâkları, “dersane ve okullar!..” Bu temel noktalar anlaşılamadan yapılacak bütün izâh ve mücâdeleler, havanda su dövmekden farksızdır; ve “hizmet hareketi” adı altındaki mihrâkların neye hizmet etdiklerinin anlaşılması da, aslâ mümkin olamaz… Bazı insan veya cemaatlerin, 20-30-40-50-70-90…. sene evvelki hizmet hedeflerinin, bugün de aynen devam etdiği peşin fikri ile kafası şartlanmış insanların, aradaki dehşet verici farkı göremiyecekleri elbetde îzahdan vârestedir!. Hâdiseleri, tek taraflı ve dâima tarafgîri olunan tarafın peyki hâline gelerek ve yine o tarafın devamlı propagandası altında kıymet hükmüne bağlamaz illetli bir manzaradır!. Böyle kafaların, akıl tutulması kaçınılmaz; ve at gözlüğüyle görür olması da zarûrî bir netîcedir…

“Farklı dinlerin beraberlik noktaları da varmış!” dedirterek, müslümanların, Kur’an, Sünnet ve İcmâ’ ile sâbit olan, hıristiyanlık ve sâirenin “batıl ve geçmezliği” hükmü ve îmânını sökmek; ve en azından onlara şübhe vermek hinliği ile yürütülen diyalog fitnesi, aşağıya iktibâs edeceğimiz şu satırlardan çok daha iyi anlaşılacakdır:

“- Öteki dinlerin başında ve hedefde görünen İslâm’dır. Papa ve diğer ruhban, hıristiyanlığın yayılışına en büyük engelin İslamiyyet’in ortaya çıkışı olduğunu bilmektedirler. İslamiyyet’e husûsî düşmanlık duyduklarını zaman zaman söylemekle beraber, artık diyalog için, bunu beklemeye almış gibidirler. Diyalog için tam tersine şeyler söylemek gerekir. Vatikan’ın 1962-65 yılları arasındaki yeni yorumunda, “İslamiyet de, hıristiyanlık kadar olmasa da, bir değer taşıyabilir” kanaati (!) meydana gelmiş; bu, bizlerin çok hoşuna gitmiş ve bu kadarı adeta bize yetmişdir… Daha fazlasını söyledikleri de olmuşdur. İslâm ve hıristiyanlığın tamamlayıcı bir bütünlüğü meydana getirdiğini, “Rahman ve Rahim olan ALLAH” ile, “Merhametli Semâvî Babamız”ın, aynı ma’nâyı ifade etdiğini söylemişlerdir.” (Yümnü Sezen, s.46) 

Yukarıda da beyân etdiğimiz gibi, İslâmiyyet’in Allâh’ı ile, Diö, Got, Yahve gibi tanrıların “ayniyyeti” kat’iyyen muhal olduğu halde, zihinlere böyle olmadığı zerkedilerek, müslümanlara, “arada farklılık yok, ikisi veya üçü veya beşi de aynı tanrı, aynı kapıya çıkarlar, hepsi de hakk, hangisinin mü’mini iseniz kurtuluşdasınız!” mesajı verilerek, müslümanların, hıristiyanlığa, dolayısıyla papalığa yaklaştırılmaları hedef ve esas alınmışdır… Müslümanlığın 15 asırdır gelen Son Şeriat’ı içün, onu inkar etmedikçe böyle mutlak bir bâtıla, aklı başında bir müslümanın “hoşgörü” fırlatması elbetdeki muhaldir… 15 asır içinde, muhtelif dinlere âid tanrıların, Âdem Aleyhisselâm’dan beri gelen İslâmiyyet’in ALLÂH dediği ilâh ile “ayniyyeti” hiçbir zaman ve mekanda kat’iyyen tasdîk ve tahsin göremez ve görmemişdir… Tam tersine, İslâmiyyet’in “Mutlak KÜFÜR” olarak iğrenib reddetdiği tanrılar tamâmen başkadır; ve 15 asırlıkdır her müslümana İslâmiyyet’in 24 saatde 5 vakit namaz ve tesbihatla tam 540 defa tenzih etdirdiği ALLÂH Azze ve Celle bambaşkadır… Aksi halde, 15 asırdır, İslâmiyyet’in verdiği HAK ve HAKÎKAT mücahede ve direnişi, sâdece bir (abesden) ibâret kalır ki, bu da “selefin, dolayısıyla Müslümanlığın iflâsı” ma’nâsına gelir… Diyalogcu “hocaların”, “eskiler anlamamışlar” noktasında odaklanan bühtanları da bu planın bir parçasıdır… Eski hocaların, 15 asırdır müteselsilen hepsinin de bu “anlayamamayı” talim etmeleri, acaba hangi sıhhatli bir akla ma’kûl gelebilir?! Üstelik de, “diyalogcu, modern ve müctehidlik mevkiinde” oturan bir “hoca”, Okyanus ötesinden şöyle beyânlar da verebiliyor:

“15 Ağustos tarihli ABD dergisindeki röportaj: “Kemali samimiyetle itiraf etmek lazım ki, ayet ve hadisleri yanlış anlamış ve yaptığım izahlarda yanılmış, olabilirim. Şunu anladım ve daha sonra belirttim ki, Kur’an’da veya sünnette yer alan eleştiri ve lanetlemeler belli bir inanca bağlı insanlara değil, herhangi bir insanda olacak karakteristiğe yapılıyor.”

Beyân edilmelidir ki, şer’î ilimlerde “güvenilir adam” olmanın en baş şartı, selefe kat’iyyen kopmaz ve gevşemez bir bağla bağlanarak, Allâh Rasûlü Aleyhisselâm Efendimiz Hazretlerine bu usûl ve esas ile vâsıl olmakdır. Bu olmadan, ehl-i sika olmak güme gider; ve konuşmalar da, zaman ve zemîne göre kaypaklık ve kıvırtmalardan a’zamî nasîbini alarak, hem dâll ve hem de mudîll olmak, kaçınılmaz bir netîce olur; ve Ortada da, “ilim, îmân, ihlâs, edeb adamı” değil, basit ve dedikodu ile mugâlâta makinesi hâline dönen yalancı bir politika esnafından başka hiçbir nesne görülemez…

 

(Mâba’di var)

(İntişârı: 07.12.2013)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir