-6- Berat Gecesini Saptıran Hoca Kılıklı Şeytanlar!
17 Nisan 2023
-7- Berat Gecesini Saptıran Hoca Kılıklı Şeytanlar!
7 Mayıs 2023

NAMAZIN KAZÂSI VARMIŞ, SEÇİMİN KAZÂSI YOKMUŞ!

Ahmed SELÂMÎ (Dağıstânî)

Devletlû ve Şevketlû (sayın bay) Başkan Hazretleri buyurdular ki:
“-Namazın kazâsı (kaf,dad,elif,hemze) olur, seçimin kazâsı olmaz!”

Bu dahî Hayrettiniyye mezhebi usûl-i fıkhına (!) göre bir “Dîni güncelleme” yani cumhuriyetin YÜZYILINDA şifâ niyyetine de içilebilecek taptâze ve “güncelleme” bankasından çekilmiş bir ictihâd!

Şeyhülislâm Merhûm Mustafa Sabri Efendi, Müfessir Merhûm Muhammed Hamdi Efendi Hazerâtı gibi Osmanlı medreselerinden İCÂZET sâhibi olmuş hakîkî ulemâ iyiki bu günleri görmedi. “Ne ictihâdı, bunlar düpedüz TEŞEHHΔ der; tevbe istiğfâr ile, Kıyâmet’in çok yaklaşdığına intizâr ile tevbe istiğfâra hız verirlerdi…

Haltetiniyye tarîki meşâyihi (şeyhleri kılavuz) olunca, ba’zı râyihalara burunların alışması iktizâ edecek!.

Artık bugün, Sayın Başkan’ın ifâde ve ibâresiyle nasıl olsa: “İctihad kapısını açmak içün CANLA BAŞLA ÇALIŞAN ÂLİMLERİMİZ (Karamangillerimiz) var!” Bunlar sa’yesinde güncelleme şemsiyeleri altında (kahraman milletimiz) sâyebân olma lütfuna ermektedir…

Başkan, layık devlet-i cumhûriyyenin imam Lisesi icâzetnâmesi, şey ya’ni, cum diplomanâmesiyle, Karamânî mezheb-i ılmâniyyesinden bir usûl kânûnunu söyle ifâde buyurmuşlardı:

“14-15 asır evvelki hükümleri kalkıb bugün uygulayamazsın, İslâm’ın güncelleneceğini bilmeyecek kadar bunlar ÂCİZLER. Bazı hocafendiler beni tefe koyacaklar, ammâ Allâh koymasın!”

El Hakk, bu minvâl üzre ictihâdât-ı tayyibât ve teşehhiyât-ı beyyinât zaman zaman su üstüne çıkan aysberg gibi devr-i dâim eylemektedir ki, şimdi de “Namazın kazâsı olur, seçimin kazâsı olmaz” deyû bir fetvâ dahî iftâ edilmiş; ve âlem-i İslâm’ın bir mühim ihtiyâcı böylece kazâen  giderilmiş, hatta bir mühim hâceti de def’ ü ref ile hâlledilmiş bulunmaktadır…

Madem parlementer tanrılara göre bugün İslam uygulanamaz hâle gelmiş (!) o zaman onu “güncelleme” adı altında DEĞİŞTİRİR, UYGULANIR hâle getiririz; bunu “CANLA BAŞLA ÇALIŞARAK YAPACAK” TELFİKÇİ, TETİKÇİ VE DEMPUTRAT ULEMÂ-YI CUMHÛRİYYE VE ILMÂNİYYEMİZ DE HER AN HÂZIR VE NÂZIR KAPIDA BEKLEMEKDEDİR!. O HALDE HİÇ TELÂŞ VE PANİĞE LÜZUM YOK, BİZ AZÎZ VE LEZİZ DÎNİMİZİ SÜNNÎLİK, mezheb taassubu TORTU VE LEKELERİNDEN DE TÂMÂMEN ARINDIRIR, PÎR Ü PÂK EDER; VE SİHA VE MİHALARIMIZ GİBİ ÇARKDAN ÇIKMIŞ GICIR GICIR HÂLE GETİRİR; VE KENDİ YERLİ VE MİLLÎ ÎMÂLÂTIMIZ OLAN UÇAK, GEMİ VE TOGG’LARIMIZ GİBİ HAVALARDA UÇURUR, DENİZLERDE YÜZDÜRÜR VE KARALARDA DA YÜRRÜTÜRÜZ EVVELALLAH… Yaparsa kim yapaaar, biz yaparız!

Gözün aydın yeni Türkiya! Artık seni kimse ne tutabilir, ne geçebilir, ne de ağzına alıb geveleyebilir!. Pekkaka, Tahrano, şiato, Riyado, Şamo-şeytâno, baydıno, putino, çinito-şimito, nato, feto, apo, selo, kamalo kılıçdâro, maralo ve marrâmo-yalavo-yalamo avcunu yalasın!..

Çünki Hayrettiniyye mezheb-i telfîkiyye ve abdûhiyye ve ılmâniyye ve dahî cumhûriyyesine mutâbık ve muvâfık yapılan bil’umûm ictihâdât ü teşehhiyât ve teşekkülâtın temelinde, şol KÂİDE-İ USÛL-İ FKH-I Hayrettiniyye aslanlar gibi yatıb, anın gölgesinde de bir takım sâir şeker şeyler ve ehlî canlar serinleyib sâyebân olmaktadırlar!

Binâberin, ol kâide-i usûlün aslan gölgesinde “miskin miskin yatmak veya oturmak” câiz olmamağla, bu noktadaki mübhemiyyet ve fıkhî müşkîlât-ı azîmeyi, havâceler havâcesi Haltettiniyye postnişîni ol zât-ı purofiliyye şöyle hall ü fasl eylemişdir:

“Asırlardır Ebû Hanîfe’nin gölgesinde miskin miskin oturmuşuz!”

Öyle ya, el ân bunun telâfî ve izâlesi zârûrât-ı ılmâniyyeden olmuşdur!.  Bu miskin miskin olurmanın bugünki muâdili, demir sürgülü ictihâd kapısını, gündüz gece, kar fırtına demeden, ardına kadar açıb, o miskin miskinlere inâd, PİŞKİN PİŞKİN, yavaş yavaş, alıştıra alıştıra ve menteşelerini yağlıya yağlıya ve gürültü çıkarmadan açıvermekdir!

Şeyhülislâm Merhûm Mustafa Sabri Efendi Hazretleri buyuruyorlar ki:

“Bugün sâhibsiz bir arsa gibi İslâm üzerinde önüne gelen top oynamaktadır!”

Merhûm bugünü ve şu seçime 2,5 hafta kala ortalığın nasıl ana-baba gününe döndüğünü görseydi, top değil de KELLE, Dîn-îmân ve NÂMUS ile nasıl oynandığını söyler ve bin kere vah esefâ çekerdi!

BİRİSİ DE KÜRDMÜŞ, ALEVÎYMİŞ, HÂLİS MÜSLÜMANMIŞ, SEYYİDMİŞ, KARADUMANKEN KILIÇDARMIŞ, 300 milyar papele el ATARKEN el-ETEK VE BİR ŞEYLER bile öpermiş, “Ben mâliye bakanıyken” der, yürüyen merdivenlere eşeğe ters biner gibi binermiş, moskof yahudisi CEREME’nin CEREMESİNİ çekmeye dünden hazırmış… MADAM DA HACI MARALMİŞ, 7 YAŞINDAN BERİ MUSALLİYE İMİŞ, YA’Nİ: Soyu ermeniden döndüğü içün çok iyi dîn ü diyânet sâhibi olmuş, 360 derece tam dönmüş, tahâret ü istincâyı çok da bilirmiş; ve hadesden gusledib, abdest de alıb, kıbleye yönelib ve dönelib, yazmasına da bürünüb, SECCÂDESİNİ koynundan çıkarıb sere serpe MEKKE cihet-i cezîre-i ARRABA dosdoğru serermiş, her miting meydanında bile namazını hudû’, huşû’ ve erkân-ı vâcibât ve âdâbına tam riâyetle kılar EDÂ EDERMİŞ, KEKREM’E SARILIRKEN KAÇIRDIKLARININ çetelesini tutar, ne kadar ne ise ise bitemâmihâ GECE YARILARI KALKIB KAZÂ EDERMİŞ, Tayyib başkandan da iyi bellemiş ki, namazın kazâsı olur İNTİHÂBÂT-I CEMÂHİRİYYE VE ILMÂNİYYENİN KAZÂSI KAT’İYYEN OLMAZMIŞ, ZİNHÂR BİR DAHÎ TEKRAR Ü TEKRÂRÂT VE MÜKERRERÂTI SİTTÎN NENEVÂT ELE AVUCA SIĞMAZMIŞ, namazı ise 5 dakikada kazâ edib borçdan hemen kurtulmak ziyâde mümkinâtdan ve son derece kolay ve basitin en basitiymiş ve dahî mış ile MÎŞ!!!

Bugün manzara, demputrasiyi fersâh fersâh geçdi, dembokrasi kıvâm-ı gâitası hâline ve pek sür’atle inkılâb-ı nisvân ü manukyân eyledi!…

Gandimsi ve Şah İsmâil muhibbânından  Kamal: “Kürdüm, alevîyim, hâlis müslümanım, SEYYİDİM” gibi pek yüksek havalardan atmıya başladı. Madam Maral: “Hacı Maral’ım, 7 yaşımdan beri namaz kılıyorum, ablam Sülün OS’un nâsiye-i şeytâniyyesinde “Rabbiyessir” okumıya başladı” gibilerde teokratik ve fetokratik ermenilikden de ileri giderek, Müslümanlığa sıçradığını haykırmıya başladı!…

Millî Görüş partisi İransever, mollasayar ve şiisarar İng. Damâd-ı Şehriyârîsi, Temeli çok derin kimesne ise, kandil günlerinde bile, “Alevîyim, Seyyidim, Hâlis Müslümanım” diyen CEREME’lik Kamal’ı, mücâhid i’lân ederek, Üstâd Necib Fâzıl Merhûm’un (Şerbakan) dediğinin yerine: “Mücâhid Erbakanın VÂRİSİ” olarak görmiye başladı!

Papacan, Davuloğlu, bilmem Türkçü ve ermeni şeyli Bağçeli v.s. Politika piyasası tam itokrasi (ittihadçı), romen ve ermeni panayırı!

Şevketmeâb Devletlû Efendimiz (Sayın Bay) Başkan da: “Alt yapı-üst yapı” derken, o da müzmin husûsiyyetleri ile “DÎNİ Güncellemeye” sarıldı, v.s… Sarılmıya sarıldı ammâ, her şeye de sarılınmazki canım…Arkasından da ekranda hastalanıverdi… “Zillet ittifâkı” dâhil, bütün dünyânın, hatta Bay BAYDIN’ın ödü kopdu!. Nâzım Kıbrusî’nin “bizim Hüseyin” dediği herifin (ve buna Püsküllü Kadir’i bile inandırmışdı), Yonan palikaryasının, İsrail Neden-yâhû’sunun, hatta şii mollalarının ve Şam şeytanı Nusayrinin bile yüreği ağzına geldi… Zülfiyâre mi dokundu, Rızâ-yı Bârî’ye ters mi düşdü, gayretullâha mı dokundu, ne oldu ise oldu!. 

“Namazın kazâsı ile seçimin kazâsı” mes’elesi bir kazâya mı sebeb oldu, ne oldu böyle fücceten ve  sür’atle anlamadık!.

Bir şey oldu işte! Mevlâmız hem Şâfî ve hem Şâfi’dir. Hem şifâ verir hem şefaat sâhibidir… O neylerse güzel eyler…

Biz, müslüman hastaların cümlesine, Şâfî olandan hem şifâ hem şefaat niyâz ederiz…

Biz, zâlime beddua ederiz…

Zararsız her mahlûka da, hastalanırsa, ona da şifâ niyâz ederiz…

Fâsık fâcir Müslümana, ISLÂHI içün HAKK’a yalvarırız…

Harbî, zalim ve gaddâr, cânî, Allâh ve Rasûlü yolundakilere İŞKENCE yapan, Kelâm-ı Kadîm düşmanlarına ve Ebû Cehil, İbn-i Sebe ve İbni Selül döllerine ise, KAHHÂR İsm-i Şerîfiyle Kahriye okuruz…

Müslümanın her işinde bir nizâm, itaat, tedbîr ve tevekkül olacak, olmalıdır…

Gâvurlar hiç dürüst olamaz ve devamlı, yalan, iftirâ, hezl, şeytanca konuşarak iblislik, mugâlâta ve fitne peşinde koşarlar… Sülün Os. gibi adam aldatır, “Her şey güzel olacak” der; kimisi, İbni Sebe dölüyken “seyyidim” kuyruklu yalanları uydurur; iş yapmaz, adam sömürür, itlik ve piçlik peşinde biribirlerine sarılır, yumulur, mahremiyyet, hayâ ve edeb tanımazlar.… Kimileri  de, Manukyan sermâyelerinden de beter, ar-hayâ yırtığıdırlar!

Biz, Kâlû Belâ’da (Âlem-i Ervah’da) verdiğimiz ahd ü mîsâk mu’cebince, Gayretullah’a muhâtab olmakdan fevkal’âde korkar, Gadab-ı ilâhîden titreriz…

Kim olursa olsun, “Müslümanım” dedikden sonra Gayretullah’a DOKUNMAKDAN korkmalıdır, aksi hâlde ilâhî tokadı, âcilen veya imhâlen mutlaka yer!

Bu dokunmak, Papacan’ın dokunmasını sonsuza bile katlıyabilir!… Davuloğlu (KAZÂ) mes’elesini politik dalavere içün hergelece kullanabilir… Karakollaoğlu denen ucûbe de, çene ishâli püskürterek, pespâyece ve gerzekçe lâf u güzâf ile hokkbazlık yapıyor olabilir!

Ammâ Sayın Bay Başkan, şer’î mukaddesler mevzuunda 14-15 asır ulemâsının diliyle konuşmalıdır. Hayrettiniyye tarîkat-ı ılmâniyyesinin diliyle konuşmak, hiç kimseye evvelemirde SIHHAT, DEVÂ, HAYIR, UĞUR ve HUZÛR getirmez… Allâh Azze ve Celle’nin İRÂDE, İLİM (kaderine) ve KUDRETİNE ters düşmemek içün  on değil, yüz kere düşünüb, bin kere de Şer’-i Şerîfe mutlaka MUVÂFIK düşünmeli ve konuşmalıdır. Aksi hâlde sayılamıyacak kadar çok EDVÂ (maraz-hastalık) insanlar içün kapıda beklemektedir, bazıları hemen, taksîrâtın akabinde insanlara çökebiliyor!.

NAMAZ, ZARÛRÂT-I DÎNİYYEDEN, KAT’Î ALLÂH EMRİ, KAZÂYA BIRAKILAMAZ; İNTİHÂB (SEÇİM) İSE, SIFIR ADÂLETLİ VE İNSANI EŞŞEK YERİNE KOYAN BİR HAÇLI KAZIĞI…

Namazın Kazâsı İRÂDE VE İHTİYÂR dışı,  çok ender ve husûsî hallerde olur. Rasûl-i Rusül Aleyhisselâm Efendimiz Hazretleri, HARBDE bile nöbetleşe NAMAZ kıldı ve kılınmasını emretdi, “Kazâya bırakmadı!”

NAMAZ, (seçim) gibi, demputratik ve haçlıdan muktebes ve taklîd, çocuk ve HANNÂS oyuncağı değildir…

Namaz, Zarûrât-ı Dîniyyeden, İslâm’ın olmazsa olmazı… Münkirini İKFÂR etmek VÂCİBDİR… Adâleti hiç, zulmü MUTLAK seçim ise TAM TERSİDİR…

Bugünki keyfiyeti ve zulme bâdî mâhiyyetiyle bir SEÇİM, Kur’ân-ı Hakîm, Sünnet-i Seniyye, İcmâ’-ı Ümmet ve Müctehid İmâm ictihadlarında yokdur, onlarla sâbit değildir; hele zarûrât-ı dîniyyeden olması, hiç ammâ hiç mi hiç mümkin de değil, muhâl kere muhâldir… Tam tersine, Gâvurdan içimize çakılmış, son derece adâletsiz, hiçbir zümrenin değerlerini öne çıkarmıyan; Mutlak Hakîkat İslâmiyyet’in hakîkât, FARZ ve HARAMLARINI hiç olarak kâbûl eden; dolayısıyla ve ayrıca, her dînî, millî ve mahallî kıymet hükmüne keyfince düşman; belli, teşkîlâtlı; kurtarıcı (!) imtiyazı ile despot ve (oligarşik) bir zümrenin, yunan aklıyla KENDİNİ zorla SEÇTİRDİĞİ ve bir nevi KAST sistemi inşâ’ ve ihtirâ’ etdiği; gene yonan (yunan) felsefesinin ifrâzâtından uydurulmuş, bütün dünyâya Corona aşısından bin beter aşılanmış, müntehibi (seçiciyi) eşşek, zombi, köle, parya ve iki ayaklı SÂDIK mahlûk yerine koymuş, şartlamış ve bağlamış; parti patronları arasında cereyân eden en alçak hırs, menfaat ve şehvet yarışından ibâret;  KUDURTAN, SALDIRTAN, ÇILDIRTAN, SAYIKLATAN, HİÇBİR İNSANLIK TANIMIYAN, HER İBLİSLİĞİ MUBAH SAYAN, EŞŞEK HÜRRİYETİ VA’DEDEN, YÜZDE YÜZ TAM BİR SANDIK KUMARI…

Bizim ıstılahda, şirke kadar uzanan dal ve yanlarıyla ve en umûmî ve en hafif bir ta’birle bid’at-ı seyyie…

İslâmiyyet’e âid olan hükûmet, idâre teşekkül ve işleyişindeki temel esaslara yüzdeyüz TERS, küfr ü şirk ve fısk u fücûr BİD’AT-larının cümlesini içinde, özünde ve cibilliyetinde toplıyan en mülevveslerden birisi… Mü’minle kâfiri, Hakk ile bâtılı, îmânla küfrü aslâ ayırmadan, mü’mini ilhâd hesâbına ERİTMEYİ hedef almış; “vatandaşlık” ihdâs ederek ve herkesi eşit gördüğü YALANINA abanarak gûyâ onları aynı kalıb ve kıymetde gören; en ahlâklı ve en âlimle, en ahlâksız, cânî, kâtil ve câhilin oyunu aynı kıymete sâhib sâbitliyen; bütün müntehibleri (seçicileri) ateist dogmaların zombisi, tek tipli sâhibi kılan; Allâh Azze ve Celle’nin emretdiği hükûmet şekil ve mâhiyyetinin mutlaka tersine, mutlak adâletden mutlak zulme götüren; vahiyden sonsuz derecede kopuk ve ona azılı ve kudurmuşcasına düşman; en pislik, paspas, pespâye, mübtezel, adı demputrat; keyfiyeti (oligarşik) zümre hükümdârlığı ve gözboyayıcılığı olan  Batı patentli bir çukur…

Madam Maral’ın diliyle MASA, KASA VE YASALARIYLA da, TAM BİR KUMAR MASASI…

Bizde, (ehl-i hâl ve’l-akdin=Tam mü’min, ehil, âdil, âlim, âmil ve muhlis meclis-i şûrâ a’zâlarının bey’atıyla) REİS-İ HÜKÛMET (Emiru’l-Mü’minîn-Halîfe-Sultân) vücûda gelir… Sandıklı demputrasi bunu unutdurub silmenin peşinde olarak muvaffak da oldu ve şirki hissedemez kalabalıklar yoğuruldu… İsimleri tek tip robot hâlinde (vatandaş)… İslâmiyyet’deki teb’a-yı İslâmiyye ve zımmiyye, hılâfetle beraber ilgâ edildi. Bunlar olsa da olur olmasa da gibi gösterildi.

Halbukî “Ümmet ve İMÂMET teşkîli, ba’del îmân müslümanların ilk farîza-yı Dîniyyeleri İMÂMET” olub, bu, zarûrât-ı dîniyyedendir. İslâmiyyet’in OLMAZSA OLMAZLARININ EN BAŞDA GELENLERİNDEN BİRİDİR” (Elmalılı Tefsîri 1936 TAB’, c.2, s. 1154-55) Bugün bunları bilen kalmadı. Bazı hoca kılıklı şeytanlar bunlara hiç ememmiyet verilmesin havasına girerek gayr-i müslimleşdiler… Türkiye yüzyılı bunları kutlayıb, bozkurt kafasıyla da kurtlayacak!. Biz partili idhâl ve taklid sistemlere değil, “Lâ ilâhe” diyerek parti-pırtı ve tefrikadan münezzeh, tevhîd diyen ALLÂH dînine îmân etdik… Elhamdülillâh Mâtürîdî ve Hanefî imamlarımız üzerinden Kitâb, Sünnet ve İcmâa müntehî bulunuyoruz. Bazı şeytanlar, çarşafa îmân etdiği kadar bu esaslara îmân etmiyor… Çarşaf düşmanı da aslâ olamayız, onun düşmanlarına mutlaka düşmanız… Ehemü’l-ehem olana işâret içün böyle yazdık…  Rahmetli Üstâd’ın diliyle “Ham yobaz kaba softa” şeytanlar, İslâm’ın önünde  ve içden, Çin seddi…

Ve o islâmî dârda, Allâh Azze ve Celle ve Rasûlü Aleyhisselâm’a TEBEAN, Allâh’ın kulları, teb’a-yı İslâmiyye ve teb’a-yı ZIMMİYYE olarak ikiye ayrılır; ve dâr-ı İSLÂM, her iki tarafın da, kendisine HÂLIK Teâlâ Azze ve Celle’nin EMÂNETİ olduğunu bir an bile unutmadan, onları en âdil ve münezzeh (mutlak doğru) kendi ilâhî HUKUKLARI içinde ve MUTLAKA en âdil şartlarda yaşamalarını te’mîn eder… Aksi halde, CEHENNEMDEKİ yerini gönmeden, başdaki ADAMIN (imamın), bir gece bile gözüne uyku giremez…

Bugünün “insan hakları, kadın, çocuk, işçi ve hayvan hakları” denilen şeylerin tamâmı da, fıtrat ve yaradılış kânunlarına mutlak olarak meydân okuyan, ilâhî rahmet ve merhametle zerre kadar alâkası olmıyan, lâ’netli, beşerî ve şeytânî gözküllemelerden ibâret; zulmü, tam tersden adâlet göstermiye ma’tuf, mutlak bir Allâhsızlıkdır…

“Namazın kazâsı var seçimin Kazâsı yok” derken, seçim denen ve yukarıda vasfetdiğimiz ve esasları yonan-freng akıl ifrâzâtıyla tesbît edilmiş KUMAR, NAMAZ denilen ve edille-i erbaa ile ortada ve  Zârurât-ı Diniyyeden olduğu kat’iyyen SABİT bulunan Allâh emri ile zımnen mukâyese edilmektedir… SEÇİM, namazın üstünde ve telâfîsi mümkin olamıyacak kadar EHEM, NAMAZ ise, onun en altında ve telâfîsi pek kolay ve BASİT bir şeymiş gibi görülmekde ve gösterilmektedir. “Ben dört dörtlük laikim” diyen demokrasiye îmân etmiş adamların İslâmiyyet’in en büyük farzlarına KIYMET HÜKMÜ biçmeye aslâ HAKK ve salâhiyyetleri yokdur ve olamaz… Böyle fâsid ve bâtıl bir kıyâsı cihânın gözü önüne sürmek, işte bu GAYRETULLÂH’a dokunabilir… Ve cihânda bazen imhâl edilen, bazen de birkaç saat veya birkaç gün sonra gelen sıkıntı ve hastalıkların sebebi, acebâ nerelerde aranmalıdır?.

Müslümanlar, artık nasıl agâh olmaya çalışmalıdır, ibret ve izzet sâhibi olmanın yolları nerelerden geçmektedir; bütün bunlar, NEBEVÎ îmân, muhâkeme ve terbiyenin elinde (kıymet hükmüne) bağlanmak îcâb eder!…

Anladık, “DÎNİ Güncelleme devrimi” sürüyor, bunun elbetde bir netîce ve mes’ûliyyeti olacakdır; ancak, ne kadar ileri gidilirse, o kadar da mes’ûliyyeti ağır bulunacakdır…

Hemen vücûdlar alarm veriyor. Çünki o emânet… İrâde-i cüz’iyye RIZÂ istikâmetinde değil de, adem-i RIZÂ istikâmetinde şâha kalkınca, emânet alarm veriyor!. Dört dörtlük laikim deniyorsa, ateist Sezeryan gibi en azından susularak politika yapılmalı; laik hükûmet ve hükûmet adamları, Şerîat’ın hudûduna baba arsasına girer gibi paldır küldür aslâ girmemeli; tecâvüz de etmemeli, hır-gür de çıkarmamalı, istiyen cennetin ve istiyen cehennemin yollarında yola devâm deyib gitmelidir!

Ancak: “Namazın da, seçimin de Patronu benim, onların kıymet hükmü benim elimde” der gibi bir irtifâ’dan din ü dünyâya KUŞBAKIŞI nazar atfedilirse, burada iş, halk ve kul olmanın dışına, HÂLIK görünmenin hudûduna bir gidiş ve giriş istihdâf edilmiş olur!. O zaman “güncelleme devrimi” devresine, insanüstü ve kâinâtüstü MUTLAK ve KÜLLÎ İRÂDE , adem-i rızâsıyla nasıl girer, bunu, ancak O, SÂHİBİ bilir…

İbret alınırsa, herkes içün menfaat var. Hatta her mahlûk içün… Îmân, aklı ve fikri işliyen bulur ve bilir… Bizden, “doğru budur” diyerek, Şerîat’a mutlak tâbi’ olarak yazmak…Cihân bize vız gelir. Biz unumuzu eledik, eleğimizi de yerli yerine asdık… Üçü müsbit, biri muzhir ve dördü de “vaz’-ı ilâhî” olan Edille-i Erbaada olmıyan her şeyi, “LÂ İLÂHE” deyib, tâ cehennemdeki esfel-i sâfilînin yanına kadar tekme tokat yuvarladık!.

ÎMÂN, Akıl ve irâde… Bunlar değil de nefs, ins ve iblis kullanılırsa, her hesâb tersden işlemiye başlıyor! Bugünki (şeytânî politika) bunun içün, fıtrat, Şerîat ve hakîkâta tam ters…

Saltanat içün emâneti hasta etmeye değmez… Ayağa kalkar kalkmaz da “Ancak milletin dediği olacak, Allah’ın dediği olacak!” gibi laflar da çok acîb!. Ancak Allâh’ın dediği olacak demelidir.  Küllî irâde mücerred O’na âid… Murâd-ı İlâhîye rağmen, halkın, kulların, şunun bunun adı mı olur?. Millet bir başka ve evvel gelen ilâh mı ki, evvelâ onun dediği, sonra Allâh dediğimiz ilâhın dediği olacakmış!. Akâid, ahenk, dengeler, i’tidâl, Şerîat ilmine merbûtiyyet, haddi bilmek, demputrasi dili kullanmamak (bazıları içün muhal ise de gene de biz yazalım) ŞARTDIR ki, müslümanlığımız inkıtâa uğramasın… Tabiî bunun derdi ve şuuru var ise!

“Sünnîlik diye bir dînimiz yok!” demekden evvel, SÜNNÎLİĞİN Mâtürîdî veya Eş’arî tedrisâtından geçib, AKÂİD-İ’TİKÂD temeli, ilme, sıhhate ve kalbdeki şeksiz îmâna kavuşturulmalı… “Güncellemelerin” peşine düşünce, her i’tikâd ve îmân esâsı ya bulanıb sonra çamurlaşıyor veya  buharlaşmıya başlıyor: TEBAHHUR ediyor!

“KADERİN ÜSTÜNDE KADER” VARSA, ALLÂH AZZE VE CELLE’NİN ÜSTÜNDE DE BİR İKİNCİ TANRI OLMASI LÂZIM GELİR!. (HÂŞÂ VE KELLÂ)

“Çok şükür sıhhatim avdet” etdi demek dururken, bir de bakdık: “Kaderin üstünde kader vardır!” lâfı ortada!.

Kafa tahtası eksik, felsefede boğulmuş bir şâir bozuntusu olan S. Marakoç böyle bir kader sapıtmasına inanıyor ve bunu da şiir yazma uğruna gaseyân ediyor diye, bunu bile DAHA EVVEL DE ONLARCA DEF’A OLDUĞU GİBİ ağıza almak, onca hastalık vartasından sonra cidden korkutuyor!.

O şâir bozuntusu (akâidde imam) olsa, nassa ve icmâ’a ters ağız açamaz… 15 asırdır hangi (mütekellim) veya akaidde İMAM “kaderin üstünde bir kader vardır” diyerek hezeyân istifrâ etmiş?.. Kaderin üstünde bir kader varsa, (hâşâ ve kellâ) Allâh Azze ve Celle’nin üstünde de bir başka ilâh olması iktizâ eder!. Kader, Hakk Sübhânehû ve Teâlâ Hazretleri’nin ilmidir; aynen Levh-i Mahfuz’da yazılıdır, başkasının olması ve değişmesi muhâldir… Kader i’tikâdı, sünnet ehli i’tikad imamlarının dışına çıkarsa, çığırından çıkar ve yalamalaşır; ve küfre ve şirke MÜEDDÎ bir halta bulanır, 6 îmân şartı da topdan top atar, güme gider! O zaman, kader dışındaki 5 îmân şartı da iflâs eder…

Bunlar, çocuk, veya şâir, veya felsefeci veya politikacı OYUNCAĞI değildir, olamaz… Bugün kader ile alâkalı ağzını açan, şâirinden medyacısına, purofundan tamkofuna, spikerinden politikacısına, hoca kılıklısından müctehid taslağına, felsefecisinden ilâhiyatçısına, DİB’çisinden tasavvuf hokkabazı ve selefî geçinenine ve havascısından medyumuna niceleri, bu kader îmânını çarpık ve sakat ve şirke müeddî ve Şerîatdaki hakîkatını nakzeden bir ma’nâ ortaya koymakla, tecdîd-i îmân ve’n-nikâh ihtiyâcı içine yuvarlanıyor!.

Lâ havle velâ kuvvete illâ billâhi’l-aliyyi’l-azîm…

Kader Rabbizin ilm-i ezelisindekiler… Değişmez… Onun üstü-altı, ucu-bucağı, sağı-solu olmaz… Levh-i Mahfuz’da yazılmışdır; azalıb çoğalmaz, Cübbelâ hokkabazımızın dediği gibi “silinib yeniden yazılması” da muhâldir!.

Tevbeler Yâ RABB!.

Püsküllü Kadir’in vidyolarla abuk sabuk sıkdığı gibi kader: “Kulun şöyle veya böyle duâsıyla KİLİTLENMESİ” gibi hezeyanlardan da mutlak ma’nâda münezzehdir… Kader Allâh Azze ve Celle’nin ilminde olandır. Her sıfatı gibi, Hakk Teâlâ Hazretleri İLİM sıfatında değişmeden, KİLİTLENME v.s.’den (hele hele kulunun ilmini kilitlemesinden-tevbe Yâ Rabb!) mutlak olarak MÜNEZZEHDİR… Aksini düşünmek, YARADANI Roma hıristiyan tanrıları veya eski yonan aşk ve meşk ve uçkur tanrıları gibi düşünmeye kapı açar ve böyle bir çıkmaza götürür ki, Ebû Cehil zamanı ARABI ile Hun zamanı TÜRK putperestleri bile, putlarını böyle uçkur ve ayağa düşürmemişlerdir… Ancak Şia sebeistleri ve mut’acıları, saat hesabıyla kadın satmayı (Âhıret derecesini yükselten kutsal zinâ sayarak), bir de mut’a nikahı maskesi altında bu halt ve uçkur sektörünü işletirler ki, belki bunlar, ötekilerden de beterdir!.

İlim kalkınca, onun bunun lâf ishâli, neredeyse din olmuş olacak!

Ne günlere kaldık!

Önüne gelen bir şey uydurub, AKÂİD ulemâsı ile kitablarını yok sayarsa, Lâle devri gibi işte böyle “GÜNCELLEME DEVRİMİ DEVRİ” başlar, ağız ishâli kol gezer! Gayretullah’a DOKUNMALAR başlar, helâket, felâket, zilzâl, zelzele, sel, kıtlık, kaht ü ğalâ, kaht ü RİCÂL, fitne-fücûr, küfr ü şirk, homo-feto-selo-apo-nato musibetleri gırtlağa çöker!…

Bayramdan çıkar çıkmaz, “Namazın kazâsı var, seçimin kazâsı yok!” lâfları, bayramın, Türkiya’nın ve dünyânın nice binbir yarasına tuz biber olmalı mıydı?.

Bakalım saray mollası Cübbelâ, buna da nasıl bir fetvâ veya kulp uyduracak?. “Corona aşısı oruç bozmaz, aman aşınızı olun ihmâl etmeyin!” şirinlikleriyle küreselcilerle aynı yatağa girenler, pek muhtemedir ki, şimdi de yataksız yorgansız kalmazlar!

MÜTEVEFFÂ ŞERBAKAN DA, SEÇİM DENİLENİ BAŞKA TÜRLÜ TAKDÎS ETMİŞ, TÂRÎHİ AYAKLAR ALTINA ALMIŞDI!

Partisini, İngiliz damadı KaraMolla’ya kaptırınca, artık bugün “Mücâhidliğini”  de ermeni anakuzusu alevî Kamal’a devreden rûh-ı Müteveffâ Erbakan da, her SEÇİM hengâmında bir palavra îcâdeder ve şu cins şeyler ihtirâ’ (îcâd ve uydurma) eylerdi:

“-Bu seçim Malazgirt Zaferinden daha mühimdir!

-Bu seçim İSTANBUL’UN fethinden daha mühimdir!

-Bu seçim Çanakkale zaferinden de mühimdir!

-Bu seçim DÜNYÂNIN en mühim HÂDİSESİDİR!…

-Bize oy vermiyenler patates dînindendir…

-Bize oy vermiyenler YAHUDİ askeridir!

-Getirin ABD ve  İsviçre anayasasını, altına imzâmı atayım!

-İran şii kardeşlerimiz İslâm’ın bayraktârıdır, yüz akıdır, mücahidlerdir, kahramanlardır, İmam Humeyni Rahme…..Hazretleri büyük devrimcidir…

-Millî GÖRÜŞ Türkiya’da muhâlefetde, İRAN’da İKTİDARDADIR!

-AKAP’a oy vermek (kendisine oy vermek hâriç demekki) cehenneme bilet almakdır… v.s.”

Sayın Raiz sık sık: “İnsan ölür kalır eseri, eşşek ölür kalır semeri” tekerlemesi ile meydanları şenlendirmeye devâm ederken; GÖRÜŞ-MÖRÜŞ doktrini bugün paramparça olan Erbakan’dan geriye, eser mi semer mi kaldı demeye hiç de lüzum yok!

Geriye bırakdığı “Millî Görüş-göçüş” eseri veya semeri, her ne ise, ondan, biribirini yiyib kemiren bir düzineye yakın TEFRİKA unsuru, layık, kayık, gayr-i ayık ve demputratik parti ve pırtı kaldı!. Bir de 10 tânesini yukarıya yazdığımız abuk sabuk yâveler, şia meddahlığı, heykelperest rejim başbakanlığı, yaban tohumu bir takım cenırıllardan yediği hakâretler, alaylar, küfürler, fırçalar; BİZZAT şâhid olduğumuz A. Tomba ve Püsküllülerden yediği (sinkefli)  ana-avrat girişim ve kalaylamalar!… Daha kimlerden ne yedikleri bizim mechûlümüzdür!…

Arkasından ve içinden küfrederken, dışından “rahmetli hocam” diye günümüzde sebelik yapan bir sürü de it ve yavşak…

Değdi mi?.

İbretle bakan ve aklını başına alan var mı?.. Âhıretini, hesâb Kitâbını düşünenler nerede???

İnsanın, Rabbine karşı NANKÖR yaratıldığı Kelâm-ı Kadîm’in muhkem nassı ve beyânı iken, bunca parti-pırtı ile tepişen ve biribirlerinin ağzından kemiği aşırmakdan başka hedefleri olmayan şunca hokkabaz mı millete ve halka NANKÖR olmıyacak; ve mine’l ecâib…

Hadi bakalım, “kazâsı olmıyan” “SEÇİM ve SANDIK BAYRAMI” dedikleri, binbir fırıldak, küfür, şirk, haram, âdîlik, döneklik, hâinlik, kancıklık, kazıklamak, kandırmak ve hayâsızlığın, AZÎZ DÎNİMİZİ en şerefsizce  İSTİSMÂR ve kullanmayı NETÎCE vereceği; ve 600 demokratik TANRI yontacağı 14 Mayıs’a 2,5 haftaları kaldı!.

Bu bayramlarını canını dişine takarak kutlamak, kurtlamak, putlamak ve mutlamak istiyenler, bayramlarını görmeden hatm-i enfâs ederlerse gözleri açık giderler!

Dünyâ DERİN DEVLETİNİN parmakları elinde oynayan, oynamıyan ve oynatılan-oynatılamıyan (!) bilcümle parti pırtı baş ve ayaklarına, “KAZÂSIZ” ve kazâya bırakılmasız, tam vakt-i muayyeni içinde, Garb’daki KIBLESİNE dönük olarak,  “HALK HAKİMİYYETİ ve Rubûbiyyeti” adına ma’nâlı ve edâlı, şerlerinden Allâh Azze ve Celle’ye sığındığımız laik cumputratik (sandık bayramları) tahmîn ediyoruz!..

“Demputrasinin Kâbesi parlamentodur” diyen bilcümle Osmanlı torun torbası, hamam ve kurnası müselman vatandaş, yurtdaş, sandıkdaş, oydaş, oynaş; seçim sonrası gırtlakdaş, vuruşdaş, hırdaş, kavgadaş, mezardaş; altı oklu, üstü yağlı kazıkdaş, millî GÖRÜŞDAŞ, ferahdaş, refahdaş, Raizdaş,  Papacandaş, Davuldaş, KAZÂDAŞ, PEKKAKADAŞ, Kurtbaşdaş, kürddaş, kürdaş, türkdaş, ermenidaş, rumdaş, yehûddaş, masondaş, fetodaş, ırkdaş, ittifakdaş, ittihaddaş, itdaş, madamdaş, v.s, düzinelerce partidaş ve pırtıdaşa da, boldaş şans ve avanslar!!!…

Bu kadar bölünme, tefrika, düşmana benzeme, parti-pırtı sarmalındaki; tayyare, gemi ve araba peşinde yırtınırken, maarifi, mektebi, ta’lim ve terbiyeyi ve topyekûn gelecek nesilleri, 1947’den beri ABD gâvurunun Fulbrayt emirnâmelerine ve tapınmalarına bırakan bir memlekete, huzûr, sükûn ve emniyet gelecek öyle mi?.

Sandık kumarından bunlar çıkacak haa?.

İntihâb (seçim) netîcesinde ömrümüz varsa daha neler ve neler görürüz!.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir